14 Kasım 2013 Perşembe

Tunus Gözlemleri


10-13 Kasım 2013 tarihleri arasında Friedrich Ebert Stiftung’un düzenlediği Young Leaders adlı bir program nedeniyle üç gün süreyle Tunus’un başkenti Tunis’te bulundum. MENA adı verilen Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkesindeki 10 civarındaki ülkeden gelen sosyal demokrat, sosyalist ve liberal siyasal veya sivil toplumcu genç aktivistlerle bir araya geldiğim bu organizasyonda ben de “Gezi Parkı Olayları: Türk Modelinin Süresi Doldu Mu?” konulu İngilizce bir sunum yaptım. Bu yazıda Tunus gözlemlerimi mizahi bir dille sizinle paylaşmak istiyorum.

İlk gözlem; 10 Kasım öğleden sonra vardığım Tunus’un başkenti Tunus ya da Tunis şehrini doğup-büyüdüğüm İzmir’e benzetiyorum. Havaalanı çıkışı şehre ilerlerken, sanki yıllar evvel ailemle İzmir’de havaalanından ya da otobüs garından eve dönerken geçtiğimiz yolda gibiyim… Anlaşılıyor ki ünlü Fransız tarihçi Fernand Braudel’in altını çizdiği Akdeniz Dünyası yahut Akdeniz Medeniyeti kavramı öyle boş bir söz değil… Tunus ve Türkiye arasında daha birçok benzerlik gözüme çarpacak. Ramada Hotel adlı bir otelde kalıyoruz. Güzel, sakin bir otel… Yıllar sonra tekrar Fransızca konuşmak hoşuma gidiyor. Başta biraz zorlanıyorum ama konuştukça açılıyorum. Tunus’ta herkes Fransızca biliyor. Türkiye’de Fransızca bilmek bir elit kimlik sağlarken, Tunus’ta anlıyorum ki o kadar da önemli değil. Tunus’ta Fransız etkisini hissetmemek elde değil… Zaten bu etkinin de sayesinde bu güzel ülkede demokrasinin yaşayabileceğine inanmak istiyorum. İlk gün katılımcılar ve organizatörlerle tanışarak geçiyor. Türkiye’den daha önce tanıştığım Cumhuriyet Halk Partisi üyesi iki genç sosyal demokrat Anıl ve Selda ile hemen “ne olacak bu Türkiye’nin hali” konulu sohbetlerimize başlıyoruz. Ancak Türkçe sohbetleri abartınca hemen diğer arkadaşlar itiraz ediyorlar; uluslararası platformlarda kavimciliğe yer yok, olmamalı da…  

İkinci gün program başlıyor… Tunus’ta yaşanan Yasemin Devrimi ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili sunumları dinliyoruz. Yasemin Devrimi sonrası yapılan seçimlerde ön plana çıkan İslamcı Ennahda Partisi’nin artan İslamcılık dozuyla ilgili yükselen endişelerin son dönemde Demokrat Yurtseverler Partisi Genel Sekreteri Şükrü Beliyd’in öldürülmesiyle tavana vurmasına karşın, Tunus’ta yeni anayasanın yürürlüğe girmesinin ardından demokrasinin burada yaşayabileceğine inanmak istiyorum. Sorunlar elbette var ve aslına bakılırsa oldukça da ciddi… Ancak MENA bölgesinde Türkiye ile beraber ayakta kalacak bir demokrasinin daha olması elbette tüm demokratların ortak isteği… Bu noktada Ennahda’nın Selefilerin baskısına yenik düşmemesi ve daha sorumlu davranması gerekiyor. Dinlediğimiz ve konuştuğumuz kişiler de Tunus’ta demokrasinin yaşayabileceğine inanıyorlar. Mısır’da çöken demokrasi Tunus için iyi bir ders olmalı.

2. gün sıra benim sunumumda… Gezi Parkı olaylarını anlatıyorum. Türkiye’deki demokrat muhalefetin varlığını göstermek açısından müthiş faydalı olmuş bir olay. Başbakan Erdoğan bunun farkında değil ama Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklamaları bu gerçeği fark ettiğini gösteriyor. Bu gibi olaylar Türkiye’de demokrasinin cidden kökleşmeye başladığını gösteren olumlu adımlar. Keşke kolluk kuvvetinden gelen şiddet de olmasa ve gösteriler hep barışçıl devam edebilseydi… Yine de Türkiye siyasi tarihine geçecek bir olaydır. Bu olayların Türkiye modelinin revize edilmesi gerektiğini gösterdiğini söylüyorum. Daha az otoriter, daha özgürlükçü, gücü dağıtan yeni bir sisteme ihtiyacımız var. Alevi ve Kürt sorunlarını bir takım formüller geliştirerek çözmeliyiz. Ancak bu şekilde MENA ülkelerine iyi bir model olabiliriz. Yoksa tek adama dayalı yönetimler zaten bu ülkelerin yakın geçmişte kurtuldukları yönetim şekilleriydi. Bu görüşlerim gördüğüm kadarıyla diğer ülkelerden gelen katılımcılardan da destek görüyor. Özellikle Cumhurbaşkanı Gül’e yönelik bir sempati var. Muhalefetten de artık daha yüksek oy almaları ve güçlenmeleri bekleniyor. Başbakan Erdoğan’a yönelik eski sempati ise maalesef kalmamış… Ancak televizyon dizilerimizin de etkisiyle ülkemize yönelik bir ilgi olduğunu görebiliyorum.

MENA ülkelerinden gelen gençler arasında da bizde olduğu gibi laikliği savunan, sosyal demokrat değerlerle yoğrulmuş arkadaşlar var. Küreselleşme ve teknoloji artık hayatları dünyanın her yerinde birbirine yakın hale getiriyor. Öyle ki gittiğimiz gece kulübünde çalan şarkılar bile Türkiye’deki ve Kıbrıs’taki gece kulüpleriyle aynı. Kılık-kıyafetler birbirine benzemiş, konuşmalardaki konular bile artık aynı; Messi’nin sol ayağı, Ronaldo’nun jöleli saçları, Angelina Jolie’nin dudakları, Sarkozy-Bruni aşkı, Rihanna’nın başörtülü seksi pozları vs… Konuşmamda da söylediğim gibi elbette Türkiye Avrupa Birliği’ni hedeflemeli ve bu yönde adımlar atmalı. Ancak bu demek değildir ki Akdeniz gibi ortak bir kültürü paylaştığımız ülkelerle ilişkilerimizi geliştirip yeni ortaklıklar kurmayalım. Ama iktidarın tercihi bu bölgeden ziyade Körfez ülkeleri gibi gözüküyor…

Arap gençlere hangi Türkleri tanıdıklarını soruyorum. Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ü herkes biliyor. İslam İşbirliği Teşkilatı Başkanı Profesör Ekmeleddin İhsanoğlu’nu duyanlar da var. Yazarlarımızdan Elif Şafak’ı okuyanlar olmuş; sanırım Fransızcası’ndan okumuşlar. Şarkıcılarımızdan Tarkan çok iyi biliniyor. Aktörlerimizden de Kıvanç Tatlıtuğ. Öyle ki Türk modeli sunumumda Kıvanç Tatlıtuğ’un resmini gösterince herkes gülmeye başlıyor. Erdoğan’ın bıyığı değilse bile Tatlıtuğ’un sarı saçları Arap dünyasında sempati toplamaya devam ediyor… Umarım siyaset arenasında ve popülarite yarışında kendisine hiçbir rakip istemeyen Başbakan Erdoğan, bu genç oyuncumuza da kıskançlıkla bir fenalık yapmaya kalkmaz.

3. günün ardından Tunus’a veda ediyorum. İnsan ya okuyarak ya da gezerek öğrenir derler. Ben zamanında çok okudum ve şimdi biraz yoruldum. Biraz da gezmek gerek… Kıbrıs’tan sevgilerimle…

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

Hiç yorum yok: