Türkiye’de son dönemde entelektüel hayata yaptığı özgün katkılarla dikkat çeken Tanıl Bora[1], geçtiğimiz haftalarda Cereyanlar – Türkiye’de Siyasi İdeolojiler adıyla[2] Türkiye’deki ideolojik akımların geçmişini incelediği 926 sayfalık faydalı bir eser kaleme almıştır. İletişim Yayınları tarafından basılan kitap, “Geç Osmanlı Zihniyet Dünyası”, “Modernleşme, Batı ve Batıcılık”, “Kemalizm”, “Milliyetçilik”, “Türkçülük ve Ülkücülük”, “İslamcılık”, “Liberalizm”, “Sol”, “Feminizm” ve “Kürt Ulusal Hareketi” başlıklı 11 bölümden oluşmakta ve bu bölümlerde adı geçen ideolojik akımların Türkiye’deki geçmişi ve öncüleri araştırılmaktadır. Kitabın, ilerleyen yıllarda önemli bir kaynak kitap haline gelmesi ve çeşitli yüksek öğretim derslerinde akademisyenler tarafından kullanılması muhtemeldir. Bu yazıda ise, kitaptaki “Liberalizm” bölümü özetlenerek, tarafımdan yapılacak çeşitli eklemelerle Türkiye’deki liberalizmin kısa geçmişi anlatılacaktır.
Tanıl Bora
Milli Görüş ve Türkiye’deki İslamcı hareketin kurucu ve öncü lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından “renksiz görüş” olarak tanımlanan liberalizm, hakikaten de Türkiye’de hem halk, hem de entelektüeller nezdinde heyecansız, halka tepeden bakan ve tuzu kuru bir dünya görüşü olarak algılanagelmiştir. Türkiye’de genelde kimsenin pek üstlenmek istemediği bir ideoloji olan liberalizm, sağda daha çok otoriterlik eleştirilerine karşı bir kalkan olarak kullanılmakla yetinilir. Solda ise durum daha da kötüdür; zira dünyanın en prestijli ve tarihi geçmişi olan ideolojilerinden biri olmasına karşın, liberalizm, Türkiye’de sol çevrelerde daha çok kaypaklık gibi algılanır. “Liboş” gibi dilimize geçmiş bazı popüler sözcükler, Türkiye’de liberalizme karşı olan sağlıksız bakışı yansıtmaktadır. Ancak herkesin kabul ettiği bir gerçek, Türkiye’de liberalizmin yeterince gelişmediği ve köksüz olduğudur. Peki durum gerçekten böyle midir ve Türk siyasal tarihinde liberalizmle özdeşleştirilebilecek önemli siyasi figür ve hareketler nasıl sıralanabilir?
Cereyanlar
Tanıl Bora, kitabındaki “Liberalizm” bölümüne tek-parti döneminin önemli isimlerinden olan ve Türkiye İş Bankası’nın kurucusu olarak haklı bir şöhrete sahip olan Celal Bayar’la başlamakta ve Osmanlı dönemini esgeçmektedir. Demokrat Parti döneminde daha sonra (1950-1960) 10 yıl Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı olarak görev yapan ve gençliğinden itibaren İttihat ve Terakki hareketi içerisinde yer alarak Milli Mücadele’ye ve vatan savunmasına büyük katkı sağlayan Bayar, hakikaten de liberalizm ideolojisini Türkiye’de ilk sahiplenen kişilerden olmuştur. Ancak 1920’lerin ve 1930’ların devletçi ekonomiler dünyasında, Bayar’ın liberalliği daha çok devletin kalkınma stratejisinde serbest piyasa ekonomisi ve özel teşebbüsü savunmakla sınırlı kalmıştır. Nitekim planlamayı merkeze alan Cumhuriyet ideolojisi (Kemalizm) için, liberalizm, uzun süre lakaydı bir ideoloji olarak kalmıştır. Daha kötüsü, liberalizmin milli kalkınmaya engel olacağı yönündeki endişeler nedeniyle, bu ideolojinin emperyalizmin bir ürünü olarak değerlendirilmesidir. Özellikle Kadro dergisinin yayınlarına bakıldığında, devletçi-korumacı bu sol anlayış rahatlıkla görülebilir. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de “laissez-faire, laissez-passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) sloganıyla tanınan liberalizm, günümüzde bile yeterince ciddiye alınan bir ideoloji olmaktan uzaktır. İşadamı Besim Tibuk’un kurduğu ve Cem Toker’in yıllarca uğraş verdiği Liberal Demokrat Parti’nin (LDP) makul politika önerilerine karşın Türkiye’de ulaştığı düşük oy oranları, durumun vahametini göstermektedir. Yine de, Cumhuriyet tarihi boyunca liberal girişimler ve düşünceler hep var olmuştur.
Celal Bayar
Tek-parti dönemine bakıldığında, liberalizmin daha çok muhalefet tarafından sahiplenildiği görülür. Örneğin, Birinci Meclis’te yer alan saygın vekillerden Hüseyin Avni Ulaş (1887-1948), piyasa ekonomisi savunusuyla o dönem diğer vekillerden ayrılmıştır. Ulaş, piyasa ekonomisine devletin karışmaması durumunda daha iyi sonuçlar alınabileceğini düşünmüş (kendi ifadesiyle “iktisat amillerini rencide etmemek gerektiği”) ve bu görüşe inanmıştır. Bu, İttihatçı dönemde etkili olan ve tutarsız bir liberal olarak nam salan Cavit Bey’den (1887-1926) beri bazı Türk aydınların benimsediği bir görüş olmuş ve Türkiye’de ekonomik liberalizmin temel dayanağını oluşturmuştur. Ahmet Ağaoğlu (1869-1939) ise, bu dönemde Cumhuriyetçi fikirlerin istibdada varabileceği ve siyasi iktidarı sınırlamak gerektiği yönündeki görüşleriyle siyasal liberalizm alanında fikir üreten ender aydın ve siyasetçilerden birisi olarak dikkat çeker. Tek-parti döneminde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka gibi kurulan muhalif partiler de Cumhuriyet Halk Partisi’ne kıyasla daha liberal partiler olarak algılanmışlardır. Yine İttihatçı dönemden beri bilinen bir siyasal ve entelektüel figür olan Prens Sabahattin ve Halide Edip Adıvar-Adnan Adıvar çifti, erken dönem Türk liberalizminin öncü isimleri olarak sıralanabilirler. Prens Sabahattin, İttihatçıların merkezden yönetim geleneğine karşı yerinden yönetimi (âdem-i merkeziyetçilik) savunmasıyla bilinmiştir. Adıvar çifti ise, Batı’yı Batı yapanın ferdi hürriyetler ve insan hakları olduğuna inanmış ve klasik liberalizmi siyasal alanda savunmaya gayret etmişlerdir. Ancak tek-parti döneminin TBMM egemenliğine dayalı milliyetçi popülizm dalgası içerisinde, bu tarz muhalif çıkışlar ve bu gibi liberal entelektüel ve siyasetçiler oldukça cılız/etkisiz kalmışlardır. Dolayısıyla, liberalizmin yükselişi ancak 1940’ların sonunda Demokrat Parti’nin (DP) kuruluşuyla mümkün olabilmiştir.
Ali Fuat Başgil
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka deneyimleri ardından tek-parti dönemine son veren Demokrat Parti, aslında tam anlamıyla liberal bir parti değildir; daha çok liberal-muhafazakâr bir sentez üzerine kurulmuştur. Liberal aydınlar, muhafazakâr tabana ulaşmayı ve onların reaksiyoner tavırlarını dizginlemeyi modern bir siyasi geleceğe ulaşmak için bir araç olarak görürken, muhafazakâr siyasette bu durum normal ve kalıcı olarak benimsenir. Bu nedenle, DP, ilk yıllarında liberalizme, ilerleyen yıllarında ise muhafazakârlığa yakın bir parti görünümü çizmiştir. Türkiye’de her daim etkili olan liberal- muhafazakâr sentezin oluşmasında Ali Fuat Başgil’in de ciddi etkisinden söz edilebilir. Başgil (1893-1967), tek-parti döneminin klasik otoriter akademisyenlerinden biriyken, 1939 yılında zorunlu ders kitabı uygulamasına karşı çıkarak liberalizme yelken açmıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilan edildiği olumlu küresel atmosferden de faydalanarak, 1947’de Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’ni kurmuş ve siyaseten de etkili olmaya başlamıştır. DP’liler tarafından kısa sürede benimsenen bir Ordinaryüs Profesör olan Başgil, Paris ve Grenoble üniversitelerinde aldığı Fransız eğitimi ve yüksek kültürüyle liberal bir entelektüel portresi çizmiştir. Özellikle 1954 tarihli Din ve Laiklik kitabı çok dikkat çekmiş ve laiklik tartışmalarında bir kılavuz eser işlevi görmüştür. Başgil, Türkiye’nin laik bir devlet olmadığını ve Osmanlı’daki “dine bağlı devlet”ten, Türkiye Cumhuriyeti ile “devlete bağlı din” modeline geçildiğini iddia etmiştir. Bu nedenle, Başgil, din alanında devletin patronajının kırılmasını ve sahici bir laiklik kurulmasını savunur. Bu, DP döneminde etkili olan heterodoksi (halk İslam’ı) düşüncesi ve tarikat ve cemaatlerin bu dönemde güçlenmesiyle somutlaşan etkili bir düşüncedir.
Adnan Menderes
Demokrat Parti içerisinde liberalizm ideolojisi bir ölçüde var olmuş ve temsil edilmiştir. Özellikle Celal Bayar’la özdeşleşen bu akımın Başbakan Adnan Menderes’i de etkilediği kolaylıkla görülebilir. DP, özellikle muhalefette olduğu 1946-1950 döneminde liberal bir parti görünümü arz etmiştir. Hatta bu dönemde, Bayar-Menderes ikilisi, çok partili rejime geçişi “Atatürk devrimlerini tamamlamak” olarak lanse etmişlerdir. Zaten DP’nin kuruluşu bile toprak mülkiyetini ve mal-mülk haklarını hiçe sayan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun CHP tarafından gündeme getirilmesiyle mümkün olmuştur. Dörtlü Takrir olayı ardından, Menderes-Bayar liderliğinde DP kurulur. Menderes, DP’nin bu ilk yıllarında partisini “CHP’nin birkaç adım solunda” olarak bile tanımlamıştır. Burada kastedilen sol ise, elbette bireysel özgürlüklere, din-vicdan hürriyetine ve serbest piyasa ekonomisine devletçi-otoriter CHP’ye kıyasla daha fazla önem verilmesidir. İktidara gelince ise, DP, liberalizmden çok demokrasi ve “milli irade” olgusuna önem vermeye başlamıştır. Seçim kazanmak ve bu yolla ülkeyi herhangi bir engellemeye maruz kalmadan yönetmek, DP için en temel hedef ve en güçlü siyasi argüman olmuştur. Bu yönüyle, DP, günümüzün popülist sağ partilerine benzer bir yapıdadır. Özellikle işlerin kötü gittiği dönemlerdeyse, liberallik tamamen unutulmuş ve muhalif basın-yayın organları ve siyasetçilere yönelik baskıcı otoriter-devletçi politikalar benimsenmiştir. Bu durum, günümüzdeki AK Parti (Recep Tayyip Erdoğan) rejimiyle de büyük benzerlikler gösterir. DP dönemini analiz eden sosyalist aydın Ahmet İnsel, bu partiyi “liberal devletçi” olarak tasnif eder. Nitekim DP, yerli (Türk-Müslüman) burjuvaziyi geliştirmek amacıyla bazı açılardan son derece korumacı politikalar izlemiş ve küresel sermaye ile ilişkisi sınırlı olmuş bir partidir. Menderes’in temel amacı daima ekonomik büyüme olmuş ve bu uğurda zaman zaman liberal ilkeler hiçe sayılmıştır. Çağlar Keyder’in ifadesiyle “ABD’ye yönelik abartılı bir işbirlikçi istek” politikası da Menderes ve DP döneminin en önemli karakteristiklerindendir.
DP’nin liberalizmden saparak otoriter politikalara yönelmesi, zamanla CHP çevrelerinin liberal argümanları kullanmasına neden olmuştur. Örneğin, 1954 yılında yayın hayatına başlayan Forum dergisi, önce liberal Hürriyet Partisi’ni desteklemiş, ama giderek CHP’ye yakın bir çizgide yayın yapmaya başlamıştır. “Sosyal liberal” çizgideki bu dergide Aydın Yalçın ön plana çıkarken, Şerif Mardin, Coşkun Kırca, Turan Güneş ve Mümtaz Soysal gibi isimler de yer almışlardır. “Fikir meydanıdır” sloganıyla çıkan Forum, DP’nin özgür gazetecilik ve yayıncılığı engelleyen politikalarına büyük tepki göstermiştir. Dergi, Tanıl Bora’ya göre 1961 anayasasına ilham kaynağı olan demokrat fikirlerin kaynağı olarak bile gösterilebilir. İsmet Paşa’nın damadı Metin Toker’in çıkardığı Akis dergisi de, bu dönemde liberal argümanları kullanan CHP yanlısı Kemalist bir dergi olarak dikkat çekmiştir.
Süleyman Demirel
1960’larda liberalizm ideolojisi tüm partilerde farklı ölçülerde temsil edilmiş; ama bu geleneği en çok DP’nin ardılı olan Süleyman Demirel’li Adalet Partisi (AP) üstlenmiştir. Ancak Demirel, merkez sağ bir siyasetçi olarak en az liberal olduğu kadar da muhafazakârdır. Ayrıca dönemin gereği olarak kalkınmada devletçi politikalara ve devlet eliyle sanayileşmeye ağırlık vermiştir. Buna karşın, dönemin abartılı sosyalist muhalefetinden farklı olarak piyasa ekonomisine verdiği değer ve yabancı yatırımları teşvik etmesi, onu liberal çizgiye yakınlaştırır. Menderes’in ardından sağın yeni lideri olarak demokrasi vurguları ve “milli irade” kavramı da Demirel siyasetinde etkili olmuştur. Ancak Menderes’in başına gelenleri bizzat gören Demirel, bu konuda daha dikkatli olmuş ve devlet kurumlarıyla (özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri) çatışma yaratmamaya gayret etmiştir. Demirel’in siyasi çizgisinde pragmatizm anlayışı da çok ağır basar. Halk ağzıyla “dün dündür, bugün bugündür” olarak ifade edilen Demirel’in pragmatizmi, sosyalist teorinin uçuk bazı fikirlerinin devletlerin, toplumların ve hatta bireylerin hayatlarını doğrudan etkilediği bir dönemde, günlük siyasetin doğasına uygun önemli bir açılımdır ve liberaller tarafından bir can simidi olarak görülmüştür. Ancak 1960’larda liberal çoğulculuğa yakın duran Demirel ve AP, aynı Menderes’in son yılları gibi 1970’lerde büyük bir dönüşüm geçirmiş ve yükselen sol hareketler ve uluslararası komünizm tehlikesine karşı “Milliyetçi Cephe” hükümetleri kurarak, dinci (İslamcı) ve milliyetçi sağ, hatta aşırı sağ bir çizgiye kaymıştır.
Turgut Özal
1980’lerde liberalizm ise Başbakan Turgut Özal’ın kurduğu ANAP (Anavatan Partisi) içerisinde yer alan dört eğilimden biri olarak temsil edilmeye devam etmiştir. Türkiye’nin özelleştirmelerle hızla neoliberalizm yörüngesine girdiği bu dönemde, Özal, TSK’nın ve 12 Eylül darbe rejiminin temsil ettiği devletçi ve kontrollü kapitalizme karşı liberal kapitalizmi savunarak ön plana çıkmış ve özgürlükçü çevrelerden destek almıştır. Özal, Menderes ve Demirel’in yaptığı liberalizm-muhafazakârlık sentezini bir adım ileri götürerek, liberalizm-İslamcılık sentezi yapmayı başaran ilk politikacıdır. Özal döneminde, Türk entelektüel hayatında da liberalizm etkili olmaya başlamış ve Amerikan tipi fikirler Türk zihin dünyasında ilk kez ciddi şekilde etkili olmuştur. Örneğin, Mehmet Altan, Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, Cüneyt Ülsever ve Yavuz Gökmen gibi aydınların oluşturduğu “İkinci Cumhuriyetçilik” akımı, Özal sayesinde çok etkili olmuş ve Türkiye’de liberal bir tabanın -en azından entelektüel camiada- oluşmasına önayak olmuştur. Marksist-Liberal adlı kitabında soldan (Marksizm) gelen bir aydın olarak İkinci Cumhuriyet fikri ve liberalizm ideolojisine nasıl yaklaştığını anlatan Mehmet Altan, sosyalist babası Çetin Altan’dan ve romancı ağabeyi Ahmet Altan’dan sonra Türkiye’de etkili olan 3. Altan olmayı başarmıştır. Tanıl Bora’ya göre, Nokta dergisi gibi yayın organları sayesinde bu dönemde “hayat tarzı liberalizmi” denebilecek bir akım da ortaya çıkmıştır. Serdar Turgut, Mine Kırıkkanat ve Engin Ardıç gibi bazı köşeyazarları, bu dönemde taşralılara ve magandalara karşı şehirli değerleri savunan liberal elit figürler ve en dikkate değer “hayat tarzı liberalizmi” savunucuları olarak sayılabilirler. Ayrıca Yahya Tezel, Asaf Savaş Akat ve Coşkun Can Aktan gibi liberalizm savunusu yapan iktisatçı akademisyenler de bu dönemin popüler yüzlerindendir. Buna karşın, liberalizm hala şehirli dar bir zümreye hitap etmektedir ve halk nezdinde bir karşılığı yoktur. Nitekim liberallerin yere göğe sığdıramadıkları Özal, halktan oyu daha çok CHP karşıtlığıyla, dini cemaat-tarikat bağlarıyla, Kürt kimliğiyle ve İslami argümanlarıyla almaktadır.
1990’larda ise, 28 Şubat süreci öncesi ve sonrasında etkili olan Liberal Düşünce Topluluğu’ndan (LDT) bahsetmekte yarar vardır. Aydın Yalçın’ın 1970’lerde yayınladığı Yeni Forum’un içinden çıkan LDT, Atilla Yayla ve Mustafa Erdoğan gibi sağ-ülkücü gelenekten gelen aydınlar dışında, sol-Marksist gelenekten yetişen aydınları da kapsayan ciddi bir entelektüel girişimdir. Bora’ya göre, LDT’te Friedrich August von Hayek’in etkisi belirgindir. “Asgari devlet, azami serbest piyasa” görüşünü savunan LDT, 28 Şubat askeri müdahalesine (1997) karşı çıkarak muhafazakâr kesimde takdirle karşılanmış ve taban bulmaya başlamıştır. Nitekim LDT, kuruluşu döneminde AK Parti’ye büyük destek vermiş ve bazı konularda bu partiye ideolojik önderlik bile yapmıştır. Ancak LDT’de de ilerleyen yıllarda çatlaklar ortaya çıkmıştır. Atilla Yayla gibi bazı liberaller, tüm yanlışlara ve baskıcı politikalara karşın hükümete yönelik angajman anlayışlarını değiştirmezken, Mustafa Erdoğan gibi başka tür liberaller, hükümetin devletçi-otoriter politikaları nedeniyle Erdoğan rejimiyle yollarını ayırmışlardır. Gülay Göktürk de, sansasyonel liberteryen çıkışlarıyla 1990’ların önemli bir siyasi-entelektüel figürüdür. 1990’lardan bahsederken, karizmatik işadamı Cem Boyner’in kurduğu liberal çizgideki yeni bir siyasi parti olan Yeni Demokrasi Hareketi’nden (YDH) de söz etmek gerekir. Asaf Savaş Akat, Cengiz Çandar, Can Paker, Etyen Mahçupyan, Mehmet Altan, Kemal Derviş ve Kemal Anadol gibi popüler siyasi ve entelektüel kişileri de barındıran ve 1995 genel seçimlerine çok iddialı giren YDH, seçimde yalnızca % 0,48 oy alınca kısa sürede kapatılmıştır. Bu dönemde Besim Tibuk’un kurduğu LDP ise, tahrikçi ideolojik söylemi ve kışkırtıcı üslubuyla (örneğin, Tibuk, “vergi düşmanı” bir parti olduklarını açıklamış ve futbol maçlarının rating oranlarını arttırmak için ofsayt kuralını iptal etmeyi önermiştir) daha medyatik olmayı başarmış, ama oy oranı anlamında o da çok başarılı bir performans gösterememiştir.
2000’lerde ise liberalizm bayrağını İslamcı Milli Görüş ideolojisinden gelen ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle “gömlek değiştiren” ve “değişerek gelişen” Adalet ve Kalkınma Partisi’nin alması umulmuştur. Ancak 2002-2007 döneminde bu bayrağı başarıyla taşıyan AK Parti ve Erdoğan, özellikle 2010 sonrasında tamamen devletçi-otoriter bir yönetime yönelmiş ve adeta tek-parti CHP’sine benzer (o rejimin İslami bir muadili) bir siyasi düzen kurmuştur. Gazetelerin kapatıldığı, gazetecilerin hapse atıldığı, Türkiye’nin tüm demokrasi endekslerinde küme düştüğü, müttefik Batılı ülkelerle ilişkilerin bozulduğu bu “illiberal” liberalizm dönemi, kuşkusuz ki sonsuza kadar sürmeyecektir. Nitekim liberal aydınlar, son yıllarda bir bir AK Parti’den kopmakta ve farklı arayışlara yönelmektedirler. Partinin bu durum karşısında daha fazla baskıya yönelmesi ise, ilginç bir şekilde siyasi çöküşü hızlandıran bir etki yaratabilir. Tanıl Bora’ya göre, 2000’lerin bir diğer ilginç özelliği ise, “sol liberal” kimliğinin Türkiye’de de oluşmaya başlamasıdır. Özellikle Türkiye’nin AB üyeliğine destek veren çevrelerde, bu “sol liberal” kimlik giderek daha fazla etkili olmaya başlamış ve CHP’nin klasik Kemalist çizgisine yönelik tepkiler artmıştır. Bu nedenle, 2000’lerde hem sol, hem de sağ tabanda liberal bir bilinç oluşmuş, ancak bunların temsil edilebileceği bir kanal henüz bulunamamıştır.
Sonuç olarak, bugün gelinen nokta itibariyle Türkiye’de liberalizmin hala marjinal bir ideoloji olduğu iddia edilebilir. Ancak aslında Fransa’da Emmanuel Macron, Kanada’da Justin Trudeau’nun çıkışlarının yarattığı pozitif küresel konjonktürde, AK Parti’nin devletçi-baskıcı İslam anlayışıyla özdeşleşmesinin yarattığı tepkiler ve Türkiye’nin kötü ekonomik gidişatı da düşünüldüğünde, Türkiye’de liberal çizgide yeni bir partinin doğuşu için uygun koşulların oluştuğu da rahatlıkla iddia edilebilir. Çünkü liberalizm, Türkiye’de denenmemiş tek alternatif durumundadır. Kemalizm, merkez sağ (muhafazakârlık), milliyetçilik, İslamcılık, sosyal demokrasi ve hatta sosyalizm gibi ideolojiler, yakın geçmişte Türkiye’de iktidara gelmiş veya iktidara yön vermiş akımlardır. Oysa kendisini liberal olarak adlandırmış veya liberalizmi sahiplenmiş bir iktidar, Türkiye’de daha önce hiç kurulmamıştır. Bu nedenle, halk İslam’ı çizgisiyle barışık ve halka tepeden bakmayan bir liberal hareket, belki de ilk kez Türkiye’de bu kadar başarılı ve iddialı olabilir. Ancak bunun için, ciddi bir sermaye desteğine ve kaliteli genç kadrolara ihtiyaç vardır. Hepsinden önemlisi ise, yıpranmamış yeni bir partinin oluşmasıdır. Türkiye’de ilerleyen yıllarda liberal çizginin başarıya ulaşamaması durumunda ise, maalesef AK Parti sonrasında yaşanacak boşluk ortamında aşırı sağ veya aşırı sol partilere uygun bir konjonktür ortaya çıkabilir. Bu nedenle, liberalizm, Türkiye’nin klasik sistemini muhafaza edebilmesi için de tek alternatif durumundadır. Bir diğer alternatif ise, CHP'nin 1950'lerin sonlarında olduğu gibi liberalizme kucak açması ve devletçi politikalardan vazgeçerek halka yönelmesidir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] 1963 Ankara doğumlu. İstanbul Erkek Lisesi’ni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1984-1988 arasında haftalık haber dergisi Yeni Gündem’de gazetecilik yaptı. 1988’den beri İletişim Yayınları’nda araştırma-inceleme dizisi editörüdür. O zamandan beri kitap çevirmenliğiyle de meşguldür. 1993’ten 2014’e kadar üç aylık sosyal bilimler dergisi Toplum&Bilim dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. 1989’dan beri düzenli yazdığı aylık sosyalist kültür dergisi Birikim’in 2012’de yayın koordinatörlüğünü, 2016’da yayın yönetmenliğini üstlendi. Ağırlıklı çalışma alanları, Türkiye’de siyasal düşünceler, özellikle sağ ideoloji ve milliyetçiliktir. Bu konularda yayımlanmış kitapları şunlardır: Devlet Ocak Dergâh - 1980’lerde Ülkücü Hareket (Kemal Can’la birlikte - İletişim Yayınları, 1991), Milliyetçiliğin Kara Baharı (Birikim Yayınları, 1995), Türk Sağının Üç Hali (Birikim Yayınları, 1998), Devlet ve Kuzgun - 1990’lardan 2000’lere MHP (Kemal Can’la birlikte - İletişim Yayınları, 2004), Medeniyet Kaybı- Milliyetçilik ve Faşizm Üzerine Yazılar (Birikim Yayınları, 2006), Türkiye’nin Linç Rejimi (Birikim Yayınları, 2008), Sol, Sinizm, Pragmatizm (Birikim Yayınları, 2010), Cereyanlar - Türkiye’de Siyasî İdeolojiler (İletişim Yayınları, 2017).
Hakkında bilgiler için;
[2] Kitabı almak için; http://www.kitapyurdu.com/kitap/cereyanlar-amp-turkiyede-siyasi-ideolojiler/413349.html.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder