1 Ağustos 2024 Perşembe

Doç. Dr. Ahu Özmen Akalın Mülakatı: Fransa'daki Güncel Gelişmeler

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 1 Ağustos 2024 tarihinde İstanbul Kent Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Başkanı ve Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Ahu Özmen Akalın ile 2024 Paris Yaz Olimpiyat Oyunları, 2024 Fransa parlamento seçimleri ve Fransa siyaseti ve toplumsal hayatındaki güncel gelişmeler konulu bir mülakat gerçekleştirdi.

31 Temmuz 2024 Çarşamba

2024 ABD Başkanlık Seçimlerinde Yeni Denklem: Kamala Harris vs. Donald Trump

 

5 Kasım 2024 tarihinde düzenlenecek olan 60. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanlık seçimleri öncesinde artık son düzlüğe girilirken, yaşanan şok gelişmeler, seçimlerin sonuçlarına doğrudan etki edebilecek önemli değişimleri de beraberinde getiriyor. Öyle ki, 13 Temmuz 2024 tarihinde eski Başkan ve Cumhuriyetçi Parti Başkan adayı Donald Trump’a yönelik suikast girişiminin yarattığı sansasyon sonrasında, Demokrat Parti’de adaylığına kesin gözüyle bakılan ve ilerleyen yaşının da etkisiyle yaptığı gaflara karşın parti içerisindeki delegelerin desteğini sağlamayı başarmış olan Başkan Joe Biden, Covid-19 (koronavirüs) rahatsızlığını gerekçe göstererek 21 Temmuz tarihinde yarıştan çekildi ve yerine Başkan Yardımcısı Kamala Harris’e desteğini açıkladı.[1] Bu gelişmeler sonrasında, başarısız suikast girişiminin ve buna karşı verdiği cesur tepkinin etkisiyle kendi parti tabanında giderek sembol bir isim haline gelen Trump’ın seçimleri kazanmasına kesin gözüyle bakılan konjonktür[2] biraz daha dengeli bir hâl almaya başladı ve Kamala Harris’in de gençliği ve enerjisiyle yarışa renk getirebileceği ve hatta seçimi kazanabileceği konuşulmaya başlandı.

Kamala Harris, Donald Trump ile arasındaki farkı kapatıyor

Kaynak: Financial Times

Financial Times’ın güncel haberine göre[3], 21 Temmuz itibariyle Trump’ın Biden önünde 3 puanlık net bir üstünlüğü bulunurken, Harris’in adaylığının gündeme gelmesi ve henüz kesinleşmese de bunun olma ihtimalinin -Demokrat Parti Kongresi’nde delegelerce oylanacak tek adayın Harris olması nedeniyle- ağırlık kazanması sonrasında, iki aday arasındaki puan farkı yüzde 0,3 düzeyine inmiş durumda. Her ne kadar suikast girişimini atlatan Trump, Fox News televizyonuna verdiği mülakatta Harris’in “Biden’dan bile daha kötü ve radikal solcu bir aday” olduğunu vurgulasa da[4], güncel bazı anketler ve medyaya hâkim olan söylem, Harris’in Trump karşısında Biden’dan çok daha şanslı olabileceğini gösteriyor. Üstelik, Harris, Demokrat Parti’nin ileri gelenlerinin tamamının (Clintonlar ve Obamalar da dahil olmak üzere) desteğini de almayı başarmış durumda.[5] Harris’in şansının yükseldiğine dair bir diğer gösterge ise, Biden döneminde toplanan bağışlara ek olarak, Harris’in adaylığının belirginleşmesi sonrasında Demokratların seçim kampanyasına yapılan bağışların artması ve 200 milyon doları aşması oldu.[6] Bu bağlamda, Amerikan ve dünya basınında güncel siyasi tartışmaların odağında artık “Kamala Harris Donald Trump’ı yenebilir mi?” sorusu var.[7] Afrikalı Amerikalı kimliğine sahip çıkan Barack Obama ve Kamala Harris gibi bir aday olduğunda ise, bu oranın yüzde 90-95’leri bulabileceği düşünülüyor.

Afrikalı Amerikalılar, Demokrat Parti ve Kamala Harris’in seçimlerdeki en büyük kozu

Kaynak: Pew Araştırma Merkezi

Hakikaten de, Kamala Harris’in seçimlerde Donald Trump’ı zorlayabileceği bazı unsurlar mevcut. Bunlardan ilki, Trump destekçilerinin Biden’a karşı kullandıkları ama şimdi Trump’ın aleyhine kullanılabilecek olan ileri yaş hususu. ABD gibi dünya siyasetinin merkezindeki çok aktif ve önemli bir devletin Başkanı’nın yaşlı olması, kuşkusuz bazı çevrelerde soru işaretleri yaratabiliyor. Her ne kadar Trump, dinamizmi ve genç eşi ile bu eleştirilere cevap verebilse de, genç seçmenler açısından gençlik ve zindelik tercih sebebi olabiliyor. Kamala Harris’in yüz hatları düzgün ve oldukça fotojenik bir kişi olması da, seçmenleri ve onları yönlendiren basın-yayın organlarını etkileyebilecek bir faktör. Bir diğer husus, bilhassa da kürtaj konusunun Trump, Başkan Yardımcısı olarak seçtiği Ohio Senatörü J.D. Vance ve MAGA çizgisindeki yeni Cumhuriyetçi Parti yönetimince politize edilmesi sonrasında, Kamala Harris’in tarihteki ilk kadın Başkan olma söyleminin kadın seçmenleri motive ederek sandığa götürebilecek olması. Üçüncü bir konu ise, Afrikalı (Jamaika) ve Asyalı (Hindistan) kökleri bulunan melez bir aday olan Harris’in[8], Afrikalı Amerikalılar, Hispanikler ve diğer yeni göçmen Amerikalılardan daha çok oy alabilme potansiyeli. Pew’in güncel bir çalışmasına göre, Afrikalı Amerikalı seçmenlerin yüzde 83’ü kendisini Demokrat Parti ve yalnızca yüzde 12’si kendisini Cumhuriyetçi Parti’ye yakın hissediyor.[9]

Cumhuriyetçi Parti, beyaz ve Hıristiyan ağırlıklı oylarıyla iddiasını sürdürüyor

Kaynak: Pew Araştırma Merkezi

Özellikle Trump karşıtlığının zirvesinde olan Afrikalı Amerikalılar açısından Harris’in adaylığı büyük bir avantaj durumundayken, kuşkusuz, bu zıtlaşma ortamında beyaz Hıristiyan seçmenler nezdinde Trump’a yönelim de artabiliyor. Nitekim Pew’in verilerine göre, Cumhuriyetçi Parti seçmenlerinin yüzde 79’u Hispanik olmayan beyaz seçmenlerden oluşuyor ki, bu oran 20 yıl öncesinde yüzde 93 seviyesindeydi.[10] Genel seçmen tablosunda ise beyaz seçmen oranının yüzde 67 düzeyinde olması, Cumhuriyetçilerin beyaz desteğini konsolide etmek konusunda daha başarılı olduklarını net bir şekilde ortaya koyuyor. Benzer şekilde, Cumhuriyetçi Parti seçmenlerinin yüzde 81’i kendisini Hıristiyan inancıyla tanımlıyor. Bu grup içerisinde de özellikle Evanjelist Protestanlar yüzde 30 oranıyla ilk sırada yer alıyorlar.[11] Genel seçmen düzeyinde ise bu oran yüzde 67 düzeyinde kalıyor ki, bu da Hıristiyan seçmenlerin de Cumhuriyetçi Parti’ye daha yoğun oy verdiklerini ispatlıyor.[12] Ek olarak, Cumhuriyetçi Parti tabanında ülkedeki en büyük sorunlar olarak enflasyon, kayıt dışı göç ve bütçe açığı konuları öne çıkıyor ki, bu da Trump’ın siyasal söylemlerini üzerine inşa ettiği bir diğer husus.[13] Bu anlamda, Donald Trump’ın alışılmadık ölçüde sert ve kutuplaştırıcı söylemlerinin aslında ABD demografisi ve siyasal kültüründe anlam kazandığı ve belli bir mantığa oturduğu iddia edilebilir. Ancak ABD’nin değişen demografisi, ilerleyen yıllarda iddiasını sürdürmek isteyen Cumhuriyetçi Parti’nin mutlaka Hispanikler ve Afrikalı Amerikalılar nezdinde daha popüler bir parti haline gelmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Öyle ki, ABD’de beyaz seçmenlerin toplam seçmenler arasındaki oranı 2000’de yüzde 76 ve 2010’da yüzde 72 düzeyindeyken, 2018 itibariyle ancak yüzde 67’yi buluyor.[14] Hispanik ve Afrikalı Amerikalı nüfus oranı ise kısmen de olsa artıyor. Bu durum, ABD’deki etnik kutuplaşma riskini ortaya koyduğu gibi, ilerleyen on yıllarda Cumhuriyetçi Parti’nin marjinalleşmesi riskini de gündeme getiriyor.

ABD’de beyaz seçmenlerin ağırlığı giderek azalıyor

Kaynak: Pew Araştırma Merkezi

Ancak tüm bu bilgilerin yanında, ABD’de uygulanan ilginç iki dereceli seçim sistemi Seçiciler Kurulu veya Seçmen Heyeti yani Electoral College’da bazı eyaletlerinin yüksek ikinci derece seçmen sayısı nedeniyle ağırlıklarının olduğu ve salıncak eyalet (swing state) adı verilen bazı kritik eyaletlerin de sık sık iki parti arasında el değiştirebilmesi nedeniyle büyük önem kazandıklarını belirtmek gerekir. Bu bağlamda, Demokratların hep kazandıkları California (55 ikinci derece seçmen) ve New York (29 ikinci derece seçmen) ile Cumhuriyetçilerin hep üstün geldikleri Teksas (38 ikinci derece seçmen) en bilinen örneklerdir. Sık karar değiştiren salıncak eyaletler arasında ise Arizona, Georgia, Michigan, Nevada, North Carolina, Pennsylvania ve Winconsin’den söz edilebilir. Dolayısıyla, 2016 Başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın Hillary Clinton’dan 3 milyon az oy alıp Başkan seçildiği de hatırlanırsa, anketlerin Kamala Harris’i Trump’a yakın, ya da Trump’ın önünde göstermesinden daha önemli olan husus, kritik durumdaki eyaletlerde hangi adayın yarışı önde göğüsleyeceği olacaktır.

ABD seçim sisteminde eyaletlerin ikinci derece seçmen sayıları

Güncel bazı anketlerde, Kamala Harris, Michigan ve Wisconsin gibi salıncak eyaletleri kazanabilecek durumda gösterilirken, Nevada, Pennsylvania, Arizona ve Georgia’da ise geride olarak resmediliyor.[15] Bu nedenle, Trump’ın yakaladığı rüzgâr ile seçimi kazanması bence hâlâ akla daha yatkın bir ihtimalse de, Kamala Harris’in şansının olmadığını iddia etmek oldukça hatalı bir yaklaşım olur. Bu nedenle de, adayların karşı karşıya gelmeleri muhtemel bir televizyon programı kararsız seçmenin tavrını etkileyebilir. Nitekim Harris’i destekleyen Pennsylvania Valisi Josh Shapiro, Trump’ın Harris’in karşısına çıkmaya korktuğunu iddia ediyor.[16] Atlanta’daki konuşmasında, Kamala Harris de, Trump’ın kendisinden çekindiğini iddia etti.[17] Trump ise, Biden’ın yerini alan yeni rakibini hedef alarak, Yahudi bir kocası olmasına karşın, Kamala Harris’in İsrail’i ve Yahudileri sevmediğini iddia etti.[18] Trump, Harris’i, sınır güvenliği konusunda yetersiz politikaları ve dürüst olmamak gibi temalar üzerinden de eleştirmiş ve onu “Amerikan tarihinin en beceriksiz ve en solcu Başkan Yardımcısı yalancı Kamala Harris” olarak tanımlamıştı.[19] Elbette Kamala Harris’in bir anti-Semitik veya anti-Siyonist olduğunu iddia etmek gerçekçi olmaz. Ancak İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nın geçtiğimiz gün ABD Kongresi’ne hitap ettiği tarihi oturuma katılmayan Harris, İsrail’in kendisini koruma hakkının saklı ve Hamas’ın bir terör örgütü olduğunu vurgulamasına karşın, Gazze’de yaşananlar karşısında sessiz kalınamayacağını açıklamıştı.[20] Bu anlamda, Harris’in İsrail konusunda Trump’tan daha dengeli bir pozisyon aldığı söylenebilir. Ancak İslam dünyası ve dünyanın birçok ülkesi için bu duruş daha mantıklı ve makul olsa da, İsrail lobisinin çok etkili olduğu ABD gibi olağandışı bir ülkede bu konunun Trump’a avantaj sağlamasını beklemek yerinde olabilir.

Sonuç olarak, Kamala Harris’in adaylığı, 2024 ABD Başkanlık seçimlerine yeniden renk ve heyecan katarken, yine de konjonktürün halen Donald Trump’ı bir adım önde tuttuğunu düşünmemiz için elde oldukça güçlü doneler bulunmaktadır. Bunlar ise; Demokratların Ukrayna politikasının yeterince başarılı olamaması ve Rusya ile barış yapabilecek kişi olarak Trump’ın öne çıkması, Ortadoğu’da gelişen kutuplaşma ve çatışma ortamının daha şahin bir ABD Başkanı’nı uygun kılması ve dünya genelinde birçok ülkede (Fransa ve Birleşik Krallık haricinde) popülist sağ ve aşırı sağ hareketlerin yükselişte olması olarak sıralanabilir. Son olarak, Kamala Harris'in Başkan Yardımcılığı döneminde ve şu an kampanyasında da -parlak imajına karşın- çok hazır ve güçlü bir Başkan adayı olarak öne çıkmadığını belirtmek gerekir. 

Kapak fotoğrafı: Financial Times

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


DİPNOTLAR

[1] https://www.aa.com.tr/en/americas/biden-withdraws-from-us-presidential-race-endorses-harris-as-nominee/3281753.

[2] https://politikaakademisi.org/2024/07/18/sok-suikast-girisimi-sonrasi-donald-trumpin-baskan-secilme-ihtimali-guc-kazandi/.

[3] https://www.ft.com/content/551536ce-5765-4456-9dd9-fd96f7149ef3.

[4] https://www.trthaber.com/haber/dunya/trump-abd-baskan-yardimcisi-harris-baskanlik-yarisinda-bidendan-daha-kotu-aday-870801.html.

[5] https://www.cbsnews.com/news/democrats-support-kamala-harris-biden-drops-reelection-bid/.

[6] https://www.bloomberght.com/harrise-bagis-rekoru-trump-kriptoculara-goz-kirpti-2357341.

[7] https://www.economist.com/united-states/2024/07/22/can-kamala-harris-beat-donald-trump-heres-what-the-polls-say.

[8] https://www.aljazeera.com/news/2020/8/12/kamala-harris-is-influenced-by-her-indian-and-jamaican-heritage.

[9] https://www.pewresearch.org/race-and-ethnicity/2024/05/20/an-early-look-at-black-voters-views-on-biden-trump-and-election-2024/.

[10] https://www.pewresearch.org/short-reads/2024/07/12/10-facts-about-republicans-in-the-us/.

[11] https://www.pewresearch.org/short-reads/2024/07/12/10-facts-about-republicans-in-the-us/.

[12] https://www.pewresearch.org/short-reads/2024/07/12/10-facts-about-republicans-in-the-us/.

[13] https://www.pewresearch.org/short-reads/2024/07/12/10-facts-about-republicans-in-the-us/.

[14] https://www.pewresearch.org/social-trends/2020/09/23/the-changing-racial-and-ethnic-composition-of-the-u-s-electorate/.

[15] https://www.ft.com/content/551536ce-5765-4456-9dd9-fd96f7149ef3.

[16] https://www.youtube.com/watch?v=-0t5haDuzzA.

[17] https://edition.cnn.com/2024/07/30/politics/video/kamala-harris-debate-trump-atlanta-rally-ebof-digvid.

[18] https://apnews.com/article/trump-harris-emhoff-jewish-voters-2024-election-3024bed25abf542d7133e1ad81d86165.

[19] https://www.youtube.com/watch?v=-OBx7zd-2mQ.

[20] https://edition.cnn.com/2024/07/25/politics/kamala-harris-israel-policy/index.html.

30 Temmuz 2024 Salı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail Çıkışının Yansımaları ve Nedenleri

 

Filistin Sorunu konusundaki duyarlılığı ve çocuklarının hayatlarının korunması konusundaki azami hassasiyeti ile bilinen ve bu yönüyle birçok kişi ve kurum nezdinde takdir toplayan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Temmuz 2024 tarihinde AK Parti Rize teşkilatının bir toplantısında İsrail’e yönelik kullandığı alışılmadık ifadeyle Türkiye ve dünya basınında yer aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusu toplantıda, “Biz çok güçlü olmalıyız ki bu İsrail Filistin’e bu akara makarayı yapamasın. Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek, bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok. Sadece biz güçlü olmalıyız ki, bu adımları da ne yapalım, atalım…” ifadelerini kullanmış[1] ve Türkiye’nin İsrail’e olası bir askeri müdahalesini gündeme getirmiştir. Bu yazıda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu söyleminin iç ve dış politik nedenleri ve bu söylemin uluslararası hukuk bağlamında meşruiyeti analiz edilecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, rahmetli eski Başbakanımız Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın kurucusu ve doğal lideri olduğu İslamcı “Milli Görüş” geleneğinden yetişmiş ve siyasi çıkışını ilk kez 1994 yılında Refah Partisi adına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilerek yapmıştır. Bu anlamda, Türkiye ve dünyada İslamcı ve sol siyasetin en temel meselelerinden birisi olan Filistin Sorunu’na, İslamcılıktan ve sol siyasetten yetişen birçok önemli siyasetçi gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, hiçbir zaman bigane kalmamış ve bu konuyu daima siyaseten gündemde tutmuştur. Ancak siyasetin pragmatik doğasını da bilen bir isim olan Erdoğan, gerek Başbakanlığı ve gerekse de Cumhurbaşkanlığı döneminde, bu konunun barışçıl şekilde çözümlenebilmesi için İsrail’le diyalog ve yakın ilişkiler kurarak Filistin Sorunu’nu çözmeye çalışmak, Filistin Davası’nın farklı savunucularının (temelde Batı Şeria’daki El Fetih ile Gazze’deki Hamas) birleştirilebilmesi için Türkiye’nin arabuluculuk rolünü üstlenmesi (özellikle Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde), Filistin’e insani ve ekonomik yardımların yapılması, Türkiye’nin uluslararası platformlardaki (Davos'taki "one minute" çıkışı) Amerika Birleşik Devletleri (ABD) üzerindeki gücünün kullanılması ve Gazze’de çok etkili ve toplumsal tabanı olan bir siyasi hareket olan ama Batılı ülkelerde terör örgütü olarak kabul edilen Hamas’ın siyasi liderliğine destek sağlanması gibi farklı stratejileri zaman zaman uygulamıştır. Bu anlamda, geçmişte de, bilhassa Filistin’de sivillere ve çocuklara yönelik katliamların yapıldığı dönemlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sert çıkışlarının olduğu bilinen bir gerçektir.

Ancak bu çıkışı bu kadar önemli yapan, Gazze krizinin insani trajediye dönüşmeye başladığı geçtiğimiz yılın son haftalarında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı “garantörlük” önerisinden[2] sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gazze’de İsrail güçlerine yönelik bir askeri müdahaleyi gündeme getirmesi ve bunu Türkiye’nin 2020 yılında Libya’ya yaptığı askeri müdahale ile yine 2020 yılında Türkiye’nin de desteğiyle Azerbaycan Ordusu’nun Karabağ’da işgal altında olan topraklarını kurtardığı İkinci Karabağ Savaşı veya 44 Gün Savaşı’na benzetmesidir. Bu anlamda, 1959-1960 döneminde Kıbrıs’ta Türkiye’nin Londra ve Zürih Antlaşmaları ile garantörlük hakkını elde etmesi ve sonrasında 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı ile adanın kuzeyinde soykırıma uğrayan Kıbrıslı Türklerin güvenle yaşayabilecekleri bir bölge kurmasına benzer şekilde -ki bunun sonraki adımı da 1983 yılında KKTC’nin ilanı olmuştur-, Ankara, Gazze’de yaşanan insani dram karşısında da harekete geçme ve masum sivilleri koruma niyetini açıkça ve en yetkili ağızdan ortaya koymuştur.

Bu çıkışın uluslararası basında da yansımaları olmuş; örneğin, tanınmış İngiliz haber kuruluşu BBC, konu hakkında detaylı bir habere yer vermiş ve olayı manşetine taşımıştır.[3] BBC, söz konusu haberinde, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael (Israel) Katz’ın X (Twitter) hesabından yaptığı, “Erdoğan, Saddam Hüseyin’in yolundan gidiyor ve İsrail’e saldırı düzenleme tehdidinde bulunuyor. Erdoğan orada (Irak’ta) ne olduğunu ve bunun nasıl bittiğini hatırlamalı.” açıklamasına da atıfta bulunmuştur.[4] Bu anlamda, her ne kadar İsrail medyası olayı fazla büyütmek istemese de[5], zaman içerisinde İsrail ve İsrail’in etkili olduğu Batılı ülkelerde Erdoğan’a yönelik ciddi tepkiler oluşmuş ve örneğin, İsrail Dışişleri Bakanı Katz, Türkiye’nin NATO’dan ihraç edilmesi gerektiğini açıklamıştır.[6] Katz, Türkiye’nin -Hamas, Hizbullah ve Yemen’deki Husiler gibi- İran’ın “şer ekseni”ne girdiğini iddia ederken, bunun açık bir işgal tehdidi olduğunu iddia etmiştir.[7] Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise, Katz’ın iddialarına cevaben yaptığı yazılı açıklamada, İsrail tarafından yapılan açıklamaları “kirli propaganda” olarak değerlendirmiş ve 40.000 Filistinli sivilin ölümüne yol açan ve geçtiğimiz gün konuşma yaptığı ABD Kongresi’nde dakikalarca ayakta alkışlanan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu hükümetinin uluslararası mahkemelerde işledikleri suçların hesabını vereceğini vurgulamıştır.[8]

Bu süreci öncelikle dış politik bağlamında değerlendirmek gerekirse; Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde, Türkiye’nin, özellikle 2016 sonrasında, giderek ABD ve Batı ekseni ile zıtlaşan bir dış politikaya yöneldiği, 15 Temmuz darbe girişiminin ardında Batılı güçlerin olduğunu idrak eden Erdoğan’ın Rusya ve Çin başta olmak üzere Batı-dışı aktörlerle ve küresel güney ülkeleri ile artık daha yakın ilişkiler kurmak istediği, bu eksenin İslam dünyasında güç kazanması bağlamında çok kritik bir konu olan Filistin Davası’nın 7 Ekim Hamas saldırısı ve sonrasında İsrail’in Gazze’ye başlattığı askeri operasyon ile çok etkili olmaya başladığı ve Erdoğan’ın kişisel ve ideolojik olarak da önem verdiği bu konu üzerinden de Batı ile zıtlaşmasını sürdürdüğü söylenebilir. Ancak Çin’in geçtiğimiz gün Filistin davasını savunan tüm grupları tarihi bir uzlaştırma ile bir araya getirmesi örneğinde görülebileceği üzere[9], bu konuda artık Filistin tarafları için, Çin, Türkiye'ye kıyasla daha önemli ve etkili bir aktör haline gelmiş durumdadır.

Erdoğan’ın Batı ile zıtlaşmasında etkili olan bir diğer faktör de kuşkusuz iç siyasi kaygılardır. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimini zor da olsa kazanan ve henüz halen 70 yaşında olan Erdoğan, siyasi kariyerinin sonrasını planlayabilmek adına, İslamcı sağ siyasette kendisine ciddi bir rakip olarak gördüğü ve babası Necmettin Erbakan’ın sert İslamcı söylemine benzer şekilde İsrail’in varlığını Ortadoğu barışı için bir engel olarak gören Dr. Fatih Erbakan ve Yeniden Refah Partisi/YRP’nin son yıllardaki çıkışını dengelemek ve kendi mahallesinde gücünü korumak adına, bu konudaki duyarlılığını her daim gözler önüne sermektedir. Erdoğan, hatırlanacak olursa, İsrail’le süregelen ticaretin yarattığı tepkiler üzerine, bu yılın Mayıs ayında bu ülkeyle yapılan tüm ticareti kesmek yönünde de bir karar almıştı.[10] YRP’nin İslamcı siyasi çizgisine karşın AK Parti’ye muhalefet ederek çok etkili olması ve anketlerde oy oranının yüzde 6-7’lerde gezinmeye devam etmesi, pekala Erdoğan’ı bu konuda cesaretlendiren bir iç politik motivasyon kaynağı da olmuş olabilir.

Ayrıca, Erdoğan’ın bu çıkışına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bu yönde bir hazırlığın olduğunu düşünmek adına elde somut bir karar ve veri bulunmamaktadır. Nitekim konuyu yorumlayan İsrail’in eski Türkiye Büyükelçisi Dr. Alon Liel, Türkiye’nin Gazze’ye doğrudan bir müdahale yapmayacağını ama Filistin güçlerine silah da dahil olmak üzere destek verebileceğini, ayrıca İsrail’in Lübnan’a girmesi durumunda bu ülkeye askeri güçlerini gönderebileceğini söylemiştir.[11]

Peki, Erdoğan’ın çıkışını uluslararası hukuk açısından nasıl yorumlamak gerekir? Elbette, Erdoğan’ın Gazze’ye müdahale açıklaması, İsrail’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin önceki kararları doğrultusunda[12] İsrail toprağı olarak belirlenen bir bölgeye saldırı/işgal anlamı taşımamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun öncesinde Gazze için garantörlükten söz eden Dışişleri Bakanı Fidan, kuşkusuz, İsrail’in yasal olarak kabul edilen toprakları dışındaki Gazze bölgesine yönelik bir müdahaleyi gündeme getirmişlerdir. Bu da, kuşkusuz, ancak meşru Filistin liderliğinin bu konuda alabileceği bir kararla gündeme gelebilecektir. Bu anlamda, İsrail’e yönelik bir işgalden ziyade, İsrail’in işgal ettiği toprakları ve Filistinli sivilleri korumak anlayışından (R2P) söz etmek -uluslararası hukuk perspektifinde- daha doğru olacaktır. Ancak hukuken bu doğru olsa da, mevcut uluslararası düzeni ayakta tutan BM Güvenlik Konseyi’nde bu konuda ABD İsrail aleyhine bir karar alınmasını engellediği için, herhangi bir girişimde bulunulamamaktadır. Bu konuda ABD’yi uzlaşmaz çizgiye iten gelişmeler ise; Suriye’de iç savaş süresince yaşanan katliamlar, Rusya’nın Ukrayna’ya girmesi gibi gelişmeler karşısında da uluslararası hukuk ve BM’nin çaresiz kalması ve bu konularda Türkiye gibi uluslararası hukuku savunan aktörlerin çabalarının görmezden gelinmesi olmuştur. Nitekim Suriye’de Esad rejimince ve IŞİD gibi terör örgütlerince yapılan insanlığa karşı suçlara karşı çıkan Ankara, Rusya ile yakın ilişkilerine rağmen Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik müdahalesine de muhalefet etmiştir. Ancak Türkiye’nin bu çabaları sonuçsuz kalmış ve Esad rejimi sivillere yönelik katliamları sürdürmüş, IŞİD ve PKK türevi terör örgütleri iç savaş sürecinde güçlenmiş ve Rusya’nın Ukrayna müdahalesi de halen devam etmektedir. Bu bağlamda, Erdoğan’ın çıkışı, uluslararası siyasetin tamamen güç eksenli ve Realizm temelli yeni ve tehlikeli bir aşamaya geçtiği karamsar bir dönemde, kuşkusuz etkili olması zor İdealizm temelli normatif ve insancıl bir yaklaşımdır. ABD’de olası bir Donald Trump Başkanlığı döneminde bunun daha da derinleşeceği -Trump’ın ilk Başkanlık dönemine bakarak- hesap edilirse, ne yazık ki hem Rusya’nın Ukrayna, hem de İsrail’in Gazze müdahalesinin devam etmesi gayet olasıdır. Bunu önleyebilecek gelişmeler ise, uluslararası hukuk mekanizmalarının devreye girmesi veya tarafların bir şekilde uzlaştırılması olacaktır.

Bu konuyu nesnel bir düzlemde yorumlamak gerekirse; taraflar arasında uzlaşma zeminini aramak yerine iç politik kaygıların da etkisiyle tamamen zıtlaşma ve daha da abartılı pozisyon alarak gerginlik siyasetini tercih etme yaklaşımının günümüzde ağır bastığı görülmektedir. Nitekim İsrail, Hamas’ın saldırısı nedeniyle tüm Gazze halkını hedef alan ve terörizmi toptan bir halka mâl eden çok yanlış bir yaklaşıma sahipken, Türkiye de Hamas’ın saldırılarını açıkça kınamayan ve İsrail’e yönelik saldırıları olağanlaştıran bir yaklaşımı benimsemektedir. Her iki ülkede de askeri bürokrasinin ve savunma sanayilerinin gücü düşünüldüğünde, bu, aslında askeri güçleri zinde tutma ve savunma sanayisini canlandırma amacını da taşıyor olabilir. Zira giderek teokratik bir devlete dönüşen İsrail için "iki devletli çözüm" artık cazibesini kaybeder ve “Büyük İsrail”in kurulması düşüncesi sağ siyasette ağır basmaya başlarken, Türkiye’de de sağ siyasetin “Büyük Türkiye” jeopolitik algılamaları ve “Osmanlı nostaljisi” yeniden yükselişe geçmiştir. Bu da, sağ siyasetlerin halkları düşmanlaştırdığı bir ortamda, çatışma söylemi ve belki de eylemini kaçınılmaz hale getirmektedir. Bununla mücadele yolu ise, uluslararası hukuk ve insan haklarına saygılı sol ve liberal siyasaların yeniden güçlendirilmesidir.

Elbette Türkiye ile İsrail’in sorunlarının çözümü ve Filistin’deki insan kıyımının durması için, büyük güç rekabetinde daha etkili olan ABD, Rusya, Çin ve Avrupa Birliği (AB) gibi ülkelerin de küresel düzeni ayakta tutmak adına artık harekete geçmeleri zaruridir. BM Güvenlik Konseyi, ülkelerin yalnızca kendi ulusal çıkarlarını üstte tuttukları bir platforma dönüşürse, uluslararası sistem çok geçmeden çökecektir. Bunun yerine, güç dengeleri ve hakkaniyet doğrultusunda, BM Güvenlik Konseyi daimî üyesi olan 5 büyük ülke (ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallık), Filistin, Ukrayna ve Suriye krizlerinin çözümlendirilmesi konusunda acilen harekete geçmelidirler. Ateşkes ilanı, güç dengeleri göre iyi ayarlanmış gerçekçi barış planları ve bölgesel aktörlerin hayati çıkarlarını gözetecek çözüm yolları, kuşkusuz halklar için sürekli ve total savaş halinden çok daha hayırlı bir seçenek olacaktır. Türkiye, bunun için hazırdır ve uluslararası hukuka saygılı bir devlettir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları da, -büyük güçlerin vurdumduymazlığı nedeniyle- Gazze’de yaşanan ve çağımız adına utanç vesilesi olması gereken büyük insanlık dramına vurgu yapan ve İsrail’in varlığını asla hedef almayan ölçülü bir açıklamadır. İsraillilerin sürekli savaş ve terör korkusu altında olmaları ve bu açıklamaları yanlış anlamaları da, barışın psikolojik olarak en çok da İsrail halkına gerekli olduğunun aslında net bir kanıtıdır.

Sonuç olarak, dünya halkları olarak önümüzde duran seçim nettir: ya uluslararası hukuk ve kurallara dayalı ortak küresel medeniyet diyeceğiz, ya da ölümüne milliyetçilik ve savaşı tercih edeceğiz. Türkiye, uluslararası hukuk ve düzenin ayakta kalması ve terörle mücadele konusunda özen gösteren bir devlet olarak, tüm büyük devletler ve diğer ülkeleri aynı özene davet etmektedir. Terörizm ve insanlığa karşı işlenen suçlar konusunda, devletler ve liderleri, artık daha dikkatli ve ilkeli davranmalıdırlar. Yoksa maalesef, içerisinde bulunduğumuz yeni yüzyılda, sürekli olarak çatışma ve savaşlar sarmalında, çocuklarımızın geleceklerini riske atacak karanlık bir düzeni kurgulamış olacağız.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] Konuşma buradan izlenebilir; https://www.youtube.com/watch?v=TNgH70RabAE.

[2] Detaylar için bakınız; https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/turkiyeden-israil-filistin-konusunda-garantorluk-formulu-onerisi/1817496.

[3] Bakınız; https://www.bbc.com/turkce/articles/cnd0n8p9xxjo.

[4] Orijinal tweet için; https://x.com/Israel_katz/status/1817655907343597720.

[5] Bu konuda yapılan bazı haberler için bakınız;

[6] Bakınız; https://www.timesofisrael.com/foreign-minister-urges-nato-to-expel-turkey-over-threats-to-invade-israel/.

[7] A.g.e.

[8] https://www.aa.com.tr/tr/gundem/turkiyeden-israil-disisleri-bakani-katzin-paylasimina-tepki/3281671.

[9] https://politikaakademisi.org/2024/07/24/cin-arabuluculugunda-tarihi-el-fetih-hamas-uzlasisi/.

[10] https://www.bbc.com/turkce/articles/c3gq7d01px6o.

[11] https://www.jpost.com/israel-news/article-812481.

[12] Örneğin, 1967 tarihli 242 sayılı karar. Bakınız; https://peacemaker.un.org/sites/peacemaker.un.org/files/SCRes242%281967%29.pdf.


25 Temmuz 2024 Perşembe

UPA Podcast: Interview with Dr. Richard Outzen


İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 25 Temmuz 2024 tarihinde Atlantik Konseyi Türkiye uzmanı ve emekli Albay Dr. Richard Outzen ile bir mülakat gerçekleştirdi. Aşağıda, bu mülakatın video kaydını izleyebilirsiniz.

24 Temmuz 2024 Çarşamba

Çin Arabuluculuğunda Tarihi El Fetih-Hamas Uzlaşısı

 

Giriş

Geçtiğimiz yıl 7 Ekim tarihinde Hamas'ın İsrail'e yönelik gerçekleştirdiği şok saldırının ardından başlayan ve geçtiğimiz 10 aylık süreçte -onlarca yıldır devam eden İsrail-Filistin Sorunu'nun yeni bir aşaması olarak- Gazze'de yaşanan ve on binlerce (şu an için resmi rakam olarak 39.000 kabul ediliyor) sivilin ölümüne yol açan büyük bir insani trajediye dönüşen siyasi kriz, Çin Halk Cumhuriyeti'nin Filistin'in iki cephesi olan Batı Şeria (El Fetih) ve Gazze (Hamas) liderliklerini Pekin'de uzlaştırmasıyla yeni bir aşamaya evirildi. Bu yazıda, son dönemde yaptığı başarılı diplomatik hamlelerle dikkat çeken Çin Halk Cumhuriyeti'nin gerçekleştirdiği bu tarihi uzlaşıyı mercek altına alacağım.

(Soldan sağa) El Fetih hareketi Başkan Yardımcısı Mahmud el-Alul, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ve Hamas’ın siyasi bürosunun Başkan Yardımcısı Musa Abu Marzuk

Kaynak: AlJazeera

Çin Arabuluculuğunda Filistin Grupların Tarihi Uzlaşısı (Mı?)

Tarihsel olarak diplomaside en aktif ülkelerden biri olmayan ve daha çok kendi kalkınması ve iç meselelerine odaklanmayı tercih eden Çin, son yıllarda artan ekonomik ve siyasi gücüne paralel olarak, uluslararası siyasette de başarılı girişimleriyle dikkat çekiyor. 2023 yılı Mart ayında Çin'in gerçekleştirdiği Suudi Arabistan-İran uzlaşısı bu açıdan ilk önemli gelişme olurken, geçtiğimiz gün Çin'in başkenti Pekin'de varılan tarihi El Fetih-Hamas uzlaşısı da, Çin'in barışçıl diplomasi ve arabuluculuk konusunda ne kadar gelişmiş bir devlet olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. El Fetih hareketi Başkan Yardımcısı Mahmud el-Alul ve Hamas’ın siyasi bürosunun Başkan Yardımcısı Musa Abu Marzuk ile birlikte Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve İslami Cihad (Filistin İslami Cihat Örgütü) da dahil olmak üzere birçok farklı ve toplumsal tabanı olan Filistinli örgütün Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin (Vang Yi) arabuluculuğunda bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan uzlaşı, ilerleyen haftalarda Hamas-İsrail Savaşı'nın ve Filistin Sorunu'nun çözümünde de kolaylaştırıcı bir unsur haline gelebilir.

Çin arabuluculuğunda gerçekleştirilen üç günlük yoğun diplomasinin ardından uluslararası kamuoyuna ilan edilen ve Hamas ve El Fetih ile birlikte 12 farklı Filistinli grubun (İslami Cihad hareketi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Halk Partisi, Filistin Halk Mücadelesi Cephesi, Filistin Ulusal İnisiyatif Hareketi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi - Genel Komutanlığı, Filistin Demokratik Birliği/Fida, Filistin Kurtuluş Cephesi, Arap Kurtuluş Cephesi, Halk Kurtuluş Savaşının Öncüleri/Yıldırım Kuvvetleri ve Filistin Arap Cephesi) daha katıldığı tarihi uzlaşı, savaşın ardından Filistin'de geçici bir ulusal hükümetin kurulmasını ve Filistin'in kalkınması ile birlikte uluslararası anlamda tanınan egemen bir devlet haline gelmesini hedefliyor. "Pekin Bildirgesi/Deklerasyonu" olarak adlandırılan uzlaşı, Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan resmi açıklamaya göre şu hususları kapsıyor:

  1. Gazze Şeridi'nde kapsamlı, kalıcı ve sürdürülebilir ateşkesin bir an önce sağlanarak, insani yardımların bölgeye sorunsuz aktarılabilmesi.
  2. "Filistin'i Filistinliler yönetmeli" ilkesinden hareketle ve Gazze'nin Filistin Devleti'nin bölünmez bir parçası olduğu anlayışıyla, Gazze'nin savaş sonrasında yeniden kalkındırılması ve doğru şekilde yönetilmesi için geçici bir ulusal uzlaşı hükümetinin oluşturulması.
  3. "İki devletli çözüm" ilkesi uyarınca, Filistin Devleti'nin bir an önce gözlemci üyelikten Birleşmiş Milletler tam üyeliğine kabul edilmesi ve bunun için kapsamlı, yetkili ve etkili bir uluslararası barış konferansının düzenlenmesi.

Deklarasyona Tepkiler

Pekin Bildirgesi toplantılarına Çin ve Filistinli gruplar dışında Cezayir, Katar, Lübnan, Mısır, Rusya, Suriye, Suudi Arabistan, Türkiye ve Ürdün'den de yetkililerin katıldığı duyurulurken, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, bu uzlaşının Filistin Sorunu'nun çözümü ve Ortadoğu'da barışın sağlanması konusunda çok önemli bir aşama olduğunu vurguladı. Wang Yi, El Fetih'in Filistin halkının tek yasal temsilcisi olduğunu da belirterek, bu uzlaşıyla birlikte bunun da başarıldığının altını çizdi. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping de, savaşı sona erdirmek için bir uluslararası konferans düzenlenmesi çağrısında bulundu.

İsrail Dışişleri Bakanu Yisrael Katz'ın sosyal medyadan yaptığı açıklama

Ancak Çin'in bu iyi niyetli girişimi İsrail'de aynı şekilde algılanmazken, ülkesi adına Twitter (X) hesabından bir açıklama yapan Likud partili İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, Filistin Devlet Başkanı Abbas'ın terörizmi reddetmek yerine Hamas'ın katil ve tecavüzcülerine kucak açtığını iddia ederek, bunun Filistin liderliğinin gerçek yüzünü gösterdiğini ve Gazze'de Hamas ezilirken, Abbas'ın da bunu uzaktan seyretmek zorunda kalacağını yazdı. İsrail'in güvenliğinin başka hiçbir ülke ve gruba bırakılamayacağını da yazan Katz, bu şekilde Çin yönetimini de dolaylı şekilde eleştirmiş oldu. Hamas adına açıklamalar yapan Hamas'ın Ulusal İlişkiler Ofisi Başkanı Hüsam Bedran ise, Çin'e destekleri için teşekkür etti ve bu uzlaşının Filistin'in ulusal birliği yönünde önemli bir adım olduğunu vurguladı.

Uluslararası basın kuruluşları da (örneğin Reuters), genellikle, Çin'in bu girişimini iyi niyetli ancak başarıya ulaşma ihtimali zor bir yaklaşım olarak değerlendirirken, özellikle Filistinli gruplar arasındaki derin çatışmaları ve Batı dünyasının Hamas'a yönelik negatif tutumunu vurguladılar. DW'ye bir röportaj veren Chatham House uzmanı Ahmed Aboudouh da, bu deklarasyon sonrasında Filistin'de birlik hükümetinin oluşmasına ihtimal vermezken, iki grup arasındaki ideolojik farklılıklara ve güç mücadelesine vurgu yaptı. Aboudouh, deklarasyonda net bir takvimin açıklanmadığını da belirterek, ABD'de Donald Trump'ın yeniden Başkan seçilmesi ihtimaline karşı Filistin liderliğinin ön aldığını vurguladı. Aboudouh, Çin'in ise bu girişimlerden artı puan topladığını ve barışçıl yükselen güç imajını kuvvetlendirdiğini belirtti. Türk akademisyen Prof. Dr. Sedat Laçiner ise, Çin'in Hamas'ın 7 Ekim saldırısını kınamaması ve Hamas'ı bir terör örgütü olarak kabul etmemesi gibi sebepler nedeniyle İsrail ve Batı'da tarafsız bir aktör olarak algılanmadığının altını çizdi

Sonuç 

Sonuç olarak, elbette Çin'in bu girişiminin ABD ve İsrail'in çok etkin olduğu bir bölgede ne kadar etkili olabileceği tartışmaya açık olsa da, ABD ve Batı'nın artık uluslararası siyasette ahlaki üstünlüğü Çin'e kaptırmaya başladığının anlaşılması adına yaşananlar gerçekten de tarihi bir dönüm noktası olabilir. Zira Batılı güçlerin -demokrasi retoriklerinin yanında- sürekli olarak başka ülkeler arasındaki çatışmaları, muhalefete destek vererek o ülkelerdeki iç karışıklıkları ve genel olarak silahlanmayı ve rekabeti teşvik eden politikaları yerine, Çin'in diğer ülkelerle ilişkilerinde kalkınma, istikrar, uluslararası hukuk ve barışçıl diplomasiyi vurgulaması ve bu yönde projeler (örneğin Kuşak Yol İnisiyatifi) geliştirmesi, demokrasiye inanmış çevrelerde bile Batı'nın gerçek niyetleri hakkında soru işaretlerine sebep oluyor. Bu anlamda, kuşkusuz, Çin'in sorumlu bir süper güç adayı imajı pekişirken, Çin liderliği ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) de daha iyi bir alternatif dünya düzeni sunmaya aday iddialı bir küresel oyuncu haline geliyor. Bu nedenle, bu gelişmeleri ciddiye almak ve yakından takip etmek lazım.

Kapak fotoğrafı: Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping (https://turkish.cri.cn/2022/12/09/ARTIhHUI3b2YPcbUd9yQo2HJ221209.shtml).

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ