2011 yılında kaybettiğimiz ODTÜ Sosyoloji bölümünden değerli öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Ünal Nalbantoğlu’nun[1] Toplum ve Bilim dergisinin
97. sayısında yayınlanan “Üniversite A.Ş.de bir ‘homo academicus’:
‘ersatz’ yuppie akademisyen” adlı makalesi, ilginç konusu ve akademisyenlere yönelik sert
eleştirel tavrıyla dikkat çekmiş ve Türk akademik yazınında iz bırakmış
bir çalışmadır. Bu yazıda, bu makaleyi özetlemeye ve eleştirmeye
çalışacağım.
Prof. Dr. Hasan Ünal Nalbantoğlu (1947-2011)
Makalesine
Türkiye üniversitelerinin bilimsel uzlaşmanın ötesinde ticari işletme
modeliyle yönetilmeye başlamasının yarattığı akademik ethos
sorunsalına dikkat çekerek başlayan Nalbantoğlu, daha sonra Hans-Georg
Gadamer’in “kitle üniversitesi”ni niteleyen üç eğilim düşüncesini açıklamaktadır. Gadamer’e göre; günümüzün ticarileşen “kitle üniversitesi”
koşullarında, “fikirlerle yaşamak” (das Leben in Ideen) idealinden giderek uzaklaşılmakta ve bilimde “neye/kime yarayacak?” (cui bono; wem gefällt es?) sorusu öne çıkmaktadır. Bu ise, üç tür “yabancılaşma” (eine dreifache Entfremdung) yaratmaktadır. Bunlardan birincisi, Universitas Scholarum’un
çöküşü ve öğrencilerin “müşteri” olarak düşünülmesinin yolunun açılışı,
ikincisi, bilimlerin disiplinler olarak birbirinden koparak
bölümleşmesi ve diğerleriyle iletişimsizlik içine düşmesi sonucu çökmeye
başlayan Universitas Literarum, bu ilk ikisiyle yakından bağlı üçüncüsü ise, yukarıdaki “cui bono?” sorusunun yol açtığı “dar uzmanlaşma” sorunudur. Bu ortamda, üniversite yaşamını ve “bilim”i kendisine “uğraş” (Wissenschaft als Beruf) olarak seçen kişilerin yaşadığı “akademisyen ahlakı” tartışmaları daha da büyük önem kazanmaktadır.
Yazara göre; günümüz koşullarında akademik ethosu
şekillendiren temel olgu, gelecek konusunda büyük bir umutsuzluk ve
ütopyasızlık durumudur. Günümüzün ticarileşen üniversite koşullarında,
akademisyen, sosyolog Nathaniel Cantor’un yıllar önce dikkat çektiği
üzere, “zekâdan yoksun (without being intelligent) ve yalnızca malûmat sahibidir (informed)”.
İşte bu noktada, Nalbantoğlu, “ersatz yuppie akademisyen” kavramını
devreye sokmaktadır. Yazara göre; Türkiye ve benzeri çevre toplumlarda,
biraz da yetiştikleri ortamların lingua francalarının
biçimlemesiyle, gelişmiş ülkelerin metropollerindeki üniversiter yaşama
gözlerini diken ve ilk olanak çıktığında da bu ülkelere gitmeye ve
mümkün olduğunca bu ülkelerde kalmaya gayret eden bir akademisyen tipi
türemiştir. Bu kişiler, ilginç bir şekilde mahpushane olarak gördükleri
ve dışarıda her fırsatta kötüledikleri Türkiye’deki akademik kadrolarını
da bırakmak istemezler. Bu nedenle, yazarın düşüncesinde, Adorno’nun
işaret ettiği “asalak psikoloji”nin (parasitäter Psychologie) bir örneği olarak düşünülebilirler. Bunun temellerinde ise, “yayın yap ya da toz ol” (publish or perish) ilkesinin yurtdışında genel kabul görmesi ve ondan da daha önemlisi, bir tür yeni Efendi (Herr) olan Batı akademik dünyasına kabul edilmek isteyen Uşak (Knecht)
konumundaki Batı-dışı toplumlardaki akademisyenlerin, kendilerini
Batı’ya beğendirme ve kabul ettirme düşüncelerinin onların temel iş
motivasyonu olması vardır. Öte yandan, eğitimin, ticarileşmenin doğal
bir sonucu olarak akademisyenleri derslerine daha çok ilgi ve öğrenci
çekmeye ve öğrencileri memnun etmeye yönlendirmesi ise, onların akademik
yeteneklerinden ziyade şovmen niteliklerini geliştirmelerine yardımcı olur. Bu döngü ise, Romalı olmayı kafasına koymuş akademisyenlerin Batı
üniversitelerindeki hamallığı üstlenmelerine ve Batılı akademisyenlerin
pahalı projeleri için kendilerine vakit yaratmalarına neden olur. Kültür
endüstrisi ile iç içe geçmiş Batı’nın akademik düzeni için de, bu,
bulunmaz bir nimettir. Bu alanda yaşanan üçüncü dünyaya özgü inanılmaz
uluslararası rekabet ise, akademisyenlerin hızla çürümelerine neden
olur.
Sonuç
olarak, 2003 yılında yayınlanan makalenin Türkiye’nin akademik
dünyasında yaşanacak değişimlere önceden ışık tuttuğu ve özellikle
solcu-yurtsever kimliğiyle bilinen bir üniversite olan ODTÜ’deki neo-liberal dönüşümü hedef aldığı söylenebilir. Lakin her ne kadar makalede
eleştirilen kesim yurtdışında rahat hayatlar süren ve kendilerini kabul
ettirmek adına ülkelerine kimi zaman haksız ve abartılı eleştiriler
getiren kişiler olsa da, Türkiye’deki zor ekonomik koşullar ve siyasi
baskılar nedeniyle belki de en son eleştirilmesi gereken meslek grubu
olan akademisyenlere yönelik içeriden yapılan bu sert eleştiriye yönelik
olarak da çeşitli eleştiriler getirilebilir. Örneğin, bu makalede Batı
akademik dünyasının salt kapitalizm ve menfaat temelinde ele alınması,
Batı’nın teknolojik üstünlüğü ve etik gelişmişliğini gölgeleyen bir
unsur olarak ele alınmalıdır. Dolayısıyla, yazarın “ersatz yuppie
akademisyen” tipolojisi, Türkiye ve dünyadaki akademik sorunlara dikkat
çekmek açısından faydalı ve gerçeğin bir bölümüne ışık tutan nitelikte, ama aynı zamanda fazlasıyla acımasız bir çizgidedir. Tüm bunlardan benim çıkardığım sonuç
ise, eleştirilerin kişisel ya da meslek grubu odaklı değil, sistemik
olarak yapılmasının gerektiğidir.
Makaleye http://bianet.org/files/doc_files/000/000/184/original/Ersatz-YuppieAkademisyen.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder