16 Ocak 2024 Salı

Türkiye’de Yükseköğretim Sektörü Üzerine Bazı İstatistikler ve Düşünceler


Türkiye, halen gelişmekte olan bir devlet olarak yükseköğretim sektörüne büyük önem vermekte ve yatırım yapmaktadır. Bu bağlamda, 2002’den beri ülkeyi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti/AKP) iktidarı da, özellikle bu alanda yaptığı yenilik ve ataklarla uluslararası kamuoyunda adından söz ettirmeyi başarmış ve ülkemize önemli hizmetler yapmıştır. Bu önemli çabalara karşın, yükseköğretim sektörünün ciddi sorunlarının olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu yazıda, Türkiye’de yükseköğretim sektörünün durumuna dair bazı verileri paylaşarak, bu konudaki görüşlerimi açıklayacağım.

Türkiye’de mevcut yükseköğretim kurumlarının sayısı 208’i bulmuştur. Bunlardan 129 tanesi devlet üniversitesi (11 teknik üniversite, 2 güzel sanatlar üniversitesi ve 1 yüksek teknoloji enstitüsünün yanı sıra Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi, Polis Akademisi ve Milli Savunma Üniversitesi), 75 tanesi vakıf üniversitesi ve 4 tanesi de vakıf meslek yüksekokulu statüsündedir.[1]

Yükseköğretim kurumları açısından en gelişmiş şehir, nüfusun da etkisiyle İstanbul’dur. İstanbul’da toplam 13 devlet üniversitesi, 44 de vakıf üniversitesi yani toplamda 57 üniversite bulunmaktadır. İstanbul’un ardından gelen başkent Ankara’da ise 10’u devlet, 13’ü vakıf olmak üzere toplam 23 yükseköğretim kurumu bulunmaktadır. Üçüncü sıradaki İzmir’de ise 6’sı devlet, 3’ü vakıf olmak üzere toplam 9 üniversite vardır. Diğer şehirlerimizden önemli üniversiter yapılanması olanlar ise; 3 devlet, 2 vakıf üniversitesi olan Konya, 3 devlet, 1 vakıf üniversitesine sahip Kayseri, 3 devlet üniversitesine ev sahipliği yapan Eskişehir, 2 devlet, 3 vakıf üniversitesi olan Antalya, 2 devlet, 2 de vakıf üniversitesi olan Gaziantep, 2 devlet, 2 vakıf üniversitesi olan Mersin ve 2 devlet ile 1 vakıf üniversitesi bulunan Bursa’dır. Ülkemizde yükseköğretim kurumu bulunmayan ise hiçbir şehir (il) kalmamıştır. Bu üniversitelerden tam 123 tanesi AK Parti iktidarı döneminde (2002-) açılmış olup, bu, partinin İslamcı eleştirilerine karşın modernleşmeci yönünü gösterir niteliktedir.

Türkiye’de toplam 208 yükseköğretim kurumunda 6.950.142 öğrenci ve 184.566 öğretim elemanı bulunmaktadır.[2] 6.950.142 öğrencinin 6.204.078’i devlet üniversitelerinde, 735.433’ü vakıf üniversitelerinde, 10.631’i de vakıf meslek yüksekokullarında eğitim-öğrenim görmektedir. Toplam 184.566 öğretim elemanının 154.981’i devlet üniversitelerinde, 29.338’i vakıf üniversitelerinde, 247’si ise vakıf meslek yüksekokullarında görev yapmaktadır. Öğretim elemanlarının 34.280’i Profesör, 22.462’si Doçent, 44.216’sı Doktor Öğretim Üyesi, 37.039’u Öğretim Görevlisi ve 46.569’u Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır.

En büyük üniversiter şehir olan İstanbul’da toplam 802.131 öğrenci eğitim almakta ve 35.034 öğretim üyesi görev yapmaktadır.[3] Başkent Ankara’da 131.572 öğrenci ve 17.615 öğretim üyesi bulunurken, İzmir’de bu rakamlar 173.611 öğrenci ve 8.477 öğretim üyesi düzeyindedir. Dolayısıyla, İstanbul ve İzmir, Ankara’ya kıyasla, çok öğrencisi ve az öğretim üyesi bulunan ihmal edilmiş şehirler görünümündedir. Bu, merkezi hükümet ve Yükseköğretim Kurumu’nun (YÖK) öğrenci-öğretim üyesi dengesi gözetmediğini de net şekilde ortaya koymaktadır. Zira Ankara’da öğrenciye düşen öğretim üyesi oranı yüzde 13,38, İstanbul’da yüzde 4,36 ve İzmir’de ise yüzde 4,88’dir. Bu kadar büyük eşitsizlikler, elbette, merkezi hükümet ve YÖK’ün adil yönetim anlayışına gölge düşürmektedir.

Buna karşın, YÖK’ün başarılı olduğu bir husus, Türkiye’de yükseköğretimi uluslararasılaştırmaktır. Nitekim 2000 yılında Türkiye’de toplam 18.000 kayıtlı uluslararası öğrenci var iken, 2022 yılı itibarıyla, 198 ülkeden gelen 300.000’den fazla uluslararası öğrenci sayısına ulaşılmıştır.[4] Bu, Türkiye’nin yükseköğretimi bir sektör haline getirmeyi ve Türk üniversitelerini dış eğitim pazarlarına açmayı başardığının anlaşılması açısından önemlidir. Ancak genel toplamda, toplam öğrenciler içerisindeki yabancı öğrenci sayısı (şu an yüzde 4 düzeylerinde), gelişmiş ülkelere kıyasla halen çok geridedir.[5] Bu konuda Lüksemburg, Avustralya, Yeni Zelanda, İngiltere, İsviçre, Avusturya ve Kanada gibi yükseköğretimi stratejik ve büyük bir sektör haline getirmeyi başaran başarılı örnekler vardır. Türkiye’nin, Ortadoğu, Türk Cumhuriyetleri, Afrika ve Balkanlar gibi pazarlarda daha etkili olması ve yükseköğretim kurumlarını markalaştırarak eğitim kalitesi ve işgücü koşullarının geliştirilmesi gibi açılımlar yaparak, bu alanda daha da başarılı olması mümkündür. Yükseköğretim, stratejik bir sektördür ve bu alanda yetişen geleceğin profesyonelleri, o ülkeye duydukları sevgi ve sempati sayesinde, gelecekte de ikili siyasi, ekonomik ve toplumsal/kültürel ilişkilerin gelişimine katkıda bulunabilirler. Nitekim bu konuda öncü ülkelerden olan Birleşik Krallık (İngiltere), bu sayede Ortadoğu ülkeleri ve daha birçok ülkenin yeni elitlerini yetiştirerek bir nevi yumuşak güç yöntemleriyle buralardaki gücü ve etkisini korumaya çalışmaktadır.

Bir diğer atılım yapılan alan ise uluslararası endeksli yayınlardır. Nitekim önceki kuşaklarda en düzey bilgi sahibi akademisyenlerde bile uluslararası endeksli yayın sayısı genelde sıfır düzeyindeyken, 2015 yılı itibariyle YÖKAK’ın başlattığı çalışmaların neticesinde, 5 yıl içerisinde bu konuda gözle görülür bir ilerleme sağlanmıştır.[6] Ancak bu konuda yabancı dil eksikliği, Türkiye’nin dış politikasında yaşanan sorunlar, güvenlikçi bakış açısı nedeniyle her görüşün özgürce araştırılamaması gibi kısıtların da etkisiyle, henüz istenilen seviyelere ulaşılamamıştır.

Türkiye, zengin yeraltı kaynaklarına sahip bir ülke değildir. Bu nedenle, petrol ve doğalgaz gibi ihtiyaçlarını neredeyse tamamen ithalatla karşılamaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin birçok farklı alanda olduğu gibi, yükseköğretim alanında da sektörleşmeye, profesyonelleşmeye ve planlı bir şekilde kalkınmaya ihtiyacı vardır. Akademide siyasi engellemeler, çalışma koşullarının iyi olmaması ve yalnızca güvenlikçi perspektiflerin kabul görmesi gibi sorunların önüne geçilemezse, Türkiye, bu alanda çok zaman kaybedecektir. Bu ise, kuşkusuz, ülkenin ekonomik olarak yerinde sayması ve entelektüel anlamda da çölleşmesi demektir. Akademi, bilimsel veri ve yöntemlerle desteklendiği sürece her görüşün konuşulabildiği ve tartışılabildiği özgür bir alandır. Üniversitelerin bu şekilde kalması ve daha da gelişmesi ise, Türkiye’yi her açıdan daha güçlü bir devlet yapacaktır. Çünkü en iyi güvenlik anlayışı, rasyonel temellere ve geniş bir uzlaşıya dayalı olarak oluşturulan politikalar temelinde olacaktır. Son olarak, bu konudaki gelişmelerin parti siyasetinin üzerinde ve devlet/toplum temelinde değerlendirilmesi gerekmektedir ki, kısır iç siyasi tartışmalar, bizim büyük hayallerimize engel olmamalıdır. 

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] https://www.yok.gov.tr/universiteler/universitelerimiz.

[2] https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2023/yuksekogretimde-yeni-istatistikler.aspx.

[3] https://www.yok.gov.tr/universiteler/universitelerimiz.

[4] https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2022/yuksekogretimde-uluslararasilasma-ve-turkiye-deki-universitelerin-uluslararasi-gorunurlulugunu-artirma-calistayi.aspx#:~:text=T%C3%BCrkiye'de%202000%20y%C4%B1l%C4%B1nda%20yakla%C5%9F%C4%B1k,%C3%B6%C4%9Frenciye%20sahip%20olman%C4%B1n%20gururunu%20ya%C5%9Famaktay%C4%B1z..

[5] https://tr.euronews.com/2022/02/14/turkiye-uluslararas-ogrenci-oran-nda-oecd-de-sondan-4-s-rada.

[6] https://yokak.gov.tr/Common/Docs/Site_Activity_Reports/EK4.pdf.


Hiç yorum yok: