Marie Jégo, Fransız Le Monde gazetesinin Türkiye muhabiridir. 2005-2014 yılları arasında Le Monde'un Moskova (Rusya) muhabirliğini yapan Jégo, Rusça, Çince ve gazetecilik eğitimi almıştır. Marie Jégo ile Taksim'de Fransa-Türkiye ilişkilerinin güncel durumunu konuştuk.
Ozan Örmeci: Fransa-Türkiye ilişkilerinin güncel durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Marie Jégo: Fransa-Türkiye ilişkileri iyi durumda; en azından Nicolas Sarkozy’nin Elize Sarayı’nda olduğu 2007-2012 dönemindeki ani öfke patlamalarına daha az konu oluyor. François Hollande, Cumhurbaşkanlığı (2012-2017) döneminde Sarkozy döneminde kırılan ve dökülen ilişkilerin parçalarını toparlamayı başardı. 2015, 2016 ve 2017 yıllarında büyük bir terör dalgasıyla karşılaşan Fransa, Türkiye ile ilişkilerini özellikle güvenlik alanında pekiştirdi. Türkiye lideri Recep Tayyip Erdoğan, her saldırı sonrasında Hollande’ı arayarak taziyelerini iletti ve iki lider sıklıkla telefonlaştılar. Hatta 2015 Ocak ayındaki Charlie Hebdo saldırısı sonrasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nu dünya liderleriyle birlikte Paris sokaklarında katledilen gazetecilere destek amacıyla yürümesi için Fransa’ya bile gönderdi. Hz. Muhammed karikatürlerinin yayınlanmasının muhafazakâr İslami bir seçmen tabanına yaslanan AK Parti için ne derece provoke edici olabileceği düşünülünce, bu, eşsiz bir jest idi.
Ancak 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında ilişkilerde soğuma yaşandı. Başarısız darbe girişimi sonrasında, Türkiye’nin Avrupalı müttefikleri, Ankara ile empati yapamadılar. Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de yaşanan büyük tasfiyeler de Türkiye ile Avrupalı müttefiklerinin arasını açtı. 2017 Mart ayında, Türkiye ile Avrupa arasındaki kriz, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’e “Nazi” benzetmesi yapılması sonrasında zirveye çıktı. Krizin nedeni, Almanya ile birlikte Hollanda ve Avusturya gibi diğer bazı Avrupalı devletlerin Türk Bakanların anayasa referandumu öncesinde Avrupa’daki Türk diyasporasına yönelik seçim propagandası yapmasını istememeleriydi. Ama Fransa-Türkiye ilişkileri bu dönemde bu tartışmalardan uzakta ve güvende kaldı. Diğer Avrupalı ülkelerine aksine, Fransa, bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Metz-Moselle’deki mitingine izin verdi. Zira Fransa tarafınca, bir Bakan’ın kendi ülkesinin Konsolosluğu’na girmesinin engellenmesi kabul edilebilir bir tavır değildi.
Lakin ilişkilerde olumsuz gelişmelerin yaşanması, son olarak Fransa Dış İşleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın 12 Kasım 2018 tarihinde Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili olarak Türk tarafınca kendilerine bilgi ve kanıt verildiği iddiasını reddetmesi gibi olaylardan da anlaşılabileceği üzere her zaman mümkün. France 2 televizyonuna verdiği demeçte Türkiye Cumhurbaşkanı’nı “siyasi bir oyun oynamak”la eleştiren Le Drian, “Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bize vereceği bilgiler varsa bunları vermelidir” diye sözlerine devam etmişti. Ancak Le Drian, Türk tarafının bilgileri Fransız yetkililerine ulaştırdığından haberdar değildi. Bu gibi krizler zaman zaman ilişkilerde sorun yaratsa da, Fransa-Türkiye ilişkileri istikrarlı durumda.
Fransa-Türkiye ilişkileri iki noktada sağlam şekilde temelleniyor: (1) terörizmle mücadele konusundaki işbirliği ve (2) Gümrük Birliği anlaşması sonrasında hızla gelişen ekonomik ilişkiler. Savunma sanayii alanındaki işbirliği de ihmal edilmemeli. 2016 yılı Aralık ayında, Avrupalı VEGA fırlatma sistemi, Türkiye adına Göktürk-1 gözlem uydusunu devreye soktu. Göktürk-1, Thales Alenia Space firması ve Türkiyeli ortakları TAİ, ASELSAN, ROKETSAN ve TÜBİTAK tarafından geliştirildi. Ayrıca Türkiye, 2017 Kasım ayında İtalyan-Fransız ortaklığı Eurosam’dan füzeler almak için bir niyet mektubu imzaladı.
Ozan Örmeci: Sizce Emmanuel Macron’un Cumhurbaşkanlığı döneminde Fransa-Türkiye ilişkilerinde olumlu yönde gelişmeler yaşanabilir mi?
Marie Jégo: Uluslararası siyasetteki dalgalanmalar nedeniyle şu an için bu konuda konuşmak zor. İlk bakışta, iki lider Erdoğan ve Macron’un kimyaları tutmuş gibi gözüküyor. Erdoğan Ocak 2018’de Elize Sarayı’nda ağırlandı ve Macron da 27 Ekim’de İstanbul’daki Suriye Zirvesi’ne Vladimir Putin, Angela Merkel ve Erdoğan’la birlikte katıldı. Her ne kadar medyada çokça işlenen bu zirveden önemli bir siyasi karar ya da çözüm yöntemi çıkmasa da, geçtiğimiz gün Paris’te düzenlenen Birinci Dünya Savaşı anma törenlerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılmasından da anlaşılabileceği üzere, iki lider konuşmaya devam ediyorlar.
Bazı dış politika konularında Ankara ile Paris aynı yönde tepki gösteriyorlar. Örneğin, her iki ülke de, Suriye konusunda, Beşar Esad başta kaldığı sürece kalıcı bir siyasi çözüm olmayacağını düşünüyorlar. Yine İran nükleer programından ABD’nin çekilmesi ve İran’a yönelik yeni Amerikan yaptırımları konusunda da iki ülke benzer tepkiler veriyorlar. Bunların dışında, Türkiye'nin kriz bölgelerinde yer alan bir ülke olarak özellikle Suriyeli mülteci krizinde 3,5 milyon mülteciye bakarak büyük bir sorumluluk üstlendiğini anlayan Avrupa Birliği (AB), Avrupa’ya yasadışı göç akınını durdurmak için Ankara ile bir anlaşmaya varmıştı. Türkiye’nin Suriyeli mülteciler için Türkiye içerisinde ve Suriye sınırının ötesinde Azez, Cerablus ve El Bab gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nce kontrol edilen yerlerde yaptıklarının bilincinde olan AB, Ankara’ya ayrıca 6 milyar avro yardım yapmayı taahhüt etmişti.
Mülteci konusu AB için en önemli kırmızı çizgi durumunda. 28 üye devlet bu konuda ortak bir politika geliştiremiyorlar. Vişegrad Grubu ülkeleri (Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti veya Çekya ve Slovakya) mülteci kabul etmeyi reddettiler. Diğer Avrupalı aşırı sağ gruplar da bunu örnek almaya başladılar. 2016 yılında 1 milyon civarında Suriyeli mülteciye Alman lider Angela Merkel’in sığınak sağlamasının ardından, sağ-milliyetçi, popülist ve ırkçı hareketler Almanya, İtalya, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerde atağa geçerek, 2019 Mayıs ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde bir rüzgâr yakaladılar.
Brexit süreciyle meşgul olan ve yükselen popülizm dalgası karşısında zayıflayan AB’nin şu an genişleme gibi bir gündemi yok. Bu konuda, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, gerçekleri söylemeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı 2018 Ocak ayında Elize’de konuk eden Macron, “Türkiye’nin son dönemdeki manevra ve seçimleri bu konuda hiçbir ilerlemeye imkân sağlamıyor” demiş ve “Yeni başlıkların açılmasının mümkün olacağı yönündeki ikiyüzlü ve hatalı tavırdan kurtulmak zorundayız” diye konuşmuştu. Buna karşın, Macron, Türkiye’nin Avrupa limanına demirlemesinin önemini savunmuş ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bağlı kalması gerektiğini vurgulamıştı. Ayrıca iki taraf arasındaki diyalog ve ilişkinin yeniden tanımlanması gerektiğini belirtmişti.
Şimdilik, Türkiye ve AB, işler durumda olan konuları devam ettirmek zorundalar. Gümrük Birliği güncellenmeli, göç krizi konusunda işbirliği sürmeli, terörle mücadele konusundaki işbirliği de devam etmeli ve tabii ki sivil toplumu güçlendiren demokratikleşme reformlarına hız kazandırılmalı. Türkiye’de ifade özgürlüğünün aşınması, Ankara’nın diğer Avrupalı partnerleri gibi Fransa’yı da rahatsız ediyor. Hatta diyebiliriz ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa’daki imajı, ifade özgürlüklerine yönelik engellemeler ve gazeteciler, avukatlar, yazarlar ve insan hakları savunucularının hapsedilmesi nedeniyle son dönemde ciddi anlamda bozuldu. Ancak bazılarının düşündüğünün aksine, bunun nedeni Türkiye hakkında Avrupa basınında çıkan olumsuz haberler değil. Bunun nedeni; Türkiye’de akademisyenlerin bir imza kampanyası nedeniyle yargılanabilmeleri, Mehmet Altan-Ahmet Altan kardeşlerin düşünceleri ve yazdıkları nedeniyle ömür boyu hapse mahkûm edilmeleri, HDP milletvekillerinin tutuklanmaları ve Osman Kavala’nın bir yılı aşkın süredir iddianame olmadan hapiste tutulması gibi bir hukuk devletine yakışmayan olaylardır. Ek olarak, tüm yetkilerin tek bir kişide toplandığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin rafa kaldırıldığı bir Türkiye, haliyle Batılı demokrasilerden giderek uzaklaşıyor. Türkiye’de son dönemde özgürlüklerin hızla geriye gittiği bir gerçek; ancak bu başdöndürücü gerilemeyi Fransa Cumhurbaşkanı veya diğer Avrupalı liderlerin durdurması mümkün değil. Bu konuda bir şey kesin; Macron, Türkiye ile ilişkileri insan hakları sorunlarına kurban etmek istemiyor.
Ozan Örmeci: Fransa-Türkiye ilişkilerinde en önemli sorunlar nelerdir?
Marie Jégo: Şu an için en önemli sorun, Fransa’nın YPG’nin de parçası olduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile yardımlaşması. 2018 Mart ayında SDG temsilcilerini Elize’de kabul eden Macron, bu Kürt gruplarına destek veriyor. Cumhurbaşkanı, bu gruplara, IŞİD (DEAŞ) terör örgütüne karşı gösterdikleri mücadele ve Suriye’nin kuzeyinde istikrarın sağlanmasına yönelik yaptıkları katkılar nedeniyle saygı gösteriyor. Öte yandan, Fransa’nın AB ve ABD ile birlikte PKK’yı terör örgütü olarak gördüğünü hatırlatmak gerekiyor. Ancak Paris ve Washington için, YPG ve PYD gibi gruplar, PKK’dan ayrıştırılması gereken Kürt siyasal oluşumları. Bu durum ikili ilişkileri bozabilir. Fransız askerleri, Suriye’nin kuzeyinde Amerikalılar ve SDG’nin kontrol ettiği bölgede görev yapıyorlar. Ancak Türkiye için, bir numaralı düşman PKK’nın bir uzantısı olarak görülen SDG’nin kontrol ettiği alanları genişletmesi, Beşar Esad’ın görevini terk etmesinden bile daha önemli bir sorun.
Öte yandan, Fransa, diğer NATO üyeleri gibi, Ankara’nın Moskova’dan S-400 hava savunma sistemi satın almasıyla somutlaşan Türk-Rus işbirliğinden de endişe ediyor. Bu hava savunma sisteminin NATO ile uyumlu olmadığı düşünülüyor. Son iki yılda, Türkiye iç siyasetinin gelişimi de oldukça ilginç bir hâl aldı; Ankara, bir ayağı NATO’da, diğer ayağı dışarıda, geleneksel müttefikleriyle istikrarsız bir ilişki kurmaya başladı.
Röportaj: Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 12.11.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder