11 Temmuz 2023 Salı

Türkiye'den İsveç'in NATO Üyeliğine Yeşil Işık


Giriş

11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta düzenlenen NATO Zirvesi öncesinde, NATO içerisinde Türkiye'nin İsveç'in birliğe üyeliğine karşı çıkması nedeniyle oluşan çatlak, önceki gün varılan mutabakat neticesinde büyük ölçüde giderildi. Böylelikle, Türkiye, Finlandiya'dan sonra İsveç'in üyeliği için de onay vereceğini uluslararası kamuoyuna ilan etti. Bu yazıda, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in çabalarıyla 10 Temmuz 2023 tarihinde Türkiye ile İsveç arasında varılan mutabakatı analiz edeceğim.

İsveç'in NATO Üyeliği Konusunda Türkiye'nin Engelleyici Tutumu 

Rusya Federasyonu ile olan yakın ekonomik ilişkileri ve Rusya-Ukrayna Savaşı konusunda izlediği denge politikası nedeniyle son dönemde farklı bir NATO üyesi profili sergileyen Türkiye, Finlandiya ve İsveç'in birliğe üyelikleri konusunda da konuyu ulusal çıkarları açısından değerlendirmek yönünde bir politikaya yönelmiş ve ancak kendi güvenlik endişelerinin giderilmesi halinde bu ülkelerin askeri alyansa dahil olmasına izin vereceğini ilan etmiştir. Bu süreç, 2022 NATO Madrid Zirvesi öncesinde Türkiye, Finlandiya ve İsveç arasında imzalanan üçlü muhtıranın (Madrid Mutabakatı) ardından Türkiye'nin herhangi bir güvenlik sorunu yaşamadığı Finlandiya için görece hızlı ve kolay olurken, düşünce özgürlüğünün anavatanı kabul edilen İsveç'te terör örgütü sempatizanlarına ve Kuran-ı Kerim yakan provokatif kişi ve gruplara İsveç devletinin müsamahakâr tutumu nedeniyle, oldukça sancılı olmuştur.

Öyle ki, Ankara'nın baskısı üzerine İsveç devleti terörle mücadele mevzuatında değişikliğe gitmiş, Ankara'ya yönelik silah satışı kısıtlamalarını kaldırmış ve terör örgütü PKK başta olmak üzere siyasal şiddeti savunan grupların eylem hürriyetlerinin kısıtlanması ve suçluların iadesi konusunda Ankara'ya yakın durmaya çalışmıştır. Buna karşın, bu süreçte İsveç'te yaşanan Kuran yakma olayları Türkiye kamuoyu ve İslam dünyasında çeşitli tepkilere neden olmuş ve İsveç devletinin bu konuda sergilediği olumlu tutuma rağmen, Ankara, geçmişte Batı ülkeleri ile müzakerelerde değerlendiremediği kozları da düşünerek (örneğin Yunanistan'ın 1980'lerde, Fransa'nın 2000'lerde NATO'nun askeri kanadına dönüşlerine karşılık somut bir kazanım elde edilememesi), bu konuda kendi ulusal çıkarlarını maksimize etme yönünde hareket etmiştir. Kulislerde önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetin ABD ile ilişkilerin ısınması ve F-16 savaş uçaklarının Türkiye'ye satışında ısrarcı olduğu vurgulanmış, 10 Temmuz görüşmesi öncesinde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği yolunun açılması" çıkışı gündeme oturmuştur. Her ne kadar Avrupalı yetkililer bu iki konunun birbirinden ayrı olduğunu ifade etseler de, Türkiye'nin milli menfaatlerini gözeten dış politika yaklaşımı, uluslararası kamuoyunda dikkat çekmiş ve Ankara'nın kolay lokma olmadığını göstermiştir. 

10 Temmuz Uzlaşısı 

NATO Zirvesi'nin hemen öncesinde Vilnius'ta NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in arabulucuğunda gerçekleştirilen görüşmede, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İsveç Başbakanı Ulf Kristersson bir araya gelmişlerdir. Görüşme sonunda yapılan açıklamada Türkiye'nin İsveç'in NATO'ya üyeliğine destek vereceği vurgulanırken, İsveç'in de terör örgütlerine destek vermeyeceği, Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinin canlandırılmasını etkin şekilde destekleyeceği ve bu desteğe AB ve Türkiye arasındaki Gümrük Birliği anlaşmasının modernizasyonu ve vize serbestisinin de dahil olduğu vurgulanmıştır. İki ülke, ayrıca, bu Uzlaşı kapsamında Türkiye-İsveç Ortak Ekonomik ve Ticaret Komitesi (JETCO) aracılığıyla ikili ekonomik ilişkilerini geliştirmek konusunda da mutabık kalmışlardır.

Bu görüşmeyi İsveç için "iyi bir gelişme" olarak değerlendiren İsveç Başbakanı Kristersson'un yanı sıra, ABD Başkanı Joe Biden, Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak ve Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock da bu gelişmeden duydukları memnuniyeti dile getirmişlerdir. Böylelikle, Batı'nın askeri birliği olan NATO'nun üye sayısının yakın bir gelecekte 32 olması neredeyse kesinleşmiştir.

10 Temmuz Uzlaşısı, NATO açısından tarihi derecede önemli bir gelişme olsa da, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in de ifade ettiği üzere, aslında geçen yıl varılan Madrid Mutabakatı'nın yenilenmesinden ibarettir. Buna ek olarak, bu Uzlaşı ile birlikte NATO'da ilk defa terörle mücadele için özel bir Koordinatör'ün atanması karara bağlanmıştır. Koordinatör'ün önümüzdeki günlerde Genel Sekreter Jens Stoltenberg tarafından atanması ve üye ülkeler arasında terörle mücadele konusunda iş birliği ve koordinasyonu sağlaması bekleniyor.

10 Temmuz Uzlaşısı Türkiye İçin Bir Diplomasi Başarısı Mıdır?

Peki, Türkiye'nin İsveç'in NATO'ya üyeliğine bazı şartların yerine getirilmesi sonrasında yeşil ışık yakması Ankara için bir siyasi başarı kabul edilebilir mi? Öncelikle bu noktada Türkiye ekonomisinin yabancı sermayeye bağımlı kırılgan durumu nedeniyle Ankara'nın ekonomik açıdan zor bir dönemden geçtiği şu sıralarda diplomasi masasında elinin çok güçlü olmadığını belirtmek gerekir. Türkiye'nin AB üyelik sürecinin fiilen donmuş olması, kuşkusuz Türkiye'ye hem Batı, hem de Doğu/İslam dünyasından 2000'lerde akan sermaye akışının durmasına neden olmuştur. Zira AB üyesi olması beklenen bir Türkiye'ye bir dönem hızla yönelen uluslararası sermaye, Türkiye'nin üyelik sürecinin fiilen durması ve geleceğinin daha belirsiz hale gelmesinin ardından başka güvenilir limanlara yönelmiştir. Bu durumu fark eden Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Vilnius Zirvesi öncesinde Türkiye'nin AB üyeliğine İsveç'in desteğini garanti ederek, önemli bir kazanım sağlamış ve ekonomiye yeniden canlılık kazandıracak bir açılım yapmaya çalışmıştır. Ancak elbette 27 üyeli dev bir yapı olan AB içerisinde İsveç'in desteğinin sağlanması Ankara için yeterli değildir. Daha önemli olan, Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya gibi büyük ülkelerin desteğinin sağlanmasıdır. Zira geçmişte Türkiye'nin üyeliğine en büyük desteği veren Birleşik Krallık -Brexit sonrasında- günümüzde Birlik'in dışındadır ve Türkiye'ye yakın duran AB üyesi ülke olarak belki de sadece Macaristan ve kısmen Polonya'dan söz edilebilir. Bu nedenle, İsveç hamlesi kuşkusuz bir başarısızlık değil, tersine sınırlı da olsa bir başarıdır. 

Bunun dışında, Ankara, bence İsveç'le giriştiği diplomasi sürecinde ABD'ye de siyasi mesaj verme gayretinde olmuştur. Bu şekilde, Türkiye, Washington'a Suriye'de PKK türevi terör örgütleriyle (PYD/YPG) geliştirdiği yakın ilişkileri sonlandırması durumunda Türk-Amerikan ilişkilerinin düzelebileceğine dair önemli bir sinyal vermiştir. Zira İsveç'in üyeliği, bu ülkenin terörle mücadele konusunda attığı ve Ankara'yı memnun eden bazı adımlar sonrasında hayata geçirebilecek hale gelmiştir. Bu bağlamda, ABD'nin de bu süreçten önemli mesajlar çıkarması ve Türk-Amerikan ittifakının yeniden tesisi için Suriye'de uzun vadeli bir plan konusunda Ankara ile uzlaşması gerektiği ortadadır. 

10 Temmuz Uzlaşısı, Türkiye'nin Rusya ile ilişkileri açısından da önemlidir. Zira Rusya ile yakın ilişkilerine karşın Kırım ilhakını tanımayan, Rusya'nın Ukrayna topraklarını işgal etmesine karşı çıkan ve son olarak Ukrayna'nın NATO üyeliğine de açıktan destek veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rus lider Vladimir Putin'le yakın dostluğuna karşın, Rusya'ya bu süreçte çaresiz olmadığını ve Batı ile ilişkilerinin devam ettiğini ilan etmiştir. NATO Zirvesi öncesinde Genel Sekreter Stoltenberg'den Ukrayna'nın NATO üyeliğine destek mesajı verildiği de hesaba katılırsa -ki bu konuda ABD Başkanı Biden örneğin çok daha ihtiyatlıdır-, Ankara, Moskova'yı Batı ülkelerini Rusya'ya karşı toptan bir cepheleşmeye itecek politikalara yönelmemesi konusunda ikaz ettiği de düşünülebilir. Eski tip jeopolitik algılara dayalı bir devlet olan Rusya, taktik nükleer silahlara sahip olması nedeniyle Ukrayna'yı kolay bir lokma olarak görüp rahat bir zafer kazanacağını düşünürken, değişen dünyanın dinamiklerini daha iyi anlayan Türkiye, günümüzün gelişmiş insan hakları ve demokrasi bilinci ortamında başka bir ülkenin topraklarını işgal etmek ve işgalcilere direnen halkına karşı nükleer silah kullanmanın uluslararası kamuoyu ve vicdanlarda asla kabul görmeyeceğini anlamış ve bu sayede bu süreçte Rusya'yı kendisine bağımlı hale getirmiştir. Öyle ki, Batı ile tüm ekonomik bağları kesilen Rusya, ekonomik açıdan ayakta kalabilmek adına Türkiye'yi de kaybetmemek zorundadır. Bu nedenle, Moskova'nın Ankara'nın Suriye ve Kafkasya'daki taleplerine karşı çok daha duyarlı davranacağı yeni bir dönemin dahi başlayabileceği söylenebilir. 

Sonuç

Sonuç olarak, Türkiye, dış politikasında Realizm ve İdealizm dengesini iyi gözeten bir ülke olarak son dönemde diplomasideki başarılarıyla dikkat çekmektedir. Bu başarıların daha da görünür ve etkili olmasının önündeki tek engel ise Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığının olmayışı ve ekonomisinin sıcak para ve yabancı sermayeye bağımlı olmasıdır. Bu süreçte, Rusya gibi bir aşırı Realist devlet, nükleer gücüne dayanarak her istediğini yapabileceğini düşünüp Ukrayna'da çamura saplanırken, İsveç gibi düşünce özgürlüğü adı altında kutsal kitaplara ve insan hayatını hiçe sayan terör örgütlerine çanak tutan İsveç gibi aşırı İdealist ülkeler de, yasalarını sertleştirmek zorunluluğuyla yüzleşmişlerdir. Bu da göstermektedir ki, Türk Dış Politikası doğru yoldadır ve aşırı uçlar arasında dengede olmak her zaman daha iyidir...

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 


Hiç yorum yok: