12 Mayıs 2012 Cumartesi

CHP'nin Krizi



Son günlerde ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin Gürsel Tekin’in istifasıyla doruk noktasına ulaşan parti içi krizi ve kötü gidişatı medyada sıklıkla yer buluyor. Anketler Türkiye’de sağlıklı bir demokrasi oluşması için güçlü olması gereken CHP’nin kan kaybettiğini ve 2011 genel seçimlerinde ulaştığı ve son yıllarda aldığı en yüksek oy oranı olan yüzde 26’lardan yüzde 20’lere gerilediğini gösteriyor. Bu yazıda bu gidişatın nedenlerini bulmaya çalışacağım.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin kötü gidişinin temel nedeninin geçmişte ideolojik bir parti özelliği gösteren CHP’nin şu an net bir ideolojisinin bulunmaması ve iktidara gelmesinin de zor gözükmesi sebebiyle giderek bir misyon partisi olmaktan uzaklaşıp iç klikler arasındaki mücadelelerde erimesi olduğunu düşünüyorum. Partinin gerçekleştirmeyi iddia ettiği halka ve partililere heyecan veren bir amaç (örneğin Avrupa Birliği üyeliğini gerçekleştirmek) ve net ideolojik bir duruşu olmadığı zaman, sağ partilere nazaran hep daha ideolojik bir seçmen tabanı olan CHP’nin parti içerisinde birliği sağlaması kolay olmuyor. Bu durumda neler yapılacağı değil, kimin koltuklarda oturacağı önem kazanıyor ve parti içi mücadeleler sertleşiyor. Bu durum partinin 1978’den beri iktidar olamadığı gerçeğiyle birleşince insanların umudu tükeniyor ve partinin oyları kendi tabanında dahi erimeye başlıyor.
CHP’nin 1970’lerde başarıyla gerçekleştirdiği ve sandıkta da başarı getiren sosyal demokrat dönüşümün temelinde toplumsal talepleri doğru okumak yatıyordu. Ecevit’in karizması o dönemde birçok sorunun üstünü örtüyor, partiyi birleştiriyor, Baykal ve benzeri genç yıldızlar da partinin medyada ve halk nezdinde umut olarak algılanmasına yol açıyordu. Oysa şimdilerde CHP karizmatik bir liderlik inşa edemediği gibi yeni yıldızlar da yaratamıyor. Yolsuzlukla yaptığı mücadelelerle birkaç sene öncesinde yıldızlaşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığın ardından Başbakan Erdoğan ve medya tarafından hızlı bir yıpratma süreci içerisine sokulduğu ve bilgi-tecrübe olarak sonradan siyasete girmiş bir bürokrat olarak henüz ileri seviyede olmadığı için parti içi çekişmelerde sözünü dinletemiyor görüntüsü veriyor. Partinin Yılmaz Büyükerşen gibi istisnalar dışında bir yıldız da yaratamadığı görülüyor. Liderleri, kahramanlıkları seven Türk halkı için yıldızsız bir partinin heyecan yaratmasının zor olduğu anlaşılıyor. CHP’nin ancak kendi sahip olduğu belediyelerde elde ettiği başarılar ve Büyükerşen gibi sivrilen isimlerle AKP’ye rakip olması mümkün gözüküyor. Bunun yolu da belediyelerde iyi hizmetten geçiyor. Geçtiğimiz günlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde Aziz Kocaoğlu’nun başarıyla uyguladığı ilkokullara süt dağıtımı projesi sosyal medyada sıklıkla yer almıştı. Bunun gibi uygulamaların sayısının arttırılması gerekiyor. Fakat CHP’li belediyelerin iyi bir sınav verdiğini söylemek pek mümkün gözükmüyor. Bu konuda CHP’lilerin şikayetleri merkezi hükümetten destek alamamak noktasında birleşiyor. Fakat günümüzde yerli ve yabancı yatırımın Türkiye’deki etkisi düşünülürse gerekirse hizmeti hayırsever işadamlarından sağlayarak ya da ortaklıklar, sponsorluklar yoluyla yapmanın mümkün olabildiği düşünülüyor. Partinin 1970’lerden kalan sol söyleminin bu noktada bir engel olabileceğini düşünüyorum. Oysa insanlar günümüzde artık hizmet istiyor ve bu hizmetin kimin yatırımı olduğu değil, kimin döneminde insanlara sunulup sunulmadığı önem kazanıyor. Bu nedenle CHP’li belediyelerin yerli ve yabancı sermaye ve firmalar ile ortak projeler, sponsorluklar geliştirebilmesi ve bu sayede daha iyi hizmet sunabilmesi gerektiğine inanıyorum. Ailemin yaşadığı Karşıyaka’nın Şemikler semtinde halen Frigyalılar döneminden kalmış (!) izlenimi yaratan bozuk ve insan hayatına kastedebilen yolların bulunması insanlarda nasıl bir algı yaratıyor gayet iyi görebiliyorum. Bunu kırmanın tek yolu da hizmet, hizmet, hizmet...
Bunlara ek olarak partinin Türkiye’nin toplumsal yapısı ve dünyanın gidişatı hakkında da daha ciddi bir okuma yapması gerektiği görülüyor. 1970’lerde kente göçen işsiz veya dar gelirli kitlelerin o dönemin sosyalist rüzgarları içerisinde sola yönelmesi doğal bir durum olarak ortaya çıkarken, şimdilerde dünyanın gidişatı ve Türkiye’deki toplumsal yapıya daha iyi odaklanmak ve buna göre bir ideoloji çizmek gerekiyor. AKP’nin düzenli yaptırdığı anket çalışmalarıyla toplumsal dinamikleri daha iyi takip ettiği, CHP’nin ise iktidar hırsı olmayan bir parti gibi bu tip çalışmalara girmediği görülüyor. Oysa CHP’nin genel seçimler öncesi reklamlar için harcadığı büyük paranın bir bölümü ile bu çalışmalar kolaylıkla finanse edilebilir ve bunlar gerçekten partiye faydalı olabilir gibime geliyor.
Hep olumsuz şeylerden söz ettik fakat partide olumlu bazı gelişmeler de oluyor. Örneğin partinin Avrupa’da ve dünyada daha iyi tanınmaya başlaması özellikle Gençlik Kolları’nda görev yapan Barbaros Dinçer, Gökçe Pişkin, Anıl Kemal Aktaş’ın çalışmalarıyla parti gençlik kollarının İUSY’e üye olması medyada yer almasa da önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Yine geçtiğimiz günlerde yapılan Arap Baharı kongresinin olumlu etkileri hemen hissedilebiliyor. Bunlar CHP’nin yurtdışında daha olumlu bir imaja sahip olmasını ve daha iyi tanınmasını sağlıyor. Fakat içeride başarı kazanmadan dışarıdaki etki de sınırlı kalıyor.
Önümüzdeki aylarda CHP’yi kritik bir dönem bekliyor. Partinin beklenen açılımları gerçekleştirememesi, tabanı genişletecek açıklamalar yapmak yerine sayın Erdoğan Toprak’ın yaptığı “ulusalcı solla ilişkimizi kesiyoruz” benzeri açıklamalarla parti tabanını daraltması durumunda solda CHP'ye alternatif yeni bir siyasal partinin kurulması ihtimali dahi gündeme gelebilir. Kendisine oy veren bir kitleye “oy verme seni istemiyorum” diyen bir partinin iktidara gelme ihtimalini siz okuyucularımın takdirlerine bırakıyor ve kitle partisi tanımının yer aldığı A-4 kağıtlarının parti genel merkezinin duvarlarına asılmasını tavsiye ediyorum.
Dr. Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: