30 Temmuz 2024 Salı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail Çıkışının Yansımaları ve Nedenleri

 

Filistin Sorunu konusundaki duyarlılığı ve çocuklarının hayatlarının korunması konusundaki azami hassasiyeti ile bilinen ve bu yönüyle birçok kişi ve kurum nezdinde takdir toplayan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Temmuz 2024 tarihinde AK Parti Rize teşkilatının bir toplantısında İsrail’e yönelik kullandığı alışılmadık ifadeyle Türkiye ve dünya basınında yer aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusu toplantıda, “Biz çok güçlü olmalıyız ki bu İsrail Filistin’e bu akara makarayı yapamasın. Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek, bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok. Sadece biz güçlü olmalıyız ki, bu adımları da ne yapalım, atalım…” ifadelerini kullanmış[1] ve Türkiye’nin İsrail’e olası bir askeri müdahalesini gündeme getirmiştir. Bu yazıda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu söyleminin iç ve dış politik nedenleri ve bu söylemin uluslararası hukuk bağlamında meşruiyeti analiz edilecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, rahmetli eski Başbakanımız Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın kurucusu ve doğal lideri olduğu İslamcı “Milli Görüş” geleneğinden yetişmiş ve siyasi çıkışını ilk kez 1994 yılında Refah Partisi adına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilerek yapmıştır. Bu anlamda, Türkiye ve dünyada İslamcı ve sol siyasetin en temel meselelerinden birisi olan Filistin Sorunu’na, İslamcılıktan ve sol siyasetten yetişen birçok önemli siyasetçi gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, hiçbir zaman bigane kalmamış ve bu konuyu daima siyaseten gündemde tutmuştur. Ancak siyasetin pragmatik doğasını da bilen bir isim olan Erdoğan, gerek Başbakanlığı ve gerekse de Cumhurbaşkanlığı döneminde, bu konunun barışçıl şekilde çözümlenebilmesi için İsrail’le diyalog ve yakın ilişkiler kurarak Filistin Sorunu’nu çözmeye çalışmak, Filistin Davası’nın farklı savunucularının (temelde Batı Şeria’daki El Fetih ile Gazze’deki Hamas) birleştirilebilmesi için Türkiye’nin arabuluculuk rolünü üstlenmesi (özellikle Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde), Filistin’e insani ve ekonomik yardımların yapılması, Türkiye’nin uluslararası platformlardaki (Davos'taki "one minute" çıkışı) Amerika Birleşik Devletleri (ABD) üzerindeki gücünün kullanılması ve Gazze’de çok etkili ve toplumsal tabanı olan bir siyasi hareket olan ama Batılı ülkelerde terör örgütü olarak kabul edilen Hamas’ın siyasi liderliğine destek sağlanması gibi farklı stratejileri zaman zaman uygulamıştır. Bu anlamda, geçmişte de, bilhassa Filistin’de sivillere ve çocuklara yönelik katliamların yapıldığı dönemlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sert çıkışlarının olduğu bilinen bir gerçektir.

Ancak bu çıkışı bu kadar önemli yapan, Gazze krizinin insani trajediye dönüşmeye başladığı geçtiğimiz yılın son haftalarında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı “garantörlük” önerisinden[2] sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gazze’de İsrail güçlerine yönelik bir askeri müdahaleyi gündeme getirmesi ve bunu Türkiye’nin 2020 yılında Libya’ya yaptığı askeri müdahale ile yine 2020 yılında Türkiye’nin de desteğiyle Azerbaycan Ordusu’nun Karabağ’da işgal altında olan topraklarını kurtardığı İkinci Karabağ Savaşı veya 44 Gün Savaşı’na benzetmesidir. Bu anlamda, 1959-1960 döneminde Kıbrıs’ta Türkiye’nin Londra ve Zürih Antlaşmaları ile garantörlük hakkını elde etmesi ve sonrasında 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı ile adanın kuzeyinde soykırıma uğrayan Kıbrıslı Türklerin güvenle yaşayabilecekleri bir bölge kurmasına benzer şekilde -ki bunun sonraki adımı da 1983 yılında KKTC’nin ilanı olmuştur-, Ankara, Gazze’de yaşanan insani dram karşısında da harekete geçme ve masum sivilleri koruma niyetini açıkça ve en yetkili ağızdan ortaya koymuştur.

Bu çıkışın uluslararası basında da yansımaları olmuş; örneğin, tanınmış İngiliz haber kuruluşu BBC, konu hakkında detaylı bir habere yer vermiş ve olayı manşetine taşımıştır.[3] BBC, söz konusu haberinde, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael (Israel) Katz’ın X (Twitter) hesabından yaptığı, “Erdoğan, Saddam Hüseyin’in yolundan gidiyor ve İsrail’e saldırı düzenleme tehdidinde bulunuyor. Erdoğan orada (Irak’ta) ne olduğunu ve bunun nasıl bittiğini hatırlamalı.” açıklamasına da atıfta bulunmuştur.[4] Bu anlamda, her ne kadar İsrail medyası olayı fazla büyütmek istemese de[5], zaman içerisinde İsrail ve İsrail’in etkili olduğu Batılı ülkelerde Erdoğan’a yönelik ciddi tepkiler oluşmuş ve örneğin, İsrail Dışişleri Bakanı Katz, Türkiye’nin NATO’dan ihraç edilmesi gerektiğini açıklamıştır.[6] Katz, Türkiye’nin -Hamas, Hizbullah ve Yemen’deki Husiler gibi- İran’ın “şer ekseni”ne girdiğini iddia ederken, bunun açık bir işgal tehdidi olduğunu iddia etmiştir.[7] Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise, Katz’ın iddialarına cevaben yaptığı yazılı açıklamada, İsrail tarafından yapılan açıklamaları “kirli propaganda” olarak değerlendirmiş ve 40.000 Filistinli sivilin ölümüne yol açan ve geçtiğimiz gün konuşma yaptığı ABD Kongresi’nde dakikalarca ayakta alkışlanan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu hükümetinin uluslararası mahkemelerde işledikleri suçların hesabını vereceğini vurgulamıştır.[8]

Bu süreci öncelikle dış politik bağlamında değerlendirmek gerekirse; Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde, Türkiye’nin, özellikle 2016 sonrasında, giderek ABD ve Batı ekseni ile zıtlaşan bir dış politikaya yöneldiği, 15 Temmuz darbe girişiminin ardında Batılı güçlerin olduğunu idrak eden Erdoğan’ın Rusya ve Çin başta olmak üzere Batı-dışı aktörlerle ve küresel güney ülkeleri ile artık daha yakın ilişkiler kurmak istediği, bu eksenin İslam dünyasında güç kazanması bağlamında çok kritik bir konu olan Filistin Davası’nın 7 Ekim Hamas saldırısı ve sonrasında İsrail’in Gazze’ye başlattığı askeri operasyon ile çok etkili olmaya başladığı ve Erdoğan’ın kişisel ve ideolojik olarak da önem verdiği bu konu üzerinden de Batı ile zıtlaşmasını sürdürdüğü söylenebilir. Ancak Çin’in geçtiğimiz gün Filistin davasını savunan tüm grupları tarihi bir uzlaştırma ile bir araya getirmesi örneğinde görülebileceği üzere[9], bu konuda artık Filistin tarafları için, Çin, Türkiye'ye kıyasla daha önemli ve etkili bir aktör haline gelmiş durumdadır.

Erdoğan’ın Batı ile zıtlaşmasında etkili olan bir diğer faktör de kuşkusuz iç siyasi kaygılardır. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimini zor da olsa kazanan ve henüz halen 70 yaşında olan Erdoğan, siyasi kariyerinin sonrasını planlayabilmek adına, İslamcı sağ siyasette kendisine ciddi bir rakip olarak gördüğü ve babası Necmettin Erbakan’ın sert İslamcı söylemine benzer şekilde İsrail’in varlığını Ortadoğu barışı için bir engel olarak gören Dr. Fatih Erbakan ve Yeniden Refah Partisi/YRP’nin son yıllardaki çıkışını dengelemek ve kendi mahallesinde gücünü korumak adına, bu konudaki duyarlılığını her daim gözler önüne sermektedir. Erdoğan, hatırlanacak olursa, İsrail’le süregelen ticaretin yarattığı tepkiler üzerine, bu yılın Mayıs ayında bu ülkeyle yapılan tüm ticareti kesmek yönünde de bir karar almıştı.[10] YRP’nin İslamcı siyasi çizgisine karşın AK Parti’ye muhalefet ederek çok etkili olması ve anketlerde oy oranının yüzde 6-7’lerde gezinmeye devam etmesi, pekala Erdoğan’ı bu konuda cesaretlendiren bir iç politik motivasyon kaynağı da olmuş olabilir.

Ayrıca, Erdoğan’ın bu çıkışına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bu yönde bir hazırlığın olduğunu düşünmek adına elde somut bir karar ve veri bulunmamaktadır. Nitekim konuyu yorumlayan İsrail’in eski Türkiye Büyükelçisi Dr. Alon Liel, Türkiye’nin Gazze’ye doğrudan bir müdahale yapmayacağını ama Filistin güçlerine silah da dahil olmak üzere destek verebileceğini, ayrıca İsrail’in Lübnan’a girmesi durumunda bu ülkeye askeri güçlerini gönderebileceğini söylemiştir.[11]

Peki, Erdoğan’ın çıkışını uluslararası hukuk açısından nasıl yorumlamak gerekir? Elbette, Erdoğan’ın Gazze’ye müdahale açıklaması, İsrail’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin önceki kararları doğrultusunda[12] İsrail toprağı olarak belirlenen bir bölgeye saldırı/işgal anlamı taşımamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun öncesinde Gazze için garantörlükten söz eden Dışişleri Bakanı Fidan, kuşkusuz, İsrail’in yasal olarak kabul edilen toprakları dışındaki Gazze bölgesine yönelik bir müdahaleyi gündeme getirmişlerdir. Bu da, kuşkusuz, ancak meşru Filistin liderliğinin bu konuda alabileceği bir kararla gündeme gelebilecektir. Bu anlamda, İsrail’e yönelik bir işgalden ziyade, İsrail’in işgal ettiği toprakları ve Filistinli sivilleri korumak anlayışından (R2P) söz etmek -uluslararası hukuk perspektifinde- daha doğru olacaktır. Ancak hukuken bu doğru olsa da, mevcut uluslararası düzeni ayakta tutan BM Güvenlik Konseyi’nde bu konuda ABD İsrail aleyhine bir karar alınmasını engellediği için, herhangi bir girişimde bulunulamamaktadır. Bu konuda ABD’yi uzlaşmaz çizgiye iten gelişmeler ise; Suriye’de iç savaş süresince yaşanan katliamlar, Rusya’nın Ukrayna’ya girmesi gibi gelişmeler karşısında da uluslararası hukuk ve BM’nin çaresiz kalması ve bu konularda Türkiye gibi uluslararası hukuku savunan aktörlerin çabalarının görmezden gelinmesi olmuştur. Nitekim Suriye’de Esad rejimince ve IŞİD gibi terör örgütlerince yapılan insanlığa karşı suçlara karşı çıkan Ankara, Rusya ile yakın ilişkilerine rağmen Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik müdahalesine de muhalefet etmiştir. Ancak Türkiye’nin bu çabaları sonuçsuz kalmış ve Esad rejimi sivillere yönelik katliamları sürdürmüş, IŞİD ve PKK türevi terör örgütleri iç savaş sürecinde güçlenmiş ve Rusya’nın Ukrayna müdahalesi de halen devam etmektedir. Bu bağlamda, Erdoğan’ın çıkışı, uluslararası siyasetin tamamen güç eksenli ve Realizm temelli yeni ve tehlikeli bir aşamaya geçtiği karamsar bir dönemde, kuşkusuz etkili olması zor İdealizm temelli normatif ve insancıl bir yaklaşımdır. ABD’de olası bir Donald Trump Başkanlığı döneminde bunun daha da derinleşeceği -Trump’ın ilk Başkanlık dönemine bakarak- hesap edilirse, ne yazık ki hem Rusya’nın Ukrayna, hem de İsrail’in Gazze müdahalesinin devam etmesi gayet olasıdır. Bunu önleyebilecek gelişmeler ise, uluslararası hukuk mekanizmalarının devreye girmesi veya tarafların bir şekilde uzlaştırılması olacaktır.

Bu konuyu nesnel bir düzlemde yorumlamak gerekirse; taraflar arasında uzlaşma zeminini aramak yerine iç politik kaygıların da etkisiyle tamamen zıtlaşma ve daha da abartılı pozisyon alarak gerginlik siyasetini tercih etme yaklaşımının günümüzde ağır bastığı görülmektedir. Nitekim İsrail, Hamas’ın saldırısı nedeniyle tüm Gazze halkını hedef alan ve terörizmi toptan bir halka mâl eden çok yanlış bir yaklaşıma sahipken, Türkiye de Hamas’ın saldırılarını açıkça kınamayan ve İsrail’e yönelik saldırıları olağanlaştıran bir yaklaşımı benimsemektedir. Her iki ülkede de askeri bürokrasinin ve savunma sanayilerinin gücü düşünüldüğünde, bu, aslında askeri güçleri zinde tutma ve savunma sanayisini canlandırma amacını da taşıyor olabilir. Zira giderek teokratik bir devlete dönüşen İsrail için "iki devletli çözüm" artık cazibesini kaybeder ve “Büyük İsrail”in kurulması düşüncesi sağ siyasette ağır basmaya başlarken, Türkiye’de de sağ siyasetin “Büyük Türkiye” jeopolitik algılamaları ve “Osmanlı nostaljisi” yeniden yükselişe geçmiştir. Bu da, sağ siyasetlerin halkları düşmanlaştırdığı bir ortamda, çatışma söylemi ve belki de eylemini kaçınılmaz hale getirmektedir. Bununla mücadele yolu ise, uluslararası hukuk ve insan haklarına saygılı sol ve liberal siyasaların yeniden güçlendirilmesidir.

Elbette Türkiye ile İsrail’in sorunlarının çözümü ve Filistin’deki insan kıyımının durması için, büyük güç rekabetinde daha etkili olan ABD, Rusya, Çin ve Avrupa Birliği (AB) gibi ülkelerin de küresel düzeni ayakta tutmak adına artık harekete geçmeleri zaruridir. BM Güvenlik Konseyi, ülkelerin yalnızca kendi ulusal çıkarlarını üstte tuttukları bir platforma dönüşürse, uluslararası sistem çok geçmeden çökecektir. Bunun yerine, güç dengeleri ve hakkaniyet doğrultusunda, BM Güvenlik Konseyi daimî üyesi olan 5 büyük ülke (ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallık), Filistin, Ukrayna ve Suriye krizlerinin çözümlendirilmesi konusunda acilen harekete geçmelidirler. Ateşkes ilanı, güç dengeleri göre iyi ayarlanmış gerçekçi barış planları ve bölgesel aktörlerin hayati çıkarlarını gözetecek çözüm yolları, kuşkusuz halklar için sürekli ve total savaş halinden çok daha hayırlı bir seçenek olacaktır. Türkiye, bunun için hazırdır ve uluslararası hukuka saygılı bir devlettir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları da, -büyük güçlerin vurdumduymazlığı nedeniyle- Gazze’de yaşanan ve çağımız adına utanç vesilesi olması gereken büyük insanlık dramına vurgu yapan ve İsrail’in varlığını asla hedef almayan ölçülü bir açıklamadır. İsraillilerin sürekli savaş ve terör korkusu altında olmaları ve bu açıklamaları yanlış anlamaları da, barışın psikolojik olarak en çok da İsrail halkına gerekli olduğunun aslında net bir kanıtıdır.

Sonuç olarak, dünya halkları olarak önümüzde duran seçim nettir: ya uluslararası hukuk ve kurallara dayalı ortak küresel medeniyet diyeceğiz, ya da ölümüne milliyetçilik ve savaşı tercih edeceğiz. Türkiye, uluslararası hukuk ve düzenin ayakta kalması ve terörle mücadele konusunda özen gösteren bir devlet olarak, tüm büyük devletler ve diğer ülkeleri aynı özene davet etmektedir. Terörizm ve insanlığa karşı işlenen suçlar konusunda, devletler ve liderleri, artık daha dikkatli ve ilkeli davranmalıdırlar. Yoksa maalesef, içerisinde bulunduğumuz yeni yüzyılda, sürekli olarak çatışma ve savaşlar sarmalında, çocuklarımızın geleceklerini riske atacak karanlık bir düzeni kurgulamış olacağız.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] Konuşma buradan izlenebilir; https://www.youtube.com/watch?v=TNgH70RabAE.

[2] Detaylar için bakınız; https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/turkiyeden-israil-filistin-konusunda-garantorluk-formulu-onerisi/1817496.

[3] Bakınız; https://www.bbc.com/turkce/articles/cnd0n8p9xxjo.

[4] Orijinal tweet için; https://x.com/Israel_katz/status/1817655907343597720.

[5] Bu konuda yapılan bazı haberler için bakınız;

[6] Bakınız; https://www.timesofisrael.com/foreign-minister-urges-nato-to-expel-turkey-over-threats-to-invade-israel/.

[7] A.g.e.

[8] https://www.aa.com.tr/tr/gundem/turkiyeden-israil-disisleri-bakani-katzin-paylasimina-tepki/3281671.

[9] https://politikaakademisi.org/2024/07/24/cin-arabuluculugunda-tarihi-el-fetih-hamas-uzlasisi/.

[10] https://www.bbc.com/turkce/articles/c3gq7d01px6o.

[11] https://www.jpost.com/israel-news/article-812481.

[12] Örneğin, 1967 tarihli 242 sayılı karar. Bakınız; https://peacemaker.un.org/sites/peacemaker.un.org/files/SCRes242%281967%29.pdf.


Hiç yorum yok: