Ortadoğu’da kuruluş sürecinde yaşanan tartışmalar nedeniyle yerel aktörlerin birçoğunca başlarda istenmeyen bir aktör olan İsrail, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile kurduğu yakın ilişkiler ve zaman içerisinde hem askeri anlamda, hem de ekonomi ve diplomasideki üstün başarıları sayesinde son yıllarda bölgedeki en güçlü aktörlerden birisi haline gelmiştir. Bu, 193 civarında olan Birleşmiş Milletler (BM) üyesi devletin 165’inin artık İsrail’i tanımasıyla da istatistiki anlamda ispatlanabilir bir durumdur. Öyle ki, kuruluş döneminde İsrail’i tanıyan Türkiye’den sonra, 1979’da Enver Sedat'ın Başkanlığında Mısır’ın İsrail’i tanıması çok önemli bir dönüm noktası olmuş, 1994’te de Mısır’a Kral Hüseyin'in yönettiği bir diğer Arap devleti Ürdün eklenince, İsrail’in Ortadoğu'daki konumu güçlenmeye başlamıştır.
Ancak İsrail’in bu konuda
sayısal anlamdaki asıl atılımı, ilginç bir şekilde diğer konularda pek de
başarılı bulunmayan Donald Trump’ın ABD Başkanlığı dönemine denk gelmiş ve
Trump’ın zorlayıcı diplomasisi sayesinde, İsrail’deki merkez sağ/aşırı sağ
çizgideki Benyamin Netanyahu hükümeti, İbrahim Anlaşmaları ile 2020 yılı
içerisinde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Sudan (resmi tanıma henüz olmadı
ama karar alındı), Fas (1994’te alınan karar uyarınca 2020’de resmi tanıma yapıldı),
Bahreyn ve Butan gibi 5 ülke tarafından daha tanınmayı başarmıştır. Bu ülkeler
arasında özellikle BAE’nin İsrail’i tanıması, Abu Dabi’nin Arap/İslam
coğrafyasındaki önemli konumu ve diğer ülkeleri etkileyebilme kapasitesi nedeniyle
Tel Aviv (Kudüs) adına tarihi bir başarıdır.[1]
Ancak elbette İsrail açısından kendisini güvenliğe almak hususunda kritik eşik,
Mısır ve Türkiye ile birlikte Sünni İslam dünyasının en önemli merkezlerinden
olan Suudi Arabistan tarafından tanınmak olacaktır.
İsrail’i tanıyan ülkeler yeşil renkte (165/193)
2018 yılında yazdığım bir makalede, Yapısalcı Realizm teorisi temelinde,
o dönem Amerikan dış politikasının İran karşıtı çizgisini sürdürmesi ve İran
nükleer programının bölge ülkelerinde yarattığı endişelerin devam etmesi
durumunda, Suudi Arabistan’ın belirli garantiler karşılığında (Filistin Devleti’nin
tanınması) İsrail’i tanımaya doğru sürüklenebileceğini yazmıştım.[2]
Her ne kadar ABD’de İran karşıtlığının dış politikasının en önemli gündem
maddesi yapan Trump yönetimi şimdilik iktidardan uzaklaşsa ve yerine Tahran’la
ilişkiler konusunda daha mutedil Joe Biden yönetimi işbaşı yapsa da, ABD’nin
İran’la ilişkileri geçen zaman içerisinde düzelmedi ve Seyyid İbrahim Reisi’nin
Ağustos 2021’de Cumhurbaşkanı olmasından sonra da ilişkiler daha da sertleşerek,
İran nükleer anlaşması (JCPOA) tamamen rafa kaldırıldı. Bu anlamda, İran’ın
nükleer programının artık bu ülkenin nükleer silahlara erişim sağlayabileceği
bir aşamaya geldiği bizzat İsrail Savunma Bakanlığı tarafından açıklanırken[3],
bu konunun gündemde kalması ve İsrail ile Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinde
tehdit algılamasını tetiklemesi mümkündür.
Muhammed Bin Salman ve Benyamin Netanyahu
Bu konuda yaşanan güncel bir gelişme ise, Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi
ve ileri yaşı nedeniyle devlet işlerine pek vakit ayıramayan Kral Selman bin
Abdülaziz’in önünde ülkenin fiili lideri olan Muhammed bin Salman’ın Amerikalı
ünlü yayın kuruluşu Fox News’e
verdiği güncel bir röportajda[4], “Suudi Arabistan ile İsrail’in her geçen gün
daha da yakınlaştığını” belirterek, iki ülke arasındaki paktın, “Soğuk Savaş’tan bu yana gerçekleştirilen en
büyük anlaşma” olacağını söylemiş olmasıdır.[5] Muhalif
gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayına adı karıştığı için son yıllarda
reformist kimliği yara alan genç Veliaht Prens, konuşmasında keskin ifadeler
kullanmasa da, “Filistinlilerin yaşam koşullarının
iyileştirilmesi”ni bir ön şart olarak belirtmiş; ancak bunun Filistin Devleti’nin
tanınması mı, yoksa başka bir şey mi anlamına geldiği net olarak
anlaşılmamıştır.[6] Salman,
İsrail’i kimin yönettiğinin kendilerini ilgilendirmediğini de belirterek, Netanyahu
ile anlaşabileceğini ima etmiştir.
Bu konuda iki ülkenin önümüzdeki aylarda hızlanabilecek olmasının bir
diğer sebebi de, yakın gelecekte nükleer güce erişmiş ve çok sayıda kullanıma
hazır nükleer başlık üretmiş bir İran’ın bölgesel güç konumunu sağlamlaştırarak,
ABD ve İsrail üzerine yapacağı baskıyla ilerleyen yıllarda Filistin Devleti’nin
tanınmasını sağlaması durumunda, Tahran’ın İslam dünyasındaki konumunun ve prestijinin
diğer tüm devletlerin önüne geçebilecek olmasıdır. Birçok Batılı danışmanla
çalışan Suudi yönetimi, bu payeyi İran’a kaptırmak istememesi nedeniyle, Filistin
Devleti’nin makul sınırlar içerisinde tanınması karşılığında İsrail’le
diplomatik ilişkilerini başlatma kararı alabilir. Bu, bence kesinlikle sürpriz
olmaz ama elbette diplomasi tarihi adına önemli bir dönüm noktası olacağı
kesindir. Bu konuda bir diğer önemli faktör ise, diplomaside son yıllarda sürekli irtifa kaybeden ve ekonomik olarak da Çin'in gölgesinde kalmaya başlayan ABD'nin bir başarı hikâyesine ihtiyaç duymasıdır. Bu nedenle, Biden yönetimi veya 2024 seçimleri sonrasında 2025'te işbaşı yapacak başka bir yönetim, İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesine hem Ortadoğu dengeleri, hem de ABD'nin kendi başarısı adına ihtiyaç duymaktadır ve bunu kesin olarak destekleyecektir. Suudi Arabistan'ın ABD'nin bölgedeki en büyük savunma sanayisi müşterisi, İsrail'in ise bölgedeki en yakın ve güvenilir Amerikan müttefiki olması da, kuşkusuz Washington'ın bu iki yakın olduğu ülkeyi bir araya getirme çabasına büyük dayanak sağlamaktadır.
Sonuç olarak, Ortadoğu coğrafyasının makus talihi, bölgedeki ülkelerin ve
halklarının -Avrupa ülkelerinin ve halklarının aksine- sekülerleşme ve
uluslaşma süreçlerini henüz tamamlayamamış ve geri kalmış olmalarıdır. Bu durum,
ekonomisi iyi durumda olan Suudi Arabistan, Katar ve BAE gibi ülkeler için bile
geçerlidir. Bu ülkelerde bile, yaşam koşulları ve insani gelişmişlik seviyesi
Batılı ülkelere kıyasla çok geridedir. Hatta bu bölgede Batılı bir devlet
olarak kurulan İsrail bile, zaman içerisinde bölge dinamiklerine uygun olarak, daha
güvenlikçi mantıkta hareket eden, dini değerleri siyasal ve günlük yaşama yoğun
şekilde dahil eden ve demokrasi çıtasını düşüren bir devlet haline gelmiştir. Bu
anlamda, içeride yaşadığı ciddi sorunlara rağmen nükleer silahlara erişmesi
durumunda bölgesel nüfuzu ciddi anlamda artabilecek olan İran karşısında,
İsrail ile Suudi Arabistan’ın birbirlerini tanımaları şaşırtıcı bir gelişme
olmayabilir. Zira bu, hem iki ülkenin, hem de ABD'nin yararına bir gelişme olacaktır.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] The Economist (2020), “The Arab
countries most likely to recognise Israel”, 20.08.2020, Erişim Tarihi:
29.09.2023, Erişim Adresi: https://www.economist.com/middle-east-and-africa/2020/08/20/the-arab-countries-most-likely-to-recognise-israel.
[2]
Bakınız; Ozan Örmeci (2018), “İsrail-Suudi Arabistan Yakınlaşması Gerçeğe
Dönüşebilir Mi? Yapısalcı Realist Bir Analiz”, International Journal of Economics, Administrative and Social Sciences
(IJEASS), Cilt 1, Sayı: 1, Aralık 2018, ss. 60-100.
[3] Şalom (2023), “İsrail Savunma Bakanı: ‘İran´ın
5 nükleer silah yapmaya yetecek uranyumu var’”, 04.05.2023, Erişim Tarihi:
29.09.2023, Erişim Adresi: https://www.salom.com.tr/haber/127367/israil-savunma-bakani-iranin-5-nukleer-silah-yapmaya-yetecek-uranyumu-var.
[4]
Röportajın tamamı buradan izlenebilir; https://www.youtube.com/watch?v=w0NxI44yBDM.
[5] Jennifer
Holleis (2023), “Suudi Arabistan-İsrail dostluğu: Hayal mi, gerçek mi?”, DW Türkçe, 27.09.2023, Erişim Tarihi:
29.09.2023, Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/suudi-arabistan-i%CC%87srail-dostlu%C4%9Fu-hayal-mi-ger%C3%A7ek-mi/a-66937420.
[6] Al Arabiya English (2023), “Saudi Crown Prince interview with Fox News”, 22.09.2023, Erişim Tarihi: 29.09.2023, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=w0NxI44yBDM (04:00-06:00 dakikalar arasındaki bölümde izlenebilir).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder