13 Kasım 2016 Pazar

John Mearsheimer'ın Türk Dış Politikası Hakkındaki Görüşleri


Uluslararası Politika Akademisi (UPA) için yazdığım yazılarda sık sık görüşlerine başvurduğum Amerikalı Siyaset Bilimi Profesörü ve Chicago Üniversitesi Uluslararası Güvenlik Siyasası Merkezi eşbaşkanı John Mearsheimer, Stratejik Araştırmalar Merkezi – SAM’ın davetlisi olarak geldiği İstanbul’da, 4 Ekim 2012 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı çalışanlarına “Turkish Foreign Policy: A Realist’s Assessment” (Türk Dış Politikası: Bir Realistin Değerlendirmesi) adlı bir konferans vermiştir.[1] Bu yazıda, Mearsheimer’ın bu konferansta dile getirdiği görüşler özetlenecektir.

Mearsheimer, sözlerine kendisinin bir Türkiye uzmanı olmadığını hatırlatarak başlamakta, ama Ortadoğu politikasına meraklı ve Türkiye de bu bölgede önemli bir ülke olduğu için, Türkiye’yi daima yakından takip ettiğini de sözlerine eklemektedir. Bu “outsider” (dışarıda bulunan) kimliğinin aslında bazen analizciler için bir avantaja da dönüşebileceğini belirten Mearsheimer, Amerika Birleşik Devletleri hakkında en önemli kitaplardan birini yazan kişinin Fransız tarihçi ve seyyah Alexis de Tocqueville olduğunu hatırlatmaktadır. Kendisinin bir realist düşünür olduğunu da belirten Mearsheimer, analizlerini bu doğrultuda yaptığını dinleyicilere hatırlatmaktadır. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya nedeniyle, başta Dış İşleri ve güvenlik bürokrasisi çalışanları olmak üzere birçok Türkün de bu ekole yatkın olduklarını düşündüğünü söyleyen Mearsheimer, bu bağlamda söyleyeceklerinin şok edici olmayacağını belirtmektedir. Ayrıca Realizm’i ABD’de savunmanın liberal endoktrinasyon nedeniyle zor olduğunu da belirten Mearsheimer, Türkiye’yi bu anlamda kendisine daha yakın gördüğünü söylemektedir.

Bu girişin ardından teorisini açıklamaya başlayan Profesör Mearsheimer’a göre, uluslararası sistemde her devletin iki temel amacı vardır: 1-) Komşu devletlere duydukları güvensizlik ve uluslararası kurumların yetersizliği nedeniyle göreceli güçlerini (relative power) arttırmak/maksimize etmek ve 2-) Tehditler karşısında, kurnaz-akıllı (smart) bir dış politikaya ve büyük stratejiye (grand strategy) sahip olmak. Bu bağlamda, Mearsheimer, daima söylediği gibi, “bölgesel hegemon” (regional hegemon) olmanın devletler açısından en iyi seçenek olduğunu düşünmektedir. Dünyada gerçek anlamda bölgesel hegemon modeline uyan tek ülke olarak gördüğü ABD’nin muazzam gücü nedeniyle dış politikada hata yapma lüksünün olduğunu belirten Mearsheimer, Türkiye’nin ise böyle bir lüksünün olmaması sebebiyle daima “akıllı” (smart) bir dış politikaya sahip olması gerektiğini iddia etmektedir.

Bu teorik altyapının ardından, “güç dengesi” (balance of power) modeline göre Türkiye’nin durumunu açıklamaya başlayan Mearsheimer’a göre, Türkiye, Ortadoğu coğrafyasında “çok iyi” (excellent) durumdadır. Bu noktada, Mearsheimer, Türkiye’yi överken iki temel kriter üzerinde durmaktadır: nüfus (population) ve refah (wealth). ABD’yi güçlü kılanın bu iki özelliği olduğunu hatırlatan Mearsheimer, bölgede Rusya Federasyonu dışında Türkiye ile boy ölçüşebilecek bir ülke olmadığını söylemekte ve Rusya ile Türkiye arasındaki farkın da Soğuk Savaş (Sovyetler Birliği) dönemine kıyasla çok daha az olduğuna vurgu yapmaktadır. Bir dönem ABD’nin bölgeye yönelik politikaları belirlenirken Türkiye ile eşit statüde bir aktör kabul edilen Yunanistan’ın Türkiye’ye göre artık çok gerilerde kaldığını söyleyen Mearsheimer, Rusya’nın da azalan nüfusu nedeniyle Türkiye’ye kıyasla giderek güç kaybettiğini belirtmektedir. Ortadoğu’da ise Türkiye’nin tek rakibinin İran İslam Cumhuriyeti olduğunu söyleyen Mearsheimer, İran’ın da düşük doğum oranları nedeniyle (Türkiye: kadın başına 2,1 bebek, İran: kadın başına 1,8 bebek) Türkiye karşısında dezavantajlı olduğunu düşünmektedir. Türkiye’nin ekonomik olarak da İran’ın çok önünde olduğunu belirten Mearsheimer, Ortadoğu’da en büyük gücün Türkiye olduğunu, ama ABD gibi bir bölgesel hegemon olmanın hala kolay olmadığını düşünmektedir. Türkiye’nin Avrupa, Asya ve Ortadoğu gibi üç önemli bölgenin kesişme noktası olduğunu hatırlatan Mearsheimer, bu üç bölgenin ABD için savaşmaya değer bölgeler olduğunu sözlerine eklemektedir.

Mearsheimer’a göre, bu kadar zor ve önemli bir coğrafyada yer alan Türkiye, bazı sorun ve tehditlere maruz kalmaktadır. Bu sorunların önemli bir bölümü coğrafyanın kendisinden kaynaklanmakta, diğerleri ise Arap Baharı gibi zor süreçler nedeniyle gelişmektedir. Türkiye’nin kısa bir süre öncesine kadar çok iyi işleyen “komşularla sıfır sorun” politikasının artık devam edemeyeceğine vurgu yapan Mearsheimer, bunun Türkiye’den kaynaklanmadığını ve Türkiye’nin bunu önleyemeyeceğini söylemektedir. Uluslararası politikada sorunları çözmenin her zaman mümkün olmadığını da belirten Amerikalı Profesör, genelde karar alıcıların en az kötü seçeneği (least bad) seçmek zorunda kaldıklarını ifade etmektedir.

Daha sonra Türkiye’ye yönelik tehdit algılamaları konusuna geçen Mearsheimer, Yunanistan ve Rusya’nın Türkiye için günümüzde ciddi birer tehdit oluşturmadıklarını ve esas sorunların Ortadoğu’dan kaynaklandığını iddia etmektedir. Mearsheimer’a göre, Türkiye için asıl tehdit kaynağı olan ülkeler, kendisiyle sınır komşusu olan Suriye, İran ve Irak’tır. İsrail’le bozulan ilişkilerin de Türkiye için bir sorun olduğunu belirten Mearsheimer, ABD ile müttefikliğin de Türkiye’ye pek çok faydanın yanında birçok sorun getirdiğine ve ABD ile ikili ilişkileri dikkatli yönetmenin gerekliliğine dikkat çekmektedir.

Bu temel tespitler ardından, Mearsheimer, Türkiye için en temel 4 tehdit kaynağı olduğunu söylemekte ve bunları açıklamaktadır. Türkiye için en temel sorunlardan birinin Kürt ayrılıkçısı PKK terör örgütü ve Kürtlerle ilişkileri ayarlamak olduğunu sözlerine ekleyen John Mearsheimer, ikinci en önemli sorunun ise Ortadoğu’da ilerleyen yıllarda derinleşecek olan mezhepçi (Sünni-Şii) rekabet olduğunu iddia etmektedir. Üçüncü en önemli sorunun nükleer çoğalma-yayılma (nuclear proliferation) olduğunu ve İran nükleer programının bu açıdan en kritik konu olduğunu belirtmektedir. Mearsheimer’a göre dördüncü en önemli sorun ise, Türkiye’nin gelecek yıllarda Suriye’de ve başka coğrafyalarda savaşa sürüklenmesi riskidir. Türkiye’nin bu noktaya özellikle Suriye’de gelebileceğini düşündüğünü belirten Mearsheimer, buna karşın, bu adımın çok riskli olabileceğini söylemektedir. Suriye krizinin İran, Irak ve Rusya ile de ilgili olduğunu hatırlatan Mearsheimer, Türkiye’nin Beşar Esad yönetimine yaptığı reform çağrılarına karşın, Suriye’deki isyanın kısa sürede bir iç savaş durumuna dönüştüğünü belirtmekte ve ABD ile Türkiye taraflarında Esad’dan kurtulma düşüncesinin ağır bastığını söylemektedir. İran, Irak ve Rusya desteği nedeniyle bunun zor olacağını öngördüğünü belirten Mearsheimer, ayrıca bölgede Türkiye karşıtı Şii bir bloğun oluştuğuna da dikkat çekmektedir. Türkiye’nin Suriye’ye kara kuvvetleri göndermesinin riskli olacağını düşündüğünü ifade eden Mearsheimer, bunun Türkiye-İran ilişkilerini de çok kötü etkileyeceğini sözlerine eklemektedir. Türkiye’nin bölgesel politikalar açısından daha çok ABD ve Esad karşıtı Sünni güçler ile ortak hareket ettiğine dikkat çeken Mearsheimer, İran’ın bu anlamda çok kritik bir ülke olacağını söylemektedir. İran’ın nükleer programı konusunda bir anlaşmaya varılamamasının bölgede büyük bir savaşa neden olabileceğini de belirten Mearsheimer, Türkiye-İsrail ilişkilerinin de Filistin Sorunu ve Mavi Marmara krizi nedeniyle kolay kolay düzelmeyeceğini iddia etmektedir.

Mearsheimer’ın görüşleri hakkında genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, görüşlerin 2012’de belirtildiği için bazı açılardan güncelliğini kaybettiği tespitiyle işe başlamak gerekmektedir. Örneğin, İran nükleer programı konusunda Mearsheimer’ın olası görmediği uluslararası anlaşma, Barack Obama’nın Başkanlığı döneminde ABD’nin çabalarıyla P5+1 ülkeleri ve İran arasında imzalanmış ve bölgede büyük bir savaş riski ortadan kaldırılmıştır. Ek olarak, Türkiye-İsrail ilişkileri de, Filistin Sorunu halen devam etmesine rağmen, son aylarda düzelme sürecine girmiş ve ikili ilişkilerde önemli aşama kaydedilmiştir. Dolayısıyla, Mearsheimer’ın bakış açısının çok karamsar olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca, Mearsheimer’ın Realizm temelli görüşlerinin özellikle Ortadoğu coğrafyasında çok yaygın etkileri olmasına karşın, zaman zaman Liberalizm (İdealizm) perspektifine uygun uluslararası gelişmeler de yaşanabilmektedir. Türkiye-Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi dostluğu, buna iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Ancak Mearsheimer’ın mezhepsel rekabet konusundaki görüşlerinin doğru çıkması, gelecek adına çok tehlikeli bir sinyaldir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ



Hiç yorum yok: