26 Eylül 2016 Pazartesi

George Friedman'a Göre 2050 Yılında Türkiye


Amerikalı stratejist ve jeopolitika uzmanı George Friedman (1949-)[1], son yıllarda, 1996 yılında Austin-Teksas’ta kurduğu Stratfor adlı özel istihbarat ve düşünce kuruluşuyla adından söz ettirmiş (2015 yılında kuruluşun Başkanlığını Dave Sikora’ya bırakmış ve artık yalnızca analist olarak çalışmaktadır) ve dünya siyasetinin geleceğine dair öngörüler içeren çeşitli yayınlar yapmıştır. Bu yayınlardan en önemlisi, Friedman’ın 2009 yılında yayınladığı The Next 100 Years: A Forecast for the 21st Century adlı kitaptır.[2] 253 sayfalık bu kitapta, Friedman, dünya siyasetinin ve dünyadaki farklı ülkelerin 21. yüzyıldaki gelecekleri hakkında iddialı tahminlerde bulunmasıyla dikkat çekmiş ve 2015 yılında eseri Pegasus Yayınevi tarafından Gelecek Yüz Yıl adıyla Türkçe’ye de çevrilmiştir.[3] Bu kitabın Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı okurlar açısından en dikkat çekici özelliği ise, kuşkusuz Türkiye’nin 2050 yılında bölgesinde nasıl bir ülke olacağına dair yapılan projeksiyondur.

The Next 100 Years kitap kapağı

Friedman, öncelikle Türkiye’nin güncel durumunu saptamakta ve bölgenin bu en modern ve büyük ekonomisinin, Avrupa, Orta Doğu ve Rusya arasında çok önemli bir jeopolitik konumda olduğunu belirtmektedir.[4] Amerika Birleşik Devletleri’ni merkeze alarak bu ülke yararına stratejiler geliştiren Friedman’a göre, Türkiye’nin Amerikan çıkarlarına aykırı bir duruşu yoktur ve bu nedenle bu büyük ülke tarafından asla tehdit olarak algılanamaz. Bu nedenle, gelişen ekonomisiyle, Türkiye'nin yakın bir gelecekte bölgesinin en önemli güç merkezi olarak ortaya çıkması olası ve hatta güçlü bir ihtimaldir.

Bu girişin ardından tarihi değerlendirmelere başlayan Friedman’a göre, daha 100 yıl önce Birinci Dünya Savaşı’na girerken koca bir imparatorluk (Osmanlı İmparatorluğu) olan Türkiye, yüzyıllar boyunca Akdeniz, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Kafkasya’ya hükmetmeyi başarabilmiş önemli bir dünya gücüdür.[5] İmparatorluğun çökmesi ve Cumhuriyet’in ilanıyla zorunlu olarak küçülmeye giden Türk Devleti, yeni sisteminde ordunun kontrolünde modern ve laik bir toplum yaratmış ve son yıllarda yükselen İslamcı harekete karşın, bölgesindeki en ileri ekonomi olmayı başarmıştır.

George Friedman’a göre 2050 yılında Türkiye’nin etki alanı haritası[6]

Friedman'ın Türkiye analizinin en dikkat çekici ve tartışma yaratan bölümü ise, bu ülkenin 2050 yılında ulaşacağı etki alanı hakkında yayınladığı haritadır. Tartışma yaratan yeni Türkiye haritasına dair vurgulanması gereken en önemli husus; bazı Türk basın-yayın organlarından belirtildiği şekilde bunun Türkiye’nin coğrafi genişlemesini yansıtan bir siyasi harita değil, etki alanını (sphere of influence) saptayan bir harita olmasıdır. Yani yazar, Türkiye’nin topraklarını genişletmesinden ziyade, haritada belirtilen coğrafyalarda/ülkelerde ekonomik, siyasal ve kültürel olarak en güçlü aktör haline geleceğini düşünmektedir. Harita incelendiğinde, 2050 yılında Türkiye’nin Kuzey Afrika’da Mısır ve Libya’yı kapsayan ve Tunus’a kadar uzanan bir bölgede etkili olacağı görülmektedir. Türkiye’nin en çok atılım yapacağı ve siyasi, ekonomik ve kültürel olarak dominant hale geleceği coğrafya ise Orta Doğu’dur. Friedman’a göre, Türkiye, 2050 yılında tüm Arap yarımadası ile birlikte Suriye ve Irak’ı etkinlik havzası haline getirecektir. İsrail ve İran İslam Cumhuriyeti dışında tüm ülkeler, Türkiye’nin siyasi nüfuzu altında kalacaklar ve bunu kabul edeceklerdir. Balkanlar’da ise, yazara göre sadece Bosna Hersek ve Arnavutluk Türkiye’nin etkin olduğu ülkeler olarak kalacaktır. Kafkasya’daysa, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Rusya’nın güneydoğu bölgesi, Kırım, Kazakistan ve Türkmenistan’ın batı bölgeleri 2050 yılında Türkiye’nin etki alanında kabul edilmektedir.

Bu haritaya birçok açıdan eleştiriler getirilebilir. Öncelikle, bu haritanın ve genel olarak kitap ve vizyonun Friedman tarafından 2000’li yılların başında geliştirildiğini hatırlamak gerekir. Bu dönem, Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarının (2002-) Avrupa Birliği’ne uyum/tam üyelik için kapsamlı reformlar gerçekleştirdiği, İslamcılık ve laikliği bir potada eritmeyi başardığı ve aşırı akımlara set çektiği bir dönemdir. Bu yıllarda, Türkiye’ye yönelik olarak dünya kamuoyunda büyük bir sempati oluşmuş ve Türk dış politikasında sorunsuz bir dönem yaşanmıştır. Oysa bu dönem, 2009’dan başlayarak hızla bozulmuştur; Türk dış politikası Arap Baharı sürecinde bazı zorluklarla yüzleşmiş, içeride de AK Parti’nin reformist ve laik demokratik nitelikleri, güçlenen otoriterlik ve İslamcılık eğilimleri nedeniyle gölgelenmiştir. Bu nedenle, Türkiye’nin “model ülke” kimliği tehlikeye girmeye başlamış ve özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik yabancı basında sert eleştiriler gündeme getirilmiştir. 

Bunların dışında, Kuzey Afrika’da Türkiye’nin etkinlik performansı Arap Baharı sürecinde radikal İslamcı grupların ortaya çıkışı ve laik otoriter modelin Mısır’da General Sisi ile yeniden başarı kazanmasıyla azalmış; Mısır ve Libya ile Türkiye’nin bağları hızla zayıflamıştır. Bu bölgelerde Türkiye’nin yeniden etkili olması, -en azından kısa vadede- zor gözükmektedir. Lakin elbette, 2050 yılına kadar pek çok şey değişebilir.

Orta Doğu bağlamında Friedman’ın öngörüleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Arap dünyasındaki popülaritesi nedeniyle makul görünse de, Türkiye’nin siyasal liderliği konusunda Arap dünyasında muhalif sesler de son derece güçlüdür. Yine Körfez bölgesinde Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’ın çok etkin olması, Türkiye’nin baskın bir aktör olması konusunda engellerdir. Suriye ile yaşanan siyasal gerginlik ve hatta kısmi savaş durumu da, Arap dünyasının daha küçük bir bölümünde de olsa Türkiye’yi olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin etki alanı şimdilik Sünni Arap dünyasıyla sınırlı kalacak gibi gözükmektedir. Bu bölgedeki Kürtlerin geleceği ve Kürtlerle Türkiye’nin ilişkileri de önemli bir muammadır.

Yazar, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da Türkiye’nin gücünü (İslamcılığın gücünü tek etken olarak görmesi sebebiyle) abartırken, kanımca Balkanlar’da da Türkiye’nin gücünü eksik göstermektedir. Zira Türkiye, haritada etki alanı içerisinde gösterilen Bosna Hersek ve Arnavutluk dışında, Kosova ve Makedonya ülkelerde de hâlihazırda çok etkin durumdadır. Bunların dışında, Türkiye’nin ekonomik olarak Sırbistan ve Yunanistan gibi ülkeler üzerinde de daha fazla güç sahibi olma potansiyeli vardır.

Kafkasya bağlamındaki değerlendirme de tartışmaya açıktır. Türkiye, bu kitabın yayınlanmasının hemen ardından Ermenistan’la bir normalleşme süreci denemiş; ama bu süreç Ermenistan'ın tavırları nedeniyle başarısız olmuş ve dahası, Türkiye’nin Azerbaycan’ı kaybetme riskiyle karşılaşmasına neden olmuştur. Yazarın Azerbaycan ve Gürcistan tespitleri, son dönemdeki enerji ve ulaşım projeleri de hesaba katılırsa, gayet makul ve yerindedir. Lakin Ermenistan’la normalleşme, yakın bir gelecekte asla mümkün olamaz. Bu ülke, çok büyük bir ihtimalle daima Rusya’nın kontrolü altında kalacak ve Batı dünyasından da hızla uzaklaşacaktır. Kırım, bilindiği üzere 2014 yılında Rusya’ya katılmış ve Türkiye’nin buradaki etkinliği bir anda sıfırlanmıştır. Dolayısıyla, Kırım ve Ukrayna’nın doğusu ve güneydoğusunda da Türkiye’nin Rusya karşısında varlık gösterebilmesi çok zordur. Hazar bölgesi ise, her ne kadar tarihsel olarak Hazar bir Türk gölü olsa da, daha çok İran ve Rusya ile bölge ülkeleri arasında güç mücadelesi yapılan bir coğrafyadır. Bölgede en güçlü aktör Rusya’dır ve Türkmenistan, Kazakistan ve Azerbaycan gibi ülkelerde Rusya’nın gücü Türkiye’den az değildir. Bu doğrultuda, Azerbaycan’ın orta ve uzun vadede Türkiye’ye daha yakın hale gelmesi olası gözükürken, Kazakistan ve Türkmenistan’ın Rusya’dan kopması ise bence mümkün değildir. Dolayısıyla, Türkiye’nin Kafkasya’daki etki alanı Azerbaycan ve Gürcistan ile sınırlı kalacaktır. Ancak İran İslam Cumhuriyeti’nin dağılması durumunda, elbette Güney Azerbaycan’daki milyonlarca Türk sayesinde, Türkiye ve Azerbaycan’ın bu bölgede etkinliği daha da artabilir.

Sonuçta, Friedman’ın kitabında ele aldığı 2050 Türkiye projeksiyonu, birçok açıdan tartışmaya açıktır. Yazar, Türkiye’deki ılımlı İslamcı AK Parti iktidarının çok başarılı olduğu bir dönemde bu kitabı yazdığı için, kitapta bence birçok açıdan iyimser tahminlerde bulunmuştur. Oysa Türkiye, son birkaç yıldır siyasal ve ekonomik açıdan sancılı bir dönemden geçmektedir. Buna karşın, yazarın Türkiye’nin Balkanlar’daki gücünün yeterince farkında olmaması, kanımca Türkiye’nin Osmanlı’dan gelen tarihsel mirasını salt İslamcılık bağlamında ele alması nedeniyle yaptığı bir yanlıştır. Yine de, Friedman’ın kitabını dikkatle okumak ve analiz etmek bu alanda çalışan kişilere faydalı olacaktır. 


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[4] George Friedman (2009), The Next 100 Years: A Forecast for the 21st Century, Doubleday, s. 80.
[5] George Friedman (2009), The Next 100 Years: A Forecast for the 21st Century, Doubleday, s. 81.
[6] George Friedman (2009), The Next 100 Years: A Forecast for the 21st Century, Doubleday, s. 203.

Hiç yorum yok: