12 Ekim 2008 Pazar

1983 sonrası anayasal reformlar

Oldukça anti-demokratik ve baskıcı özellikleri bulunan, oydaşmacı değil çatışmacı bir metotla hazırlanmış 1982 Anayasası’nın düzeltilmesi süreci 1980’lerin ortalarında başlamış ancak asıl büyük ivme 1990’larda yakalanmıştır. 12 Eylül’ün yarattığı bir isim olan Turgut Özal ANAP’ın iktidarda olduğu 1983-1991 arası dönemde her nedense liberal söylemine karşın anayasa konusunda fazla bir girişimde bulunmak istememiş ve özellikle yeniden yükselebilecek olan sol hareketlerden çekinerek anti-demokratik düzenin devamını sağlamıştır. Özal’ın bu tavrında Cumhurbaşkanı Kenan Evren’le bir sorun yaşamamak istemesinin de muhakkak payı olmuştur. Yine de Özal birkaç defa anayasanın çok ayrıntılı olduğunu ve hükümetin dinamizmini engellediğini ifade etmiştir. ANAP iktidarı döneminde yapılan tek anayasal değişiklik 18 Mayıs 1987 tarihinde alınan kararla oy verme yaşının 21’den 20’ye indirilmesi, TBBM üye sayısının 400’den 450’ye çıkarılması, eski siyasetçilerin yasakları konusunda referanduma gidilmesi ve en önemlisi anayasanın değiştirilebilmesi konusunda daha esnek uygulamaların kararlaştırılmasıdır. Buna göre bir anayasa değişikliği önerisi beşte üçten fazla ancak üçte ikiden az oy aldığı takdirde Cumhurbaşkanı tarafından da geri iade edilmediyse halk oylamasıyla karara bağlanacaktı. Böylelikle anayasal değişikliklerin önü bir nebze de olsa açılıyordu. Ayrıca 6 Eylül 1987 tarihinde yapılan referandumda % 50,1 gibi kıl payı bir farkla siyasal yasaklı liderlere siyasete dönüş yolu açılıyordu. Aslında Özal’ın hedefi tüm siyasal partilerin destek verdiği yasakların kaldırılması olayını halka reddettirerek başta Süleyman Demirel olmak üzere rakiplerini bertaraf etmekti. Ancak sandık kendisini kıl payı farkla da olsa hayal kırıklığına uğramıştı. ANAP döneminde kayda değer başka bir gelişme olmamış ve beklenen demokratik atılım yapılamamıştır. 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan seçimler sonrası kurulan DYP-SHP koalisyonu ise bu konuda nispeten daha başarılı olacaktır.


1991 yılında kurulan DYP-SHP koalisyonu döneminde köklü anayasal değişiklikler yapılması bekleniyordu. Ancak bu iki partinin meclisteki ağırlığı bırakın üçte ikiyi, beşte üç çoğunluğa bile ulaşmıyordu. Bu nedenle anayasal değişiklikler için ANAP, Refah Partisi ve Demokratik Sol Parti gibi meclisteki diğer partilerin desteğine ihtiyaçları vardı. Aslında yeni bir anayasa yapma taraftarı olmasına karşın SHP’liler 1982 anayasasının 75 maddesini koruyan, 96 maddesini değiştiren ve 23 maddesini kaldıran bir değişikliği parlamentoya sundular. Bu 23 maddeden 13’ü konusunda DYP ile uzlaşıldı. Ancak cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü ve Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmesi, 1994 yerel seçimleri, dahası Tansu Çiller’in genel başkanlığa gelmesi ve SHP’nin CHP’ye katılması gibi olaylar nedeniyle anayasal değişiklikler süreci kesintiye uğradı. Yine de 1994 ilkbaharında meclis başkanı Hüsamettin Cindoruk’un gayretleriyle anayasal değişiklik paketi yeniden gündeme getirildi. DYP, ANAP ve CHP aralarında bir uzlaşı sağlarken, demokratik-oydaşmacı ilkelerden uzak bir tavır tanınan siyasal İslamcı Refah Partisi, anayasanın 24. maddesinin kaldırılmaması sebebiyle kendisine de fayda sağlayacak olan bu demokratik açılımın lehinde oy vermeyeceğini açıkladı. 24. maddede “devletin din kurallarına dayandırılamayacağı” ve “kimsenin din ve dini duyguları çıkar veya nüfuz sağlamak amacıyla istismar edemeyeceği” yer alıyordu. Bu maddeye ANAP-DYP-CHP-DSP gibi partiler olumlu bakarken, bunun türban yasağı için bir dayanak olduğunu düşünen RP’liler maddenin kaldırılmaması halinde anayasal değişiklikler lehinde oy vermeyeceklerini belirttiler. Bunun üzerine koalisyon hükümeti Bülent Ecevit DSP’si ve MHP’nin desteğini alarak değişiklikleri yasalaştırmayı kararlaştırdılar.


Yapılan meclis oturumları ve oylamalarda yasaların bir kısmı kabul edilmedi. Bunun birkaç önemli sebebi vardı. Öncelikle 12 Eylül sonrası pompalanan muhafazakarlık ve Türk-İslam sentezi görüşü nedeniyle sol muhalefet İslamcı çizgiye kaymış ve siyasal İslam hızla yükselmekteydi. Böyle bir ortamda Refah Partisi’nin 24. maddeye yaptığı muhalefet muhafazakar tabanı bulunan ANAP ve DYP’den de kısmen destek almıştı. İkincisi DYP’li Anayasa Komisyonu’nun etkili ismi Coşkun Kırca’nın sol düşmanlığı nedeniyle grev ve toplusözleşme haklarını içeren sendikal haklara karşı olmasıydı. Bu nedenle sendikal hakları geliştiren bazı yasalar meclisten çıkamayacaktı. Üçüncü olarak DYP lideri Tansu Çiller’in bu değişikliklerin mimarı olarak sivrilmesinden çekinen ANAP’lılar bazı yasaları değiştirmekte isteksiz davranıyorlardı. Sonuçta DYP-CHP koalisyonunun yapabildiği önemli anayasal değişiklikler şunlar olmuştur;

-Demokratik bir rejim için yüz karası niteliğindeki sendikaların, derneklerin, vakıfların, kooperatiflerin ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının siyasi faaliyetlerde bulunma ve siyasi partilerle işbirliğine girme yasakları kaldırılmıştır.
-Oy verme yaşı 18’e indirilmiştir.
-TBMM üye sayısı 450’den 550’ye çıkarılmıştır.
-Yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarına oy verme hakkı tanınmıştır.
-Yüksek Öğretim Kurumları öğretim üyeleri ve öğrencilere siyasal partilere üye olma hakkı tanınmış, siyasal partilere üye olma yaşı 18’e indirilmiştir.
-Siyasal partilere kadın ve gençlik kolları, vakıflar ve yurt dışında örgütler kurma hakkı tanınmıştır.
-Derneklerin ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerinin idari bir kararla durdurulması zorlaştırılmıştır.
-Milletvekilliğinin kaybına ilişkin koşullar sınırlandırılmış, parti değişikliği milletvekilliğinin düşme sebebi olmaktan çıkarılmıştır.
-Bir partinin kapatılması durumunda; partinin kapatılmasına yol açan milletvekilleri dışında milletvekilliklerinin düşmemesi yolunda karar alınmıştır.


1982 anayasasının tasfiyesi süreci 1999, 2001, 2002 ve 2004 anayasal değişiklikleriyle devam etmiştir. Bu konuda her ne kadar Türkiye’ye yönelik çift-standart uygulamaları nedeniyle tepki çekse de, Avrupa Birliği uyum süreci katalizör işlevi görmüştür. 1999’da yapılan değişikliklerle DGM’lerin kendi yargı çevrelerinde sıkıyönetim askeri mahkemelerine dönüştürülebileceği hakkındaki son fıkra kaldırılmış, özelleştirmelerinin önü açılmış ve kamu hizmetlerinde doğan uyuşmazlıkların milli ve milletlerarası tahkim yoluyla çözülebileceği kabul edilmiştir. 2001 yılında yapılan en geniş kapsamlı reform sürecinde ise idam cezası kaldırılmış, işçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin sendika kurma hakları anayasal temele kavuşturulmuş, temel hak ve hürriyetleri düzenleyen yasalar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile paralel hale getirilmiş, Anayasa Mahkemesi’nin beşte üç çoğunlukla karar almadan siyasi parti kapatamayacağı karara bağlanmış, MGK kararları yasal denetime tabi tutulmuş, MGK kararları “tavsiye” konumuna indirgenmiş ve kuruldaki sivil üye sayısı arttırılmıştır.


2002 ve 2004’te de anayasal değişiklik süreci devam etmiştir. 2002’deki değişikliklerin belki de en önemlisi Tayyip Erdoğan’ın başbakan olabilmesi için CHP ile AKP’nin uzlaşarak çıkardığı “bir ilin TBMM üyesinin kalmaması halinde boşalmayı takip eden 90 günden sonraki ilk Pazar günü ara seçim yapılacağı” yönündeki maddedir. Bu sayede Tayyip Erdoğan Siirt’ten milletvekili seçilerek başbakanlık konumuna gelmiştir. Ayrıca milletvekilliğini engelleyen muğlak “ideolojik veya anarşik eylemlere katılma” ibaresi “terör eylemlerine katılma” olarak değiştirilmiştir. 2004 yılında da AB uyum sürecinde önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerle Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokollerine tam olarak uyum sağlanmıştır. DGM’ler tümden kaldırılmış, YÖK’ten Genelkurmay Başkanlığı temsilcisi çıkarılmış, TSK elinde bulunan devlet mallarının Sayıştay’ca denetlenmesinin yolu açılmış ve devletin kadınlar lehine pozitif ayrımcılık yapabileceğine ilişkin yasa kabul edilmiştir.


1982 Anayasasının değiştirilmesi elbette Türk demokrasisi için çok önemli bir gelişmedir. Ancak bu AB’nin büyük ölçüde desteklediği bu anayasal değişiklikler görüldüğü kadarıyla yalnızca Türkiye’de gelişmiş bir demokrasinin inşası için değil, kısmen de olsa Türkiye’deki bölücü ve irticacı grupların güçlendirilmesi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpratılarak Türkiye’nin daha zayıf ve savunmasız bir ülke haline getirilmesi için kullanılmaktadır. Zira Avrupa’da sosyal hakları kendi işçi sınıflarının elinden bir bir alan kriz içindeki Avrupa’nın Türkiye gibi büyük ve güçlü bir ülkeyi eşit koşullarla üye yaparak rekabet etmesi imkansız durumdadır. Türkiye’deki AB’cilerin görmediği ve görmezden geldiği nokta da AB’nin Türkiye’yi hiçbir zaman eşit koşullarla üye olarak kabul etmeyeceği ve demokratikleşmenin kendi çıkarlarının karşısında olduğu anda bunun önünü keseceğidir.

Ozan Örmeci

2 yorum:

... dedi ki...

Sayın Örmeci,

Görebildiğim kadarıyla bu makaleyi kaleme alırken büyük ölçüde aşağıda künyesini verdiğim kitaptan yararlanmışsınız. Kaynak göstermeniz gerekmez miydi?

Çalışmalarınızda kolaylıklar,

Doç. Dr. Levent Gönenç

Ergun Özbudun ve Ömer Faruk Gençkaya (2010), Türkiye'de Demokratikleşme ve Anayasa Yapımı Politikası, Doğan Kitap, İstanbul.

Ozan Örmeci Makaleleri (Ozan Örmeci Articles) dedi ki...

Sayın hocam, burada paylaştığım her yazı akademik makale değildir, bazıları öğrencilere temel bilgi sunan özetler ve kişisel notlar şeklindedir. Bu nedenle hepsinde kaynak özeni göstermemiş olabilirim. Fakat dergilerde yayınlanan akademik makalelerimde kaynak gösterme konusunda hiç endişeniz olmasın hocam. Uyarınız için de çok teşekkür ederim. Saygılarımla.