7 Temmuz 2013 Pazar

Mısır Darbesi ve Jeopolitik Oyunlar


Geçtiğimiz hafta İslam dünyasının en önemli ülkelerinden Mısır’da gerçekleşen ve Hüsnü Mübarek iktidarının ardından ülkenin demokratik yollarla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin devrilmesine yol açan askeri darbe, ülkemizde daha çok üstyapısal faktörlere dayalı siyasal İslamcılık-laiklik perspektifinden değerlendirilmiş ve medyada bu yönde yorumlar yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarına da bakıldığında, olaya salt bu idealizm eksenli değerler perspektifinden yaklaşıldığı ortaya çıkmaktadır. Oysa bugün uluslararası ilişkilere ve dünya siyasetine daha derinden bakıldığında temel çelişkilerin bu üstyapı faktörleri kadar ülkelerin güvenliği, ekonomileri ve enerji politikalarına dayalı jeopolitik oyunlardan kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Mısır darbesi de işte bu açıdan değerlendirildiğinde daha anlamlı olacaktır.

Şüphesiz ki Mısır’da gerçekleşen olay bir siyasi darbedir ve Batı dünyasının bu olaya yaklaşımı utanç vericidir. Ancak Batı dünyasının bu yönde adımlar atmasının esas sebebi İslamofobi ve Mursi’yi destekleyen ve geçmişte terör faaliyetlerine karışmış İhvan – Müslüman Kardeşler hareketine yönelik tepkiler değildir. Olayın jeopolitik açıdan değerlendirildiğinde ilk sebebi, Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere tüm Batı dünyasının Orta Doğu’daki en güvenilir ve önemli müttefikleri olan İsrail’in güvenliğiyle ilgilidir. İsrail devleti son dönemde Arap Baharı sürecinde Mısır’da yaşanan iktidar değişimi ve İran’ın artık son aşamaya gelen nükleer programı nedeniyle oldukça sıkışmış durumdadır. İsrail’in varlığına bir tehdit olarak gördüğü İran’ın nükleer programı konusunda son derece kaygılı olduğu ve İran’ın yeni seçilen reformist Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de henüz bu kaygıları gideremediği görülmektedir.[1] İsrail’in bir savaş sebebi olarak gördüğü İran’ın nükleer programı yanında Mısır’da iktidara gelen Muhammed Mursi’nin “Mübarek gibi itaatkâr olmayacağız” benzeri açıklamaları da[2] Batı dünyasında İsrail’in güvenliği açısından alarm zillerinin çalmasına neden olmuştur. Nitekim askeri darbenin ardından atanan yeni Cumhurbaşkanı Adli Mansur’un ilk icraatlarından biri Refah sınır kapısının kapatılması[3] olmuş ve Batı dünyasına açık bir uzlaşma mesajı verilmiştir. Mısır’ın bu şekilde hareket etmesinde kuşkusuz Mısır Ordusu’nun ve genel olarak ülkenin ABD ve Batı dünyasına ekonomik bağımlılığı ilk sırada gelmektedir. Öyle ki darbenin ardından Mısır’da borsa % 5 oranında yükselmiştir![4] İşte bu nedenle Batı dünyası şimdiye kadar darbeye darbe diyememiş ve tarafsız görüntüsünün altında darbeye destek olmuştur. Darbe sonrası yaşanan gelişmeler jeopolitik açıdan değerlendirildiğinde ise İsrail’in batı sınırlarını güvence altına aldığı söylenebilir.

Mısır darbesinin ikinci önemli sebebi, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Arap Baharı sürecinde Arap dünyasında iyice derinleşen demokrasi talepleri karşısında paniklemeleri ve Mısır’da demokratik modelin oturması halinde yakın bir zamanda kendi ülkelerinde de bu tarz taleplerin gelişmelerinden endişe etmeleridir. Suudi Arabistan darbe sonrası yeni yönetimi tanıyan ilk ülke olurken, üzerinde etkili olduğu Selefi hareketi ve Nur Partisi’nin de darbeye destek vermesini sağlamıştır. Bu ülkeler böylelikle Amerikalı ünlü siyaset bilimci Samuel Huntington’ın “demokrasi dalgası”[5] adını verdiği bir akımın kendi coğrafyalarına yayılmasına yönelik bir set çekmişlerdir. Elbette demokrasinin kolay bir rejim olmadığı ve yerleşmesinin on yıllar aldığı salt Türkiye’nin demokrasi tecrübesine bakarak bile kolaylıkla anlaşılabilir. Ayrıca Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin de 1 sene görev yaptığı süreçte ekonomik ve siyasal açıdan oldukça başarısız olduğu ve İslamcı korkuları tetiklediği ortadadır. Ancak sonuç olarak Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri de Mısır darbesi konusunda demokratik açıdan sınıfta kalmışlardır. Batı dünyasının darbeye desteğinde bir diğer önemli etken de, ABD müttefiki olan bu ülkelerin Arap Baharı’na yönelik korkularıdır.

Mısır’da gerçekleşen darbenin 3. ve belki de en önemli jeopolitik sebebi ise enerji politikaları ile ilgilidir. Bilindiği üzere son birkaç yılda Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla Avrupa Birliği üyesi olmuş Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Doğu Akdeniz’de başlattığı enerji arama çalışmaları neticesinde Akdeniz açıklarında doğal gaz kaynakları bulunmuş ve Rum yönetimi Amerikan Noble şirketiyle bu yönde anlaşmalar imzalamıştır. Rumlar ayrıca Mısır ve Akdeniz’e kıyısı olan bazı ülkelerle de ikili anlaşmalar imzalayarak Akdeniz’i münhasır ekonomik bölge yapmak yönünde ciddi adımlar atmışlardır. Türkiye’nin gösterdiği sert tepki neticesinde Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile ülkesi Mısır’ın Mübarek döneminde yaptığı bu anlaşmayı iptal etmiştir. Mısır’da işbaşı yapan yeni yönetimin bu konuda ne yapacağı ise henüz meçhuldür. Türkiye’nin Mısır’ın yeni yönetimine tepki gösterirken kuşkusuz bu faktörü de hesaba katması gerekmektedir. Ancak Türkiye’den henüz Başbakan Erdoğan’ın bu konuda bilinç sahibi olduğu yönünde sinyaller gelmemektedir. Bu noktada Başbakan’ın danışmanlarının ve Adalet ve Kalkınma Partisi kadrolarının jeopolitik gelişmeleri okumak konusunda son derece yetersiz oldukları dikkat çekmektedir. Türkiye’nin Kıbrıs politikası son dönemde son derece ikircikli bir hal almıştır. Türkiye’nin KKTC’nin veya başka bir isimle Kuzey Kıbrıs’ın bağımsızlığını mı, yoksa Rumların bulduğu enerji kaynaklarından pay almayı mı tercih ettiği net değildir. Türk yönetimi bu konuda net bir karar alarak, bu yönde daha kararlı adımlar atmalıdır. Enerji gelirleri son derece cazip bir faktör olabilirken, senelerdir dünyanın tanımadığı KKTC’de yaşayan Kıbrıslı Türklerin tanınır bir devlete sahip olmaları da aynı ölçüde önemli bir kazanım olabilir. Bu noktada Türk hükümetinin kararlı adımlar atması ve ne yaptığının bilincinde olması gerekmektedir.

Sonuç olarak Türkiye’de basın ve akademi dünyasının siyasal gelişmeleri yalnızca demokrasi ve insan hakları perspektifinden değerlendirmeleri hatası Mısır darbesinde de somut olarak karşımıza çıkmıştır. Demokrasi kuşkusuz Türkiye’nin savunduğu ve yayılmasını istediği bir yönetim biçimidir. Ancak ulusal çıkarların ve Kıbrıslı Türkler olmak üzere tüm dünyadaki Türklerin haklarının savunulması da Türkiye’nin önemli bir dış politika unsuru olmalıdır. Bu noktada Türkiye ve Mısır gibi ülkelerdeki siyasal İslamcı iktidarların yalnızca kadın hakları ve özgürlükler konusunda değil, kendi halklarını kendi ülkelerine yabancılaştırdıkları için dış politikada da ülkelerine ve halklarına büyük zararlar verdikleri hemen fark edilmelidir. Görüldüğü üzere halkı kutuplaştıran siyasal İslamcı iktidarlar ülkelerini ikiye bölmekte ve dış politikada halkın kararlı ve tek bir ses vermesini imkânsız kılmaktadırlar. Bu nedenle Türkiye’nin ivedilikle yapması gereken şey, artık iyice kontrolden çıkan hükümete bir çekidüzen vermek ve ulusal çıkarlarını korumak olmalıdır. Aksi takdirde kaybeden yine Türkiye ve Türk halkı olacaktır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Örnek bir yaklaşım için; Landau, Emily B., “Hassan Rohani, West’s false hope for a nuclear deal with Iran”, Haaretz, Erişim Tarihi: 07.07.2013, Erişim Adresi: http://www.haaretz.com/opinion/hassan-rohani-west-s-false-hope-for-a-nuclear-deal-with-iran.premium-1.533302.   
[2] “Mursi: Mübarek Gibi İtaatkâr Olmayacağız”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 07.07.2013, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/mursi-mubarek-gibi-itaatkar-olmayacagiz/.
[3] “Mısır Refah Sınır Kapısını Kapattı”, Aktif Haber, Erişim Tarihi: 07.07.2013, Erişim Adresi: http://www.aktifhaber.com/misir-refah-sinir-kapisini-kapatti-817024h.htm.
[4] “Mısır’da sermaye darbeyi destekliyor”, Sabah, Erişim Tarihi: 07.07.2013, Erişim Adresi: http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2013/07/06/misirda-sermaye-darbeyi-destekliyor. 
[5] “Third Wave Democratization”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 07.07.2013, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Third_Wave_Democracy.

Hiç yorum yok: