31 Temmuz 2017 Pazartesi

Oliver Stone’dan ‘The Putin Interviews’


1946 doğumlu Amerikalı sinemacı Oliver Stone[1], 3 Oscar ödülü[2] kazanmış çok önemli bir senarist ve yönetmendir. Siyasetle yakından ilgilenen ve eserlerine de genelde muhalif olan görüşlerini yansıtan Stone, son yıllarda Fidel Castro ve George W. Bush gibi siyasetçilerle ilgili yaptığı belgesellerle de gündeme gelmiştir. Oliver Stone, son olarak da Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’le röportajlarından oluşan “The Putin Interviews” (Putin Röportajları)[3] adlı bir yapıma imza atmıştır. Yapım, Amerikan basınında otoriter ve Amerikan karşıtı politikalar izleyen Vladimir Putin’i övdüğü yönünde eleştiriler almasının yanında[4], dünya genelinde büyük ilgi görmüş ve beğeni toplamıştır. Yönetmen Oliver Stone ise, eleştiriler karşısında filmini savunmuş ve Rus liderin Batı kamuoyunda yanlış anlaşıldığını iddia etmiştir.[5] Showtime Networks için 4 bölümlük bir mini dizi olarak çekilen film, Rusya’da da ilgiyle takip edilmiştir. Neredeyse tamamen Stone’un 2015-2017 yılları arasında Putin’le yaptığı röportajlardan oluşan belgesel film, ABD’nin düşünce özgürlüğü bağlamında Rusya Federasyonu ve diğer ülkelere kıyasla ne kadar ileride olduğunu göstermesi açısından da önemlidir. Bu yazıda, belgeselin ilk 2 bölümünden önemli konular özetlenecek ve Stone’un filmi eleştirilecektir.

The Putin Interviews teaser

Birinci Bölüm
Birinci bölüm, daha çok Vladimir Putin’in çocukluğu ve Rusya’nın başına geçtiği döneme kadar yaşadıklarını konu almaktadır. Rus lider, yapımda kendisi hakkında daha önce bilinmeyen birçok konuya da bu vesileyle açıklık getirmektedir. Vladimir Putin, röportajın başlarında 1952 doğumlu olduğunu ve kendisinden önce doğan 2 kardeşinin öldüğünü söylemiştir. 12 yaşındayken judo yapmaya başlayan Putin'in hayatında bu sporun çok önemli bir yeri vardır. Genç Putin, KGB’de çalışmak istediği için Hukuk Fakültesi’ne yazılmış ve mezun olunca da 1975 yılında KGB’de çalışmaya başlamıştır (bu, o dönemdeki sistemde istek değil, zorunlulukmuş). Putin’in KGB’de çalışmak istemesinin sebebi ise, Sovyetleri öven ve kahramanlık temalı Rus filmleri ve romanlarıdır. 1975-1985 döneminde Leningrad, 1985-1990 dönemindeyse Dresden’de (Doğu Almanya) görev yapan Putin, Doğu Almanya’da 1950’lerde kalmış/donmuş bir sistem gördüğünü söylemiş ve komünist sistemi eleştirmiştir. Rusya’ya dönüşünde Mihail Gorbaçov’un reform hareketinden etkilenmiş, ama yıllar sonra onun Fransız sosyalistlerinden etkilenerek ve ne yaptığını çok da iyi bilmeden hareket ettiğini düşünmeye başlayarak ona karşı daha eleştirel bir tutum almıştır. Buna karşın, kendisiyle defalarca görüşmüş ve ona hep saygıyla yaklaşmıştır.
1996’da Moskova’ya giden ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in yanında görev yaparak sistemde hızla yükselen Putin, Sovyetlerin yıkılmasını jeopolitik bir felaket olarak gördüğünü söylemiş ve bu dönemde 25 milyon insanın bir gecede vatansız bırakıldığını hatırlatarak, olayın insanı felaket boyutuna da dikkat çekmiştir. Boris Yeltsin’e Stone’un sıkıştırmalarına rağmen saygısızlık yapmak istemeyen Putin, alkolik olduğu bilinmesine karşın onu fazla eleştirmemiştir. 1996’da kimseyi tanımazken geldiği Moskova’da 4 yıl gibi kısa bir sürede Devlet Başkanı olmayı başaran Putin, elbette bu noktada KGB bağlantısını ve Yeltsin’in desteğini kullanmıştır. O yıllarda Başkan olabileceğini düşünmediğini itiraf eden Putin, o dönemde aklını en çok meşgul eden şeyin ise, kovulursa çocuklarına nasıl bakacağı olduğunu da samimiyetle söylemiştir.
O yıllarda bile en fazla 6-7 saat uyuyan ve disiplinli bir hayat süren Putin, Rusya’ya zor bir dönemde (Çeçenistan Savaşı, ekonomik sorunlar vs.) Başkan seçilmiştir. Bu nedenle, Başkanlığının kısa ve başarısız olması öngörülmüştür. Ama Putin, kısa sürede mücadeleci bir kişi olduğunu göstermiş ve halk desteğini sağlamayı başarmıştır. İlk döneminde sanayi ve ekonomide oldukça başarılı olan ve Çeçenistan Savaşı’nı kazanan Putin, Oligarklara karşı mücadelesi sayesinde halk desteğini de arttırmıştır. “Kanun kanundur” görüşüne inanan (yalnızca iç politikada olsa gerek) ve güçlülerin üzerine gitmekten çekinmeyen Putin, bu sayede Oligarkları şaşırtarak devleti kontrolü altına almıştır. Bu yıllarda ülkedeki fakirliği azaltmayı başaran ve yaşlıların durumunu iyileştiren Putin, 2008’de anayasa gereği (2 dönem kuralı) Başbakan olmuştur. O dönemde Dimitri Medvedev'i kendisinin yönettiği görüşünü ise reddetmektedir. 5 defa suikast girişimine uğrayan Putin, güvenliği konusunu çok ciddiye almaktadır. Buna karşın, ölümü pek düşünmediğini ve hayatta ne başardığını düşünmenin ve yaşamaktan keyif almanın daha önemli olduğunu söylemektedir. Ama bir yandan da Tanrı’nın varlığını hatırlatmaktadır. Oliver Stone’un Rusya’yı bir şirket CEO’su gibi yönettiği görüşüne katılan Putin, sorunlara rağmen Rusya’nın ekonomik açıdan güçlü olduğunu düşünmekte ve ABD’nin dış borçlarına dikkat çekmektedir.
Otoriterlik eleştirileri karşısında asıl önemli olanın nasıl bir yönetim modeli oluşturulduğundan ziyade nasıl kararlar alındığı olduğunu vurgulayan Putin, Charlie Rose’la röportajında da gündeme gelen “Çar” yakıştırmasını kabul etmemekte, ama bir yandan da bundan hoşlanıyor gibi gözükmektedir. Kadınların erkeklere göre daha duygusal olduğunu ve kontrollerini kolay kaybedebildiklerini de söyleyen Putin, böylelikle kendisi hakkındaki ataerkil ve otoriter algılarını güçlendirmektedir. Putin, Stone’a anlattığı kadarıyla, ilk görüşmelerinden sonra ABD Başkanı George W. Bush’la iyi anlaşabileceğini düşünmüş ve 11 Eylül’den sonra ona tam destek vermiştir. El Kaide’nin ABD’nin geçmişte yaptıklarının sonucu olduğunu düşünen Putin, İslami fanatiklere desteği her koşulda reddetmektedir. Ayrıca ABD’nin hala teröristlere destek verdiğini de sözlerine eklemektedir. Putin, NATO’nun genişlemesinin daha önce ABD ile Rusya arasındaki uzlaşının (ama yazılı bir anlaşma yok) dışına çıktığını da belirtmiş ve ABD’nin müttefikleri değil, mandaları olduğunu iddia etmiştir. Amerikan istisnacılığı (American exceptionalism) görüşünü reddeden Putin, bunun emperyalizme neden olacağını söylemektedir. ABD’nin gizli siyasi amaçlarını bildiğini ve bunları emekli olunca açıklayacağını da söyleyen Rus lider, Rus halkının son nefesine kadar savaşacak bir halk olduğunu ve Rus devletinin ekonomik ambargolara rağmen yıkılmayacağını sözlerine eklemiştir. Putin, ABD Başkanlık seçimleri sürecinde Amerikalı aday (örneğin Hillary Clinton) ve yetkililerden gelen Rusya karşıtı açıklamaları da yakından takip ettiğini söylemiş ve bunun iç politikayla alakalı olabileceğini vurgulamıştır. Ancak bunun hata olduğunu da eklemiştir. İlk bölüm, temel itibariyle bu hususlar üzerinden kurgulanmıştır.

İkinci Bölüm
İkinci bölüm, Putin’in, Bill Clinton ve George W. Bush gibi Amerikan Başkanlarının “Soğuk Savaş sona erdi” ve “Rusya artık düşmanımız değildir” gibi sözlerine karşın ABD’nin 30 yıllık anti-balistik füze anlaşmasından çekilmesine dikkat çektiği bölümle başlamaktadır. Putin’e göre, Rusya’nın ulusal güvenliğinde iki temel tehdit algılaması vardır. Birincisi, anti-balistik füzelerin Doğu Avrupa’da Rusya’nın sınırlarını kapsayacak şekilde konuşlandırılmasıdır. İkincisi ise, savunma amaçlı kabul edilebilecek bu füzelerin rampalarının yalnızca birkaç saat içerisinde saldırı amaçlı bir hale getirilebilecek olmasıdır. Rusya’nın bu tarz girişimlere aynı şekilde karşılık vereceğini belirten Putin, bunun yeni bir silahlanma yarışına neden olacağını da iddia etmiştir. Soğuk Savaş döneminde birçok bilimadamının Amerika’nın elindeki nükleer silah (atom bombası) formüllerini Sovyetler Birliği’ne ulaştırdıklarını hatırlatan Putin, bunun nedeninin bu gibi silahların tek bir ülkede toplanması durumunda bir ülkenin dünya hâkimiyetine neden olabileceği şeklinde bir açıklama yapmaktadır. Olası bir ABD-Rusya savaşında kimsenin sağ çıkamayacağını da iddia eden Putin, anti-balistik füze anlaşması konusunda ABD ile yeniden masaya oturmayı teklif etmiştir. Geçmişteki Küba Füze Krizi’nin ABD’nin Jüpiter füzelerini Türkiye’ye yerleştirmesiyle başladığını hatırlatan Rus lider, bu noktada Rusya’nın saldırgan değil, defansif bir ülke olduğu görüşünü savunmuştur. Putin, ABD Başkan adayı Hillary Clinton’ın kendisini Adolf Hitler’e benzetmesi hakkındaysa, bunun siyasi kültür açısından aşağı bir tavır olduğunu söylemiştir. Amerikalı yeni-muhafazakârlardan (neo-con) korktuğunu belirten Oliver Stone’a destek veren Putin, daha sonra onunla birlikte Stanley Kubrick’in ünlü Soğuk Savaş taşlaması “Dr. Strangelove” filmini izlemektedir.
Daha sonraki bölümde Putin’in bizzat katıldığı hokey müsabakasından görüntüler yer almaktadır. Hokey oynamaya 60 yaşında başladığını belirten Putin, spora düşkün yönünü bir kez daha gözler önüne sermektedir. Daha sonra Stone’un sorusu üzerine Rusya’nın eşcinsellere karşı değil, küçük çocuklara eşcinsellik propagandası yapılmasına karşı olduğunu belirten Rus lider Putin, çocuk yaştaki bireylerin korunması gerekliliğine dikkat çekmiştir. Rus halkında belli oranda maçoluk olduğunu kabul eden Putin, buna karşın halkın genel olarak liberal eğilimli olduğunu ve İslam ülkelerindeki gibi eşcinsellerin idam edilmediğini belirtmiştir. Putin, Rusya Devlet Başkanı olarak aile değerlerini korumak zorunda olduğunu ve bu nedenle evlilik ve çocuk yapma imkânı sağlayan heteroseksüel çiftleri desteklediğini (Rusya’nın yakın zamana kadar azalmakta olan nüfusu burada önemli bir etkendir) söylemiştir. Neredeyse her gün cardio antremanı yaptığını ve yüzdüğünü de belirten Putin, judo sporuna olan büyük sevgisini de bir kez daha vurgulamaktadır.
İlerleyen bölümlerde 2001 sonrası ABD’nin Orta Asya’ya girişine ortak düşman radikal İslam nedeniyle izin verdiklerini söyleyen Putin’e karşılık olarak, Stone, kendi görüşüne göre 2003 Irak Savaşı ve 2004 Ukrayna’daki Turuncu Devrim sonrasında Putin’in ABD’ye olan bakışının değiştiğini ve 2007’deki Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı tarihi konuşmayla bunu tüm dünyaya gösterdiğini söylemektedir. Putin ise, Ukrayna’daki olayların ABD’nin kışkırtmasıyla yaşandığını ve o dönemde yaşananların da yakın geçmişte olduğu gibi bir darbe olarak görülmesi gerektiğini belirtmektedir. ABD’nin Ukrayna-Rusya uzlaşısından çekindiğini de belirten Putin, Stone’a destek verir şekilde Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı ünlü konuşmayı açıklamaktadır. Putin, bu noktada en temel argüman olarak SSCB dağılmasına karşın ona karşı olarak kurulan NATO’nun genişlemesini örnek göstermektedir. Putin, Amerikalı yetkililerin önceden İran nükleer programını gerekçe göstererek dönmek istemedikleri anti-balistik füze anlaşması konusunda bir gerekçelerinin kalmadığını da iddia etmektedir. Daha sonra soru üzerine 2008 Gürcistan-Rusya Savaşı’na değinen Putin, bu savaşı kendilerinin değil, Gürcü lider Mikhail Saakaşvili’nin başlattığını iddia etmektedir. Sovyet deneyiminden sonra totaliter ve kendi vatandaşlarını sürekli gözetleyen bir istihbarat teşkilatı istemediklerini de sözlerine ekleyen Putin, bu noktada Amerikan devletinin yüksek istihbarat teknoloji kapasitesi ile kendi vatandaşlarının özgürlüklerini kısıtladığını belirtmektedir. Rusya’nın dini çatışmalardan uzak bir ülke olduğunu ve Rus Müslümanların devletlerine bağlı olduğunu da belirten Vladimir Putin, tüm dinlere saygılı bir görüntü çizmektedir.
İkinci bölümün son kısımlarında ise, Putin, önce Edward Snowden olayını anlatmakta ve iki ülke arasında ortak suçlu iadesi anlaşması olmadığı için kendilerinden siyasi sığınma hakkı alan Snowden’ı ABD’ye teslim etmediklerini belirtmektedir. Snowden’ın bir hain olmadığını ve ülkesine ihanet etmediğini de belirten Putin, onun ABD’nin gözetleme devletine dönüşmesine karşı çıkmasını haklı bulmaktadır. Rusya’nın da istihbarat faaliyetleri olduğunu ama bunların yasal sınırlar içerisinde gerçekleştirildiğini ve müttefik ülkelere karşı casusluk faaliyetleri yürütülmediğini söyleyen Putin, bu noktada ABD’yi eleştirmektedir. Rusya’nın demokratik ve egemenliğini kendi elinde tutabilen bir ülke olduğunu da iddia eden Putin’e destek verir şekilde, Oliver Stone da eskiden Rusya’dan insanların ABD’ye kaçtığını, ama şimdi ABD’den Snowden gibi kişilerin Rusya’ya kaçtığına dikkat çekmektedir. Daha sonra din konusuna giren Putin, Ortodoks bir Hıristiyan olarak Rus halkının son dönemde dinine çok sahip çıktığına dikkat çekmekte ve bunun komünizm döneminde yapılan yanlışlar nedeniyle olduğunu söylemektedir. Rusya’nın kuruluşundan beri çok-dinli ve çok-etnikli bir devlet olduğunu söyleyen Putin, buna karşın Rusya vatandaşlarının tek vatanlarının Rusya olduğunu ve ABD ve Avrupa ülkelerindeki gibi çok sayıda göçmen nüfuslarının olmadığını belirtmektedir. Stone’un Rusya’nın demokratik bir ülke olmadığı yönündeki eleştirileri hatırlatması üzerine, Putin, ülkesinin yaklaşık 1000 yıllık bir monarşi geleneğinden geldiğini ve 1917-1991 döneminde komünist totaliter sistemle yönetildiğini belirtmekte ve bir anda Avrupa ya da Amerika tarzı demokrasiye geçiş yapamayacaklarını söylemektedir. Toplumların canlı organizmalar gibi yavaş yavaş gelişmeleri gerektiğinin altını çizen Putin, böylelikle muhafazakâr dünya görüşünü de ortaya koymaktadır. Son olarak, ABD Başkanlık seçimlerine de değinen Putin, Rusya olarak hiçbir adayı desteklemediklerini ve kararı Amerikan halkına bıraktıklarını belirtmekte ve ayrıca ABD’de bürokrasinin büyük gücü nedeniyle seçilen Başkanların çok az şeyi değiştirebileceklerini iddia etmektedir. İkinci bölüm de, temel olarak bu konular üzerinde kurgulanmıştır.

Eleştiri
Oliver Stone’un bu iddialı yapımının öncelikle cesur bir iş olduğunu kabul etmek gerekir. Zira Vladimir Putin gibi demokrasi ve insan hakları yanlısı çevrelerde pek de makbul kabul edilmeyen bir siyasetçiyle alakalı bir belgesel film çekmek, beraberinde gelecek tepkileri de göğüslemek anlamına gelmektedir. Ancak belgeselin ilk iki bölümünde Oliver Stone’un daha çok Putin’i konuşturmaya çalıştığı ve çok da eleştirel sorular sormadığı görülmektedir. Putin’in iddiaları ve görüşlerinin birçoğu doğru olmakla birlikte, birçok iddiası da tartışmaya açıktır. Bu noktada Stone’un yeterince aktif ve agresif olmaması, filmin Putin’e destek amacıyla çekildiği iddialarını güçlendirmektedir. Ayrıca belgesel süresince Vladimir Putin’in siyaset algılamasının tamamen jeopolitik düşünce ve Realizm anlayışı üzerine kurulu olduğu görülmekte ve Stone, akademisyen olmamasının da etkisiyle olsa gerek, bu yaklaşıma yönelik teorik bir karşıt soru soramamaktadır. Oysa demokrasi ve insan hakları gibi konular, günümüzde milyarlarca insan için jeopolitik düşünce ve ulusal çıkarlardan daha önemlidir. Zira insanlar, özellikle bu gibi haklardan yoksun rejimlerde yaşadıkları zaman, bunların kıymetini anlamaktadırlar. Ancak Oliver Stone, bu gibi konuları fazla önemsemez gibi gözüken Putin’e bunları yeterince güçlü ifadelerle sormamaktadır. Yine de, filmin oldukça ilgi çekici ve başarılı bir prodüksiyon olduğu söylenebilir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Hakkında bilgiler için; http://www.imdb.com/name/nm0000231/ ve https://en.wikipedia.org/wiki/Oliver_Stone.
[2] En İyi Senaryo Uyarlaması: Midnight Express (1978).
En İyi Yönetmen: Platoon (1986) ve Born on the Fourth of July (1989).
[3] Bilgiler için; http://www.imdb.com/title/tt6840134/. İzlemek için; http://dizilab.net/the-putin-interviews.
[4] Bir örneği için; https://www.nytimes.com/2017/06/25/opinion/oliver-stone-putin-trump.html.
[5] http://edition.cnn.com/videos/cnnmoney/2017/06/18/oliver-stone-defends-putin-interviews-rs.cnn.


Hiç yorum yok: