22 Mayıs 2018 Salı

Chatham House Oturumu: ‘Empire in Retreat? The Future for the United States’


İngiltere merkezli prestijli düşünce kuruluşu Chatham House (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü), geçtiğimiz günlerde Amerikan Dış Politikası temalı “Empire in Retreat? The Future for the United States” (Geri Çekilen İmparatorluk? ABD’nin Geleceği) başlıklı önemli bir oturum düzenlemiştir. Oturumda çok önemli katılımcılar yer almış ve bu platform vasıtasıyla oldukça değerli ve özgün fikirler seslendirmişlerdir. Bu kişiler arasında en dikkat çekici olanı, Chatham House Amerika programı uzmanı ve Londra Üniversitesi Ekonomi bölümü Emeritus öğretim üyesi Profesör Victor Bulmer-Thomas’dır.[1] Daha çok Karayipler ve Latin Amerika çalışmalarıyla bilinen Bulmer-Thomas, bu sene içerisinde Yale University Press tarafından yayımlanan ve bu oturuma da ismini veren Empire in Retreat: The Past, Present, and Future of the United States (Geri Çekilen İmparatorluk: ABD’nin Geçmişi, Bugünü ve Geleceği) adlı önemli bir esere[2] imza atmıştır. Konuşmacı, bu oturumda zaten kitabında anlattığı temel tezleri özetlemeye çalışmaktadır. Bir diğer önemli konuşmacı, 2015-2017 döneminde Beyaz Saray’da Ulusal Güvenlik Danışmanlığı ekibinde yer almış olan Atlantic Council uzmanı Amy Pope’dur.[3] Oturumun son konuşmacısı ise, Chatham House’a bağlı Kraliçe II. Elizabeth Akademisi ABD ve Amerika programı Başkanı Dr. Leslie Vinjamuri’dir[4]. Oturumun moderatörü ise Chatham House’dan Jacob Parakilas’tır.

Oturum kaydı

Oturumun ilk konuşmacısı olan Victor Bulmer-Thomas, kitabından özetle ABD tarihi ve Amerikan dış politikası hakkında önemli bilgiler vermekte ve bazı dikkat çekici tespitler yapmaktadır. Bulmer-Thomas’a göre; ABD, siyasal sistemi itibariyle bir Cumhuriyet olmasına karşın, Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını ilan ettikten hemen sonra toprağa dayalı bir imparatorluk yapısına bürünmüştür. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, ABD, uluslararası ve bölgesel kurumları kontrol etmesi sayesinde bir yarı-küresel imparatorluk halini almaya başlamıştır. İngiliz uzmana göre, günümüzde işte bu imparatorluk geri çekilmekte veya inzivaya çekilmektedir (yazar, bu durumu açıklamak için İngilizce “retreat” terimini kullanmaktadır). Bulmer-Thomas, bu noktada “imparatorluk” kavramı için Charles S. Maier’in Among Empires kitabındaki tanımını kullanmakta ve imparatorlukların sadece güç toplayarak ve toprak genişleterek değil, aynı zamanda kurumlar, kurallar ve değerler üzerinden rıza ve sadakat üreterek ayakta kalabildiklerini vurgulamaktadır. Konuşmacı, ayrıca imparatorluk kavramını reddedenlerin ABD için “küresel hegemon” (global hegemon), “öncelikli ulus” (indispensable nation), “özgür dünyanın lideri” (leader of the free world), “istisnai ülke” (exceptional country), “iyilik için kuvvet” (force for good) ve “en üst güç” (paramount power) gibi benzer başka kavramlar kullandıklarını söylemekte ve ünlü Amerikalı stratejist Zbigniew Brzezinski’nin de ülkesi ABD için ölümüne yakın “imparatorluk” kavramını kullanmaya başladığını hatırlatmaktadır. ABD’nin toprak bağlamında 1873 Paris Antlaşması ile bağımsızlığını tamamen kazandığını ve bir imparatorluk haline geldiğini belirten Victor Bulmer-Thomas, bu süreçte Kızılderililerle (yerli Amerikalılar), Meksikalılarla ve emperyal güçlerle ciddi çatışmalar yaşandığını ve ABD’nin toprak bütünlüğünü sağlama sürecinin barışçıl bir şekilde gerçekleşmediğini dinleyicilere hatırlatmaktadır. ABD’nin kurulduktan sonra birçok yeni toprak parçasını savaş veya satın alma yoluyla kazandığını ve genişlediğini söyleyen İngiliz analist, bu bağlamda ABD’nin ilk dönemlerinden itibaren bir imparatorluk vizyonuyla yönetildiğini ve tam da bu nedenle Amerikalıların günümüzde yaşanan “emperyal geri çekilme”yi (imperial retreat) kabullenmekte zorluk çektiklerini iddia etmektedir. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve merkezi New York’ta olan Birleşmiş Milletler (BM) sistemiyle toprağa dayalı bir imparatorluktan çok daha karmaşık ve yarı-küresel bir hegemona dönüştüğünün altını çizen Bulmer-Thomas, IMF (Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası (WB) -hatta sonrasında GATT ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO)- ile bu sistemin ekonomik ayağının da oluşturulduğunu ve Amerikan dolarının dünya ticaretindeki hâkim para birimi olmasıyla birlikte ABD hegemonyasının ekonomik alanda da kurumsal olarak kendisini kabul ettirdiğini sözlerine eklemektedir. 1947 Rio Antlaşması (Rio Paktı) ve sonrasında NATO’nun kurulmasıyla siyasi ve ekonomik ayaklara güvenlik unsurunun da eklendiğini anımsatan konuşmacı, Amerikan imparatorluğunun dördüncü unsuru olarak da sivil toplum kuruluşları ve çok uluslu şirketleri işaret etmektedir. Amerikan imparatorluğunun bu çok unsurlu sofistike yapısına rağmen, ABD’nin, kendi geçmişinde var olan anti-emperyalist eğilimler ve uluslararası sistemde düzeni sağlamak için gösterilen büyük çabanın halkta yarattığı tepki nedeniyle zaman zaman kendi içine dönebildiğini ve izolasyonist (içe kapanmacı) dış politika vizyonunun güçlenebildiğini kaydeden yazar, ekonomik anlamda da ABD’nin yakın gelecekte Çin Halk Cumhuriyeti’nin ardında kalacağını vurgulamaktadır. Bu anlamda, emperyal geri çekilmenin siyasi temelini küresel politik istikrarı sağlamak için çok büyük efor harcama, kan dökme ve dolar harcamanın -hem de diğer devletlerin sadakat garantisini sağlamadan- içeride yarattığı tepkiler olarak açıklayan konuşmacı, ekonomik ayağını ise ABD’nin ekonomik gelişimine devam etmesine rağmen -kendisine göre çok hızlı büyüyen- Çin ve benzeri ülkelere göre etkisinin azalması olarak yorumlamaktadır. ABD’nin yüksek borç oranına da dikkat çeken Victor Bulmer-Thomas, küresel ekonomik gidişatın Çin Halk Cumhuriyeti’nin çok daha güçlü olacağı yeni bir düzeni işaret ettiğini ima etmektedir. ABD’nin son dönemde yönetim ve liderlik anlamında da bir tür duraklama yaşadığını iddia eden konuşmacı, Washington’ın önemli bazı uluslararası anlaşma ve kuruluşlardan çekildiğini (JCPOA-İran nükleer anlaşması, Paris İklim Sözleşmesi ve Trans Pasifik Ortaklığı ilk akla gelenlerdir) ve uluslararası platformlarda yalnız kaldığını (Büyükelçiliği Kudüs’e taşıma kararı) söylemekte ve bunun da emperyal geri çekilmeyi hızlandırdığını vurgulamaktadır. Bu geri çekilmenin Donald Trump’la başlamadığını da sözlerine ekleyen İngiliz yazar, ancak Trump döneminde bunun hızlandığının altını çizmektedir. ABD’nin Trump dönemindeki politikalarını stratejiden yoksun taktik hamleler olarak yorumlayan Victor Bulmer-Thomas, Sun Tzu’nun Savaş Sanatı eserinde asırlar önce belirttiği şekilde, stratejisi olmayan taktiklerin mağlubiyetin habercisi olduğunu vurgulamaktadır. Bu geri çekilmenin en temel sebebi olarak Çin’in yükselişini işaret eden konuşmacı, bu yükselişin sadece ekonomik değil, siyasi-kurumsal boyutunun da olduğunu söylemekte ve Çin’in yakın gelecekte -hiç şüpheye mahal vermeyecek şekilde- Asya-Pasifik’te bir bölgesel hegemon haline geleceğini iddia etmektedir. İkinci önemli sebep olarak Çin ile Rusya’nın -Soğuk Savaş dönemindeki “Sino-Soviet Split” (Çin-Sovyet Uyuşmazlığı) hatasının aksine- halen devam eden stratejik ortaklığını işaret eden konuşmacı, ABD’nin emperyal geri çekilmesinin üçüncü sebebi olarak da ABD ile Avrupa (Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık) arasındaki yakın bağların zedelenmesini öne sürmektedir. Bu konuda dördüncü önemli neden olarak ABD’nin kendisine bağlı devletlerin (client state) sayısında büyük düşüş yaşamasını sıralayan Bulmer-Thomas, son olarak emperyal geri çekilmenin bir ulus-devletin yaşadığı gerilemeden farklı olduğuna dikkat çekmekte ve ABD’nin emperyal geri çekilme sürecinde belki de daha güçlü bir ulus-devlet haline gelebileceğini söylemektedir.

Victor Bulmer-Thomas’ın dikkat çekici yeni kitabı

Oturumdaki ikinci konuşmacı olan Amy Pope, Amerika’nın bir imparatorluk olup olmadığı tartışmalarına girmeden, ABD Başkanı Donald Trump’ın “America First” (Önce Amerika) sloganına uygun şekilde ABD’nin son dönemde uluslararası arenadan kendisini geri çekmesini analiz etmeye çalışmaktadır. Barack Obama döneminde Beyaz Saray’da görev yapmış olan Pope, düşüncelerinin ABD perspektifinde şekillendiğini samimiyetle söylemekte; ancak Başkan Trump’tan farklı olarak, kendisinin Amerikan çıkarlarını savunmak için uluslararası platformlara daha fazla katılmayı savunduğunu açıklamaktadır. Bu bağlamda önceki konuşmacı Victor Bulmer-Thomas’ın emperyal geri çekilmeyi Amerikan halkının istediği yönündeki tespitine katılmayan Amy Pope, Amerikan halkının bu durumu anladığını ve birçok kişinin Trump ve ekibi gibi düşünmediğini söylemektedir. Bu noktada günümüz dünyasının inanılmaz ölçüde küresel olduğunu ve 1930’larla bir kıyaslama yapılamayacağını söyleyen Amerikalı konuşmacı, günümüzde küreselleşmenin yadsınamaz etkileri nedeniyle sınır kavramının anlamını yitirdiğine de dikkat çekmektedir. Günümüzde teknoloji nedeniyle ulusal güvenlik tehditlerinin çok çeşitli hale geldiğini salgın hastalık ve siber saldırı örnekleriyle açıklayan Pope, bu nedenle Başkan Trump’ın Meksika sınırına duvar önerisini emperyal geri çekilmeyi en iyi şekilde sembolize eden görsel olarak tanımlamaktadır. Sınıra duvara dikmektense Meksika hükümeti ile birlikte çalışmanın yasadışı göç ve suçla mücadelede çok daha iyi bir yöntem olduğunu söyleyen Amerikalı güvenlik uzmanı, Rusya’nın ABD Başkanlık seçimlerine müdahalesini örnek göstererek, ABD’nin müttefikleriyle birlikte daha etkili bir sınır-aşan ortaklık kurması gerektiğini vurgulamaktadır.

Oturumdaki üçüncü konuşmacı olan Leslie Vinjamuri ise, imparatorluk ifadesinin ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında veya günümüzdeki konumu için uygun olmadığını düşünmekte ve bu bağlamda Victor Bulmer-Thomas’a karşı çıkmaktadır. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurduğu düzenin tarihte hiçbir dönemde olmadığı kadar çok-taraflı (multilateral) olduğunun altını çizen Vinjamuri, ABD’nin bugün uluslararası platformlardan ve anlaşmalardan çekilmesinin diğer ülkelerde endişe yaratmasının da Amerika’nın kurduğu düzenin başarısına işaret ettiğini iddia etmektedir. Birçoğu ABD ve Batı ülkeleri merkezli çok uluslu şirketler, sivil toplum kuruluşları ve düşünce merkezlerinin (think-tank) genelde Amerikan gücünün bir uzantısı olarak algılandığını kabul eden Amerikalı konuşmacı, buna karşın bu tarz girişimlerin aslında tüm devletlere ve uluslararası sisteme hizmet ettiğini vurgulamaktadır. Daha sonra ABD hakkındaki geri çekilme iddialarını reddeden konuşmacı, Donald Trump’ın sanıldığı gibi dış politikada izolasyonist değil, sert güç kullanımını savunan bir Başkan olduğunu söylemekte ve Kuzey Kore ve İran örneklerinden de anlaşılabileceği üzere, Trump’ın aslında daha iyi anlaşmalar yapmak ve çözüm üretmek için bazı meselelerde köşeli davrandığını ima etmektedir. Son olarak, yeni dönemde aslında sadece ABD'nin işleri alışılageldiği şekilde yapma tarzını değiştirdiğini söyleyen Vinjamuri, bu belirsiz süreçte diğer ülkelerin ABD liderliği olmadan uluslararası sistemde neler yaşanabileceğine yönelik tepkilerinin geleceğin belirlenmesinde etkili olacağını vurgulayarak konuşmasını tamamlamaktadır.

Son derece faydalı bu oturumun genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; öncelikle konuşmaya Victor Bulmer-Thomas’ın ABD’nin imparatorluk olduğu ve son dönemde bir tür emperyal geri çekilme yaşadığı tezlerinin damgasını vurduğu söylenmelidir. Ancak Bulmer-Thomas’ın bu tezleri elbette hayli iddialı ve tartışmaya açıktır. Zira diğer konuşmacıların da belirttiği üzere, Trump döneminde beklenmedik hamleler yapan ABD’nin niyetlerinin ve stratejilerinin ne olduğu henüz net değildir. Bulmer-Thomas, bir kumarbaza benzettiği Trump’ın bu tarz taktiklerinin strateji olmadan başarı kazanamayacağını ileri sürmektedir. Lakin Kuzey Kore konusunda Trump’ın tehditlerinin Çin’in yaptırımlarıyla birleştiğinde ortaya koyduğu başarı ortadadır. Benzer gelişmelerin İran nükleer programı (anlaşması) ya da Filistin Sorunu’nda da yaşanmayacağını ise kimse garanti edemez. Çünkü Trump, farklı tarzı ile siyasal rakiplerini kendi istediği koşullarda bir anlaşma yapmaya zorlamaktadır. Bir diğer önemli konu ise, şirketlerin, kültürlerin, popüler imgelerin yani herşeyin küreselleştiği bir çağda siyasetin rolünün abartılmasıdır. Zira şu bir gerçektir ki, Trump’ın ya da Obama’nın Başkan olması ABD’nin dünyada en merak edilen ve imrenilen ülkelerden biri olmasını değiştirmemiştir. Zira Amerika’yı Amerika yapan, siyaset kurumundan ziyade ekonomisi, teknolojisi, şirketleri, yaratıcı insanları, sanatçıları ve halkıdır. Bu nedenle, ABD’nin emperyal geri çekilme yaşadığı iddiasını somutlaştıracak veriler henüz yetersizdir. Kimi gelecek projeksiyonlarında 21. yüzyılda ABD’nin yerine geçmesi beklenen Çin’in tek parti sistemine, otoriter lider imgesine ve kendisine özgü kültürüne dayanan modeli ise henüz Amerikan Rüyası ile boy ölçüşebilecek kapasitede değildir. Ancak bu belirsiz süreçte ABD’nin endişeli davranması ve hatalar yapması durumunda, emperyal geri çekilme tezi hakikaten de günün birinde gerçekleşebilir. Bu nedenle, ABD’nin yapması gereken en makul şey, dünyada var olan uluslararası sistemi ayakta tutabilecek ve daha iyiye götürebilecek olan adımları atmaktır. Bunu sağlarken hangi unsurların (yumuşak güç, sert güç vs.) daha etkili olacağını ise Amerikalı uzmanların hesap etmesi gerekmektedir. Ayrıca popüler bir Başkan olan Barack Obama sonrasında bu makama gelen agresif Donald Trump'ın, farklı tarzı ile ABD açısından kısmi bir sempati eksikliği yarattığı gerçektir. Ancak sert güç unsurlarının etkili olduğu bir düzende, sempati ve popülarite sıralamada çok daha arka planda kalacak unsurlardır. Bir diğer önemli konu, Çin'in yükselişini bugüne kadar daima ABD ile uyumlu gelişme göstererek sağlamış olmasıdır. Dolayısıyla, ABD-Çin rekabetinin rekabeti aşar ölçüde bir düşmanlık noktasına gelmesi durumunda, bundan hem ABD, hem de Çin olumsuz yönde etkilenecektir.

Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Victor_Bulmer-Thomas.
[2] Bakınız; https://www.amazon.com/Empire-Retreat-Present-Future-United-ebook/dp/B07B51FHGG.
[3] Hakkında bilgiler için; http://www.atlanticcouncil.org/about/experts/list/amy-pope.
[4] Hakkında bilgiler için; https://www.soas.ac.uk/staff/staff36950.php.

Hiç yorum yok: