16 Ağustos 2012 Perşembe

Hüseyin Aygün Olayı



Bu hafta Türkiye siyasetine damgasını vuran olay hiç kuşkusuz CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün Tunceli’de PKK terör örgütü mensuplarınca kaçırılarak iki gün süreyle alıkonması olayıydı. Bu yazıda Aygün’ün kaçırılması ve sonrasında gelişen olaylar, özellikle de çok dikkat ve tepki çeken özgür bırakılması sonrasında yaptığı açıklama üzerinde biraz kafa yormak istiyorum.

Öncelikle Hüseyin Aygün’e geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum. Fikirleri, partisi, mezhebi, inancı ne olursa olsun bir yurttaşımızın ve bir insanın terör örgütünce kaçırılması son derece üzücü ve korkutucu bir olay. Bu olayı herhangi bir fiziksel yara almadan atlatan Aygün’e hepimizin söze başlarken önce “geçmiş olsun” demesi gerekir. Hüseyin Aygün medyada son 1,5 yıldır oldukça yer bulmaya başlamış Tuncelili bir hukukçu, yazar ve siyasetçi. Tunceli merkeze bağlı Erdoğdu köyünde doğmuş, yıllar sonra hukuk fakültesini bitirmiş. Aygün’ün en dikkat çekici özelliği ise Türkiye’deki ilk Zazaca gazeteyi çıkarmış kişi olması. Zaza-Alevi kimliğine sahip Aygün’ün Tunceli’de çok iyi tanındığı ve sevildiği ifade ediliyor. Aygün’ün Dersim Olayları hakkında yazılmış üç kitabı bulunuyor. Ayrıca Zazaca yazılmış az sayıda kitaptan birine imzasını attığı söyleniyor. Aygün’ün kamuoyunda tanınması; 2011 yılında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun isteğiyle Tunceli 2. sıra milletvekili adayı yapılıp seçilmesinin akabinde “Dersim Olayları’ndan devlet ve CHP sorumludur, Atatürk’ün bu olaydan haberi vardır”, “Alevilik ayrı bir dindir” ve benzeri çok ses getiren ama aynı zamanda tepki çeken açıklamalar yapmasıyla oluyor. Ayrıca Aygün, Uludere Katliamı sonrası yaptığı “Bu saldırı AKP’nin 33 kurşunudur” açıklaması ve son olarak Malatya’da oruç tutmadığı için saldırıya uğrayan Alevi aileye destek için bu şehre giderek temaslarda bulunmasıyla özellikle insan hakları ihlalleri konusunda hassas kimselerin dikkatini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştı. Açıkçası ben de fikirlerine tam olarak katılmasam da Aygün’ün yumuşak ve nezih tartışma üslubu ve aydın kişiliğinden etkilenmiştim. Aygün’ün Alevi-Zaza kimliğiyle bölgede etkili olması ve tanınmasının, Kürt milliyetçiliği-Pankürdizm ekseninde terör temelli bir siyaset geliştiren PKK’yı rahatsız edeceğini anlamak da zor değildi. Fakat yaşadığı talihsiz olay sonrası yaptığı açıklamalar aslında mağdur durumda olan Aygün’ün, -kendisi ve partisi algı oluşumu sürecini iyi yönetemezse- terör destekçisi, terör işbirlikçisi gibi algılanmasına yol açabilir.
Öncelikle bu olayın hemen öncesine gidersek, CHP’nin Suriye’nin kuzeyinde PYD’lilerin yönetimi ele geçirmesi ve Türkiye’de Şemdinli başta olmak üzere birçok yerde terör faaliyetlerinin artması üzerine TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırdığı, ancak AKP ve MHP’nin katılmayacaklarını açıklaması nedeniyle meclisin toplanamayacağı bir ortamın oluştuğunu görüyoruz. Nitekim Aygün halen tutsak durumda iken CHP’nin girişimi BDP’lilerin desteğine rağmen sonuçsuz kaldı. Böylesi bir ortamda Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından kaçırılıp 2 gün içerisinde serbest bırakılması ve sonrasında yaptığı açıklamalar halkın en azından bir bölümünde AKP Gaziantep milletvekili gazeteci Şamil Tayyar’ın da kabaca ifade ettiği şekilde bunun bir “düzmece kaçırılma olayı” olduğu intibasını doğurdu. Ben bu olayın gerçek mi, düzmece mi olduğunu bilmiyorum ve Aygün’ün ve CHP’nin böyle bir şeye alet olacağına ihtimal dahi vermek istemiyorum. Fakat kamuoyunun bir bölümünde bu algının kolaylıkla oluşabileceğini halkın içinde yaşayan biri olarak kolaylıkla görebiliyorum.
Aygün’ün özgür kaldıktan sonra yaptığı açıklamalara baktığımızda ise karşımıza üç ihtimal çıkıyor. Birincisi eli silahlı teröristlerce kaçırıldığı için büyük bir stres ve baskı altında olan Aygün’ün kendi ifadesiyle “barış isteyen PKK’lı genç çocuklar” tarafından kendisine son derece iyi davranılması nedeniyle yaşadığı şok altında böyle duygusal bir eğilim gerçekleştiriyor olmasıdır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2011 genel seçimleri sonrası AKP’ye yüzde 50 oy veren Türk halkının tercihini anlatmak için kullandığı “Stockholm Sendromu” işte burada gerçek anlamını kazanmaktadır. Stockholm Sendromu, 1970’lerde İsveç’te yaşanan bir olaydan hareketle psikoloji literatürüne girmiş, rehinenin yüksek stres altında kendisini kaçıran ancak iyi davranan kişiye duyduğu bağlılığı ifade etmektedir. Başta pek makul gözükmeyen bu sendromun yıllar içerisinde birçok kişide görülmesi sebebiyle zamanla bu kavram daha ciddiye alınmaya başlamıştır. İkinci seçenek, Aygün’ün kaçırılması ve rehine tutulduğu dönemde yaşadıkları nedeniyle korkarak gelecek adına kendisi ve ailesini korumak güdüsüyle böyle konuşmalar yaptığı şeklindedir. Tunceli’de yaşayan ve sık sık buraya gidip gelen Aygün’ün PKK’nın bölgedeki gücünü gördükten sonra daha fazla kişinin canının yanmaması adına bu şekilde konuşmaya başladığı da iddia edilebilir. Son olarak daha önce ifade ettiğim ve CHP muhalifi ve Hüseyin Aygün karşıtı çevrelerin daha ilk andan itibaren -biraz da saygısızca- gündeme getirdiği bunun bir mizansen olduğu görüşü bulunmakta.
Bu görüşlerin hangisinin doğru olduğunu ben bilmiyorum. Fakat kamuoyunda bu olayın kolaylıkla ifade ettiğim 3. senaryo paralelinde algılanabileceğini düşünüyorum. Bu durumda Aygün’ü ve kendisini milletvekili yapan Kemal Kılıçdaroğlu’nu zor günler bekleyebileceğini düşünüyorum. Bu ülkede herkes gibi ben de artık barış olmasını ve silahların susmasını istiyorum. Ancak bunun yolu yürürlükte olan af yasalarının da işaret ettiği şekilde silah bırakarak devlete teslim olmaktan geçmektedir. Devlet zaten yıllardır Kürt sorunu konusunda yaptığı açılımlarla kendi payına düşen görevleri yerine getirmekte ve geçmişteki hatalardan vazgeçtiğini göstermektedir. Böylesi bir ortamda, demokratik siyaset kapıları açıkken hala teröre başvurmak masumane görülemez, görülmemelidir. Bu arada CHP’nin de politik psikoloji ve algı yönetimi konusunda yardıma gereksinim duyduğu açıkça görülüyor. Geçtiğimiz günlerde CHP’nin ağır toplarından Gürsel Tekin’in sanıyorum Volkan Bozkır’la karıştırarak Başbakan’ın Ahmet Davutoğlu yerine Dış İşleri Bakanı olarak atayacağını iddia ettiği kişi olan Prof. Dr. Vamık Volkan ismi burada önem kazanıyor. CHP’nin politik psikolojinin kurucularından Vamık Volkan ve benzeri isimlerden destek alması şart gözüküyor.

Dr. Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: