29 Aralık 2025 Pazartesi

İsrail, Somaliland’ı Tanıyan İlk Devlet Oldu

 

Giriş

2023 yılı Ekim ayında Hamas’ın İsrailli sivillere yönelik saldırısının ardından Gazze’de başlattığı askeri operasyonda Hamaslı militanlarla mücadele ederken on binlerce Filistinli sivilin de ölümüne sebep olması nedeniyle dünyada büyük prestij kaybeden, buna karşın sahada oldukça başarılı olan İsrail, Başbakan Benyamin Netanyahu liderliğinde ilginç ve stratejik hamleler yapmaya devam ediyor. Öyle ki, İsrail, geçtiğimiz gün Başbakan tarafından imzalanan kararname ile Somaliland’ı bağımsız bir devlet statüsünde tanıyan ilk devlet olarak tarihe geçti.[1]

Bu karara başta Somali olmak üzere bölge devletleri tepki gösterirken, henüz Amerika Birleşik Devletleri’nden de bir destek açıklaması gelmedi. Öyle ki, ABD Başkanı Donald Trump, ilk açıklamasında Somaliland’ı tanımayacaklarını söyledi.[2] Trump, basına yaptığı ilk açıklamada, “Somaliland’ı bilen var mı gerçekten?” sözüyle dikkat çekti.[3] Somali ile yakın ilişkileri olan Türkiye de bu karara tepki gösterdi ve Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli aracılığıyla “uluslararası hukuk” ve “Somali’nin iç işlerine karışmama” vurgusu yaptı.[4] Körfez İşbirliği Konseyi, İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Ligi ve Afrika Birliği gibi bölgesel nitelikli uluslararası kuruluşlar da İsrail’in bu tek yanlı kararını kınadılar. Somali’de ise bu konuda büyük gösteriler düzenlendi ve uluslararası kamuoyuna ülke topraklarının asla bölünemeyeceği mesajı verildi.[5]

Bu yazıda, İsrail’in bu stratejik hamlesini analiz etmeye ve büyük resme bakarak İsrail’in bölgesel politikalarını yorumlamaya gayret edeceğim. Bunun için, öncelikle ülkemizde pek bilinmeyen Somaliland’ın tarihi ve temel bazı özelliklerine odaklanacağım. Daha sonra ise, İsrail’in bu hamlesinde etkili olan faktörleri ve sonrasında da bunun olası sonuçlarını değerlendireceğim. Elbette bu konuda daha kapsamlı analizler için bölge uzmanlarına başvurulması yerinde olacaktır.

Somaliland: Tarihi ve Temel Özellikleri

Somaliland” terimi, tarihsel olarak Cibuti ve Somali’yi içeren geniş coğrafi bölge için kullanılsa da[6], günümüzde Somaliland Cumhuriyeti adıyla bilinen bu devlet, Aden Körfezi’nin güney kıyısında; kuzeybatıda Cibuti, güney ve batıda Etiyopya, doğuda ise Somali ile sınır komşusu olarak 1991’de Somali’den tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiş “de facto” bir devlettir.

Etiyopya-Somaliland-Somali haritası

1884-1960 döneminde İngiliz koloni yönetiminde kalan ve “Britanya Somaliland’ı” olarak adlandırılan bu devlet, aynı dönemde Fransız kolonisi olan Cibuti bölgesi ve İtalyan kontrolündeki Etiyopya ile birleştirilen İtalyan Doğu Afrika’sı ile birlikte 1960 yılında bağımsızlığını kazanırken kâğıt üzerinde birleştirilmiştir.[7] Fransız Somaliland’ı olan Cibuti 1977’de Somali’den ayrılarak bağımsız olurken, Somali’ye bağlı olan Somaliland ve Puntland’da da bağımsızlık hareketleri zamanla güç kazanmaya başlamıştır. Nitekim Somali’de 1980’lerde başlayan iç savaş neticesinde Muhammed Siad Barre liderliğindeki Somali hükümeti düşerken, Somaliland bölgesinde kontrolü sağlayan ve Müslüman mücahitlerden oluşan Somali Ulusal Hareketi, Mayıs 1991’de tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiş ve 1960 federasyonunun çöktüğünü iddia etmiştir.[8] Bu tarihten itibaren, Somaliland, diğer devletlerce tanınmamasına karşın, iç istikrarını görece garanti altına alarak gelişmeye başlamıştır.

Başkenti 1,2 milyonluk Hargeisa olan Somaliland, 176.120 km²lik orta büyüklükte bir yüzölçümüne sahiptir.[9] Aden Körfezi kıyısındaki stratejik konumu, Somaliland’ı jeopolitik açıdan önemli bir devlet haline getirmektedir. Ülke nüfusu ise 6 milyon civarında tahmin edilmekle birlikte, bu konuda kesin rakamlar yoktur.[10] Ülkede yaygın konuşulan resmi diller Somalice, Arapça ve İngilizce olup, 50 yıllık ortalama yaşam beklentisi ülkenin ciddi sorunlarına işaret etmektedir.[11] Resmi dini İslam olan Somaliland, 2024 yılından beri “Irro” lakaplı diplomat kökenli siyasetçi Abdurrahman (Abdirahman) Muhammed Abdullahi Cumhurbaşkanlığındadır. Ülkenin deve ve keçi üretimi temelli geleneksel (tarımsal) bir ekonomisi bulunmaktadır.[12]

Somaliland Cumhurbaşkanı Abdurrahman (Abdirahman) Muhammed Abdullahi

Üniter yapıda ve Başkanlık sisteminin uygulandığı bir Cumhuriyet olan Somaliland, BBC’nin de işaret ettiği üzere, tanınmamış statüsüne karşın, kendi devlet aygıtı, anayasası (2001 anayasası), pasaportu, medya kuruluşları ve para birimini oluşturmayı başarmış ve devletleşme yolunda önemli mesafeler kat etmiş bir ülkedir.[13] Bu anlamda, de facto statüsüne karşın, Somaliland bir “failed-state” (kırılgan devlet) görünümünde değildir. Ülkenin resmi dini olan İslam, yasal olarak da önemli bir kaynak durumundadır ki, bu durum anayasanın 5. maddesinde düzenlenerek İslam dini dışındaki dinlerin yasaklandığı ve Şeriat hukukunun önemli bir yasal kaynak olduğu vurgulanmıştır.[14]

Cibuti-Etiyopya-Somaliland-Somali-Kenya haritası

2024 yılında ülkenin Etiyopya ile imzaladığı anlaşma ise, bu ülkenin tanınması yolunda atılmış ilk büyük adımdır. Bu anlaşmayla, Etiyopya’nın Somaliland limanlarını kullanması, bu ülkede askeri üs elde etmesi ve Somaliland’ın tanınması için girişimlerin başlaması kararlaştırılmıştır.[15] Bu şekilde deniz kapalı bir devlet olan Etiyopya’nın denize çıkması sağlanırken, Somaliland’ın da tanınması yolunda önemli bir aşamaya geçilmiştir. Etiyopya ve Somali ile çok yakın ilişkileri olan Türkiye de bu süreçte arabuluculuk faaliyetleriyle öne çıkmıştır. Henüz kurumsal dış ilişkileri olmayan Somaliland’ın UNPO (Temsil Edilmeyen Milletler ve Halklar Organizasyonu) üyeliği ise bulunmaktadır.[16] 19 farklı ülkede[17] diplomatik temsilcilikleri olan Somaliland’da ayrıca Danimarka, Cibuti, Etiyopya, Kenya, Tayvan, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Birleşik Krallık gibi bazı devletlerin farklı statülerde diplomatik ofisleri de bulunmaktadır. Bu ülkelere vatandaşlarının giriş-çıkışları Somaliland pasaportu ile yapılabilen devlet, bu anlamda tam anlamıyla bir izolasyon durumunda değildir.

Somaliland’ın diplomatik temsilciliği olan devletler

İsrail’in Somaliland’ı Tanıma Motivasyon Kaynakları

Aden Körfezi ve Kızıldeniz’e çıkış noktasında önemli bir güzergâh olan Somaliland konusunda İsrail’in bir süredir çeşitli diplomatik ve istihbari temaslar içerisinde olduğu zaten biliniyordu. İsrail televizyonu Channel 12 tarafından gündeme getirilen bu iddiaya göre, iki devlet arasındaki temaslar aylar öncesinde başlamıştı.[18] Bu temaslar uyarınca yapılan planlamanın devamı niteliğinde, 26 Aralık 2025 tarihinde, İsrail, Somaliland’ı tanıyan ilk devlet oldu. Başbakan Netanyahu, imzası sonrasında, bu kararın ABD Başkanı Donald Trump’ın başlattığı İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) sürecinin ruhuna uygun olduğunu iddia etti.[19] Bu kararın ardından iki ülkenin birbirlerinin topraklarında Büyükelçilik açmaları bekleniyor. Hatta İsrail yönetimi, Cumhurbaşkanı Abdurrahman Muhammed Abdullahi’yi resmi ziyaret için İsrail’e davet de etti.[20] Cumhurbaşkanı Abdullahi de, İsrail’e teşekkür ederek, ülkesinin tanımanın ardından İbrahim Anlaşmaları’na katılacağını açıkladı.[21] Peki, İsrail’in bu kararında ne gibi faktörler etkili olmuş olabilir?

Bu noktada İsrail’in en önemli siyasi motivasyon kaynağının orta vadede Gazze’yi Filistinlilerden arındırmak isteyen mevcut aşırı sağ eğilimli İsrail hükümetinin Gazzelileri Somaliland’a yerleştirme düşüncesi olduğu iddia ediliyor.[22] Filistin Dışişleri Bakanlığı daha önce de bu iddiayı gündeme getirmiş ve hatta bu konuda ABD-İsrail-Somaliland üçlüsü arasında pazarlıkların yapıldığını iddia etmişti. Bu bağlamda, Gazze’yi İsrail topraklarına katmak isteyen aşırı sağcı Netanyahu koalisyonunun 1 milyon Gazzeliyi Somaliland’a yerleştirmesi ve Gazze krizine böylelikle son vermesi düşüncesi İsrail’in bu devleti tanıma kararında etkili olmuş olabilir.[23]

Aden Körfezi haritası

İkinci olarak, tanıma karşılığında İsrail’in bu ülkede deniz ve kara üsleri elde etmesi durumunda, bölgesel jeopolitik rekabette bir avantaj sağlayabileceği su götürmez bir gerçek. Bu bağlamda, İsrail’in bölgede son dönemde çok saldırgan davrandığı ve geleneksel rakibi İran İslam Cumhuriyeti dışında, Yemen, Lübnan, Suriye, Katar ve hatta Türkiye gibi bölge ülkelerini de hasım algılayan abartılı bir tutum içerisine girdiği görülüyor. Bu doğrultuda özellikle Yemen’deki faaliyetleriyle ABD ve İsrail’in tepkisini çeken Husilere karşı mücadelede, Somaliland’daki askeri üslerin Tel Aviv adına önemli bir kazanım olacağı belirtilebilir.[24] Nitekim bunu fark eden Husilerin şimdiden İsrail’in Somaliland’daki askeri varlığının meşru bir hedef haline geleceğini açıklamaları dikkati çekiyor.[25] Bölge uzmanı Türk gazeteci Hediye Levent ise, Tel Aviv kaynaklı bu hamleyle birlikte İsrail-İran Savaşı’nın başlaması ve Suriye’nin karışması gibi senaryoların 2026 yılı için yeniden güçlendirdiğini düşünüyor.[26] Bir diğer bölge uzmanı Türk gazeteci Fehim Taştekin de İsrail’in bölgesel politikalarına destek sağlayacak kara-deniz üsleri ve gözlem merkezleri nedeniyle Somaliland’la ilgilendiğini ve bölgede Eritre açıklarındaki Dahlak Takımadası’nda zaten halihazırda bir istihbari merkezi olduğunu kaydetmektedir.[27] Nitekim bu merkezler aracılığıyla Kızıldeniz’i gözlemleyen Tel Aviv, bölgedeki başat güç olma yolunda her türlü politikayı uygulamaya hazır görünümündedir.

Üçüncü olarak, son yıllarda radikal Şii İslam çizgisindeki İran’la sorunlar yaşayan ve geçtiğimiz birkaç on yılda bölgedeki laik rejimlerin (Arap devletlerindeki Baas Partisi yönetimleri ve Türkiye’deki Kemalist rejim) zayıfladığını/yok olduğunu gören İsrail’in Şeriat hukukunun belirli ölçülerde uygulandığı Sünni İslam çizgisindeki Somaliland’la yakın ilişkiler kurarak, BAE, Fas, Ürdün ve Mısır’dan sonra Sünni dünyadan bir diğer Müslüman ortak bulmaya çalıştığı iddia edilebilir. Trump’ın İbrahim Anlaşması’na Suudi Arabistan’ı da katmak istediği düşünülürse, İsrail-Sünni blokunun oluşması bağlamında bu tanıma kararı ne ölçüde faydalı olabilir, elbette zaman gösterecektir. Zira Arap devletlerinden gelen tepkilere rağmen, bu hamlenin İran ve Husilerle sorun yaşayan Körfez ülkelerini o kadar da rahatsız etmeyeceği öngörülebilir.

Dördüncü olarak, son dönemde temelde söylem düzeyinde, ama aynı zamanda sahada da (örneğin Doğu Akdeniz) Türkiye ile bazı sorunlar yaşayan İsrail’in, Somaliland hamlesiyle Somali’deki en etkin askeri ve ekonomik güç olan Türkiye’ye karşı bir mevzi elde etmeye çalıştığı iddia edilebilir. Nitekim Somali’de TURKSOM Askerî Eğitim Üssü bulunan Türkiye, Somali’yi askerî açıdan kendisine olanaklar sağlayan Afrika’daki önemli bir dayanak noktası olarak tasavvur etmektedir. Bu bağlamda, Somali-Somaliland husumeti, Doğu Akdeniz/Libya’dan sonra Türkiye ile İsrail’in karşı karşıya geldiği yeni bir cephe olabilir. Ancak Türkiye’nin en yakın müttefiklerinden Azerbaycan’ın İsrail’le müttefiklik ilişkileri de düşünülürse, Türkiye-İsrail ilişkilerinin ne ölçüde gerçek bir husumete dayandığı elbette halen bile tartışmaya açık bir durumdur.

Son olarak, Cibuti'yi neredeyse tamamen Çin kontrolüne girmiş bir devlet olarak değerlendirdiğimizde, İsrail ile birlikte Somaliland'da mevzi elde etmek isteyen ABD'nin de Çin'le rekabet bağlamında bu politikaya gizli destek verdiği düşünülebilir. Zira Washington'ın son dönemde izlediği Venezuela politikası ve Asya açılımında da önceliğin Çin'in gücünü kontrol altına almak olduğu düşüncesi ağır basmaktadır. Bu da, Cibuti'nin Çin eksenli yapısı düşünüldüğünde, İsrail'in Somaliland hamlesi, büyük resimde ABD-Çin rekabetinin doğrudan bir uzantısı olarak da algılanabilir.

Olası Sonuçlar

İsrail’in bu beklenmedik ve tek taraflı hamlesi, bölgedeki jeopolitik fay hatlarını daha da tetikleyecek riskli bir girişimdir. Uluslararası hukukun hiçe sayıldığı, uluslararası anlaşmalar olmadan devletlerin kendi destekledikleri grupların bağımsızlık ilanlarına arka çıktığı, gücün tek geçerli değer haline geldiği ve askeri/jeopolitik mücadelenin hukuk ve siyasi dengelerin önüne geçtiği bir düzlemde, Ortadoğu ve Afrika bölgesinin istikrarsızlaşması ve yeni çatışma ve savaşların yakın bir gelecekte başlaması gayet muhtemeldir.

Nitekim İsrail’in Somaliland’a askeri olarak yerleşmesinin sonucunda, Tel Aviv’deki aşırı sağcı rejimin Yemen ve İran gibi bölge ülkelerine yönelik askeri operasyonları hızlanabilir. Bu bağlamda, İsrail-İran Savaşı’nın yeniden başlaması da ihtimal dahilindedir. İsrail’in bölge stratejisi, özünde, İran’ın “ülke dışındaki kollarını kesmek” şeklinde özetlenebilir. Bu doğrultuda, Netanyahu’nun koalisyon hükümeti, İran menşeli veya destekli Hamas, Hizbullah, Haşdi Şabi ve Husiler gibi grupları hedef almaya devam edecek ve İran’ı nükleer programından vazgeçip İsrail’le uzlaşıya varana kadar sıkıştırmaya devam edecektir. Bu ise, kuşkusuz, bölgeyi Batı ile mücadelelerinde bir ön cephe gibi gören Rusya ve Çin gibi devletlerin istemeyeceği bir durumdur. Bu nedenle, bu ülkelerden İran’a destekler sağlanması da olasıdır. Bu ise, bölgeyi bir ateş çemberine çevirebilir.

Böyle bir ortamda, kuşkusuz Türkiye de ciddi jeopolitik riskler yaşayacaktır. Her ne kadar akılcı, laik ve tutarlı bir devlet olmaya çalışsa da, Türkiye’nin bölgedeki birçok devletle (Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Ermenistan vs.) ciddi sorunlar yaşaması ve sorun yaşamadığı halde diğer bölge devletleri tarafından da genelde rakip olarak algılanması, Ankara’nın da zorlanabileceği yeni bir döneme işaret etmektedir. Bu bağlamda, Osmanlıcılık söylemleri yerine arabuluculuk ve barış mesajlarının verildiği ve her devletle diyalog ve müzakere kapılarının açık tutulduğu yeni bir döneme start vermek bence doğru bir tavır olacaktır. Elbette bir yandan da, Ankara, bölgedeki askeri hareketliliğini tamamlamalı ve olası risklere karşı hazır olmalıdır. Zira Ortadoğu bölgesi ve çeperleri, dünyanın en acımasız siyasetine sahne olan zalim bir bölgedir.

Sonuç

Sonuç olarak, Ankara’dan kalkan ve Libya askeri heyetini taşıyan uçağın düşmesinin ardından yaşanan bu gelişme, Türkiye’nin güvenlik kaygıları ve kırılganlıklarının üst düzeye ulaştığı riskli ve yeni bir sürece işaret etmektedir. Türkiye’nin bu süreçte güvenlik anlamında azami dikkatli davranması ve dahası bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmeye çalışması muhakkak ki faydalı olacaktır. Zira güçlü bir ordusu olmasına karşın, Türkiye, İsrail gibi sürekli çatışma isteyen ve kuşatılmışlık psikolojisini benimseyen bir devlet değildir. Bu bağlamda, ABD’deki Trump yönetiminin İsrail’i tek taraflı hamleler yapmaması konusunda frenlemesi ve Büyükelçi Tom Barrack’ın da söylediği gibi iki Washington müttefiki devletin makul bir düzlemde uzlaştırılması çok gerekli ve hatta artık zaruri hale gelmiştir. Türkiye'nin İsrail'le çatışması ise, kuşkusuz, Washington açısından tam bir felaket senaryosu olacak ve her iki devlet ve halkına da büyük zarar verecektir. Ancak bunun önlenmesi adına, Türkiye kadar İsrail'e de görevler düşmektedir. Zira her hamlesinde Türkiye karşıtlığı mesajı veren Tel Aviv, Türkiye'deki dostlarını kaybetmekte ve kendi kendini zor durumlara sokmaktadır.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] Mustafa Deveci & Faruk Hanedar & Gökhan Kavak & Mohamud Ismail Kulane (2025), “İsrail, Somaliland'ı "ülke" olarak tanıdı”, Anadolu Ajansı, 26.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israil-somalilandi-ulke-olarak-tanidi-/3781843.

[2] NTV (2025), “Trump'tan Somaliland açıklaması. "Tanımayacağım"”, 27.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.ntv.com.tr/dunya/trumptan-somaliland-aciklamasi-tanimayacagim-1704919.

[3] Gazete Oksijen (2025), “'Somaliland'i gerçekten bilen var mı?': İsrail'in tanıma kararı için kim ne dedi?”, 27.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://gazeteoksijen.com/dunya/somalilandi-gercekten-bilen-var-mi-israilin-tanima-karari-icin-kim-ne-dedi-260934.

[4] Gökhan Çeliker (2025), “Türkiye'den İsrail'in Somaliland bölgesinin "bağımsızlığını tanıma" kararına tepki”, Anadolu Ajansı, 26.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/gundem/turkiyeden-israilin-somaliland-bolgesinin-bagimsizligini-tanima-kararina-tepki/3781964.

[5] Mohamud Ismail Kulane (2025), “İsrail'in Somaliland kararına karşı Mogadişu'da gösteri düzenlendi”, Anadolu Ajansı, 28.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israilin-somaliland-kararina-karsi-mogadisuda-gosteri-duzenlendi/3783395.

[6] Britannica, “Somaliland”, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.britannica.com/place/Somaliland.

[7] EBSCO Knowledge Advantage (2022), “British Somaliland”, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.ebsco.com/research-starters/geography-and-cartography/british-somaliland.

[8] Britannica, “Somaliland”, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.britannica.com/place/Somaliland.

[9] Ministry of Planning and National Development Central Statistical Department (2021), “Somaliland in Figures”, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.somalilandcsd.org/wp-content/uploads/2022/05/Somaliland-in-Figures-2020.pdf, s. 2.

[10] BBC News (2024), “Somaliland profile”, 02.01.2024, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-africa-14115069.

[11] BBC News (2024), “Somaliland profile”, 02.01.2024, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-africa-14115069.

[12] Bu ülkeye yönelik bir ziyaret için; https://www.youtube.com/watch?v=SiFszjJk7oM.

[13] BBC News (2024), “Somaliland profile”, 02.01.2024, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-africa-14115069.

[14] “THE CONSTITUTION OF THE REPUBLIC OF SOMALILAND”, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: http://www.somalilandlaw.com/somaliland_constitution.htm#Heading.

[15] Kritik Bakış (2024), “Etiyopya-Somaliland Protokolü ve Türkiye”, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://kritikbakis.com/etiyopya-somaliland-protokolu-ve-turkiye/?print=print.

[16] UNPO, “Members”, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://unpo.org/members/.

[17] Kanada, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avustralya, Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, Norveç, Birleşik Krallık, Türkiye, Suudi Arabistan, Tayvan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Yemen, Cibuti, Etiyopya, Kenya, Güney Afrika ve Güney Sudan.

[18] DW Türkçe (2025), “İsrail Somaliland'ı tanıdı, Türkiye tepki gösterdi”, 27.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/i%CC%87srail-somaliland%C4%B1-tan%C4%B1d%C4%B1-t%C3%BCrkiye-tepki-g%C3%B6sterdi/a-75313869.

[19] DW Türkçe (2025), “İsrail Somaliland'ı tanıdı, Türkiye tepki gösterdi”, 27.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/i%CC%87srail-somaliland%C4%B1-tan%C4%B1d%C4%B1-t%C3%BCrkiye-tepki-g%C3%B6sterdi/a-75313869.

[20] Independent Türkçe (2025), “İsrail’in Somaliland’ı tanıması Türkiye - ABD ilişkilerini nasıl etkileyecek?”, 27.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.indyturk.com/node/770354/d%C3%BCnya/i%CC%87srail%E2%80%99-somaliland%E2%80%99%C4%B1-tan%C4%B1mas%C4%B1-t%C3%BCrkiye-abd-ili%C5%9Fkilerini-nas%C4%B1l-etkileyecek.

[21] BBC News Türkçe (2025), “İsrail'in Somaliland'i tanımasına tepkiler ne oldu?”, 26.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/articles/c14v653gpl4o.

[22] Diken (2025), “'İsrail, Filistinlileri Somaliland'e gönderecek' iddiası”, 28.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.diken.com.tr/israil-filistinlileri-somalilande-gonderecek-iddiasi/.

[23] Didem Özel Tümer (2025), “İsrail’in SOMALİLAND hamlesi”, Milliyet, 29.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/didem-ozel-tumer/israilin-somaliland-hamlesi-7511121.

[24] DW Türkçe (2025), “İsrail Somaliland'ı tanıdı, Türkiye tepki gösterdi”, 27.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/i%CC%87srail-somaliland%C4%B1-tan%C4%B1d%C4%B1-t%C3%BCrkiye-tepki-g%C3%B6sterdi/a-75313869.

[25] The Times of Israel (2025), “Houthis say IDF presence in Somaliland would be ‘military target’”, 28.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.timesofisrael.com/liveblog_entry/houthis-say-idf-presence-in-somaliland-would-be-military-target/.

[26] Sözcü Televizyonu (2025), “Orta Doğu ve Afrika Yanıyor! Netanyahu Somaliland'i Tanıdı! Türkiye Ayağa Kalktı!”, 28.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=GSa6wsIRNtc.

[27] Fehim Taştekin (2025), “İsrail’in Somaliland hamlesi: Afrika Boynuzu’nda tehlikeli oyunlar”, 28.12.2025, Erişim Tarihi: 29.12.2025, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=xbl7wXuPiBQ.

2025 Yılında Türkiye’nin En Önemli Dış Ticaret Ortakları

 

Türkiye’nin resmi istatistik kurumu TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), 2025 yılı dış ticaret verilerini internet sitesinde meraklılarla paylaşmaktadır.[1] Bu bağlamda, her ne kadar son çeyrek verileri henüz tam anlamıyla kesinleşmese de, TÜİK istatistikleri doğrultusunda Türkiye’nin geçtiğimiz yıl içerisindeki en önemli dış ticaret ortaklarının listesini yapmak, ülkenin dış siyasetine de belirli ölçülerde yön veren ticaret portföyünü anlamak adına faydalı bir çaba olacaktır. Bu yazıda, bu veriler derlenecek ve kısaca yorumlanacaktır.

Türkiye’nin 2025 yılı dış ticaretinde en öne çıkan ortakları

SıraÜlkeTürkiye’nin İhracatı ($)Türkiye’nin İthalatı ($)Toplam Dış Ticaret ($)Fark ($)
1Çin2.628.334.74940.730.528.37243.358.863.121-38.102.193.623
2Almanya18.554.469.48324.598.031.17143.152.500.654-6.043.561.688
3Rusya5.437.746.65435.507.945.25040.945.691.904-30.070.198.596
4ABD13.427.141.89714.570.488.84227.997.630.739-1.143.346.945
5İtalya10.986.650.13112.886.009.08323.872.659.214-1.899.358.952
6Birleşik Krallık13.810.931.4585.964.260.97419.775.192.4327.846.670.484
7Fransa8.961.542.81510.433.706.36019.395.249.175-1.472.163.545
8İspanya8.792.198.8398.118.288.54216.910.487.381673.910.297
9BAE7.816.100.5268.301.004.67116.117.105.197-484.904.145
10Irak9.882.949.0651.705.472.34611.588.421.4118.177.476.719
11Hollanda6.885.890.6174.286.932.19311.172.822.8102.598.958.424
12Romanya7.060.124.4783.856.916.57710.917.041.0553.203.207.901
13Polonya5.381.442.9934.830.017.44010.211.460.433551.425.553

Bu verileri yorumlamak gerekirse,

  • İlk olarak, Türkiye’nin son 3 yıldır devam eden Rusya-Çin eksenli ve ithalat odaklı dış ticaret istatistiklerinin biraz olsun değişmeye başladığı ve Almanya’nın yeniden toparlanarak Çin’in hemen arkasında 2. sıraya yükseldiği görülmektedir. Son verilerin de eklenmesiyle, belki de bu sene Almanya yeniden ilk sıraya yükselebilir.
  • 40 milyar doları aşan ticaret hacimleriyle, Çin, Almanya ve Rusya, Türkiye açısından "üç büyükler" statüsündedir.
  • Rusya ve Çin’le -hatta kısmen Almanya ile de- ekonomik ilişkilerde kronik “net ithalatçı” durumu Ankara için devam ederken, ABD (Amerika Birleşik Devletleri), İtalya, Birleşik Krallık, Fransa, İspanya, BAE (Birleşik Arap Emirlikleri), Hollanda ve Polonya gibi ülkelerle dış ticaretimiz daha dengeli gözükmektedir.
  • Bu ülkelerden özellikle Birleşik Krallık’la ilişkilerde Türkiye “net ihracatçı” statüsündedir ve ciddi dış ticaret fazlası sağlamaktadır. Bu da, bu ülkeyle ilişkilerimizi daha da geliştirmek adına önemli bir veridir.
  • Keza İtalya, Fransa, İspanya, Hollanda, Polonya ve Romanya gibi ülkeler de Türkiye’nin dış ticareti açısından çok faydalı durumdadırlar.
  • Irak’la ticari ilişkilerimizde de Türkiye’nin çok avantajlı bir konumda olduğu ve Ankara'nın bu ülkeyle ticaretinden ciddi menfaat sağladığı görülmektedir.
  • Türkiye ile İtalya’nın dış ticareti, Ankara’nın en hızlı gelişen dış ticareti görünümündedir.
  • Rusya ile ticarette yavaşlama, devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı’nın doğrudan bir sonucudur. ABD ile yeni başlayan doğalgaz (LNG) ticareti nedeniyle, ekonomik ilişkiler ilerleyen yıllarda daha da azalabilir. Bu nedenle, Rusya’nın yakın gelecekte savaşı sonlandırması ve ABD Başkanı Donald Trump’ın barış girişimlerine destek vermesi, Türk-Rus ekonomik ilişkilerinin gelişimi adına çok gereklidir.
  • Süpergüç ABD, yıllardır Türkiye’nin dış ticaretinde ilk üçe girememektedir. Bu da, ilişkilerin güvenlik odaklı yapısının halen sürdüğünü ve ekonomik anlamda yeterince gelişim gösterilemediğini ortaya koymaktadır.
  • BAE ile ticari ilişkilerde de -İtalya ile ilişkiler gibi- hızlı gelişim sürmektedir. Bu ülke, yakın gelecekte ilk 5’i dahi zorlayabilir.
  • Komşu devletlerimizden yalnızca Irak ve Romanya ile iyi ticari ilişkilerin olması, Türkiye’nin sorunlu dış politikasına delalet etmektedir. Yunanistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Bulgaristan gibi komşu devletlerle de ilerleyen yıllarda daha yoğun ekonomik ilişkiler kolaylıkla kurulabilir. Bu şekilde, bölgenin bir huzur ve istikrar bölgesine dönmesi kolaylaşacaktır. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Bakınız; https://iz.tuik.gov.tr/.

27 Aralık 2025 Cumartesi

Bilan 2025 de la politique étrangère de la Turquie

 

Introduction

Alors que nous tournons la page de 2025 et entrons dans 2026, je souhaitais revenir sur les actualités et analyses publiées par l'Académie de politique internationale (IPA) tout au long de 2025 et partager avec nos lecteurs les sujets qui nous ont le plus interpellés et intéressés. À cette occasion, je souhaite que 2026 soit une meilleure année pour la Turquie.

1. Une nouvelle ère dans les relations turco-américaines sous la présidence de Trump

Avec le retour de Donald Trump à la Maison-Blanche, président charismatique, atypique et constamment sous les feux des projecteurs, un changement notable s'est opéré dans les relations turco-américaines. Durant son premier mandat, Donald Trump a dû faire face à de sérieux problèmes avec la Turquie, tels que la crise du pasteur Brunson, le différend concernant les S-400 et les F-35, ainsi que les désaccords sur l'avenir des Kurdes en Syrie. Il a également adressé une lettre acerbe au président turc Recep Tayyip Erdoğan, provoquant une vive réaction en Turquie et rappelant la fameuse « lettre Johnson ». Cependant, lors de son second mandat, Trump a été salué pour sa plus grande prudence dans ses relations avec la Turquie. Dès son élection, il n'a cessé de flatter le président Erdoğan, le considérant comme l'un des dirigeants de droite les plus puissants à avoir dominé son pays. Il a déclaré n'avoir aucun problème avec Erdoğan, à la tête de la Turquie, et s'en est félicité, ce qui a stupéfié ses opposants turcs. De plus, Trump a reçu Erdoğan à la Maison Blanche lors d'une cérémonie fastueuse et chaleureuse fin septembre 2025, témoignant ainsi de sa volonté d'entretenir de bonnes relations avec Ankara et de sa confiance envers Erdoğan. De ce fait, les contacts, quasiment inexistants au niveau présidentiel sous la précédente administration de Joe Biden – malgré le maintien des relations institutionnelles –, se sont renforcés et ont gagné en crédibilité grâce aux échanges diplomatiques entre les dirigeants. Le président Erdoğan a ainsi accru son influence et sa crédibilité sur la scène internationale. Il convient de noter qu'à la suite de sa visite, le ministre des Affaires étrangères, Hakan Fidan, a également tenu d'importantes réunions à la Maison Blanche en novembre.

Malgré ces interactions diplomatiques positives, force est de constater que des problèmes persistent entre ces deux alliés de longue date. En effet, aucun accord définitif n'a été trouvé sur les questions les plus importantes, à savoir l'avenir de la Syrie et des Kurdes du Sud, et les relations turco-israéliennes n'ont pas été rétablies. La Turquie n'a toujours pas restitué le système de défense aérienne S-400 acquis auprès de la Russie. Dans ce contexte, on peut affirmer que les problèmes structurels demeurent inchangés. De plus, ces problèmes ont été exacerbés par les tensions rhétoriques liées aux massacres perpétrés par Israël à Gaza. Heureusement, grâce aux efforts diplomatiques du président Trump, un cessez-le-feu a été instauré à Gaza vers la fin de l'année, apaisant quelque peu les tensions. Par ailleurs, lors de la visite du président Erdoğan à Washington, le lancement d'une coopération énergétique entre les deux pays – un enjeu crucial susceptible de réduire la dépendance énergétique de la Turquie vis-à-vis de la Russie –, la contribution de la Turquie à l'économie américaine via d'importants achats auprès de Boeing, l'accord sur la réouverture du séminaire de Heybeliada et la coopération en matière de défense constituent autant d'évolutions positives. Les déclarations controversées de Tom Barrack, ambassadeur des États-Unis à Ankara et représentant spécial pour la Syrie, qui lui ont valu des critiques de la part des médias nationalistes et islamistes turcs en raison de ses propos ambigus, tels que : « Il y aura une coopération entre les alliés américains de la mer Caspienne à la Méditerranée. La Turquie et Israël n'entreront pas en guerre.», indiquent que les efforts de réalignement des positions et les négociations sur ce sujet se poursuivent. Dans ce contexte, la décision de la Turquie de stocker les S-400 sans les activer, ne présentant ainsi aucun risque pour les forces de l'OTAN et des États-Unis, et de soutenir pleinement les missions de l'OTAN, ainsi que son soutien à la réconciliation entre Damas et les Kurdes de Syrie et sa position sur la stabilité et l'intégrité territoriale de la Syrie, s'inscrivent dans le triangle israélo-américain, rouvrent les vannes des investissements de Washington et des puissants lobbies en faveur du développement économique turc, et empêchent la formation d'un front anti-turc en Méditerranée orientale par les États-Unis qui s'efforcent de contenir Israël.

2. L'influence d'Al-Shara en Syrie et la crainte des FDS

L'un des sujets sur lesquels nous nous sommes le plus concentrés en 2025 concernait les contacts entre le leader islamiste Ahmad al-Shara, arrivé au pouvoir en Syrie fin 2024 à la suite d'une révolution inattendue, et la Turquie. Les visites de responsables turcs et la première visite officielle de Shara en février ont entraîné une nette intensification des échanges et des progrès dans les relations bilatérales. Au cours des mois suivants, des représentants des deux pays se sont rencontrés à Washington et semblaient être parvenus à un accord sur des questions fondamentales telles que la redéfinition de l'intégrité territoriale de la Syrie (excluant le Golan et le Hatay), le règlement des conflits internes par la négociation, l'engagement de la Syrie à entretenir des relations amicales et étroites avec la Turquie dans cette nouvelle ère, et la participation des FDS, dont la principale composante est le PKK, aux forces armées syriennes. Il est toutefois difficile d'affirmer qu'un accord ait été trouvé sur des questions telles que la nature du gouvernement fédéral qui sera établi en Syrie, les conditions de son maintien, sa durée, la présence militaire turque à l'intérieur des frontières du pays, ainsi que le calendrier et les modalités des élections. Malgré ces difficultés, contrairement à ce que laissent entendre les médias, les relations bilatérales évoluent positivement. La présence, au sein du gouvernement de Shara, de personnalités comme le ministre des Affaires étrangères, Asaad al-Shaybani, diplômé d'université en Turquie, qui parle couramment le turc et connaît et apprécie son pays, témoigne clairement de la qualité et de l'ouverture du dialogue entre Damas et Ankara. La Turquie devrait également jouer un rôle majeur en Syrie dans cette nouvelle ère, en contribuant au développement du pays aux côtés des pays du Golfe. Dans ce contexte, de nouveaux contrats pour les entreprises turques, notamment dans le secteur de la construction, pourraient être proposés.

3. Le processus « Turquie sans terrorisme »

Le sujet le plus commenté en 2025 a sans aucun doute été l’évolution, positive ou négative, du processus « Turquie sans terrorisme », lancé fin 2024 par le Dr Devlet Bahçeli, chef du Parti d’action nationaliste (MHP), dans le but d’obtenir le désarmement du PKK et de renforcer le sentiment d’appartenance des citoyens kurdes à l’État et à la nation. Ce processus, soutenu par le président Erdoğan lors d’un discours historique, a connu des évolutions contrastées. Si la position mesurée du MHP a généralement été approuvée par le parti DEM, pro-kurde, et le Parti de la justice et du développement (AKP), au pouvoir, il était clair que le Parti républicain du peuple (CHP) ne souhaitait pas non plus entraver le processus. On peut donc affirmer que, globalement, le processus évolue dans une direction positive. Cependant, les débats inutiles et la polarisation autour de la visite d'une délégation parlementaire, composée de représentants des partis politiques, sur l'île d'İmralı pour rencontrer le chef du PKK, Abdullah Öcalan, témoignent de la fragilité persistante du processus. Malgré tout, force est de constater que l'opinion publique aborde généralement ce processus avec maturité et qu'un consensus se dégage, en dehors des partis d'extrême droite, quant à la nécessité de ne pas le saboter. C'est un signe encourageant pour l'avenir de la Turquie. Car dans un État développé, avancé, fort et sûr, qui répond aux attentes de ses citoyens, le terrorisme ne saurait perdurer. Dans ce contexte, il convient de considérer ce processus non pas comme une victoire ou une défaite, mais comme un processus technique et de renseignement garant de la paix sociale.

4. Les problèmes économiques de la Turquie

Le problème chronique hérité des années précédentes, bien qu'atténué, demeure d'ordre économique, alimenté par une forte inflation et des salaires réels faibles. Si Mehmet Şimşek, technocrate chevronné et reconnu, a obtenu des résultats partiels dans ce domaine, l'inflation en Turquie, notamment dans le secteur alimentaire, reste très élevée. En effet, alors que le taux d'inflation officiel annoncé par le TÜİK (Institut turc de la statistique) est de 31 % – un taux très élevé –, le groupe d'universitaires indépendants ENAG l'estime à environ 57 %. Bien que le programme de Şimşek puisse progressivement porter ses fruits au cours des deux prochaines années et que l'inflation soit projetée à un niveau inférieur à 10 % d'ici 2027, la baisse significative du pouvoir d'achat de la population et la montée du mécontentement dans les rues, notamment chez ceux qui n'ont plus rien à perdre, laissent présager des difficultés pour le gouvernement l'année prochaine. Dans ce contexte, il est nécessaire de se préparer à des problèmes tels que les troubles sociaux, la hausse de la criminalité et une nette augmentation des fraudes, de la prostitution et du blanchiment d'argent. Par ailleurs, il convient de souligner les évolutions positives : l'économie turque devrait se hisser au 16e rang mondial en termes de produit intérieur brut (PIB), pour atteindre 1 600 milliards de dollars. Le maintien d'une croissance économique d'environ 4 % constitue également un signe très encourageant.

5. Le vent d'Erhürman soufflant du Sud

Le vent de paix porté par le Dr Tufan Erhürman, avocat et universitaire élu avec une nette avance à la présidence de la RTCN fin 2025, souffle depuis le sud de Chypre et commence à être remarqué par les médias et les milieux universitaires turcs. Malgré le soutien apparent de la Turquie au 5e président, Ersin Tatar, durant la campagne électorale, Erhürman, qui avait clairement indiqué dès le départ vouloir œuvrer en harmonie et en coordination avec Ankara, a affirmé que des progrès étaient possibles dans les conditions actuelles grâce à la thèse de la « solution à deux États », que même les États les plus amicaux envers la Turquie rejetaient. Il a par ailleurs clairement manifesté son ouverture à des négociations de fédération avec les Chypriotes grecs sous l'égide des Nations Unies. L'influence du président de la RTCN, qu'il a également exprimée lors de sa visite à Ankara, a contribué à un net adoucissement du discours virulent du président Erdoğan sur le conflit chypriote. Dans ce contexte, Ankara a démontré qu'elle n'est jamais opposée à un processus de paix qui prenne en compte ses intérêts nationaux et ses préoccupations sécuritaires, tout en se créant l'occasion de placer les Chypriotes grecs dans une position délicate sur le plan diplomatique. Par conséquent, si le climat s'apaise sur l'île et que les conditions de la paix sont réunies, des progrès positifs pourraient également être observés dans les relations entre la Turquie et l'Union européenne (UE). Par exemple, grâce à des mesures incitatives telles que l'exemption de visa pour les citoyens turcs dans l'espace Schengen, l'extension de l'union douanière aux produits agricoles et au secteur des services, et un soutien financier de Bruxelles à Ankara, il est possible, à mon avis, qu'Ankara donne son feu vert à une fédération à Chypre en échange d'une certaine présence militaire et de garanties de sécurité. Cependant, comme toujours, il convient de prévoir que les Chypriotes grecs constitueront le principal obstacle et perturberont les négociations en phase finale, comme ils l'ont déjà fait par le passé.

6. Interventions judiciaires contre les leaders de l'opposition

Les poursuites et les arrestations de maires, notamment celles d'Ekrem İmamoğlu, maire de la municipalité métropolitaine d'Istanbul, principal rival du président Erdoğan et membre du Parti républicain du peuple (CHP), principal parti d'opposition et en tête des sondages, ont terni l'image de la Turquie dans le monde en 2025. Si cela a renforcé l'impression d'un régime turc oppressif et autoritaire, étouffant l'opposition, le président Erdoğan et le gouvernement ont affirmé que la justice indépendante menait l'enquête. Özgür Özel, leader du CHP, a quant à lui dénoncé une procédure politiquement motivée, affirmant avoir mobilisé des millions de citoyens pour des manifestations pro-démocratie lors de ses rassemblements. De même, les poursuites judiciaires engagées contre des maires du parti DEM et la détention provisoire de certains dirigeants politiques d'extrême droite, comme le professeur Ümit Özdağ, chef du parti Victoire, ont suscité de vives inquiétudes et alimenté de nombreux débats sur la liberté politique en Turquie. Par ailleurs, de nombreux journalistes d'opposition et animateurs web ont été sanctionnés, notamment par des arrestations et des peines de prison, durant cette période. Dans ce contexte, le recul de la démocratie et de l'État de droit en Turquie constitue un facteur négatif pour l'économie.

7. Centre diplomatique d'Ankara

Suite à sa rencontre avec le président Trump, le président Erdoğan, qui a regagné une crédibilité considérable en Occident, a reçu dans la capitale d'importants dirigeants politiques, dont le Premier ministre britannique Keir Starmer – dont la visite a permis de garantir la livraison d'avions Eurofighter, indispensables à la Turquie –, le chancelier allemand Friedrich Merz, le président ukrainien Volodymyr Zelensky, la Première ministre italienne Giorgia Meloni, le président sud-coréen Lee Jae-myung, le pape Léon XIV, chef d'État du Vatican, et le Premier ministre hongrois Viktor Orbán. L'obtention par la Turquie du droit d'organiser la COP-31 constitue également un indicateur important de l'activité diplomatique et des succès d'Ankara. Le Forum diplomatique d'Antalya (ADF), qui acquiert désormais une notoriété considérable, mérite également d'être associé à ce succès. Toutefois, l’exclusion de la Turquie du Forum gazier de la Méditerranée orientale, l’approfondissement et la militarisation croissantes de la coopération entre la Grèce, Chypre du Sud et Israël, ainsi que le soutien que ce trio reçoit d’États comme le Liban dans le différend de la Méditerranée orientale, ont accru les inquiétudes concernant la région et remis en question la politique étrangère turque. Il convient également de mentionner les risques géopolitiques et géoéconomiques actuels, tels que la détérioration des relations avec la Russie, les risques potentiels avec les États-Unis, l’éloignement croissant de l’objectif d’adhésion à l’UE et une politique étrangère erratique.

Conclusion

En conclusion, alors que la Turquie, puissance mondiale, achève l’année 2025, forte de sa position active sur la scène internationale et de la stabilité et de la force incarnées par la personnalité du président Erdoğan, les risques et les opportunités demeurent tout aussi présents pour l’avenir. Dans ce contexte, Ankara doit améliorer ses relations avec les États avec lesquels elle entretient actuellement des liens problématiques afin d’atténuer les risques et de tirer pleinement parti de son potentiel. Notre seul souhait pour 2026 est que notre pays prospère davantage et que ses citoyens soient pleinement satisfaits. Pour y parvenir, il est indispensable d'instaurer un ordre politique et juridique institutionnalisé et stable, grâce à la coopération entre le gouvernement et l'opposition, à l'éradication complète du terrorisme et à l'établissement de relations amicales avec tous les États voisins bienveillants. Le président Erdoğan possède le savoir-faire et le pouvoir politique nécessaires pour atteindre ces objectifs.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

2025 Balance Sheet of Turkish Foreign Policy

 

Introduction

As we leave 2025 behind and enter 2026, I wanted to review the news and analyses published by the International Policy Academy (IPA) throughout 2025 and share with our readers the topics we were most engaged with and interested in this year. On this occasion, I wish for 2026 to be a better year for Türkiye (Turkey).

1. A New Era in Turkish-American Relations Under President Trump

With the return of Donald Trump, a charismatic President who is different in every way and always the focus of media attention, to the Oval Office, there has been a noticeable shift in Turkish-American relations. During his first term as President, Donald Trump experienced some serious problems with Türkiye, such as the Pastor Brunson crisis, the S-400/F-35 issue, and disagreements over the future of the Kurds in Syria. He also sent a harsh letter to Turkish President Recep Tayyip Erdoğan, which provoked a backlash within the country, reminiscent of the infamous "Johnson Letter". However, in his second term, Trump earned praise for being more careful in his relations with Türkiye. From the day he was elected, Trump constantly flattered President Erdoğan, valuing him as one of the powerful right-wing leaders who had managed to dominate his country. He stated that he was not at all uncomfortable with Erdoğan at the helm of Türkiye and was pleased with the situation, which astonished opponents in Türkiye. In addition, Trump hosted Erdoğan at the White House in a grand, positive ceremony in late September 2025, demonstrating his desire to maintain good relations with Ankara and his trust in Erdoğan. As a result, contacts that had fallen to almost zero at the presidential level during the previous administration of President Joe Biden—although institutional relations had continued during that period—were strengthened and gained credibility through diplomatic exchanges between the leaders. In this way, President Erdoğan also enhanced his power and credibility in the international arena. It should be noted that following Erdoğan's visit, Foreign Minister Hakan Fidan also held important meetings at the White House in November.

Despite these positive diplomatic interactions, it must also be said that problems between the two long-standing allies persist. Indeed, no final agreement has been reached between the two countries on the most serious issues, namely the future of Syria and the SDG Kurds, nor have Türkiye-Israel relations been repaired, nor has Türkiye been able to return the S-400 air defense system it purchased from Russia. In this context, it is possible to say that the structural problems continue unchanged. Moreover, these problems were compounded by tensions in relations at the rhetorical level due to Israel's massacres in Gaza. Fortunately, as a result of President Trump's diplomatic efforts, a ceasefire was achieved in Gaza towards the end of the year, reducing tensions somewhat. Additionally, during President Erdoğan's visit to Washington, the commencement of energy cooperation between the two countries—which is a critical issue that could reduce Türkiye's energy dependence on Russia—Türkiye's contribution to the U.S. economy through substantial Boeing purchases, the agreement on reopening the Heybeliada Seminary, and the defense cooperation on the agenda can be highlighted as positive developments. The controversial statements made by Tom Barrack, the U.S. Ambassador to Ankara and Special Representative for Syria, who has occasionally drawn criticism from nationalist and Islamist media in Türkiye due to his intriguing remarks, such as “There will be cooperation among American allies from the Caspian Sea to the Mediterranean. Türkiye and Israel will not go to war.” indicate that efforts to realign positions and negotiations on this matter are still ongoing. In this context, Türkiye's decision to store the S-400s without activating them, thereby posing no risk to NATO and U.S. forces, and to fully support NATO missions, along with Türkiye's support for reconciliation between Damascus and the Kurds in Syria and its stance on Syria's stability and territorial integrity -Israel-U.S. triangle, reopening the investment taps of Washington and influential lobbies for Türkiye's economic development, and preventing the formation of an anti-Türkiye front in the Eastern Mediterranean by the U.S. restraining Israel.

2. The Al-Shara Wind in Syria and the Fear of the SDF

One of the issues we focused on most in 2025 was the contacts between Islamist leader Ahmad al-Shara, who came to power in Syria in late 2024 through an unexpected revolution, and Türkiye. The visits of Turkish officials and Shara's first official visit in February led to a noticeable increase in activity and progress in relations. In the following months, officials from both countries met in Washington and seemed to have reached an agreement on fundamental issues such as a new territorial integrity for Syria excluding the Golan Heights and Hatay, the resolution of internal conflicts through negotiation, Syria's commitment to friendly and close relations with Türkiye in the new era, and the participation of the SDF, whose main component is the PKK, in the Syrian military force. However, it is still difficult to claim that an agreement has been reached on issues such as what kind of federal government will be established in Syria, under what conditions, for how long, and in what manner Türkiye's military presence within the borders of this state will continue, and when and how elections will be held. Despite these problems, contrary to the prevailing media atmosphere, relations between the two countries are developing in a positive direction. The presence of individuals like Foreign Minister al-Shaybani (Asaad al-Shaybani), who received a university education in Türkiye, speaks fluent Turkish, and knows and loves Türkiye, in Shara's cabinet clearly demonstrates the warm and open channels of dialogue between Damascus and Ankara. Türkiye is also expected to be one of the most important actors in Syria in this new era, focusing on the country's development alongside Gulf countries. In this context, new contracts for Turkish firms, especially in the construction sector, may come to the fore.

3. The "Terror-Free Türkiye" Process

The most popular topic of 2025 was undoubtedly the positive and negative developments in the "Terror-Free (Terrorless) Türkiye" process, initiated in late 2024 by the Nationalist Movement Party (MHP) leader Dr. Devlet Bahçeli, with the aim of getting the PKK to lay down its arms and strengthening the sense of belonging of Kurdish citizens to the state and nation. This process, supported by President Erdoğan in a historic speech, saw both positive and negative developments. While the MHP's mature stance was generally supported by the pro-Kurdish DEM Party and the governing Justice and Development Party (AKP/AK Parti), it was clear that the Republican People's Party (CHP) also did not want to obstruct the process. Therefore, it is possible to argue that the process is generally moving in a positive direction. However, the unnecessary debate and polarization surrounding whether the parliamentary delegation, composed of representatives from political parties in parliament, should visit İmralı Island to meet with PKK leader Abdullah Öcalan, shows that the process is still fragile. Despite everything, it can be said that the public is generally approaching this process maturely, and there is a general consensus, outside of far-right parties, that it should not be sabotaged. This is a strong signal for Türkiye's bright future. Because in a developed, advanced, strong, and secure state that satisfies its citizens, terrorism cannot be expected to continue. In this context, it would be appropriate to view the process not as a victory or defeat, but as a technical and intelligence process that will ensure social peace.

4. Türkiye's Economic Problems

The chronic problem that 2025 inherited from previous years, although somewhat reduced, remains economic, driven by high inflation and low real wages. While Mehmet Şimşek, a highly experienced and successful technocrat, has achieved partial success in this area, inflation in Türkiye, especially in the food sector, remains very high. In fact, while the official inflation rate announced by TÜİK (Turkish Statistical Institute) is 31% – a very high rate – the ENAG group of independent academics calculated it to be around 57%. Although it is thought that Şimşek's program may gradually achieve success in the next two years and inflation is projected to fall to single-digit levels by 2027, the significant decrease in the purchasing power of the people and the fact that those who have nothing to lose are now beginning to show their discontent in the streets indicates that the government will have a difficult time next year as well. In this sense, it is necessary to be prepared for problems such as social unrest, increased crime rates, and a clear rise in fraud, prostitution, and money laundering sectors. In addition to these, it is worth highlighting the positive developments: the Turkish economy is projected to rise to 16th place globally in terms of total gross domestic product (GDP) of $1.6 trillion. The fact that economic growth is expected to continue at around 4 percent is also a very positive development.

5. The Wind of Erhürman Blowing from the South

The warm winds of peace that Dr. Tufan Erhürman, a lawyer and academic who was elected as the 6th President of the TRNC with a clear margin in the elections held at the end of 2025, have been blowing from the south of Cyprus and have gradually begun to be noticed by the Turkish media and academia. Despite Türkiye's apparent support for the 5th President Ersin Tatar during the election process, Erhürman, who made it clear from the beginning that he would work in harmony and coordination with Ankara, stated that progress could be achieved under the current conditions with the "two-state solution" thesis, which even the most friendly states to Türkiye did not support, and clearly indicated his openness to federation negotiations with the Greek Cypriots under the supervision of the United Nations. The influence of the TRNC President, who also conveyed this during his visit to Ankara, led to a noticeable softening in President Erdoğan's harsh rhetoric on the Cyprus conflict. In this context, Ankara has demonstrated that it is never opposed to a peace process that addresses its national interests and security concerns, while simultaneously creating an opportunity to put the Greek Cypriots in a difficult position at the diplomatic table. Accordingly, if warmer winds blow on the island and conditions for peace are established, some positive progress could also be seen in Türkiye-European Union (EU) relations. For example, with incentives such as visa-free entry for Turkish citizens into the Schengen area, updating the Customs Union to include agricultural products and the service sector, and financial support from Brussels to Ankara, it is possible, in my opinion, for Ankara to give the green light to a federation in Cyprus in exchange for a certain degree of military presence and security guarantees. However, as always, it is foreseen that the Greek Cypriots will create the main problem and disrupt the negotiations at the final stage, as they have done before.

6. Judicial Interventions Against Opposition Leaders

The lawsuits and arrests of mayors, particularly those of Istanbul Metropolitan Municipality Mayor Ekrem İmamoğlu, who stands as the strongest rival to President Erdoğan and is a member of the main opposition party, the Republican People's Party (CHP), which is leading in opinion polls, have created the worst possible image of Türkiye in the world in 2025. While this has led to the perception that the Turkish regime is oppressive and authoritarian, stifling opposition, President Erdoğan and the government have maintained that an independent judiciary is handling the process. CHP leader Özgür Özel, however, claimed that this process was politically motivated and that he mobilized millions of citizens to pro-democracy street protests through his rallies. Similarly, legal measures against DEM Party mayors and the provisional detention of some far-right political leaders, such as Victory Party leader Prof. Dr. Ümit Özdağ, have raised serious concerns and debates about the freedom of the political sphere in Türkiye. In addition, many opposition journalists and online programmers faced penalties, including arrest and imprisonment, during this process. In this context, the decline of democracy and the rule of law in Türkiye should be noted as a factor negatively affecting the economy.

7. Diplomacy Center Ankara

Following his meeting with President Trump, President Erdoğan, who has regained significant credibility in the Western world, hosted important political leaders in the capital, including UK Prime Minister Keir Starmer – whose visit secured the supply of Eurofighter aircraft, a necessity for Türkiye –, German Chancellor Friedrich Merz, Ukrainian President Volodymyr Zelenskyy, Italian Prime Minister Giorgia Meloni, South Korean President Lee Jae Myung, Pope Leo XIV, Head of State of the Vatican, and Hungarian Prime Minister Victor Orban. Türkiye's winning the right to host the COP-31 summit also constitutes an important data set regarding Ankara's diplomatic activity and successes. The Antalya Diplomacy Forum (ADF), which is now becoming a brand, should also be included in this success story. However, Türkiye's exclusion from the East Mediterranean Gas Forum, the increasingly deepening and militarized nature of the Greece-Southern Cyprus-Israel trio's cooperation, and the support this trio receives from states like Lebanon in the East Mediterranean dispute have heightened concerns about the region and called into question Türkiye's foreign policy. It is also necessary to mention current geopolitical and geo-economic risks, such as increasingly strained relations with Russia, potential problems with the U.S., the growing distance from the goal of EU membership, and erratic foreign policy.

Conclusion

In conclusion, as Türkiye, a powerful state, concludes 2025, having successfully maintained its active position in the world and the stability and strength embodied in the personality of President Erdoğan, risks and potentials remain equally present for the future. In this context, Ankara must improve/develop its relations with states with which it currently has problematic ties to mitigate risks and leverage its potential. Our only wish for 2026 is for our country to be more successful and to satisfy its citizens. The way to achieve this is through the establishment of an institutionalized and stable political and legal order, achieved through cooperation between the government and the opposition, the complete eradication of terrorism, and the establishment of friendly relations with all neighboring states that harbor no ill intentions. President Erdoğan possesses the knowledge and political power to achieve these goals.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ





26 Aralık 2025 Cuma

Türk Dış Politikasında 2025 Bilançosu

 

Giriş

2025 yılını geride bırakıp 2026 yılına gireceğimiz şu günlerde, Uluslararası Politika Akademisi (UPA) girişimi olarak 2025 yılı boyunca yayınladığımız haber ve analizleri gözden geçirerek, bu sene içerisinde en çok hangi konularla meşgul olduğumuzu ve en çok nelerle ilgilendiğimizi okurlarımızla paylaşmak istedim. Bu vesileyle, 2026 yılının Türkiye açısından daha iyi geçmesini temenni ederim.

1-) Trump Başkanlığında Türk-Amerikan İlişkilerinde Yeni Dönem

Her yönüyle farklı ve medyanın ilgi odağı karizmatik bir Başkan olan Donald Trump'ın yeniden Oval Ofis'e dönmesiyle birlikte, Türk-Amerikan ilişkilerinde de belirgin bir hareketlenme yaşandı. İlk Başkanlık döneminde Türkiye ile Rahip Brunson krizi, S-400/F-35 sorunu ve Suriye'de Kürtlerin geleceğiyle ilgili anlaşmazlıklar gibi ciddi bazı sorunlar yaşayan ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a Johnson Mektubu'nu çağrıştırırcasına ülke içerisinde tepki yaratan sert bir mektup da gönderen Donald Trump, buna karşın ikinci döneminde Türkiye ile ilişkilerinde daha özenli davranmasıyla takdir topladı. Seçildiği günden itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan'a sürekli iltifat eden Trump, Erdoğan'ı ülkesine hâkim olmayı başaran güçlü sağcı liderlerden biri olarak kıymetlendirerek, onun Türkiye'nin başında olmasından hiçbir rahatsızlık duymadığı gibi, bu durumdan memnun olduğunu belirten açıklamalarıyla Türkiye'deki muhaliflerde şaşkınlık yarattı. Trump, bunların yanında, 2025 yılı Eylül ayı sonlarında Erdoğan'ı Beyaz Saray'da oldukça görkemli ve iyi şekilde ağırlayarak, Ankara ile ilişkileri iyi götürmek istediğini ve bu bağlamda Erdoğan'a güvendiğini ortaya koydu. Bu sayede, önceki Başkan Joe Biden döneminde Başkanlık düzeyinde neredeyse sıfıra inen temaslar -ki aslında o dönemde de kurumsal ilişkiler devam ediyordu- liderler arası diplomasiyle yeniden güçlendi ve güven kazandı. Bu şekilde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, uluslararası alandaki gücü ve kredibilitesini de yükseltmiş oldu. Erdoğan'ın ziyaretini müteakiben Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın da Kasım ayında Beyaz Saray'da önemli temaslarda bulunduğunu belirtmek gerekir.

Bu pozitif diplomatik etkileşimlere rağmen, iki köklü müttefik arasındaki sorunların devam ettiğini de söylemek gerekir. Nitekim iki ülke arasındaki en ciddi sorunları oluşturan konulardan ne Suriye ve SDG'li Kürtlerin geleceği konusunda iki ülke arasında nihai bir uzlaşıya varıldı, ne Türkiye-İsrail ilişkileri düzeltilebildi, ne de Türkiye Rusya'dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemini iade edebildi. Bu bağlamda, yapısal sorunların aynen devam ettiğini söylemek mümkün. Üstelik bu sorunlara İsrail'in Gazze'deki katliamları nedeniyle söylem düzeyinde gerilen ilişkiler de eklendi. Neyse ki, Başkan Trump'ın diplomatik çabaları sonucunda Gazze'de ateşkes yıl sonuna doğru sağlandı ve tansiyon biraz olsun düşürüldü. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington ziyaretinde iki ülke arasında enerji iş birliğinin başlaması -ki bu, Türkiye'nin Rusya'ya enerji bağımlılığını azaltabilecek kritik bir husustur-, yüklü Boeing alımları ile Türkiye'nin ABD ekonomisine katkı sağlaması, Heybeliada Ruhban Okulu'nun yeniden açılmasına dair uzlaşı ve savunma iş birliğinin gündemde olması pozitif gelişmeler olarak vurgulanabilir. ABD'nin ilginç açıklamalarıyla zaman zaman Türkiye'deki ulusalcı ve İslamcı basında tepki çeken Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın "Hazar'dan Akdeniz'e Amerikan müttefikleri arasında iş birliği olacak. Türkiye ile İsrail savaşmayacak." şeklindeki olay sözleri, bu konudaki yeniden hizalanma çabaları ve müzakerelerinin halen devam ettiğini gösteriyor. Bu bağlamda, Türkiye'nin S-400'leri aktive etmeyerek NATO ve ABD güçlerine risk oluşturmayacak şekilde saklaması ve NATO misyonlarına tüm gücüyle destek vermesi, Suriye'de Şam ile Kürtlerin uzlaşısının desteklenmesi ve Suriye'nin istikrarı ve toprak bütünlüğü konusunda Türkiye-İsrail-ABD üçgeninde uyumlu bir siyasetin takip edilmesi, Türkiye'nin ekonomik gelişimi adına Washington ve etkili olduğu lobilerin yatırım musluklarını yeniden açması ve Doğu Akdeniz'de ABD'nin İsrail'i dizginleyerek Türkiye karşıtı bir cephenin oluşmasına engel olması gibi somut ve basit politikalar üzerinden yeni dönemde ilişkiler daha da uyumlu ve iyi şekilde ilerleyebilir.

2-) Suriye'de Şara Rüzgarı ve SDG Korkusu

2025 yılı içerisinde üzerinde en çok durduğumuz konulardan birisi de Suriye'de 2024 yılı sonlarında beklenmedik bir devrim yaparak iktidara gelen İslamcı lider Ahmed Şara'nın Türkiye'yi de kapsayan temasları oldu. Türk yetkililerin ziyaretleri ve Şara'nın Şubat ayındaki ilk resmi ziyaretiyle birlikte ilişkilerde gözle görülür bir hareketlilik ve ilerleme sağlandı. İlerleyen aylarda Washington'da da görüşen iki devlet yetkilileri, Suriye'nin Golan Tepeleri ve Hatay'ın dahil edilmediği yeni toprak bütünlüğü, iç çatışmaların müzakere yoluyla çözümlenmesi, Suriye'nin yeni dönemde Türkiye ile dostane ve yakın ilişkilere sahip olması ve PKK'nın ana gövdesini oluşturduğu SDG'nin Suriye askeri gücüne katılımı gibi temel konularda uzlaşmış gibi görünüyorlar. Buna karşın, Suriye'de ne tarz bir federal yönetimin kurulacağı, Türkiye'nin bu devlet sınırları içerisindeki askeri varlığının hangi koşullarda, ne kadar süreyle ve nasıl devam ettirileceği ve seçimlerin ne zaman ve nasıl düzenleneceği gibi konularda halen uzlaşıya varıldığını iddia etmek zor. Bu sorunlara rağmen, medyadaki genel havanın aksine, iki ülke arasındaki ilişkilerin iyi yönde geliştiğini söylemek mümkün. Şara'nın kabinesinde Türkiye'de üniversite eğitimi almış, iyi derecede Türkçe bilen ve Türkiye'yi tanıyan ve seven Dışişleri Bakanı eş-Şeybani (Esad Hasan eş-Şeybânî) gibi kişilerin yer alması, Şam ile Ankara arasındaki sıcak ve açık diyalog kanallarını açıkça ortaya koyuyor. Türkiye'nin Körfez ülkeleriyle birlikte Suriye'nin kalkınmasına odaklanılacak yeni dönemde bu anlamda bu ülkedeki en önemli aktörlerden biri olması da bekleniyor. Bu bağlamda, özellikle inşaat sektöründe Türk firmalarının yeni ihale alımları gündeme gelebilir.

3-) "Terörsüz Türkiye" Süreci

2025'in en popüler konusu, hiç şüphesiz, PKK'nın silah bırakması ve Kürt asıllı vatandaşlarımızın devlet ve millete aidiyetlerinin yükseltilmesi adına Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Dr. Devlet Bahçeli'nin girişimiyle 2024 yılı sonlarında başlatılan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da tarihi bir konuşmayla destek verdiği "Terörsüz Türkiye" sürecinde yaşanan müspet ve menfi bazı gelişmeler oldu. Bu konuda MHP'nin olgun tavrı DEM Parti ve AK Parti tarafından genelde desteklenirken, CHP'nin de sürece takoz olmak istemediği açıkça görüldü. Bu nedenle, sürecin genel olarak olumlu yönde gittiğini iddia etmek mümkün. Lakin mecliste yer alan siyasi partilerin temsilcilerinden oluşan TBMM heyetinin PKK lideri Abdullah Öcalan'la görüşmek için İmralı adasına gidip gitmemesi gerektiği konusunda yaşanan gereksiz tartışma ve kutuplaşmalar, sürecin halen kırılgan bir yapıda olduğunu gösteriyor. Her şeye rağmen, halkın bu sürece genel olarak olgun şekilde yaklaştığı ve süreci sabote etmemek gerektiği konusunda aşırı sağcı partiler dışında genel bir ön kabulün olduğu belirtilebilir. Bu da, Türkiye'nin olumlu geleceği adına güçlü bir sinyal. Çünkü gelişmiş, kalkınmış, güçlü, güvenlikli ve vatandaşlarını memnun edebilen bir devlette terörün devam ediyor olması beklenemez. Bu bağlamda, sürece bir yengi veya yenilgi olarak değil, toplumsal barışı sağlayacak teknik ve istihbari bir süreç olarak bakmak yerinde olacaktır.

4-) Türkiye'nin Ekonomik Sorunları

2025'in önceki yıllardan devraldığı ve kısmen azalsa da halen devam eden kronik sorunu ise, yüksek enflasyon ve düşük reel ücretlere dayalı ekonomik sorunlar oldu. Bu konuda oldukça deneyimli ve başarılı bir teknokrat olan Mehmet Şimşek kısmi başarı kazansa da, halen Türkiye'de enflasyonun özellikle gıda sektöründe çok yüksek olduğu görülüyor. Öyle ki, TÜİK'in resmi verilerle yüzde 31 olarak ilan ettiği enflasyon -ki bu da çok çok yüksek bir orandır-, bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu ENAG grubu tarafından ise yüzde 57 civarında hesaplandı. Şimşek'in programının önümüzdeki iki yılda yavaş yavaş başarıya ulaşabileceği düşünülse ve enflasyonun 2027'de tek haneli seviyelere ineceği öngörülse de, halkın alım gücünün çok düşmesi ve kaybedecek bir şeyleri olmayan insanların artık tepkilerini sokaklarda göstermeye başlamaları, önümüzdeki yıl da hükümetin işinin zor olacağını gösteriyor. Bu anlamda, sosyal patlamalar, suç oranlarında artış ve dolandırıcılık-fuhuş-kara para sektörlerinde bariz yükselme gibi sorunlara karşı hazırlıklı olmak gerekir. Bunların yanında, pozitif gelişmeleri de vurgulamak gerekirse, Türkiye ekonomisinin toplam gayrisafi milli hasıla (GDP) düzeyinde 1,6 trilyon dolarlık büyüklük ile dünyada 16. sıraya yükseleceği öngörülüyor. Ekonomik büyümenin yüzde 4 dolaylarında sürmesi de oldukça iyi bir gelişme.

5-) Güneyden Esen Erhürman Rüzgarı

2025 yılı sonlarında yapılan seçimlerde açık farkla 6. KKTC Cumhurbaşkanı seçilen hukukçu akademisyen Dr. Tufan Erhürman'ın güneyde Kıbrıs'tan estirdiği sıcak barış rüzgârları, zamanla Türk medyası ve akademisince de fark edilmeye başlandı. Seçim sürecinde 5. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'dan yana taraf gözüken Türkiye'nin bu tavrına rağmen Ankara ile uyumlu ve koordineli çalışacağını ilk günden belli eden Erhürman, Türkiye'ye en dost devletlerin bile desteklemediği "iki devletlilik" tezi ile mevcut koşullarda bir ilerleme sağlanacağını belirterek, Birleşmiş Milletler gözetiminde Rumlarla federasyon müzakerelerine açık olduğunu net şekilde ortaya koydu. Ankara ziyaretinde de bunu bildiren KKTC Cumhurbaşkanı'nın etkisiyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kıbrıs konusundaki sert üslubunda bariz bir yumuşama yaşandı. Bu bağlamda, Türkiye, kendi ulusal çıkarları ve güvenlik kaygılarına cevap verecek bir barış sürecine asla karşı olmadığını ortaya koyarken, diplomatik masada Rumları zor durumda bırakabilecek bir hamleye de olanak sağlamış oldu. Bu doğrultuda, adada sıcak rüzgarların esmesi ve barış koşullarının oluşması durumunda, Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde de müspet bazı ilerlemeler yaşanabilir. Örneğin, Türk vatandaşlarının Schengen bölgesine vizesiz girişleri, Gümrük Birliği'nin tarım ürünlerini ve hizmet sektörünü de dahil edecek şekilde güncellenmesi ve Brüksel'in Ankara'ya mali destekleri gibi teşviklerle, Ankara'nın belirli ölçülerde asker muhafazası ve güvenlik garantileri karşılığında Kıbrıs'ta federasyona yeşil ışık yakması bence mümkün. Ancak bu konuda her zaman olduğu gibi asıl sorunu Kıbrıslı Rumların çıkarması ve işin nihayetlenme aşamasında daha önce olduğu gibi müzakereleri bozmaları öngörülüyor.

6-) Muhalif Liderlere Yönelik Yargı Müdahaleleri

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın en güçlü rakibi olarak duran Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere, anketlerde birinci parti durumundaki ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) belediyelerine yönelik davalar ve belediye başkanlarının tutuklanması, Türkiye adına 2025 yılında dünyaya en kötü imajın verildiği konu oldu. Bu şekilde Türkiye'deki rejimin baskıcı ve muhalefete izin vermeyen otoriter yapıda olduğu düşünülürken, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet, sürecin bağımsız yargı tarafından yürütüldüğü tezini işlediler. CHP lideri Özgür Özel ise, bu sürecin siyasi saiklerle yapıldığını iddia etti ve düzenlediği mitinglerle milyonlarca vatandaşı demokrasi yanlısı sokak protestolarına çekmeyi başardı. CHP'ye benzer şekilde DEM Parti belediyelerine yönelik hukuki tedbirler ve yine Zafer Partisi lideri Prof. Dr. Ümit Özdağ gibi aşırı sağ eğilimli bazı siyasi liderlerin de geçici tutuklanmaları, Türkiye'de siyasal alanın özgürlüğü konusunda bazı tartışmalara ve ciddi endişelere neden oldu. Bunlara ek olarak, birçok muhalif gazeteci ve internet programcısı da bu süreçte tutukluluk ve hapis gibi cezalarla karşı karşıya kaldılar. Bu bağlamda, Türkiye'de demokrasi ve hukuk devleti çıtasının düşmesi, ekonomiyi de olumsuz etkileyen bir faktör olarak not edilmeli.

7-) Diplomasi Merkezi Ankara 

Başkan Trump'la görüşmesi sonrasında Batı dünyasında yeniden büyük güvenilirlik kazanan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer -ki bu ziyaret vesilesiyle Türkiye'nin acil ihtiyacı olan Eurofighter uçaklarının tedariki garanti altına alınmıştır-, Almanya Başbakanı Friedrich Merz, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelensky, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Güney Kore Devlet Başkanı Lee Jae Myung, Vatikan Devlet Başkanı Papa XIV. Leo ve Macaristan Başbakanı Victor Orban gibi önemli siyasi liderleri başkentte ağırlaması ve Türkiye'nin COP-31 zirvesini düzenlemeye hak kazanması, Türkiye'nin diplomatik hareketliliğine ve başarılarına dair önemli bir veri seti oluşturdu. Artık markalaşmaya başlayan Antalya Diplomasi Forumu'nu da bu bağlamda başarı hanesine yazmak gerekir. Buna karşın, Türkiye'nin Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na dahil edilmemesi ve Yunanistan-Güney Kıbrıs-İsrail üçlü iş birliğinin giderek derinleşerek askeri nitelik kazanmaya başlaması ve Lübnan gibi devletlerin de Doğu Akdeniz ihtilafı konusunda bu üçlüye destek olmaları bu bölgeye yönelik kaygıları arttırırken, uygulanan dış politikayı da sorgulanır hale getirdi. Keza Rusya ile gerilmeye müsait hale gelen ilişkiler, ABD ile ilişkilerdeki potansiyel sorunlar ve AB üyeliği hedefinden iyice uzaklaşılması ve dış politikada savrulma vs. gibi bazı güncel jeopolitik ve jeoekonomik risk kaynaklarını da belirtmek gerekir.

Sonuç

Sonuç olarak, güçlü bir devlet olan Türkiye, dünyadaki aktif konumunu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kişiliğinde bütünleşen istikrar ve gücünü korumayı başardığı 2025 yılını sonlandırırken, gelecek adına risk ve potansiyeller eş düzeyde devam etmektedir. Bu bağlamda, Ankara, riskleri azaltmak ve potansiyelini kullanmak için, mutlaka sorunlu olduğu bazı devletlerle ilişkilerini düzeltmeli/geliştirmelidir. 2026 yılından tek dileğimiz, ülkemizin daha başarılı olması ve vatandaşlarımızı memnun edebilmesidir. Bunun yolu da, kurumsallaşmış ve istikrarlı bir siyasi ve hukuki düzenin iktidar-muhalefet iş birliğinde kurulması, terör hadisesinin tamamen sonlandırılması ve niyeti bozuk olmayan tüm komşu devletlerle dostane ilişkilerin kurulmasıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunları başarabilecek bilgi birikimi ve siyasi kudrete sahiptir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

24 Aralık 2025 Çarşamba

Ankara'dan Kalkan ve Libya Genelkurmay Başkanı'nı Taşıyan Jetin Şüpheli Düşüşü

 

Giriş

Türkiye'nin bölgesel güç olma iddiası taşıyan ihtiraslı dış politikasının etkisiyle midir bilinmez, ama son aylarda Türkiye'ye ve müttefiklerine dair yaşanan bazı kazalar şüphe uyandıran bir nitelik kazanıyor. Elbette bu kazaların Türk karar alıcılarını korkutması ve geri adım attırması beklenmemeli; ancak yine de olayların iyi araştırılması ve içeriden bir sabotaj varsa bunu yapan hainlerin tespit edilmesi bu noktada devlet güvenliği açısından kritik önem taşıyor. Bu yazıda, önceki gün (23 Aralık 2025) Ankara Esenboğa Havalimanı'ndan kalkan ve Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki belki de tek müttefiki olan Libya'nın Genelkurmay Başkanı Muhammed el-Haddad ve beraberindeki heyeti taşıyan özel jet, Haymana civarında yere çakıldı. Kaza olduğu düşünülen olayda, el-Haddad ve beraberindeki tüm heyet üyeleri hayatlarını kaybettiler.

Kaza yerinden görüntüler

Ne Oldu?

Türkiye Genelkurmay Başkanı Orgeneral Selçuk Bayraktaroğlu'nun davetlisi olarak Türkiye'yi ziyaret eden Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Ahmed el-Haddad ve beraberindeki heyet,  önceki gün geçirdikleri uçak kazasında hayatlarını kaybettiler. Orgeneral Haddad ve beraberindeki 7 kişiyi taşıyan 1988 yapımı Falcon 50 tipi uçak, akşam saatlerinde Ankara'dan Trablus'a gitmek üzere saat 20:10'da havalandıktan takribi 19 dakika sonra Haymana ilçesinde yere çakıldı. Haymana ilçesine bağlı Kesikkavak köyü yakınlarında ulaşılan enkazdan hiçbir yolcu canlı olarak çıkamazken, Haddad dahil uçaktaki tüm Libya askeri heyetinin vefat ettiğini Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ilerleyen saatlerden açıkladı. Kaza nedeniyle Libya'da 3 günlük yas ilan edilirken, Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, olay nedeniyle bir resmi taziye mesajı yayınladı. BBC'nin haberine göre, uçakta, Haddad'la birlikte, Libya Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Futuri Gribel, Askeri İmalat Kurumu Komutanı Tuğgeneral Mahmud Al Katavi, Libya Genelkurmay Başkanı Danışmanı Muhammed Al Assavi Diyab, Genelkurmay Başkanlığı Fotoğrafçısı Muhammed Ömer Ahmed Mahcub ve 3 askeri personel daha bulunuyordu. Kaza hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatırken, kara kutu arama çalışmalarının da sürdüğü kaydediliyor. Olaya dair ilk bilgi ve kanaatler ise elektrik arızası nedeniyle yaşandığı düşünülen olayın bir kaza olduğu yönünde.

Muhammed Ali Ahmed el-Haddad ile Yaşar Güler'in görüşmelerinden bir kare (23 Aralık 2025)

Önceki Gizemli Vakalar

Hatırlanacak olursa, 11 Kasım 2025 tarihinde Azerbaycan'dan havalanan C-130 tipi Türk askeri kargo uçağı Gürcistan-Azerbaycan sınırında düşmüştü. Olayda çok sayıda askerimiz şehit olmuştu. Bu olayda da sabotaj şüphesi oluşurken, bu konudaki resmi bilgi ve bulgular henüz bu yönde bir gelişmeyi doğrulayan nitelikte değildi. Bu olayı müteakiben son günlerde Çankırı'da bir insansız hava aracının düşürülmesi ve çok sayıda benzeri olayın yaşanmaya başlaması Türkiye'nin hava savunma güvenliği konusundaki kaygıları arttırmıştı. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de izlediği iddialı dış politika nedeniyle bölgede birçok rakibi (İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs) bulunuyor. Bölgedeki devletlerin birçoğu da (Lübnan vs.) bu bloka daha yakın duruyor. Bu bağlamda, Türkiye'nin 2019 mutabakatı sayesinde iyi ilişkiler kurduğu Libya ile ilişkilerini koruması ve Doğu Akdeniz'de kendisine destek veren bir devlet bulması kritik mahiyette. Bu nedenle, olayın etraflıca araştırılması ve sabotaj varsa tespit edilmesi gerekiyor.

Sonuç

Sonuç olarak, Türkiye'nin bölgedeki tüm devletlerle ilişkilerini kesmemesi, diyalog ve müzakere sürecini sürdürmesi ve kendi haklı tezlerini anlatması bundan sonrası için de en doğru strateji olacaktır. Ancak bir yandan da bu tarz olayların yaşanmaması adına her türlü tedbir/önlemi almak ve Türkiye'nin hava savunmasını güçlendirmek akılcı bir strateji olabilir. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ