3 Mart 2015 Salı

Doç. Dr. Hakkı Uyar'la Türk Siyasal Hayatı Üzerine Mülakat


Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hakkı Uyar’la Türk Siyasal Hayatı üzerine bir e-mülakat gerçekleştirdik. Kendisi hakkında detaylı bilgilere http://kisi.deu.edu.tr/hakki.uyar/ adresindeki web sitesinden ulaşabilirsiniz.
Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: Hocam mülakat önerimizi kabul ettiğiniz için öncelikle size teşekkür ederiz. İlk olarak, Türk Siyasal Hayatı konusunda uzman bir isim olarak, 2002 yılından beri güçlenerek iktidardaki konumunu pekiştiren Adalet ve Kalkınma Partisi’ni bundan önceki merkez sağ ve İslamcı sağ partilerle kıyasladığınızda nasıl değerlendirdiğinizi öğrenerek başlamak isterim. Sizce din-siyaset ilişkisi, Kürt Sorunu’na bakış, tek parti dönemine ve Kemalizm’e yaklaşım ve sivil-ordu ilişkileri bağlamında Adalet ve Kalkınma Partisi Erbakan çizgisine mi yoksa Menderes çizgisine mi daha yakındır?
Doç. Dr. Hakkı Uyar: Batı dünyasında kurulan siyasal partilerin, modernleşmenin ve kapitalistleşmenin sonucunda oluşan modern toplumsal sınıfların/kesimlerin çıkarlarını temsil etmek amacıyla ortaya çıktıkları görülmektedir. Nitekim, modern İngiltere’nin siyasal, ekonomik ve toplumsal yapısının şekillendiği 17. yüzyılda, muhafazakarların temsilcisi Tory’ler ve liberallerin temsilcisi Whig’ler parlamentoda birer siyasal grup olarak ortaya çıktılar.
Türkiye’deki siyasal partilerin ortaya çıkışında ise, durum tamamen farklıdır. Bu farklılıklar şu noktalarda belirginleşmektedir: Türkiye’deki partiler modernleşmenin ve sınıf mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkmamışlardır. Bununla bağlantılı olarak, parlamenter zeminde, legal olarak kurulmamışlardır. Hatta siyasal parti olarak değil, gizli cemiyet olarak ortaya çıktılar. Yine bununla bağlantılı olarak onların amacı sınıfsal/toplumsal mücadele değildi; çöken “devleti kurtarmak”tı. Dolayısıyla Batı’da siyasal muhalefet modernleşmenin neticesinde ortaya çıkarken, Türkiye’de modernleşememekten kaynaklanıyordu. Türkiye’de yer altı örgütlenmesi temelindeki cemiyetlerin partiye dönüşmesi söz konusuydu. Batı’da değişimin öncülüğünü burjuvazi yaparken, Türkiye’de onun boşluğunu bürokrasi doldurmaya çalışıyordu. Ancak elbette ki başka şekil ve amaçlarla… Sonuçta görülen odur ki, Türkiye’deki siyasal partilerin önemli bir bölümü cemiyet temelli iken (Fedailer Cemiyeti, Genç Osmanlılar Cemiyeti, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetleri), diğer önemli bir kısmı da cemaat temellidir. Bunların etkisinin günümüzde de devam ettiğini söylemek abartılı olmayacaktır.
Osmanlı Devleti, kuruluşundan yıkılışına kadar geleneksel bir toplum, yani tarım toplumu olarak kaldı. Bazı modernleşme çabalarına rağmen, Osmanlı Devleti bir sanayi toplumuna dönüşemedi. İki büyük devrime; Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi’ne uyum sağlayamadı. Osmanlı devlet adamları, 16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin “ebed müddet”, yani sonsuza dek yaşayacağını düşünmekteydiler. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, devlet adamları ve aydınlar için temel sorun, devletin nasıl kurtulacağı idi. “Bu devlet nasıl kurtulur?” sorusuna çok çeşitli yanıtlar verildi. Bu sorun karşısında, Osmanlı Devleti’nde ilk kez modern anlamda siyasal muhalefet hareketinin doğduğunu söylemek gerekir (Kuleli Vakası ve Genç Osmanlılar/Jön Türk hareketi). II. Abdülhamit’in istibdat yönetimi altında dağılan Jön Türk hareketinin yerini, 1889 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti aldı. Bu cemiyet de, bir illegal örgüttü. Cemiyet’in amacı; II. Abdülhamit’in istibdat yönetimine son vermek, Kanun-u Esasi’nin (Anayasa) yeniden yürürlüğe girmesini sağlamak ve Meşrutiyet yönetimini tekrar kurmaktı.
İttihat ve Terakki, 1902 yılında Paris’te bir kongre topladı. Bu kongrede, II. Abdülhamit yönetimine karşı nasıl bir politika izleneceği ve Meşrutiyet’in yeniden ilanı için neler yapılacağı konuları ele alındı. Ancak, izlenecek politikalar nedeniyle kongrede İttihatçılar ikiye bölündüler. Bu bölünme, Türkiye’de bugünkü merkez sol ve merkez sağ’ın temelini oluşturmaktadır.
Ahmet Rıza Bey’in liderliğindeki “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” Auguste Comte’un, Osmanlı hanedanı ile anne tarafından akraba olan Prens Sabahattin’in liderliğindeki “Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti” ise Frederic Le Play’in görüşlerinin etkisi altındaydı. Her iki grup arasında, 1902 tarihinde Paris’te yapılan kongrede, “devrim” aşamasında (1908) ordunun ve yabancı devletlerin rolünün ne olacağı konusunda anlaşmazlık çıktı. Ahmet Rıza Bey grubu, devrim aşamasında ordunun rol oynamasını gerekli görürken, yabancı devletlerin karışmasını istemiyordu. Prens Sabahattin grubu ise, devrim aşamasında ordunun müdahalesine karşı çıkarken, yabancı ülkelerle işbirliği yapılabileceğini savunuyorlardı. Her iki grubun devrim sonrasındaki yönetim modelleri de ayrıydı. İttihatçılar (Ahmet Rıza Bey grubu); aydın, asker-sivil bürokratların önderliğinde merkezi bir yönetim kurmayı amaçlıyordu. Teşebbüs-ü Şahsiciler (Prens Sabahattin grubu) ise; yerli ve yabancı burjuvazinin işbirliğine dayanan, merkezi olmayan ve bireysel girişimleri destekleyici bir yönetim biçimi istemekteydiler.
Ahmet Rıza Bey grubu, II. Meşrutiyet’in ilanında rol oynayan ve bu dönemde iktidarda bulunan gruptu. Bunlar, İttihat ve Terakki Fırkası’nı kurdular. İttihat ve Terakki’yi merkez sol çizgisinin ilk partisi olarak kabul edebiliriz. Onun çizgisini Cumhuriyet döneminde CHP devam ettirdi. Prens Sabahattin grubu ise, II. Meşrutiyet döneminde muhalefette idi. Bu grup; II. Meşrutiyet döneminde Ahrar, Osmanlı Demokrat, Ahali, Hürriyet ve İtilaf Fırkaları içinde yer aldılar. Merkez sağ’ı temsil eden bu partilerin Cumhuriyet dönemindeki devamı olarak da, TpCF, SCF, DP, AP, ANAP ve DYP’yi sayabiliriz.
AKP’nin bu tarihsel süreç içerisinde iki ayak üzerine oturduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan biri cemiyet temelidir. Cemiyet temelli ayağının Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na dayadığını söyleyebiliriz. Cemaat temeli ise, Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi’nin de dayandığı dinsel cemaatlerdir. AKP’yi Erbakan hareketinden ayıran özellik ise; Nakşibendi kökenin dışına çıkabilmesi ve diğer dinsel cemaatleri de kapsayabilmesidir. Bunu bir miktar geçmişte Özal’ın ANAP’ı da yapabilmişti. Ancak AKP’nin kapsayıcılığı hepsinin çok ötesindedir.
AKP’nin dinsel cemaat kökeni ya da İslamcı kimliği, onun hem 200 yıllık Osmanlı/Türk modernleşme tarihiyle, hem de Cumhuriyetin kurucu değerleriyle ve Tek Parti dönemiyle sorunlu olmasını anlaşılır kılmaktadır.
Kürt meselesine bakışını, II. Abdülhamit’in kullandığı İslami şemsiye ile paralel değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
Erbakan’a mı, Menderes’e mi daha yakın olduğu konusunda, AKP’nin melez bir parti olduğu düşüncesindeyim. Tarihsel anlamda kökleri Hürriyet ve İtilaf’a kadar giden cemiyet (oradan da DP’ye uzanan muhafazakar sağ siyaset) ve Erbakan’ın partilerinin dayandığı dinsel cemaat temelinin melezidir bu durum. Bu haliyle pek de demokratik bir kültürden beslenmez.
Ordu ile ilişkileri 1902 Paris Kongresi’ndeki Prens Sabahattin’in tezlerine benzemekle beraber, ordunun iktidarın emrinde olması ya da İkinci Meşrutiyet dönemindeki Halaskaran Zabitan yapılanmasında olduğu üzere kendine hizmet ettiği sürece çok da sorunlu değildir.
AKP siyasal anlamda İslami bir kimlikle harmanlanmış otoriter bir siyasal söylemi temsil etmektedir. Yeri geldiğinde bu eğilimi milliyetçilikle desteklemektedir. Ancak bu, bir hayli pragmatik bir tarzdadır.
Giderek otoriterleşen bu siyasal yapı, 200 yıllık modernleşme tarihinin kurumlarını ve değerlerini de tahrip etmektedir. Modern toplumun ve devlet yapılanmasının yarattığı Tanzimat’tan bugüne kökleşmiş olan kurumlar; Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Merkez Bankası, Anayasa Mahkemesi gibi kurumların siyasal iradenin emrine girmesinin istenmesi ya da bu yönde tahrip edilmesi, kuvvet ayrılığının da giderek zayıflatılması, hem Türk demokrasisi ve hem de modernleşme tarihimiz açısından hiç de olumlu sonuçlar doğurmayacaktır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: 2002’den beri anamuhalefet partisi konumunu koruyan Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek partili dönemden günümüze kadar geçirdiği ideolojik evrimi kısaca nasıl özetleyebilirsiniz? Sizce Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP’de önemli bir değişim süreci yaşandı mı?
Doç. Dr. Hakkı Uyar: CHP, yukarıda sözünü ettiğim cemiyetten fırkaya geçişin örneklerinden birini oluşturmaktadır. Nasıl İttihat ve Terakki Fırkası, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin dönüşmesiyle ortaya çıktıysa, CHP de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin dönüşmesiyle ortaya çıktı.
Türkiye’nin 200 yıllık modernleşme tarihini -İlhan Tekeli-Selim İlkin’e göre- dört döneme ayırmak mümkündür:
  • Utangaç Modernite Projesi: 1839-1923
  • Köktenci Modernite Projesi: 1923-1950
  • Popülist Modernite Projesi: 1950-1980
  • Modernite Projesinin Aşınması: (1980 sonrası).
Kemalist modernleşmenin radikal olmasının nedeni, yaklaşık 100 yıldan beri devam etmekte olan Osmanlı modernleşmesinin imparatorluğu kurtarmaya yetmemesidir. İmparatorluğun son 40 yılında yaşanan üç büyük travma (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Birinci Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı) sonucunda, imparatorluğun tamamen dağılması ve imzalanan Mondros-Sevr antlaşmaları, modernleşme hareketinin köktenci bir nitelik kazanması sonucunu doğurdu. Mustafa Kemal’in liderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşı ile Sevr’in yerini Lozan’ın almasıyla kurulan yeni ulus-devlet, tekrar çöküş tehlikesiyle karşı karşıya kalmamak için devrimci bir yöntem benimsedi. Bunun ilk işaretlerini daha Kurtuluş Savaşı yıllarında bulmak mümkündür.
CHP, A-RMHC’nin fırkaya/partiye dönüşmesi ile ortaya çıktı. Partinin kuruluşunda Milli Mücadele vurgusu dikkat çekicidir. Parti kuruluş tarihi olarak 9 Eylül 1923 tarihini -İzmir’in kurtuluşunun birinci yıl dönümü- ve ilk Kurultay’ı olarak Sivas Kongresi’ni kabul etmektedir.
CHP tarihi açısından birinci dönüm noktası ülkeyi kurtaran partinin Cumhuriyeti kurmasıdır. CHP, bunu gerçekleştirirken iki meşruiyet temeline dayandı:
  • Ülkeyi kurtaran Müdafaa-i Hukuk temelinden gelme (başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere CHP yöneticilerinin Milli Mücadele’yi kazanmış olmalarının verdiği karizma).
  • Tüm toplumsal kesimleri temsil etme iddiası (Ulusal bir parti olarak CHP, sınıfsal yapının pek de gelişkin olmadığı bir ortamda “Sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir kitle” düşüncesine dayanıyordu).
CHP tarihi açısından ikinci dönüm noktası, iç ve dış dinamiklerin de etkisiyle ve ama özellikle de modernleşme politikasının bir sonucu olarak, çok partili hayata geçişti. Bu, dünyada bir tek parti yönetiminin kendiliğinden çok partili hayata geçmesi açısından bir ilk niteliği taşımaktaydı.
CHP’nin üçüncü büyük dönüm noktası, değişen ülke ve dünya koşullarına uyum sağlayarak "ortanın solu" politikasına yönelmesidir. Böylece Türkiye tarihinde sol kavramının CHP eliyle meşruiyet kazanması söz konusudur. CHP, kendini ortanın solunda ya da sosyal demokrat olarak tanımlayarak, radikal sola da set çektiğini belirtmekteydi.
CHP’nin tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihiyle özdeştir. Bu süreçte CHP, Türkiye’nin dönüşümüyle birlikte kendini yenileyerek hayatını devam ettiren 92 yıllık bir partidir. Üç büyük dönüşümün ilkinin mimarı Atatürk’tür. İkincisinin İnönü’dür. Üçüncüsünün de mimarı İnönü ve yardımcısı Ecevit’tir.
Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, dördüncü bir dönüşümü planlıyor. Giderek otoriterleşen bir siyasal iktidar karşısında demokrasi ve özgürlük devrimi planlamaktadır.
Özetle;
Cumhuriyet Devrimi
Demokrasi Devrimi
Ortanın Solu/Sosyal Demokrasi Devrimi
Devrimlerini tamamlamıştır. Hedefi dördüncü devrimdir:
Demokrasi ve Özgürlük Devrimi.
Ancak iktidar olmak kolay da değildir. Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geldiğinden beri CHP’nin oylarında % 6-7’lik bir artış var. Bu CHP’nin iktidar olmasına yetecek bir oy artışı değildir. Türkiye’de seçmen -belki dünyanın birçok yerinde de olduğu üzere- karizmatik bir lidere, sosyal ve ekonomik anlamda kendi menfaatlerine hitap eden partilere oy veriyor. O karizmatik liderin seçmeni sosyal ve ekonomik menfaatler sağlayacağı konusunda ikna etmesi gerekiyor. Askeri darbeler dışında Türkiye’de siyasal partilerin ya da liderlerin sonunu getiren ise devalüasyon dahil ekonomik kriz. AKP’nin gitmesi için böyle bir ekonomik kırılganlık gerekir ve üstelik CHP’nin de ondan daha iyi şeyler vaat etmesi…

Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: Haziran ayında ülkemizde genel seçimler yapılacak. Seçimlere doğru giderken partilerin stratejilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce seçim sonrasında nasıl bir siyasi tablo ortaya çıkabilir?
Doç. Dr. Hakkı Uyar: Mevcut siyasal kutuplaşma ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkez Bankası üzerinde yarattığı baskının oluşturabileceği dövizdeki ciddi bir artış, dolayısıyla bir devalüasyon AKP iktidarını zor durumda bırakabilir. Henüz 3 aylık bir süreç var ve bu siyaset açısından uzun bir zaman.
AKP’nin daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedefi Başkanlık sistemi… Üstelik bu Başkanlık sistemi kuvvetler ayrılığına dayanan ABD tipi bir Başkanlık sistemi de değil… Türkiye’nin yaklaşık 100 yıllık parlamenter geleneğini ortadan kaldırabilecek ya da sembolikleştirebilecek bir amaç içeriyor. Oysa Türkiye’nin 90 yıllık siyasal sistemi, Cumhurbaşkanı’nın sembolikliğine ya da Cumhurbaşkanı’nın hakemliği sistemine dayanıyor. Türkiye’nin çatışmacı siyasal kültürünün bir gereği bu hakemlik.
CHP ile MHP’nin oylarındaki artış, HDP’nin barajı geçmesi olasılığı AKP’nin -bırakın 400 milletvekilliğini- 300 milletvekili sınırını aşmasını zorlaştırabilir. Ancak HDP’nin barajı geçmesi durumunda yeni Anayasa ve Başkanlık sistemi üzerinden AKP ile yapacağı pazarlık çok belirsiz. Bugün Türkiye’nin geldiği yer fiili başkanlık ve fiili özerklik. Bu noktada Türkiye’yi 7 Haziran sonrasında toplumsal çatışma ve siyasal kaos bekliyor olabilir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: Hocam bize vakit ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum. Başarılı çalışmalarınızın devamını dilerim.

Röportaj: Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 03.03.2015
Doç. Dr. Hakkı Uyar Kimdir?

1969’da İzmir Menemen’de doğdu. 1990 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği anabilim dalından mezun oldu. İzmir Bağyurdu Lisesi’nde bir buçuk yıl kadar tarih öğretmenliği yaptı. 1992 yılında DEÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde araştırma görevlisi oldu. Aynı enstitüde 1990-1993 yılları arasında yüksek lisans, 1993-1998 yılları arasında doktora yaptı. 1998 yılında öğretim görevlisi, 2001 yılında DEÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne yardımcı doçent kadrosuna atandı ve kurucu bölüm başkanlığını yürüttü (2002-2008). Halen DEÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı’nda Doçent olarak görev yapmaktadır. Doktora tezi “Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi” adıyla yayınlandı ve bu kitap 2000 yılında “Afet İnan Tarih Araştırma Ödülü”nü kazandı. 2000 yılında “1923’ten Günümüze CHP Tüzükleri Üzerine Genel Bir Değerlendirme” ile “ ‘Sol Milliyetçi’ Bir Türk Aydını: Mahmut Esat Bozkurt (1892-1943)” adlı kitapları; 2001 yılında da ve “Türk Siyasal Yaşamında Cepheleşmelere Bir Örnek: Vatan Cephesi” adlı kitabı yayınlandı. 2010 yılında Muammer Erten’in anılarını yayına hazırladı: “Topraktan Parlamentoya”. Ardından da son yıllarda “100 Soruda CHP Tarihçesi (1923-2012)”, Karadenizli Bir Politikacı: Aytekin Kotil (1934-1992)” veTürkiye’nin Demokrasi Devrimi: 1950 Seçimleri”  adlı kitapları yayınlandı. Yakın dönem Türkiye tarihi, Türk demokrasi tarihi, CHP tarihi ve Türk modernleşme tarihi üzerine çalışmalarını sürdürmektedir ve bu alanda yayınlanmış birçok makalesi de bulunmaktadır.

Hiç yorum yok: