13 Şubat 2015 Cuma

ABD'nin 2015 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi


Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl Beyaz Saray’ın Kongre’ye sunduğu ve ülkenin güvenlik önceliklerini belirleyen Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi (National Security Strategy) geçtiğimiz günlerde açıklandı.[1] 29 sayfalık belgede, ABD’nin 2015 yılı için öncelikli dış politika ve güvenlik hedefleri belirtilmiş ve bu ülke açısından en önemli tehditlere dikkat çekilmiştir. Bu yazıda, bu belgede öne çıkan hususları sizin için özetlemeye çalışacağım.
Rapor, ABD Başkanı Barack Obama ve Beyaz Saray’ın görüşlerini yansıtan iki sayfalık bir giriş metni ile başlamaktadır. Bu metinde, 2008 ekonomik krizinden bu yana 11 milyon yeni iş yaratmayı başaran Amerikan ekonomisinin gücüne dikkat çekilmiş ve ülkenin kaliteli eğitim sistemiyle birlikte bu durumun ABD’ye her yıl milyonlarca yeni öğrenci ve göçmenin başvuruda bulunmasına yol açan büyük bir avantaj olduğu vurgulanmıştır. Yine bu bölümde, Obama yönetiminin büyük cephe savaşlarının ötesine geçen yeni yaklaşımı kendisi tarafından övülmüş ve Irak ve Afganistan gibi ülkelerde görev yapan Amerikan askerlerinin sayısının birkaç yıl içerisinde 180.000’den 15.000’in altına indirildiği belirtilmiştir. Giriş metninde ayrıca, artan radikal-köktendinci hareketler ve bunlara dayalı olarak gelişen terör, Rus saldırganlığı, iklim değişikliği ve siber tehditler, ABD’nin en önemli güvenlik sorunları olarak sayılmıştır. Amerikan dış politikasının Amerikan vatandaşlarının hayatını korumaya yönelik ve ulusal çıkarlar ekseninde belirlendiğinin de söylendiği bu bölümde öne çıkarılan bir diğer konu ise, Irak ve Suriye’de insan haklarına büyük tehlike arz eden IŞİD ve El Kaide terör örgütlerinin yok edilmesi hedefi olmuştur. Obama döneminde başlatılan Asia Pivot politikasına devam edileceğinin de belirtildiği bu giriş metninde, Trans-Pasifik ticaretin ve özellikle Hindistan’la geliştirilen ekonomik ilişkilerin önemine de dikkat çekilmiştir. Çin’le ilişkilerin ihtiyatlı bir şekilde geliştirilmesinin hedeflendiğinin belirtildiği bu bölümde, ayrıca ABD’nin Afrika açılımı ve Küba’ya yönelik izlenen yeni dış politikanın stratejik boyutu da vurgulanmıştır. ABD Başkanı Barack Obama imzalı bu bölümde dikkat çekilen son konu ise, nükleer silahların yayılması ve özellikle İran nükleer programının barışçıl amaçlarla sınırlandırılması konusunun gündeme getirilmesi olmuştur.
Bu giriş metninden sonra raporun asıl metnine geçilmiştir. Rapor; Giriş (Introduction), Güvenlik (Security), Refah (Prosperity), Değerler (Values), International Order (Uluslararası Düzen) ve Sonuç (Conclusion) şeklinde 6 bölümden oluşturmaktadır. Giriş bölümünde ABD’nin bu metinde açıklanan yeni güvenlik stratejisinin ulusal çıkarlar temelinde geliştirildiği ve ABD’nin güçlü ve kalıcı liderliğini hedeflediği belirtilmiş ve müttefik ülkelerle olan ilişkilerin önemine dikkat çekilerek, yeni yükselen güçlerle yapıcı ilişkiler kurulabileceği ifade edilmiştir. ABD’nin düşmanlarına gerektiğinde caydırıcılık ve hatta bu grupları mağlup edici hamleler yapma konusunda kararlı olduğunun da ifade edildiği bu bölümde dikkat çekilen bir diğer konu ise, ABD’nin bu politikayı oluştururken dikkate aldığı hedeflerin belirtilmesi olmuştur. Bu hedefler;
  1. Evrensel değerler ve uluslararası hukuk çerçevesinde ABD’nin güvenliği ve gelişen ekonomisine uygun şekilde “amaçlara dayalı liderlik etme” hedefi (lead with purpose),
  2. Girişimcilik ve güçlü Amerikan ekonomisi ile Amerikan Ordusu’nun destekleyeceği “güçlü liderlik” modelini inşa etme hedefi (lead with strength),
  3. Hukukun üstünlüğü, demokrasinin korunması ve uluslararası alanda mümkün olduğunca savunulması gibi kriterlere dayanan “örnek liderlik etme” hedefi (lead by example),
  4. Dünya barışı ve istikrarı gibi önemli değerleri sağlamak konusunda sorumluluğu müttefiklere de dağıtmayı öngören “partnerlerle birlikte yönetmek” hedefi (lead with partners),
  5. ABD’nin askeri, ekonomik, kültürel ve diğer tüm unsurlarını birlikte harmanlayan “bütün enstrümanlarla liderlik etmek” hedefi (lead with all the instruments of U.S. power),
  6. Uluslararası düzlemde gücün değişken, göreceli ve dinamik bir olgu olmasının da etkisiyle ortaya çıkan “uzun vadeli liderlik etme” (lead with a long-term perspective) hedefleridir.
Güvenlik başlıklı ikinci bölüme, Amerikan hükümetinin vatandaşlarını koruma görevi hatırlatılarak giriş yapılmış ve bu sorumluluğun sadece ülke içerisini değil, dışarısını da kapsadığı vurgulanmıştır. IŞİD ve El Kaide terörünün tehdit anlamında örnek verildiği bu bölümde, ABD’nin NATO ittifakı ve Birleşik Krallık (İngiltere), Fransa, Almanya, İtalya ve Kanada ile olan özel ilişkilerine dikkat çekilmiştir. NATO’nun tarihinin en güçlü döneminde olduğunun belirtildiği bu bölümde, ayrıca ulusal güvenliğin teminatı olan Amerikan Ordusu’nun güçlendirilmesi gereksinimi vurgulanmıştır. Bu noktada önemli bir tespit; Amerikan Ordusu’nun ilerleyen yıllarda daha küçük olacağının, ancak dominant gücünü kaybetmeyeceğinin belirtilmesidir. Bir diğer önemli tespit; ABD’nin bundan sonra güç kullanma konusunda çok seçici/titiz davranması gerektiğinin belirtilmesi (burada George W. Bush dönemine ve Irak Savaşı’na yönelik eleştirel bir duruş havası verilmektedir) ve ancak Amerikan çıkarları ve vatandaşlarının tehdit edilmesi durumunda bu konuda tereddüt edilmeyeceğinin vurgulanmasıdır. Ancak daha sonra belirtilen “Ulusal Güvenliği Sağlamlaştırmak” (Reinforce Homeland Security) hedefi, Bush döneminden kalma “homeland security” kavramını yeniden gündeme getirmekte, lakin bu konuda yalnızca terör faaliyetlerine/örgütlerine değil, kasırga gibi doğal felaketlere de dikkat çekmektedir. Bu bölümde ayrıca El Kaide ve IŞİD’in ABD’nin çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturan terör örgütleri olarak ifade edilmesi dikkat çekici ve son derece olumludur. Ek olarak, ABD’nin İslam dini ve Müslümanlarla bir savaşta olmadığına dikkat çekilmesi son derece akılcı ve doğru bir adımdır. Güvenlik bölümünde ayrıca kitle imha silahlarının yayılması, iklim değişikliği, sibergüvenlik, uzay güvenliği, hava ve deniz güvenliği ile dünyadaki sağlık sorunlarına ayrıca bölümler ayrılması dikkat çekicidir.
Refah başlıklı üçüncü bölüme, ABD ekonomisinin halen daha dünyanın en büyük, açık ve yenilikçi ekonomisi olduğu tespitiyle başlanmıştır. Bu bölümde, Amerikan ekonomisinin dünyadaki ekonomik ve siyasal istikrarın kaynağı olduğu tespitinin yapılması çok önemlidir. Bu doğrultuda yeni iş imkanları yaratmaya devam edileceği ve reel ücretlerde daha yüksek rakamların hedeflendiği belirtilmiştir. Bu bölümde ayrıca enerji güvenliği konusu alt bir başlıkta özel olarak incelenmiştir. Bu noktada Rusya-Ukrayna krizi nedeniyle Avrupa ülkelerinin yaşadığı sıkıntıya dikkat çekilmiş ve Rusya’nın bu konuyu stratejik bir tehdit unsuru olarak kullandığı mesajı verilmiştir. Bu doğrultuda ABD’nin hedefleri ise; enerji kaynaklarını çeşitlendirmek, enerji alanında rekabetçi bir piyasa düzeni kurmak ve Kuzey Kutbu ve Asya bölgelerinde enerji politikaları anlamında ortaya çıkabilecek çatışmaları çözmek şeklinde sıralanmıştır. Bunlara ek olarak, yine bu bölümde bilim, teknoloji ve girişimcilik anlamında ABD’nin dünyadaki öncü konumunu koruması, Trans-Atlantik ve Trans-Pasifik Yatırım ve İşbirliği hamleleri ile ekonomik düzeni sağlamak ve dünyadaki aşırı fakirliği sona erdirmek önemli Amerikan hedefleri olarak belirtilmiştir.
Değerler adı verilen dördüncü bölümde, ABD’nin güvenlik stratejisinde yer alan temel bazı değerler detaylı şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Bu değerler arasında en dikkat çekenleri; demokrasi, insan hakları ve sivil özgürlüklerin korunması (bu noktada geçmişte ABD’nin kendisinin de kullandığı işkenceye dayalı sorgulama tekniklerine eleştirel bir duruş gözlemlenmektedir), eşitlik, düşünce ve ifade hürriyeti, barışçıl gösteri yapma hakkı gibi temel demokratik hakların korunması ve yayılması, farklı gruplara (eşcinsel, etnik ve dini azınlıklar vs.) da bu temel hakların tanınması, yeni gelişen demokrasilere destek olunması (bu noktada Tunus özel olarak vurgulanmış), sivil toplum örgütleri ve genç liderlerin desteklenmesi ve sivillere yönelik toplu katliamların durdurulması gibi hedeflerdir.
Uluslararası Düzen adı verilen beşinci bölümde, bugün dünyada halen devam eden düzenin ABD ve ona benzer değerleri savunan ülkeler tarafından 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulduğu vurgulanarak, ABD’nin bu alandaki sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu noktada revizyonist bazı ülkelerin son dönemde sıklıkla dile getirmeye başladığı Birleşmiş Milletler’i (BM) yeniden yapılandırma görüşüne hak verilmemekte ve dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunun Amerikan liderliği ve BM yapısı altında bu şekilde bir düzenle hayatlarına devam etmek istedikleri vurgulanmaktadır. Bu doğrultuda, ABD’nin üzerine düşen sorumlulukları yerine getireceği ve uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelere uygun hareket edeceğinin belirtildiği bu bölümde dikkat çeken bir diğer husus ise, bu değerlere saygılı olmayan ülkelerin ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacağının ifade edilmesidir. Asya-Pasifik bölgesinde ABD’nin başlattığı dengeleme politikasının sürdürüleceğinin ifade edildiği bu bölümde, ABD’nin öncelikle bir Pasifik gücü olduğu gibi önemli bir tespit yapılmıştır. ABD’nin ekonomik büyümesinin önümüzdeki 5 yılda daha çok Asya-Pasifik bölgesine doğru olacağını belirten rapor, Kuzey Kore tehlikesine dikkat çekerek, ABD müttefiki Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Filipinler gibi ülkelerle olan ilişkilerin öneminin altını çizmiştir. ASEAN ve benzeri bölgesel ekonomik yapıların öneminin de vurgulandığı bu bölümde, ABD’nin zengin, istikrarlı ve barışçıl bir Çin Halk Cumhuriyeti istediği gibi önemli bir irade beyanı yapılmıştır. Ancak Çin’in askeri modernleşmesinin yakından takip edileceğinin belirtildiği bu bölümde ayrıca, bu ülke (Çin) kaynaklı siber saldırılara dikkat çekilmiştir. 

Yine bu bölümde, Avrupa ile süregelen bağların daha da güçlendirileceği vurgulanmış ve Türkiye ile ilişkilerin dönüştürülmesinden (transformation) üstükapalı olarak söz edilmiştir. Türkiye’nin bu uzun raporda adının geçtiği tek cümlenin bu şekilde olması, kuşkusuz ABD nezdinde Türkiye’ye verilen önem ve destekle ilgili önemli soru işaretleri doğduğu düşüncesini akla getirmektedir. Nitekim raporu yorumlayan emekli diplomat Dr. Onur Öymen’e göre de; “Bu raporda ne NATO bölümünde, ne terörle mücadele bölümünde, ne de Avrupa-Amerika Serbest Ticaret Anlaşması çalışmaları bölümünde Türkiye’den ismen söz edilmektedir. Özellikle, 30 yıldan beri teröre en çok kurban vermiş olan Türkiye’den ve Türkiye’ye yönelik PKK terörünün saldırılarından hiç söz edilmemesi dikkat çekicidir.” Yine bu ifadeden, Washington’da Türkiye’ye yönelik olumlu bir bakış açısı olduğu sonucunu çıkartmak hayli zordur. Elbette bu durumu, Türk dış politika yapıcılarının “değerli yalnızlık” olgusunda ifade edilen “yalnızlık” hususuyla da ifade etmek mümkün olabilir. Ayrıca yine bu bölümde, Ukrayna halkına verilen desteğin süreceğinin ifade edilmesi ve Obama’nın Küba açılımına referans yapılması önemlidir.
Raporun Sonuç başlıklı son bölümünde ise, raporda vurgulanan hususlar kabaca özetlenmiş ve toparlayıcı birkaç cümle ile rapora son verilmiştir. Raporu genel itibariyla değerlendirdiğimizde; Obama yönetiminin bir süreklilik içerisinde Asya-Pasifik yönünde ABD ilerlemesini sürdürme hedefinde olduğu, ancak Ortadoğu’da ortaya çıkan IŞİD ve benzeri açık tehlikeler karşısında halen orduyu küçültme ve arkadan yönetme (leading from behind) stratejisiyle devam etmesinin, ilerleyen aylarda Amerikan ve dünya kamuoyunu rahatsız edebileceği çıkarımı yapılabilir. Raporda Çin’e yönelik kullanılan dilin dengeli ve ölçülü tutulması, ABD’nin bu ülke ile olan ilişkilerini çatışmacı bir yapıya büründürmek istememesi ile açıklanabilecekken, Türkiye’nin adının hiç alışık olmadığımız şekilde çok az zikredilmesi, ülkenin dış politikadaki olumsuz gidişatının yansıması gibi durmaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Belgenin orijinal dosyasına şuradan ulaşabilirsiniz; http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy.pdf.

Hiç yorum yok: