12 Şubat 2025 Çarşamba

Başkan Trump, Rusya-Ukrayna Uzlaşısı İçin Düğmeye Basıyor

 

Giriş

Henüz Başkanlık kampanyası devam ederken, Başkan olsaydı Rusya-Ukrayna Savaşı'nın hiç başlamamış olacağını ve yeniden Başkan seçilirse bu savaşı "24 saat içerisinde bitireceğiniiddia eden 47. ABD Başkanı Donald Trump, büyük tepkilere neden olan ve Washington'ı ziyaret eden iyi bir Trump destekçisi durumundaki Ürdün Kralı 2. Abdullah'tan bile tam destek alamayan uçuk Gazze Planı sonrasında, nihayet Ukrayna krizi konusunda harekete geçti. Başkan Trump'ın bu konudaki girişimi, Gazze konusuna kıyasla çok daha başarılı olma potansiyeli taşıyor ve daha şimdiden konunun muhatapları ve uluslararası medyada heyecan yaratmışa benziyor. Bu yazıda, Başkan Trump ve ABD cephesinde Ukrayna-Rusya Savaşı konusunda önceki gün yaşanan hareketliliği özetleyeceğim.

Başkan Trump'ın Temaslarına Dair Resmi Açıklamalar

ABD Başkanı Donald Trump adına konuşan Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt, önceki gün (12 Şubat 2025) akredite gazetecilere bir açıklama yaparak, Başkan Trump'ın, 2022'den beri Ukrayna ile savaşa devam eden Rusya Federasyonu'nun Devlet Başkanı Vladimir Putin'i telefonla aradığını duyurdu. Leavitt, Başkan Trump'ın Ukrayna lideri Volodimir Zelenski'yi de peşi sıra aradığını söyleyerek, Trump'ın Rusya-Ukrayna Savaşı'nın sonlandırılması konusunda harekete geçtiğini açıkladı. Leavitt, ayrıca, Başkan'ın telefon görüşmelerinin çok olumlu geçtiğinin altını çizerken, Başkan Trump'ın barış konusunda istekli olan iki lideri görüştürerek bu konuda bir uzlaşı sağlamak istediğini de vurguladı.

Truth Social hesabından bir açıklama yapan Başkan Trump da, Rus lider Putin'le uzun görüşmesinin verimli olduğunu vurgularken, Putin'le Ukrayna-Rusya arasında barış müzakerelerinin derhal başlaması konusunda anlaştıklarını duyurdu. Trump, bu konuda Dışişleri Bakanı Marco Rubio, CIA (Merkezi Haberalma Teşkilatı) Direktörü John Ratcliffe, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Waltz ve Başkan Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'u görevlendirdiğini de ilan ederek, müzakerelerin olumlu sonuçlanacağına inandığını belirtti. ABD ile Rusya'nın İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilere karşı müttefik olduklarını da hatırlatan Trump, bu şekilde Moskova ile buzları eritirken, milyonlarca insanın öldüğünü iddia ettiği Rusya-Ukrayna Savaşı'nın kendisinin Başkan olması halinde hiç yaşanmayacağını da bir kez daha vurguladı.

Trump, bir sonraki mesajında ise Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ile görüşmesini anlatarak, Zelenski'nin de Putin gibi barış yanlısı olduğunu ve Münih'te yarın başlayacak Münih Güvenlik Konferansı kapsamında yapılacak görüşmelerde yer alacak ve Amerikan delegasyonuna başkanlık edecek ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance ve Dışişleri Bakanı Rubio'nun burada gerçekleştireceği temaslara dikkat çekti. Başkan Trump, bu gereksiz savaşın ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmediğinin de altını çizerek, açıklamasını barış mesajlarıyla bitirdi.

Senato'da onaylanarak yeni göreve başlayan ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de, Trump'ı destekleyen açıklamalarıyla gündem yaratırken, Kiev'in NATO üyeliğinin gerçekçi bir hedef olmadığını ve Ukrayna'nın Rusya'nın işgal ettiği tüm toprakları geri alması umudundan vazgeçmesi gerektiğini söyledi. Bu açıklamalar, Başkan Trump'ın güç politikalarını ve savunma sanayisini tamamen dışlamayan "İlkeli Realizm" anlayışının yeni dönemde de Amerikan dış politikasında geçerli olacağının ilk sinyalleri olarak da değerlendirilebilir. 

Trump'ın Rusya-Ukrayna Savaşı'nı Bitirme Reçetesi Ne Olabilir?

Başkan Trump'ın Ukrayna-Rusya Savaşı'nı sona erdirme girişimi, Gazze Planı'na kıyasla çok daha başarılı olabilecek gibi duruyor. Bunun sebebi ise, 3 yıllık savaşın iki ülkeye ve halklarına da büyük zararlara yol açmış olması. Bu konuda resmi rakamlar henüz bilinmese de, her iki ülkenin de kayıplarının 100.000'in çok üzerinde olduğu düşünülüyor. Üstelik savaşın yarattığı ekonomik kayıplar ve psikolojik etkiler de cabası. Bu bağlamda, her ne kadar Rusya askeri olarak savaşta son aylarda üstünlüğünü elde etmiş gibi gözükse de, savaşın yol açtığı büyük yıkımın Rusya'ya da asker kaybı ve ekonomik zarar bağlamında çok büyük negatif etkiler getirdiği ortada. Ancak bence daha da önemli olan bir husus, Rusya'nın bu süreçte uluslararası toplumdan iyice dışlanmasının yarattığı huzursuzlukların orta ve uzun vadede Putin'in liderliği açısından yaratacağı risklerdir. Şöyle ki, Ukrayna işgali her ne kadar Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nden bu yönde bir karar alınamasa da, BM Genel Kurulu tarafından bu politikası büyük çoğunlukla reddedilen Moskova,  Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde (ICC) Vladimir Putin aleyhine açılan dava, Rusya'nın Batı dünyası ülkeleriyle tüm ekonomik ve siyasi ilişkilerinin kesilmesi ve uluslararası spor ve sanat etkinliklerine de Rusların kısıtlamalar nedeniyle artık katılamaması gibi sebeplerle bu politikayı uzun vadeli olarak götürmekte zorlanabilir. Yakın zamanda yenilen seçilen Başkan Putin de, bu şekilde yeniden ekonomik kalkınma hedefiyle Rus halkına daha parlak bir gelecek vaat edebilir. 

Ukrayna tarafı ise, birkaç yüz bini bulduğu düşünülen asker ve sivil kayıplarının yanında, ülkenin yeniden yapılandırılmasının on yılları bulacağı çok büyük bir yıkımı tecrübe etmiş durumda. Öyle ki, ülkenin önemli şehirlerindeki birçok kritik altyapı tesisi Rus Ordusu tarafından tamamen veya büyük ölçüde imha edilmiş halde. Bu nedenle, Ukrayna'nın bir an önce yaralarını sarmaya ve yeniden yapılandırılmaya başlaması lazım. Bunun için de savaşın nihayetlendirilmesi veya en azından durdurulması Kiev'e zaman ve hareket kabiliyeti kazandıracaktır. 2019 seçimleri sonrasında sürpriz bir şekilde Ukrayna'nın başına geçen Volodimir Zelenski de, bu tarihten sonra henüz bir seçimle konumunu sağlama almadığı için, Ukrayna halkına yeniden barış, güvenlik ve istikrar sağlayarak sandığı önlerine koyabilir ve bu sayede bir kez daha seçilebilir. 

ABD açısından ise, genelde Ortadoğu politikası (Gazze Planı), Grönland-Kanada-Panama açıklamaları ve Çin söylemleriyle genelde uluslararası toplumda pek de barış yanlısı bir lider olarak algılanmayan Donald Trump, bu şekilde büyük bir savaş ve krizi sonlandırarak ciddi bir prestij ve diplomatik etkinlik kazanabilir. Bu durum, Irak Savaşı sonrası küresel liderliğine yönelik destek azalan Washington'a da yeni bir başarı hikâyesi fırsatı verebilir. Ayrıca, reelpolitik düzlemde de, Trump, Moskova ile sorunları çözerek, Ortadoğu ve Çin konularına odaklanmaya çalışarak elini kuvvetlendirebilir.

Bu bağlamda, Başkan Trump ve ekibinin, ilerleyen günlerde, Ukrayna ile Rusya'nın karşılıklı toprak taleplerinin ortasında makul bir çizgiyi savunan ve Kiev'in Rusya karşıtı olmayan nötr (tarafsız) bir dış politika anlayışı benimsemesine olanak sağlayacak yeni bir formül üzerinde durması olasıdır. Yani Rusya'nın toplumsal olarak güçlü olduğu ve Rusça konuşan nüfusun yaygın olduğu Ukrayna'ya bağlı bazı bölgelerin (Donbass bölgesi) ve 2014'ten beri Moskova hâkimiyetine giren Kırım'ın Rusya'da kalması, ancak diğer bölgelerden Rus askeri birliklerinin derhal çekilmesi ve Ukrayna ile Rusya arasında kalıcı bir barış anlaşmasının imzalanması şeklinde bir ara formül kotarılabilir. Bu anlaşmanın Ukrayna'ya getirileri çok değilmiş gibi gözükse de, savaşmaktan harap ve bitap düşmüş ve yeni dönemde ABD'den eskisi gibi ekonomik destek alamayacak Ukrayna'nın halkı için güvenlik ve kalkınma, bu dönemde belki de en gerekli husustur. 

Ancak bu olumlu etkenlerin yanında, barış süreci konusunda ciddi sınırlamaların olduğunu da belirtmek gerekir. Her iki tarafta da radikal fikirli şahinlerin halen stratejik konumlardaki yaygınlığı ve savaşın sivil kayıplarının da etkisiyle toplumsal olarak karşılıklı nefret duygularını körüklemesi, en başta gelen engellerdir. Ancak bunların yanında, karar alıcı seçkinlerin (elitlerin) her iki tarafta da savaştan bir barış hikâyesi ile çıkabilmelerinin aynı anda mümkün olması da oldukça zor bir konudur. Yani Rusya'nın toprak kazandığı bir denklem -haklı olarak- vatan savunması yaptıklarını düşünen Ukrayna halkı için hiçbir zaman çok cazip olmayacakken, savaş sonucunda doğru düzgün hiçbir kazanım elde edememiş ama yüz binlerce askerini kaybetmiş Moskova'nın durumu da Rus halkında savaşın en baştan yanlış olduğu düşüncesini pekiştirerek lidere duyulan güveni sarsabilir. Bu nedenle, Başkan Trump ve ekibinin liderlerin kazançları ve toplumların beklentilerini göz önünde bulundurarak çok stratejik bir formül geliştirmeleri şarttır. 

Sonuç

Sonuç olarak, ABD Başkanı Donald Trump, söylediklerini samimiyetle yapmak isteyen, ama bazen de abartılı söylemleri müzakere tekniği olarak kullanan farklı bir devlet adamı olduğu için, Ukrayna-Rusya barışı konusundaki samimiyeti bu açıklamalarla birlikte görülmüş ve yeni dönemde 3 yıldır devam eden bu gereksiz savaşın sonlandırılması açısından bir fırsat ortamı oluşmaya başlamıştır. Umuyoruz ki, Başkan Trump ve ekibi gerekli hazırlıkları yaparak iyi bir planla gelir ve bu savaşı bir an önce sonlandırırlar. Çünkü hem Rusya, hem de Ukrayna, dünyanın ihtiyaç duyduğu iki önemli ve şerefli devlettir. Her zaman güç dengelerine uygun uluslararası barış, istikrar ve BM düzenini savunan Türkiye de, bu sürece her türlü katkıyı sağlayabilecektir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ


11 Şubat 2025 Salı

Prof. Dr. Ozan Örmeci'nin UDİAD çevrimiçi dersi: "Türkiye-AB İlişkilerinde Dönüm Noktaları: Tarihsel Süreç ve Gelecek Perspektifleri"

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) bölümü başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, 10 Şubat 2025 tarihinde Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği-UDİAD'ın "Bölgesel Çalışmalar Atölyesi" kapsamında "Türkiye-AB İlişkilerinde Dönüm Noktaları: Tarihsel Süreç ve Gelecek Perspektifleri" adlı bir çevrimiçi ders gerçekleştirdi. Aşağıda, bu dersin kayıtlarına ve sunum metnine ulaşabilirsiniz.





- Örmeci, Ozan (2025),"Türkiye-AB İlişkilerinde Dönüm Noktaları: Tarihsel Süreç ve Gelecek Perspektifleri", 10 Şubat 2025 tarihinde UDİAD Bölgesel Çalışmalar Atölyesi kapsamında yapılan çevrimiçi ders, Ankara, Türkiye

10 Şubat 2025 Pazartesi

Fransa'nın Yapay Zekâ Atılımı: Cumhurbaşkanı Macron'un Yeni Yatırım Hamlesi

 

Giriş

Türkiye'de yansıtıldığının aksine Fransa ve Avrupa Birliği'nin (kısaca AB) geleceği konusunda son derece stratejik ve gerçekçi düzlemde düşünen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, hatırlanacağı üzere kısa süre önce "Avrupa'nın ölebileceği" (AB'nin dağılması şeklinde yorumlamak gerekir) uyarısında bulunmuş ve 2 Ekim 2024 tarihinde de Almanya merkezli bir ekonomi forumu olan Berlin Küresel Diyaloğu’nun (Berlin Global Dialogue) düzenlediği etkinlikte "Europe’s Role in a Multipolar Future" (Çok Kutuplu Gelecekte Avrupa’nın Rolü) başlıklı önemli bir konuşma yaparak, AB'nin yeni nesil teknolojilerde atılım ve yatırım teşviki konusunda çağa ayak uyduramadığına dair kritik tespitlerini dinleyicilerle paylamıştı. Macron, konuşmasında, AB ve genel olarak Avrupa ülkelerinin yeşil enerji, yapay zekâ ve savunma gibi stratejik sektörlerde ve teknolojilerde ABD ve Çin gibi teknoloji devlerinin gerisinde kaldığını ve AB'nin bu iki süpergücü yakalayabilmesi için yatırım teşviki ve bürokratik engellerin azaltılması yönünde çeşitli reformlar yapılması gerektiğini belirtmişti. Bu bağlamda, Fransa Cumhurbaşkanı, önceki gün ülkesi Fransa'nın gelecek yıllardaki öncü konumunu kurtarmak adına yeni bir yatırım paketi açıklamıştır. Bu yazıda, bu yeni ve iddialı girişim değerlendirilecektir.

Macron'un Yapay Zekâ Yatırım Planı 

Fransız basın-yayın organlarının bugün manşetlerini süsleyen önemli bir gelişme, Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un Başkent Paris'te Grand Palais'de düzenlenen iki günlük Yapay Zeka Eylem Zirvesi kapsamında açıkladığı yeni yapay zekâ yatırım paketi olmuştur. Birçok önemli dünya liderinin yanı sıra Microsoft, OpenAI, Google, Anthropic ve Sakana AI gibi küresel çapta yeni teknoloji ve yapay zekâ alanında lider firmaların temsil edileceği zirve öncesinde konuşan Macron, özel sektör desteğiyle önümüzdeki birkaç yılda Fransa'nın 109 milyar avro (euro) veya 113 milyar Amerikan doları boyutunda devasa ölçekte yapay zekâ yatırımları yapacağını ilan etmiş ve açıklamasını gündeme getirmek için Twitter (X) hesabı üzerinden Deepfake teknolojisi ile hazırlanan bir video klip de paylaşmıştır. Macron, kısa video kapsamındaki konuşmada, sağlık, enerji ve toplumsal yaşam gibi alanlarda Avrupa'nın geleceği için yapay zekâ kullanımının önemini vurgulamış ve MacGyver dizisi jeneriğinden bölümlerle sona eren kliple birlikte yeni yatırım planı ve Yapay Zekâ Eylem Zirvesi'nin önemine dikkat çekmeye çalışmıştır.

Macron'un Televizyon Konuşması

Yeni açıklanan yatırım paketini açıkladığı France 2 kanalında yayınlanan televizyon konuşmasında, Cumhurbaşkanı Macron, ABD'nin Stargate projesine benzettiği bu proje ile yapay zekâ teknolojisi sayesinde Fransa ve Avrupa'nın hızlanacağını açıklamıştır. Konuşmasında yapay zekâ alanındaki gelişmeleri bilimsel bir devrim olarak değerlendiren Macron, bu yeni dönemde Fransa'nın daha iyi yaşam koşulları sağlamak adına bu alanda atılım yapması gerektiğine vurgu yaparken, özellikle sağlık alanında (kanserle mücadele) yapay zekâ kullanılarak yapılan atılımların altını çizmiştir. Macron, bir diğer örnek olarak engelli bir gencin yapay zekâ teknolojilerinin entegre edildiği bir makine ile rahat rahat yürüyebilmesini göstermiş ve yeni teknolojilerin özellikle sağlık alanında çığır açabileceğini vurgulamıştır.

Yapay zekâyı insanların işlerini ellerinden alacak bir teknoloji gibi değil, onların işlerini kolaylaştıracak bir araç gibi görmek gerektiğini de belirten Macron, Hindistanlı sunucunun sorusu üzerine, yapay zekâ ve internet teknolojileriyle ilgili dezenformasyon gibi sorunların olduğunu kabul etmekle birlikte, önce bu teknolojilerde dışa bağımlı olmadan kendilerinin bilimsel üretim ve inovasyon yapabilmeleri gerektiğini belirtmiştir. Yatırım planı için Fransız yatırımcılar kadar Kanada firması Brookfield ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin adı geçerken, Cumhurbaşkanı'na göre 100.000 civarında genç (şimdilik bu sayı 40.000'dir) bu kapsamda yapay zekâ teknolojileri alanında eğitim alacak ve geleceğin işlerini öğreneceklerdir. Fransa Cumhurbaşkanı'na göre yapay zekâ teknolojisi meslekleri ortadan kaldırmayacak, ama dönüştürecektir. Yani meslek sahipleri bazı yükümlülüklerini teknolojiye (yapay zekâ, robotlar vs.) delege ederken, kendilerini başka alanlarda (insani boyut) geliştirebilecek; bu da genel olarak verimliliği arttıracaktır. Macron, bu kapsamda devlet-özel sektör iş birliği gerektiğini vurgularken, sanatçıların ve gazetecilerin de bu kapsamda çok daha başarılı olabileceklerini söylemiştir.

Düzenlemeler konusunda devletler arası iş birliği ve koordinasyona vurgu yapan Macron, Avrupa'nın düzenlemeler (hukuk) alanında zaten ileride olduğunu, ancak yatırım ve inovasyon alanında yeterince gelişmediğini ifade etmiştir. Sosyal medya aracılığıyla terörizm ve nefret söylemlerinin güç kazanmasının tehlikeli bir gelişme olduğunu da sözlerine ekleyen Macron, Avrupa'nın bu konuda (regülasyonlar ve hukuk) tecrübeli olduğunu ve bunun üstesinden gelebileceklerini iddia etmiştir. Uluslararası bir alanda ulusal veya bölgesel düzenlemelerin yeterli olmayacağının da altını çizen Fransız lider, ABD, Çin ve kısmen de Hindistan'ı bu alandaki düzenlemelerin yeterli olmadığı bağlamında eleştirmiştir. Fransa'nın yapay zekâ teknolojisinde dünyadaki 5. büyük güç olduğunu belirten Macron, ayrıca, ABD ve Çin'e kıyasla biraz geç kalmalarına karşın yeni yatırımlarla arayı kapatabileceklerini vurgulamıştır. Macron, 109 milyar avroluk devasa yatırımlar konusunda Fransız ve Avrupalı şirketler dışında BAE, ABD (Amerika Birleşik Devletleri) ve Kanada'yı da saymış ve özellikle Fransa-BAE ortaklığında kurulacak 1 gigawatt kapasiteli veri merkezine gönderme yapmıştır. Macron, Fransa'nın nükleer enerji ve yenilenebilir enerji alanında geçmişteki çabalar sayesinde öncü konumuna da vurgu yaparak, yapay zekâ alanında şimdi yapılacak çabalar ve yatırımların geleceği güvence altına alacağını ifade etmiştir. Macron, konuşmasında Fransız Mistral şirketinin çığır açan çalışmalarını da vurgulamıştır.

Fransız Cumhurbaşkanı, hızlandırılmış inovasyon ve büyük yatırımlar süreciyle DeepSeek ile sükse yaratan Çin ve ABD ile rekabet edebilir hale gelmeyi umduklarını da sözlerine ekleyerek, Peugeot ve Citroen gibi Fransız otomotiv firmalarının da yapay zekâ şirketleriyle iş birliği yaparak daha gelişmiş modeller üretebileceklerini umduğunu söylemiştir. Fransa'nın start-uplar ve yapay zekâ gibi alanlarda Avrupa'da lider olduğunu da hatırlatan Macron, bu anlamda 8 yıla yaklaşan iktidarında yapılanlara yeterince saygı gösterilmemesinden de yakınmıştır. Macron, bu yeni yatırım paketi ile Fransa ve Avrupa'nın yapay zekâ ve çığır açan teknolojiler alanında dünya liderliğine giden yolu açacağını da iddia etmiştir. Fransa Cumhurbaşkanı, Hindistan'da da yayınlanan konuşmasında bu ülkeye yönelik dostane mesajlar da vermiş ve özellikle teknoloji, savunma, ekoloji/ekonomi alanlarında bu ülkeyle daha yakın iş birliği amaçladıklarını açıklamıştır. Macron, ABD ve Çin'le de çalışmaya devam etmek istediklerini belirtirken, Hint Pasifik bölgesinde Hindistan dışında Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerin isimlerini bölgesel müttefikler bağlamında saymıştır.

Sonuç

Sonuç olarak, Fransa Cumhurbaşkanı'nın açıkladığı yeni yatırım planı ve bu kapsamda yaptığı televizyon konuşması, Paris'in dünyadaki gelişmeleri yakından takip ettiğini ve küresel liderlik heveslerinin bitmediğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Macron'un ihtiraslı atılım planı ne ölçüde başarılı olur bilinmez; ama şurası kesin ki, AB'nin demokratik değerlerini koruması adına kritik sektörlerde ilerleme kaydetmesi şarttır.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ


8 Şubat 2025 Cumartesi

Birleşik Krallık-Irak Ortaklık ve İş Birliği Anlaşması Ortadoğu'da Yeni Bir Dönemin Habercisi Mi?

 

Giriş

Son dönemde yeni hükümetinin girişimleri, ABD'deki seçim süreci ve yeni işbaşı yapan Donald Trump yönetiminin uluslararası medya kuruluşları ve kamuoyunu yoğun şekilde meşgul eden çılgın girişimleri nedeniyle biraz gölgede kalan Birleşik Krallık, İşçi Partisi hükümeti ve Başbakan Keir Starmer ile bazı stratejik hamleler yapmakta ve Londra'nın çıkarları açısından kritik mahiyetteki ülke ve bölgelerde konumunu pekiştirmeye gayret etmektedir. Daha önce Başbakan Starmer'ın kısa süre önce gerçekleşen Kıbrıs ziyaretini incelediğim analiz ve uzmanımız Doç. Dr. Dilek Yiğit'in ABD ile yaşanılan soğukluğu mercek altına aldığı yazıdan sonra, bu yazıda Birleşik Krallık ile Irak merkez hükümeti arasında Ocak ayında imzalanan Ortaklık ve İş Birliği Anlaşması'nı anlatacağım.

Birleşik Krallık ve Ortadoğu: Bitmeyen Bir Hikâye

Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması ve Birinci Dünya Savaşı sonrasından başlayarak Ortadoğu'daki yeni devletlerin ve düzenin ortaya çıkmasında başat aktör olan (sadece İsrail örneğinde bile İngiliz etkisi 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu ile anlaşılabilir) ve bu konuda yalnızca Fransa ile rekabet ve işbölümü içerisinde hareket eden İngiltere veya Birleşik Krallık, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise bu gücünü koruyamamış ve bölgedeki emellerine yeni süpergüç ABD ile uyumlu hareket ederek ve Washington'ı doğru şekilde yönlendirmeye çalışarak ulaşmaya gayret etmiştir. Bu bağlamda Londra'nın yaşadığı güç kaybının en somut göstergesi 1956-1957 Süveyş Krizi olmuş ve Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirme çabalarına muhalefet eden Londra, Fransa ve İsrail'le birlikte Mısır'a yönelik bir savaş planları yapmasına karşın, ABD'nin devreye girmesiyle geri adım atmak zorunda kalmıştır.

Bu tarihten itibaren ABD'nin yardımcı ortağı statüsünde Ortadoğu siyasetine yön vermeye çalışan Londra, Sovyetler Birliği (SSCB) ve komünist ideolojinin yayılmasına karşı Bağdat Paktı (1955-1959) ve CENTO (Merkezi Antlaşma Teşkilatı) (1959-1979) adlı güvenlik girişimleriyle bölgedeki Türkiye, Irak, Pakistan ve İran gibi müttefikleriyle ortak planlar geliştirmeye ve ABD desteğiyle bölgedeki istikrar ve düzeni korumaya ve geliştirmeye gayret etmiştir. Komünist ülkelere karşı genelde demokrasi açığı eleştirileri geliştiren Londra, bu bölgede ise demokratik rejimleri bu bahsedilen güvenlik örgütlerinin üyesi olan müttefikleri için desteklemiş, diğer bölge ülkeleri (Körfez devletleri vs.) için ise daha çok ekonomik çıkarlar ve Filistin-İsrail Sorunu düzleminde istikrar temelli bir politika geliştirmiştir. Bu anlamda, İngiltere, Körfez ülkelerinde rejim değişikliğinden ziyade, Batı dünyası ve kendisinin ekonomik ve siyasi çıkarlarının korunması ve bölgesel istikrarın korunması güdüsüyle hareket etmiştir.

Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle tüm dünyada ve bölgede yeni bir oyun kurulurken, Birleşik Krallık da ABD'nin bölgeye yönelik demokrasi ve insan hakları söylemleriyle meşrulaştırılan askeri operasyonlarına bigane kalmamış ve bunlara destek vererek çeşitli ölçülerde bizzat katılmıştır. Körfez Savaşı (1991) ve Irak Savaşı'na askeri birlikleriyle sınırlı ölçüde bilfiil katılmasına karşın, Londra, başrolü ve büyük sorumluluğu ABD'ye bırakarak, bu savaşlar sırası ve sonrasında bölgede oluşan radikal İslam ve milliyetçilik temelli nefret ideolojilerinin ve direniş hareketlerinin odağı haline gelmemeyi başarmış ve kendisini görece korunaklı bir düzlemde konumlandırmayı başarmıştır. Londra, Kraliyet ailesi ve geleneğe büyük önem verilen rejimi üzerinden Mısır, Körfez ülkeleri, Irak ve Türkiye gibi ülkeler üzerinde de etkisini kısmen koruyabilmiş ve genelde saygı gören bir devlet olagelmiştir. İngiltere'nin bölgeye yönelik iddialı politikalar geliştirememesi ise, hem maddi kaynaklarının yetersizliği, hem de bölgede söz geçirebilecek askeri güçten yoksun olması temelinde olmuş ve Londra, bölgede, Washington'ın sevdiği bir av arkadaşı olmaktan öteye gitmemiştir.

Birleşik Krallık-Irak Ortaklık ve İş Birliği Anlaşması: İçeriği ve Anlamı

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'nin 14-16 Ocak 2025 tarihli İngiltere ziyareti vesilesiyle imzalanan Birleşik Krallık (İngiltere)-Irak Ortaklık ve İş Birliği Anlaşması, Londra'nın yeni dönemde bölgedeki tercihlerini yansıtan önemli bir girişimdir. Federal sistem uygulayan, egemen toprakları içerisinde bağımsızlığını isteyen ama Batılı devletlere kategorik düşmanlık yapmayan, ülkesi içerisindeki İran etkisine dair bocalamalar yaşayan, enerji satışları temelinde güçlü bir piyasa ekonomisi kurmak isteyen ve Kürt bölgesine özerklik sağlayan (Kürdistan Bölgesel Yönetimi) Irak ile İngiltere'nin kurduğu yakın ilişkiler, kuşkusuz bölgedeki diğer müttefiklere de mesaj olarak değerlendirilebilir.

Anlaşma içeriğine dair ORSAM düşünce kuruluşunun hazırladığı grafik

İngiliz hükümeti tarafından yapılan resmi açıklamada, iki ülke arasında 12,3 milyar sterlin değerinde anlaşmaların yapıldığı belirtilmiş ve ortaklık ve iş birliği alanları şu şekilde izah edilmiştir:

Mayın Temizleme: Irak'ın tamamında eski mayınların temizlenmesi için Birleşik Krallık Şirketleri görevlendirilmiş ve iki Başbakan arasında bu doğrultuda 330 milyon sterlin değerinde bir sözleşme imzalanmıştır.

Qayyarah Hava Üssü'nün Yeniden İnşası: Birleşik Krallık, özel sektördeki uzman firmaları aracılığıyla, Irak'ın Qayyarah Hava Üssü'nün 500 milyon sterlin değerindeki rehabilitasyonunu gerçekleştirecek ve Irak'a Kuzey ve Batı Irak için hava savunma kapsamı ve kabiliyeti sağlayacaktır.

Kapsamlı Su Projesi: Birleşik Krallık liderliğindeki bir konsorsiyum, Birleşik Krallık ihracatına 5,3 milyar sterlin değerinde katkı sağlayacak önemli bir su altyapısı projesine öncülük edecektir. Bu proje ile Irak'taki su kalitesi arttırılacak, tarım arazileri sulanacak ve Irak'ın güney ve batısına temiz su sağlanarak milyonlarca Iraklının yaşam koşullarını iyileştirecektir.

Basra Su Projesi: Irak'ın Basra vilayetindeki 3 milyon Iraklıya temiz su sağlayacak tuzdan arındırma ve su işleme tesisleri için gerekli altyapı inşa etmek üzere bir Birleşik Krallık şirketi görevlendirilmiştir. Bu projenin İngiltere'ye ihracat bağlamında katkısı 3.3 milyar sterline kadar çıkmaktadır.

Irak-Suudi Şebekesi Ara Bağlantısı: İngiltere yapımı enerji nakil sistemleri Irak ve Suudi şebekelerini birbirine bağlayacak ve bu proje en az 1,2 milyar sterlin değerinde olacaktır.

Irak Ulusal Şebekesinin Geliştirilmesi: GE Vernova, Irak'ın elektrik şebekesini iyileştirmek için 82 milyon sterlin değerinde güç trafo merkezi tedarik edecek ve kuracaktır.

5G'nin yaygınlaştırılması: İngiliz Vodafone firması, hükümet tarafından planlanan yeni 5G ağını tasarlamak üzere atanmıştır.

Irak Demiryolu Projesi: Bir İngiliz şirketi Irak'ta yeni bir demiryolu inşa etmek için 82 milyon sterlinlik bir inşaat projesi gerçekleştirecektir.

Hilla Faz 2: 3 milyon Iraklıya hizmet veren ve ihracat değeri 260 milyon sterlin olan kanalizasyon ve su işleme çözümleri sunmak üzere bir Birleşik Krallık şirketi görevlendirilmiştir.

Bağdat Sanitasyon Projesi: Bağdat Belediye Başkanlığı için 655 milyon sterlin değerinde su yönetimi ve kanalizasyon arıtma çözümleri sağlamak üzere bir Birleşik Krallık şirketi görevlendirilmiştir.

Birleşik Krallık İtfaiye Araçlarının Temini: 62 İngiliz yapımı yangın söndürme aracı, Birleşik Krallık'ın ihracat finansman kuruluşu UKEF'in kolaylaştırdığı 27,5 milyon sterlinlik bir ihracatla Irak'a ihraç edilecektir.

Telsiz İletişim Ekipmanı Tedariki: Birleşik Krallık firmaları, Irak acil durum servislerine Irak genelinde acil durum ve olaylarla daha etkin bir şekilde mücadele edebilmeleri için 98 milyon Sterlin değerinde iletişim teknolojisi ihraç edecektir.

Sınır Teknolojisi: Birleşik Krallık şirketleri, Irak'ın geçişlerini, kontrol noktalarını ve havaalanlarını daha güvenli hale getirmek için Irak İçişleri Bakanlığı'na 66,5 milyon sterlin değerinde sınır güvenliği ekipmanı sağlayacaktır.

İki liderin ve ilgili Bakanların görüşmeleri ve anlaşma kapsamında, ayrıca, güvenlik ve savunma, kayıtdışı göç ve organize suçla mücadele, kültür ve eğilim alanlarında iş birliği, kadın hakları ve barış, iklim değişikliği ve çevrenin korunması ve sporda iş birliği gibi konulara değinilmiştir. Irak Başbakanı Sudani, anlaşmayı "stratejik ortaklık" olarak değerlendirdiklerini açıklarken, Türkiye basınında İngiliz enerji devi BP'ye Kerkük'teki Kuzey Petrol Şirketi'ne ait 4 petrol sahasının rehabilitesi ve geliştirilmesi projesinin verilmesine dikkat çekilmiştir. Bu şekilde, iki devlet arasında yeni bir dönem başladığı da uluslararası basında sıklıkla vurgulanmıştır.

Yorum

Türkiye'nin kısa süre önce Kalkınma Yolu Projesi ile ilişkilerini geliştirmeye başladığı Irak'a yönelik bu İngiliz ilgisi, aslında Türk-İngiliz ilişkilerindeki koordinasyon gerekliliğini de ortaya koymaktadır. Zira iki müttefikin birbirlerinden bağımsız girişimlerinin doğru bir koordinasyonla bölgesel güvenlik ve kalkınma temelinde uyumlu hale getirilmesi, hem her üç ülkeyi, hem de diğer bölge ülkelerini olumlu etkileyebilecek bir gelişme olacaktır. Bu nedenle, demokrasi sorunlarına karşın, Türkiye ile İngiltere arasında daha uyumlu ilişkilerin ve düzenli diyalog kanallarının kurulması bizce son derece faydalı olacaktır. ABD ile İsrail'in iyice zıvanadan çıkarak aşırı sağ projelere yöneldiği bir dönemde, bölgede felaketlerin yaşanmamasına adına, bu üç ülkenin birlikte hareket etmesi küresel barış için de son derece gereklidir. 

Kapak fotoğrafı: Reuters

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

6 Şubat 2025 Perşembe

Trump'ın Gazze Planı: Uygulanması Zor ve Abartılı

 

Giriş

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 47. Başkanı Donald Trump, göreve gelir gelmez, İsrail'i her şekilde kollayan ve uluslararası hukuk ve genel kabul gören liberal demokratik siyasi ilkeler yerine ülkesinin ve İsrail'in ulusal çıkarlarını  gözeten politikalarını Amerikan dış politikasına yansıtmaya başladı. Öyle ki, Trump, ülkesini ziyaret eden İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile önceki gün düzenlediği basın toplantısında, son yılların belki de en tartışmalı siyasi önerilerinden birisi yaparak, 7 Ekim Hamas saldırısı sonrasında İsrail'in uyguladığı ve sivil-asker hedefleri ayırmayan acımasız politikalar nedeniyle Gazze'de son aylarda büyük bir insani trajedi yaşayan Filistin halkını başka ülkelere göç (tehcir) ettirme projesini açıkladı. Bu yazıda, Trump'ın Gazze planı değerlendirilecektir.

Trump'ın Gazze Planı

Başkan Trump'ın Gazze planı, İsrail aşırı sağının Gazze ve Batı Şeria'yı da İsrail kontrolüne alarak Filistin Devleti'ni tamamen ortadan kaldırma düşüncesini yansıtan, uygulanması pratik olarak da zor ve çağımızın evrensel değerlerine uygun olmayan abartılı bir projedir. Buna karşın, bu planın uygulanması ihtimal dahilinde olup, ciddiyetle tartışılması ve eleştirilmesi gerekmektedir.

Plana göre, ABD, 1,8 milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze'yi yeniden imar etmek ve burada doğru düzgün bir yaşam alanı oluşturmak için, bu kişilerin Mısır ve Ürdün başta olmak üzere çeşitli bölge ülkelerine gönderilmesini ve ABD'nin -gerekirse ordusunu da kullanarak (soru-cevap bölümünde söylemiştir)- bölgeye girerek, on yıllardır sürekli ölüm ve yıkımla anılan bu bölgeyi yeniden inşa etmesi amaçlanmaktadır. Trump, bunun finansmanının zengin bölge ülkelerince yapılabileceğini söyleyerek Körfez ülkelerini de işaret etmektedir.

Başkan Trump'a göre, sayıları 2 milyona yakın olan Filistinli, bu plan uyarınca genişçe tek bir bölgeye yerleştirilebilecekleri gibi, 12 farklı bölgeye (ülkeye) de yerleştirilebilirler. Trump'a göre, Gazze'de kalarak çadırlarda yaşayacak ve ölüme mahkum olacak insanların bu şekilde farklı bir bölgede yeniden yerleştirilmeleri ve iyi koşullarda yaşamaları, onlar için de iyi bir yaşam vaat eden insancıl bir yaklaşımı içeriyor. Hatta Trump'a göre, Gazzelilerin bu yıkım bölgesinde kalmaya ısrar etmelerinin sebebi de aslında ciddi bir alternatiflerinin olmaması. Donald Trump, ayrıca, bölgeyi devralacak ABD'nin patlamamış bombaların imha edilmesi ve bölgenin yeniden imar edilmesi gibi zor görevleri de üstleneceğini belirterek, bunu Filistin Devleti'ni neredeyse tamam rafa kaldıracak bir gelişmeden ziyade, iyiliksever bir girişim olarak yansıtıyor. Zira ABD Başkanı'na göre bu sayede bölgede ekonomik gelişim sağlanacak, binlerce yeni iş imkânı yaratılacak ve bölge insanları için yeni ve yüksek kalitede konutlar inşa edilecektir. Trump, "Ortadoğu'nun Riviera'sını yaratmak istediğini" de sözlerine eklemiştir.

Başkan Trump'ın Gazze planının haritalandırılması

Başkan Trump, bu planıyla Müslümanlar ve Arap devletlerinin barış ve sükûnet içerisinde yaşayabileceklerini düşünmekte ve bunun gerçekleştirilebilir olduğuna da inanmaktadır. Bu bağlamda bilhassa Suudi Arabistan'ı öne çıkaran Trump, yakın gelecekte uygulayabileceği İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesi projesinin de sinyallerini vermektedir. İsrail Başbakanı Netanyahu da projeye açıktan destek vermekte ve bunun uygulanabilir olduğunu iddia etmektedir. Ancak planın detayları henüz belli değildir ve bu henüz teorik çaba düzeyindedir.

Değerlendirme

Başkan Trump'ın Gazze planı bölge ülkelerinde ve uluslararası kamuoyunda adeta infial yaratırken, genel görüş, planın uygulanmasının mümkün olmadığı ve bunun insani değerlerle bağdaşmadığı yönündedir. Örneğin, Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi Trump’ın önerisini “tehlikeli ve gerçek dışı saçmalık” olarak yorumlarken, Paris Sciences Po’dan Hukuk uzmanı Omer Shatz da planı “etnik temizlik çağrısı” olarak değerlendirmiştir. İyi bir Trump destekçisi olan Suudi Arabistan da plan için olumsuz görüş bildirmiştir. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderliği de planı derhal reddederek, Filistin Devleti kurulmadan bölgede barış ve istikrarın sağlanamayacağını vurgulamıştır. Birçok diğer gözlemci de planın modern bir "tehcir" projesi olduğunun ve uluslararası hukuka uygun düşmeyeceğinin altını çizmişlerdir. Nitekim ABD'nin Batılı müttefikleri dahi plana destek açıklamamışlardır.

Planı, ABD'deki bazı çevreler dışında yalnızca İsrail sağı ve aşırı sağı olumlu karşılarken, İsrail'in aşırı görüşleriyle bilinen Ekonomi Bakanı Bezalel Smotrich, 7 Ekim saldırısına cevap olarak düşündüğü bu planın "tehlikeli Filistin Devleti planını tarihe gömdüğünü" söylemiş ve Trump'ı övmüştür. Nitekim Trump'ın açıkladığı bu planla birlikte İsrail'de Başbakan Netanyahu'nun adeta yamalı bohça niteliğindeki koalisyon hükümetinin de geleceği -en azından bir süreliğine- güvence altına alınmıştır. 

Planı değerlendiren BBC'den kıdemli muhabir/gazeteci Jeremy Bowen, Trump'ın açıklamasının "emlak pazarlığındaki ilk hamle" gibi değerlendirilmesi gerektiğini yazarak, Başkan'ın gerçek planı ve amacının farklı olabileceğini yazmıştır. BBC diplomasi muhabiri Paul Adams da Trump'ın açıklamalarının satır aralarına işaret ederek, Trump'ın emlak kariyerini hatırlatmış ve Gazze'nin yeniden inşasının devasa bir iş olduğunu ve bu bağlamda tüm alt yapının, okulların ve hastanelerin yeniden inşa edilmesi gerektiğini söylemiştir.

Ancak Başkan Trump'ın Gazzeliler için daha önce işaret ettiği iki ülkenin (Ürdün ve Mısır) temsilcilerinden de plana destek açıklaması gelmemiştir. Bilindiği üzere, Ürdün'de, Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı-UNRWA'nın resmi rakamlarına göre 2,39 milyon Filistinli mülteci bulunmakta olup, kayıt dışı mültecilerle birlikte bu sayının 3 milyonu bulduğu düşünülmektedir. 11 milyonluk ülkede bu oran yüzde 27'leri bulan çok yüksek bir düzeydir. Bu nedenle, Ürdün Kralı Abdullah ve devlet yönetimi, yeni Filistinli mültecilerin kabulü bağlamında istekli değildir. Bu bağlamda, Kral, Başkan Trump'ın açıklamalarını derhal reddetmiş ve bu plana destek olmayacaklarını açıklamıştır.

Özellikle ordusunun (Mısır Ordusu) ABD'ye ekonomik bağımlılığı (ABD, Mısır Ordusuna geçtiğimiz yıl 1,3 milyar dolarlık destek sağlamıştır) ve ABD'nin İsrail ile Mısır arasında 1978'de oluşturduğu hassas Camp David dengesi nedeniyle genelde dış politikada Washington'la uyumlu gitmek isteyen Kahire de, Devlet Başkanı Abdülfettah el Sisi kanalıyla Trump'ın planına karşı çıkmıştır. Öyle ki, Sisi, "Filistinlilerin tehcir edilmesi, bizim içinde yer almayacağımız bir zulüm" açıklamasını yapmıştır. Bu bağlamda, Trump'ın Gazzeliler için öncelikli adres olarak gösterdiği iki devletten de destekleyici açıklamalar -en azından henüz- gelmemiştir.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ise, bugün yaptığı açıklamada Başkan Trump'ın açıklamasını düzeltmeye çalışmış ve Gazzelilerin geçici olarak başka ülkelere yerleştirilmelerinin istendiğini açıklamıştır. Bu, Trump'ın Gazze planına gelen tepkiler nedeniyle yapılmış bir ön alma girişimi olarak da değerlendirilebilir. Ancak Rubio ne derse desin, Başkan Trump ve ekibinin Gazze'ye yerleşme ve Filistin Devleti'ni ortadan kaldırma düşüncesi gayet açık ve ortadadır.

Asia Times'dan Jonathan Roth'a göre ise, plan, askeri/güvenlik boyutunun yanı sıra, Doğu Akdeniz'de İsrail, Kıbrıs ve Gazze açıklarında keşfedilen doğalgaz rezervleri nedeniyle ekonomik/enerji politik bakımından da çok önemlidir. Zira ilerleyen yıllarda bölgede İsrail, Kıbrıs, Filistin ve Mısır'daki doğalgaz kaynaklarını birlikte değerlendirecek entegre bir boru hattı veya LNG projesiyle yeni bir enerji rotası oluşabilir ki, bu konuda ABD ve İsrail liderliği de gayet istekli gözükmektedir. 

Sonuç

Sonuç olarak, uluslararası kamuoyuna tartışma gündemi vermeyi çok seven ABD Başkanı Donald Trump, Gazze planı ile yine sansasyon yaratmış; ancak planı genelde eleştirilere neden olmuştur. Benim görüşüme göre, Filistin Devleti'nin kurulması milyonlarca Filistinli için en temel yaşam amacı olup, Gazzelilerin bundan vazgeçmeleri o kadar da kolay olmayacaktır. Yani Trump istediği için yüzbinlerce Filistinli "vatan" belledikleri evlerini ve yurtlarını bırakıp başka yere göç etmek istemeyebilirler. Ancak Gazze'deki insanlık dışı yaşam koşulları, elbette birçok Filistinlinin görüşlerini değiştirmesine de yol açabilir. 

Sonsöz, bize göre Filistin için en doğru çözüm, 1967 sınırlarına dayalı iki devletli ve bu doğrultuda Kudüs'ün uluslararası statüsünün korunacağı adilane bir planın ABD tarafından uygulanması ve Türkiye'nin Filistin, ABD'nin de İsrail adına bölgede garantör olarak görev yapmaya başlamasıdır. Bizce ancak bu şekilde kalıcı bölgesel barış ve istikrar sağlanabilir. Aksi takdirde ise, Gazzelilerin zor koşullarına rağmen, Filistin Davası, İsrail'in yanında ABD'yi de hedef alarak devam edecektir. Bu da, ne ABD, ne de İsrail için iyi bir durum olmayacaktır. ABD ve Batı dünyasıyla iyi ilişkiler kurmak isteyen ve İsrail'in bölgedeki varlığını reddetmeyen Türkiye gibi devletler de böyle bir plan karşısında zor durumda kalacaklardır. Bu nedenle, plan gerçekçi değildir ve yeni çatışmaların oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Ancak muazzam askeri gücü ve ekonomisiyle, ABD, elbette bu planda ısrarcı olabilir. Bu durumda sorumluluk ise elbette plan sahiplerinde olacaktır. Ancak bizce her konuda uluslararası hukuk ve normlara uygun hareket etmek ABD liderliğine daha büyük itibar ve güç kazandıracaktır. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ