10-13 Kasım 2013 tarihleri
arasında Friedrich Ebert Stiftung’un düzenlediği Young Leaders adlı bir program
nedeniyle üç gün süreyle Tunus’un başkenti Tunis’te bulundum. MENA adı verilen
Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkesindeki 10 civarındaki ülkeden gelen sosyal
demokrat, sosyalist ve liberal siyasal veya sivil toplumcu genç aktivistlerle
bir araya geldiğim bu organizasyonda ben de “Gezi Parkı Olayları: Türk
Modelinin Süresi Doldu Mu?” konulu İngilizce bir sunum yaptım. Bu yazıda Tunus
gözlemlerimi mizahi bir dille sizinle paylaşmak istiyorum.
İlk gözlem; 10 Kasım öğleden
sonra vardığım Tunus’un başkenti Tunus ya da Tunis şehrini doğup-büyüdüğüm
İzmir’e benzetiyorum. Havaalanı çıkışı şehre ilerlerken, sanki yıllar evvel
ailemle İzmir’de havaalanından ya da otobüs garından eve dönerken geçtiğimiz
yolda gibiyim… Anlaşılıyor ki ünlü Fransız tarihçi Fernand Braudel’in altını
çizdiği Akdeniz Dünyası yahut Akdeniz Medeniyeti kavramı öyle boş bir söz
değil… Tunus ve Türkiye arasında daha birçok benzerlik gözüme çarpacak. Ramada
Hotel adlı bir otelde kalıyoruz. Güzel, sakin bir otel… Yıllar sonra tekrar
Fransızca konuşmak hoşuma gidiyor. Başta biraz zorlanıyorum ama konuştukça
açılıyorum. Tunus’ta herkes Fransızca biliyor. Türkiye’de Fransızca bilmek bir
elit kimlik sağlarken, Tunus’ta anlıyorum ki o kadar da önemli değil. Tunus’ta
Fransız etkisini hissetmemek elde değil… Zaten bu etkinin de sayesinde bu güzel
ülkede demokrasinin yaşayabileceğine inanmak istiyorum. İlk gün katılımcılar ve
organizatörlerle tanışarak geçiyor. Türkiye’den daha önce tanıştığım Cumhuriyet
Halk Partisi üyesi iki genç sosyal demokrat Anıl ve Selda ile hemen “ne olacak
bu Türkiye’nin hali” konulu sohbetlerimize başlıyoruz. Ancak Türkçe sohbetleri
abartınca hemen diğer arkadaşlar itiraz ediyorlar; uluslararası platformlarda
kavimciliğe yer yok, olmamalı da…
İkinci gün program başlıyor…
Tunus’ta yaşanan Yasemin Devrimi ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili sunumları
dinliyoruz. Yasemin Devrimi sonrası yapılan seçimlerde ön plana çıkan İslamcı
Ennahda Partisi’nin artan İslamcılık dozuyla ilgili yükselen endişelerin son dönemde
Demokrat Yurtseverler Partisi
Genel Sekreteri Şükrü Beliyd’in öldürülmesiyle tavana vurmasına karşın,
Tunus’ta yeni anayasanın yürürlüğe girmesinin ardından demokrasinin burada
yaşayabileceğine inanmak istiyorum. Sorunlar elbette var ve aslına bakılırsa oldukça
da ciddi… Ancak MENA bölgesinde Türkiye ile beraber ayakta kalacak bir
demokrasinin daha olması elbette tüm demokratların ortak isteği… Bu noktada
Ennahda’nın Selefilerin baskısına yenik düşmemesi ve daha sorumlu davranması
gerekiyor. Dinlediğimiz ve konuştuğumuz kişiler de Tunus’ta demokrasinin
yaşayabileceğine inanıyorlar. Mısır’da çöken demokrasi Tunus için iyi bir ders
olmalı.
2. gün sıra benim sunumumda… Gezi Parkı olaylarını
anlatıyorum. Türkiye’deki demokrat muhalefetin varlığını göstermek açısından
müthiş faydalı olmuş bir olay. Başbakan Erdoğan bunun farkında değil ama
Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklamaları bu gerçeği fark ettiğini gösteriyor. Bu gibi
olaylar Türkiye’de demokrasinin cidden kökleşmeye başladığını gösteren olumlu adımlar.
Keşke kolluk kuvvetinden gelen şiddet de olmasa ve gösteriler hep barışçıl
devam edebilseydi… Yine de Türkiye siyasi tarihine geçecek bir olaydır. Bu
olayların Türkiye modelinin revize edilmesi gerektiğini gösterdiğini
söylüyorum. Daha az otoriter, daha özgürlükçü, gücü dağıtan yeni bir sisteme
ihtiyacımız var. Alevi ve Kürt sorunlarını bir takım formüller geliştirerek
çözmeliyiz. Ancak bu şekilde MENA ülkelerine iyi bir model olabiliriz. Yoksa
tek adama dayalı yönetimler zaten bu ülkelerin yakın geçmişte kurtuldukları
yönetim şekilleriydi. Bu görüşlerim gördüğüm kadarıyla diğer ülkelerden gelen
katılımcılardan da destek görüyor. Özellikle Cumhurbaşkanı Gül’e yönelik bir
sempati var. Muhalefetten de artık daha yüksek oy almaları ve güçlenmeleri
bekleniyor. Başbakan Erdoğan’a yönelik eski sempati ise maalesef kalmamış…
Ancak televizyon dizilerimizin de etkisiyle ülkemize yönelik bir ilgi olduğunu
görebiliyorum.
MENA ülkelerinden gelen gençler arasında da bizde olduğu
gibi laikliği savunan, sosyal demokrat değerlerle yoğrulmuş arkadaşlar var.
Küreselleşme ve teknoloji artık hayatları dünyanın her yerinde birbirine yakın
hale getiriyor. Öyle ki gittiğimiz gece kulübünde çalan şarkılar bile
Türkiye’deki ve Kıbrıs’taki gece kulüpleriyle aynı. Kılık-kıyafetler birbirine
benzemiş, konuşmalardaki konular bile artık aynı; Messi’nin sol ayağı,
Ronaldo’nun jöleli saçları, Angelina Jolie’nin dudakları, Sarkozy-Bruni aşkı,
Rihanna’nın başörtülü seksi pozları vs… Konuşmamda da söylediğim gibi elbette
Türkiye Avrupa Birliği’ni hedeflemeli ve bu yönde adımlar atmalı. Ancak bu
demek değildir ki Akdeniz gibi ortak bir kültürü paylaştığımız ülkelerle ilişkilerimizi
geliştirip yeni ortaklıklar kurmayalım. Ama iktidarın tercihi bu bölgeden
ziyade Körfez ülkeleri gibi gözüküyor…
Arap gençlere hangi Türkleri tanıdıklarını soruyorum.
Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ü herkes biliyor. İslam İşbirliği
Teşkilatı Başkanı Profesör Ekmeleddin İhsanoğlu’nu duyanlar da var.
Yazarlarımızdan Elif Şafak’ı okuyanlar olmuş; sanırım Fransızcası’ndan
okumuşlar. Şarkıcılarımızdan Tarkan çok iyi biliniyor. Aktörlerimizden de
Kıvanç Tatlıtuğ. Öyle ki Türk modeli sunumumda Kıvanç Tatlıtuğ’un resmini
gösterince herkes gülmeye başlıyor. Erdoğan’ın bıyığı değilse bile Tatlıtuğ’un
sarı saçları Arap dünyasında sempati toplamaya devam ediyor… Umarım siyaset
arenasında ve popülarite yarışında kendisine hiçbir rakip istemeyen Başbakan Erdoğan,
bu genç oyuncumuza da kıskançlıkla bir fenalık yapmaya kalkmaz.
3. günün ardından Tunus’a veda ediyorum. İnsan ya okuyarak
ya da gezerek öğrenir derler. Ben zamanında çok okudum ve şimdi biraz yoruldum.
Biraz da gezmek gerek… Kıbrıs’tan sevgilerimle…
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder