20 Aralık 2024 Cuma

Nouveau livre édité : Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation

 

Le professeur Ozan Örmeci, président du département de sciences politiques et d'administration publique (anglais) de l'université Kent d'Istanbul et fondateur de l'Académie politique internationale (UPA), le professeur Oğuzhan Göksel, membre du personnel de l'université Marmara et expert de l'UPA, et le professeur Gürol Baba, membre du personnel de l'université des sciences sociales d'Ankara, ont édité un nouveau volume sur les relations turco-britanniques (Royaume-Uni). Publié par le célèbre éditeur international Lexington Books, le livre est intitulé Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation (Les relations entre la Turquie et la Grande-Bretagne : Deux cents ans de conflit et de coopération entremêlés). Herbert Reginbogin de l'Université catholique d'Amérique, les chapitres Introduction et Conclusion ont été rédigés par les éditeurs de l'ouvrage.

Gürol Baba

Le livre, qui comprend 316 pages, analyse tous les aspects des relations turco-britanniques. Il est divisé en trois parties et comprend 14 chapitres. Dans la première partie, le contexte historique des relations turco-britanniques est étudié dans cinq chapitres originaux rédigés par Nurcan Özkaplan Yurdakul, F. Begüm Yıldızeli, William Hale, Warren Dockter et Gürol Baba. La deuxième partie du livre est consacrée aux relations turco-britanniques contemporaines. Elle contient quatre chapitres originaux écrits par Ahmet Ceylan, Ozan Örmeci, Eren Alper Yılmaz, Matthew Weiss, Gökhan Ak et Oğuzhan Göksel. La troisième partie de l'ouvrage analyse les domaines et les questions clés des relations entre la Turquie et le Royaume-Uni. Dans cette partie, cinq chapitres différents sont rédigés par M. Cem Oğultürk, Özker Kocadal, Sina Kısacık, Cenk Özgen, Elnur İsmayıl, Hüseyin Bağcı, et Polat Üründül. Le livre contient également un index et des informations détaillées sur les éditeurs et les contributeurs dans les dernières pages.

Oğuzhan Göksel

Vous trouverez ci-dessous plus de détails sur le livre ainsi que des liens pour l'acheter.

Table des matières

Introduction (Gürol Baba, Oğuzhan Göksel et Ozan Örmeci)

Conclusion (Gürol Baba, Oğuzhan Göksel et Ozan Örmeci)

Index

A propos des éditeurs et des contributeurs

Ozan Örmeci

Liens pour acheter le livre:



Yeni Kitap: Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölüm Başkanı ve Uluslararası Siyaset Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, Marmara Üniversitesi öğretim üyesi ve UPA uzmanı Doç. Dr. Oğuzhan Göksel ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) öğretim üyesi Prof. Dr. Gürol Baba, Türk-İngiliz (Birleşik Krallık) ilişkileri üzerine yeni bir kitabın editörlüğünü yaptılar. Ünlü uluslararası yayıncı Lexington Books tarafından yayınlanan kitap, Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation (Türkiye-İngiltere İlişkileri: İç İçe Geçmiş Çatışma ve İşbirliğinin İki Yüzyılı) başlığını taşıyor. Kitabın arka kapak yazısı Amerika Katolik Üniversitesi'nden Profesör Herbert Reginbogin tarafından kaleme alınırken, Giriş ve Sonuç bölümleri eserin editörleri tarafından yazıldı.

Gürol Baba

Toplam 316 sayfadan oluşan kitap, Türk-İngiliz ilişkilerini tüm yönleriyle analiz etmektedir. Kitap, 3 bölüme ayrılmış ve 14 makaleden oluşmaktadır. İlk bölümde Türk-İngiliz ilişkilerinin tarihsel arka planı Nurcan Özkaplan Yurdakul, F. Begüm Yıldızeli, William Hale, Warren Dockter ve Gürol Baba tarafından kaleme alınan beş özgün bölümle incelenmiştir. Kitabın ikinci bölümü çağdaş Türk-İngiliz ilişkilerine ayrılmıştır. Bu bölüm, Ahmet Ceylan, Ozan Örmeci, Eren Alper Yılmaz, Matthew Weiss, Gökhan Ak ve Oğuzhan Göksel tarafından yazılmış dört özgün bölüm içermektedir. Kitabın üçüncü bölümü ise, Türkiye ile Birleşik Krallık arasındaki ilişkilerde kritik alanları ve konuları analiz etmektedir. Bu bölümde M. Cem Oğultürk, Özker Kocadal, Sina Kısacık, Cenk Özgen, Elnur İsmayıl, Hüseyin Bağcı ve Polat Üründül tarafından beş farklı bölüm yer almaktadır. Kitapta ayrıca bir Dizin bölümü ve son sayfalarda editörler ve katkıda bulunanlar hakkında ayrıntılı bilgiler yer almaktadır.

Oğuzhan Göksel

Kitap hakkında daha fazla bilgi ve kitabı satın alabileceğiniz bağlantıları aşağıda bulabilirsiniz.

İçindekiler

Giriş (Gürol Baba, Oğuzhan Göksel ve Ozan Örmeci)

Sonuç (Gürol Baba, Oğuzhan Göksel ve Ozan Örmeci)

Dizin

Editörler ve Katkıda Bulunanlar Hakkında

Ozan Örmeci

Kitabı satın almak için bağlantılar:



New Edited Book: Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation

 

Istanbul Kent University’s Political Science and Public Administration (English) department chair and International Political Academy (UPA) founder Prof. Ozan Örmeci, Marmara University staff and UPA expert Assoc. Prof. Oğuzhan Göksel, and Social Sciences University of Ankara staff Prof. Gürol Baba edited a new volume on Turkish-British (United Kingdom) relations. The book is published by famous international publisher Lexington Books and is entitled Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation. While the book's back cover comment is written by Prof. Herbert Reginbogin from the Catholic University of America, the Introduction and Conclusion chapters are written by the editors of the work.

Gürol Baba

The book, which consists of 316 pages, analyzes all aspects of Turkish-British relations. The book is divided into 3 parts and comprises 14 chapters. In the first part, the historical background of Turkish-British relations is studied with five original chapters written by Nurcan Özkaplan Yurdakul, F. Begüm Yıldızeli, William Hale, Warren Dockter, and Gürol Baba. The second part of the book is devoted to contemporary Turkish-British relations. It contains four original chapters written by Ahmet Ceylan, Ozan Örmeci, Eren Alper Yılmaz, Matthew Weiss, Gökhan Ak, and Oğuzhan Göksel. The book's third part analyzes key areas and issues in relations between the Türkiye and the United Kingdom. In this part, five different chapters are written by M. Cem Oğultürk, Özker Kocadal, Sina Kısacık, Cenk Özgen, Elnur İsmayıl, Hüseyin Bağcı, and Polat Üründül. The book also contains an index section and detailed information about the editors and contributors on the last pages.

Oğuzhan Göksel

You can find more details about the book as well as links to purchase the book below.

Table of Contents

Introduction (Gürol Baba, Oğuzhan Göksel, and Ozan Örmeci)

Conclusion (Gürol Baba, Oğuzhan Göksel, and Ozan Örmeci)

Index

About the Editors and Contributors

Ozan Örmeci

Links for purchasing the book:



16 Aralık 2024 Pazartesi

Avrupa Birliği'nin Eksen Ülkelerinde Önemli Gelişmeler

 

Giriş

Avrupa Birliği'nin (kısaca AB) kurucu ülkelerinden Fransa ve Almanya'da bu geçtiğimiz günlerde çok önemli gelişmeler yaşandı. Bu yazıda, AB'nin eksen ülkeleri olan Fransa ve Almanya'daki gelişmelerle birlikte, Romanya'da ciddi bir siyasi ve hukuki krize dönüşen Başkanlık seçimlerini kısaca Türkiye'deki okurlarımız ve takipçilerimiz için özetleyeceğim.

Fransa'da Yeni Başbakan: François Bayrou

Fransa'da, bu yıl içerisinde Haziran ayında Avrupa Parlamentosu seçimlerinde partisinin yaşadığı oy kaybını gerekçe göstererek Fransız halkının iradesine başvurmak erken seçim kararı alan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, aşırı demokratik hassasiyetinin sonucunda ülkeyi daha büyük bir krize sokmayı başarmıştı. Öyle ki, seçimler sonucunda Fransız halkının adeta üçe bölündüğü ortaya çıkmış ve aşırı sol Yeni Halkçı Cephe (NFP) 188 milletvekili ile Ulusal Meclis'teki en büyük grubu oluştururken, aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi (RN) 142 milletvekilliği kazanarak beklentilerin altında kalmış ve ancak üçüncü sırada yer alabilmiş, Cumhurbaşkanı Macron'un merkezci bloku ise 161 sandalye ile ikinci sırayı almıştı. Bu ortamda, bugüne kadar kendi liberal siyasal çizgisini Fransız siyasetinde güçlendirmek için geleneksel merkez sol ve merkez sağ siyasal aktörleri zayıflatma yönünde politika güden Macron, Başbakan'ı büyük ısrarlara rağmen aşırı soldan atamaya yanaşmamış ve teknokrat ve çok deneyimli bir isim olan Michel Barnier'yi göreve getirmişti. Ancak mecliste küçük bir grubu olan merkez sağ Cumhuriyetçiler Partisi'nden (LR) seçilen Barnier, büyük deneyimine karşın, bütçe konusunda aşırı sağ ve aşırı sol unsurlar arasında uzlaşı sağlamayı başaramadı ve kısa bir sürede güvensizlik oyu verilerek hükümeti düşürüldü.

François Bayrou

Barnier sonrasında yeni Başbakan'ı belirlemek için hızlı hareket eden Macron, 1951 doğumlu ve kendisine sadık bir merkezci olan François Bayrou'yu Başbakan atayarak kendi çizgisinde ısrarcı olduğunu gösterdi ve aşırı sol veya aşırı sağdan bir Başbakan atamaya yanaşmadı. Çok deneyimli bir siyasetçi olan Bayrou, daha önce Édouard Balladur ve Alain Juppé Başbakanlığında 1993-1997 döneminde Milli Eğitim Bakanlığı, Édouard Philippe Başbakanlığında 2017 yılı içerisinde kısa süreyle Adalet Bakanlığı, 2014'ten beri Pau Valiliği ve defalarca Pyrénées-Atlantiques bölgesinden milletvekilliği yapmış Fransız halkının bildiği ama çok da yakından tanımadığı bir isim. İyi bir AB savunucusu ve demokrat bir kişi olan Bayrou, otoriter rejimlere karşı sert eleştirileriyle tanınıyor. Bayrou, Macron'a da 2017'den beri en büyük desteği veren kişilerin başında geliyor. Bayrou'nun ilk işi, parlamentoda uzlaşıyı sağlayarak sosyal güvenlik konusundaki görüş ayrılıklarını gidermek ve bütçeyi meclisten geçirmek olacaktır. Bayrou, eğer Fransız siyasal eliti ekonomik kriz sinyalleri ve ciddi bütçe açığı varken durumu daha da kronikleştirmek istemiyorsa, biraz çabayla merkezci güçlerin yanı sıra diğer partilerle de uzlaşı sağlayarak krizi aşabilir. Şimdilik aşırı sol Boyun Eğmeyen Fransa'dan (LFI) olumlu yanıt alamayan Bayrou, buna karşın aşırı sağ RN'den pozitif sinyaller alıyor. Fransız anayasası gereği önümüzdeki yaz aylarına kadar yeni bir parlamento seçimi yapılamayacağı için, ülkeyi büyük bir siyasi krize sürüklememek için Bayrou'nun bu uzlaşıyı sağlaması şart. Ancak her şekilde, Fransa'nın kendisine özgü yarı-Başkanlık siyasal sistemi ve sürekli protestolara dayalı siyasi kültürü, Cumhurbaşkanlarını hangi görüşten olursa olsun kısa sürede tüketen ve nefret objesi haline getiren yapısıyla, ideal bir model olmaktan uzak gözüküyor.

Almanya Seçime Gidiyor

Fransa ile birlikte AB'nin bir diğer eksen ülkesi olan Almanya'da da siyasi kriz derinleşiyor. Nitekim 2021 federal seçimleri sonrasında sosyal demokrat SPD ve Olaf Scholz liderliğinde Yeşiller Partisi ve liberal FDP (Hür Demokratlar) ile kurulan "trafik lambası koalisyonu", koalisyon partileri arasındaki ideolojik farklılıklar ve bütçe konusunda yaşanan anlaşmazlık nedeniyle 2024 yılı Kasım ayı itibariyle dağıldı ve Aralık ayı içerisinde de güvensizlik oyu verilerek düşürüldü.

Friedrich Merz ve Olaf Scholz

Alman Parlamentosu Bundestag'ın 21. dönemi için Almanya'da federal seçimler 23 Şubat 2025 tarihinde yapılacak. Yapılan güncel bazı anketler, bu defa seçimde ilk sırayı yüzde 28-31 düzeyinde bir oyla merkez sağ Hıristiyan Demokratların (CDU/CSU) alacağını gösteriyor. Merkez sol SPD'nin yüzde 20 civarında oyla 2. olması ve aşırı sağ AfD'nin (Almanya İçin Alternatif Partisi) yüzde 17-18 düzeyinde oyla üçüncü olması bekleniyor. Anketler, Yeşiller Partisi'ni yüzde 13-15, FDP'yi ise yüzde 4-5 düzeyinde gösteriyor. Bu durumda, Friedrich Merz liderliğinde Angela Merkel sonrasında yeniden toparlanmaya çalışan CDU'nun yeni hükümeti kurmasını beklemek doğru olabilir. CDU için ideal koalisyon partneri ise, Ukrayna krizi ve ekonomik durgunluk nedeniyle, sanki yine Olaf Scholz ve SPD gibi duruyor. Merkel dönemlerinde kurulan "Büyük Koalisyon" (CDU + SPD) koalisyonlarının başarısı da düşünüldüğünde, Almanya'da Mart ayından itibaren Merz Başbakanlığında ve Olaf Scholz'un iyi performans gösterdiği Maliye Bakanlığı'na döneceği bir koalisyon ihtimali kesinlikle gerçekçi bir senaryo. AfD'nin dahil olacağı bir koalisyon ise kuşkusuz Almanya adına ciddi bir prestij kaybı olabilir.

Romanya'da İptal Edilen Başkanlık Seçimleri

Avrupa'daki önemli gelişmeler bağlamında son olarak Romanya'daki gelişmelere değinmek gerekir. Hatırlanacak olursa, 24 Kasım 2024 tarihinde düzenlenen Romanya Devlet Başkanlığı seçimleri ilk turunda seçime bağımsız aday olarak giren aşırı sağ eğilimli Călin Georgescu'nun ilk sırayı almasının yarattığı şok dalgası, Anayasa Mahkemesi'nin Rusya'nın seçime müdahalesi ve TikTok'un seçim sürecini etkilediği gerekçesiyle 6 Aralık'ta seçimi iptal kararı vermesi nedeniyle ülkedeki belirsizlikleri daha da güçlendirmişti. Bu bağlamda, önümüzdeki yıl içerisinde Romanya'da bir kez daha Başkanlık seçimlerinin yapılması beklenirken, 1 Aralık'taki parlamento seçimleri ise krizsiz atlatıldı. Seçim sonrasında merkez sol Sosyal Demokrat Parti (PSD), merkez sağ Ulusal Liberal Parti (PNL), liberal çizgideki Romanya’yı Kurtar Birliği (USR) partisi ve ülkedeki Macar azınlığı kurduğu Romanya'daki Macarların Demokratik İttifakı (UDMR) arasında bir koalisyon hükümeti kurulması konusunda anlaşıldı. Başbakan ise ilerleyen günlerde koalisyon ortakları arasındaki görüşmeler sonucunda belli olacak.

Sonuç

Sonuç olarak, zor bir rejim olan demokrasiyi uygulamaya çalışan AB ülkeleri, yaşadıkları zorluklara karşın kendi rejimlerini muhafaza etmeye çalışmaktadırlar. Türkiye de, yoğun ekonomik ve kültürel ilişkileri ve siyasal dengeler bağlamında AB ve Avrupa ülkeleri ile yakın ilişkilerini korumalıdır. Zira Türkiye'yi Doğu ülkeleri için de değerli yapan, AB'ye yakınlığı ve Avrupa ülkeleri ile özel ilişkileridir. 

Kapak fotoğrafı: https://www.fpri.org/article/2019/03/one-voice-but-whose-voice-should-france-cede-its-un-security-council-seat-to-the-eu/deutschland-und-frankreich-gemeinsam-in-die-zukunft/

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

14 Aralık 2024 Cumartesi

Çin Yükselişi Hakkında İki Farklı Perspektif: Mahbubani vs. Mearsheimer

 

Yıllardır yazılarımda 21. yüzyıla damga vuracak en önemli büyük güç rekabetlerinden birisi olarak öne çıkardığım Amerika Birleşik Devletleri (ABD)-Çin Halk Cumhuriyeti (Çin) ilişkileri, son yıllarda uluslararası akademik çevrelerde ve çeşitli yüksek siyaset platformlarında da gözde bir tartışma ve araştırma konusu haline gelmiş durumdadır. Bu noktada temelde iki farklı ve birbirleriyle çelişen perspektif veya vizyon ön plana çıkmaktadır; nitekim Realizm (Gerçekçilik) ekolünün temsilcisi Amerikalı akademisyen John Mearsheimer, Çin'in zaman içerisinde artan ekonomik gücüne paralel olarak dış politikada da daha mütecaviz bir anlayış benimseyeceğini iddia ederken, uluslararası hukuk ve artan ekonomik bağların devletleri farklı şekilde davranmaya yönlendireceği gibi daha İdealist ilkeleri savunan Singapurlu ünlü devlet adamı ve akademisyen Kishore Mahbubani ise, Çin yükselişinin önlenemez ve uluslararası sistem ve hatta ABD adına faydalı olduğunu iddia etmesiyle bilinmektedir. Bu popüler ikili, geçtiğimiz gün Avustralya'da düzenlenen bir akademik etkinlikte bir araya getirilerek, bu konudaki güncel görüşlerini ifade etmiş ve şu soruya kendi perspektiflerinden cevap vermişlerdir: "Çin, barışçıl yükselişini sürdürebilir mi?"...

Tartışmadaki ilk konuşmacı olan Mahbubani, Çin'in barışçıl yükselişini sürdüreceği görüşüne dayanak olarak temelde şu argümanları öne sürmektedir:

  • Çin'in yükselişi yalnızca Çin'le alakalı değil, 200 yıldır devam eden Batı hâkimiyeti döneminin sonu ve Asya'nın yükselişiyle birlikte yaşanan bir gelişmedir Bu durum, Çin ve Hindistan'ın devasa nüfuslarının da etkisiyle daima dünyanın en büyük iki ekonomisi oldukları 1800'lerin başına kadar yaşanmış olan tarihin doğal akışına dönüştür.
  • Çin, 1800'lere kadar dünyanın başat ekonomik gücüyken, Avrupalı devletler (Portekiz, İspanya, Hollanda, Britanya, Fransa vs.) veya ABD gibi dünyada jeopolitik bir hâkimiyet arayışı içerisine girmemiş ve hiçbir diğer toplumu zorla kendi kontrolü altına almaya çalışmamıştır. Bu, Çin'e özgü toplumsal, siyasal ve kültürel özelliklerle alakalıdır.
  • Bu bağlamda, Mahbubani, ABD ve uluslararası topluma Çin'i provoke edecek sert ve hasmane politikalardan ziyade Pekin'le birlikte çalışmayı önermektedir.
  • Mahbubani, Çin'in yükselişinin bu devletin dünya siyasetinde herşeye yön veren hâkim devlet olacağı anlamına da gelmeyeceğini, ama Çin'in kısa süre içerisinde ABD'yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi olacağını söylemektedir. Mahbubani, ABD'nin Ortadoğu'da giriştiği gereksiz savaşları yakından gözlemleyen Çin'in asla böyle bir hataya düşmeyeceğini ve ABD'nin yerine geçmeye çalışmayacağını da sözlerine eklemektedir.

Daha sonra söz alan Amerikalı prestijli akademisyen ve Uluslararası İlişkiler disiplininde "Ofansif Realizm" yaklaşımının savunucusu John Mearsheimer ise, özetle şu hipotezler üzerinde durmaktadır:

  • Çin, ekonomik yükselişini zaman içerisinde kesin olarak askeri güce dönüştürmek ve tüm büyük devletler gibi kendi bölgesini (Asya-Pasifik) domine etmeye çalışacaktır. Bu bağlamda, Mearsheimer'a göre, siyasetin doğası gereği Pekin de zaman içerisinde bir bölgesel hegemon olmaya çalışacaktır. Bu, Çin'in hasmane eğilimlerinden değil, bir yüksek otoritesi henüz bulunmayan uluslararası sistemin içsel yapısından kaynaklanmaktadır.
  • ABD, hâkim güç olarak kendisine rakip başka güçlerin oluşmasına izin vermek istemeyecek ve bu nedenle kendiliğinden Çin ile bir güç rekabetine girişecektir. Bu durum zaten son birkaç yıldır başlamış ve gelişmektedir.
  • Bu tarz bir rekabetin sonu büyük ihtimalle iki devlet arasında yaşanacak bir çatışma olacaktır. Bu, yine iki devletin kötü yönetimi veya olumsuz ideolojilerinden değil, uluslararası siyasetin doğasından kaynaklanmaktadır.
  • Mearsheimer, henüz başlangıç sürecinde olan ABD-Çin rekabetinde orta ve uzun vadede avantajlı tarafın Washington olduğunu da iddia etmekte ve ABD'nin geçmişte emperyal Almanya, emperyal Japonya, Nazi Almanyası ve Sovyetler Birliği gibi 4 büyük gücü dağıtmayı başardığını hatırlatmaktadır. Mearsheimer, ekonomik ve demografik olarak da ABD'nin Çin'den daha iyi durumda olduğunu sözlerine eklemektedir.

Sonuç olarak, 21. yüzyıla damga vuracak bu büyük güç rekabetini derinlemesine araştırmak ve güç rekabetini çatışmasız düzeyde tutabilmek, tüm devletler ve araştırmacıların ortak sorumluluğu olmalıdır. Çünkü bu tarz büyük çatışmaların tüm dünyaya ve insanlığa verdiği zararlar ortadadır ve bunların bir daha yaşanmasına engel olmak için iki dev ülke ve ekonomiyi yöneten liderlerin akılcı ve sorumlu davranmaları gerekmektedir.

Bu konuda iki çalışmamız için;

  1. Örmeci, Ozan & Kısacık, Sina & Helvacıköylü, Gamze (2023), “21. Yüzyıla Damgasını Vuracak Büyük Güç Rekabeti: ABD-Çin İlişkileri”, in Küresel Aktörler ve Büyük Güç Rekabeti (eds. by Hasret Çomak & Burak Şakir Şeker & Huriye Yıldırım Çınar), Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık, pp. 425-471.
  2. Örmeci, Ozan & Kısacık, Sina & Helvacıköylü, Gamze (2024), “U.S.-China Competition: A Power Transition”, China Quarterly of International Strategic Studies, Vol. 9, no: 1, pp. 1-25.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

12 Aralık 2024 Perşembe

Suriye'de İç Savaşın Sonu Mu?

 

Komşumuz Suriye'de 13 yılı aşkın süredir devam eden iç savaş, Türkiye'nin de terör örgütü olarak tanıdığı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) öncülüğündeki Suriyeli muhaliflerin başkent Şam'ı da ele geçirmesiyle yaklaşık bir hafta-on günlük bir süreçte ne olup bittiği anlaşılamadan sona erdi. Öyle ki, yıllardır muhaliflere karşı ayakta kalmak için direnen ve daha bir ay önce İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Olağanüstü Zirvesi'ne katılan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, ailesiyle birlikte sığınma hakkı elde ettiği Moskova'ya kaçarak ülkeyi muhaliflerin kontrolüne terk etti. Türkiye'nin görüşme ve uzlaşma çağrılarını ısrarla dinlemeyen Esad, bu şekilde ülkesine -en azından şimdilik- onur kırıcı bir şekilde veda etmek zorunda kaldı.

Muhammed Colani

Suriye iç savaşının hızlı bir şekilde sona ermesi Türkiye ve dünyadaki gazeteci ve uzmanlar için adeta şok etkisi yaratırken, HTŞ lideri Muhammed Colani veya Ebu Muhammed el-Cevlani, bu süreçte muhaliflere önderlik eden karizmatik lider olarak öne çıktı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, IŞİD terörü nedeniyle Suriye'deki rejimi değiştirme politikasına 2016 sonrasında ara vermiş olsa da, bu süreçte genelde muhalifleri destekleyen ılımlı açıklamalarıyla dikkat çekti. Erdoğan, Esad'ın uzlaşmaz kişiliğine vurgu yaparak ve kendileriyle görüşülmesi halinde bu yaşananların yaşanmayabileceğini ima ederek, Türkiye'nin Suriye üzerindeki gücünü vurgulamak istedi. Türkiye'de genel olarak kamuoyunda da bu süreçte ihtiyatlı bir iyimserlik hâkim olurken, özellikle 12 Aralık 2024 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın'ın HTŞ lideri Colani ile birlikte Şam'ı gezmesi ve sonrasında Emevi Camii'nde namaz kılması ulusal kamuoyunda büyük yankı yarattı. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Türkiye'nin Suriye'de desteklediği grup HTŞ değil, Suriye Milli Ordusu (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu-ÖSO) adlı daha ılımlı muhalif grup.

MİT Başkanı İbrahim Kalın, iç savaş sürecinde sembolik anlam kazanan Emevi Camii'ne giderek Türkiye'nin geçiş sürecine dair kararlılığını ortaya koydu

Suriye'de yaşananlara Rusya ve İran'dan sert tepkiler gelirken, özellikle etkili Rus düşünür Aleksandr Dugin'in Ankara'ya yönelik tehditkâr açıklamaları kamuoyunda büyük tepkilere neden oldu. Bu şekilde 2016'daki başarısız darbe girişimi sürecinde Türkiye'deki sivil hükümete verdiği destekle ülkemizde takdir toplayan Dugin ve Rusya, bu süreçte ciddi bir imaj ve prestij kaybına uğradılar. Suriye'deki gelişmelere ABD, İsrail ve Batılı devletlerden de -radikal İslam çekincelerine rağmen- genelde beklenmedik ölçüde olumlu tepkiler verildi. ABD, Suriye'nin toprak bütünlüğüne vurgu yaparak geçiş sürecine desteğini açıkladı. Ancak Washington, azınlık haklarına saygı, insani yardımın kolaylaştırılması, terör faaliyetlerinin önlenmesi ve kimyasal ile biyolojik silah stoklarının yok edilmesi gibi bazı ön şartlar da açıkladı. İsrail ise, Suriye'de rejimin devrilmesini fırsat bilerek askeri birliklerini bu ülkeye soktu ve Golan Tepeleri'nin de ötesine geçerek, İsrail'in güvenliği için geniş bir tampon bölge oluşturmaya başladı. İsrailli yetkililer bunun geçici bir önlem olduğunu ifade etseler de, toprak kazanımına büyük önem veren jeopolitik bir devlet olan İsrail için Suriye'nin parçalanması halinde yeni toprak kazanımları elde etme düşüncesinin ilerleyen aylarda çok cazip bir alternatif haline gelebileceğini her zaman akılda tutmak gerekir. Benzer bir durum aslında Türkiye için de söz konusu olup, Suriye'nin kuzeyinde halen 30 kilometre içeriye girecek şekilde ülkenin kuzey batısı ve kuzeyinde iki ayrı geniş cepte askeri varlığı bulunan Türkiye, ülkenin kuzey doğusundaki yaygın PYD/YPG terör unsurlarının yarattığı jeopolitik riskler karşısında bölgedeki askeri varlığını güçlendirmek ve ilerleyen aylarda Kürt bölgesine doğru daha da yayılmak isteyebilir. Zira Türkiye için adeta "teröristan" olarak değerlendirilen ABD destekli PKK uzantısı grupların (çatı örgütü ismiyle Suriye Demokratik Güçleri-SDG) kontrolündeki Kürt bölgesinin özerkliği veya bağımsızlığına kamuoyunda ve devlet üst kademelerinde halen hiç de sıcak yaklaşılmıyor.

Suriye'de mevcut harita 

Yeşil: Muhalifler

Açık Mavi: TSK varlığı

Sarı: Kürt bölgesi

Suriye iç savaşının 13 yılı aşkın sürecinden Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler adına bence bazı dersler çıkarmak da mümkün. Bunları şöyle sıralayabilirim:

1. Halkının ve ordusunun karnını doyuramayan bir rejim ayakta kalamaz: Suriye'de sayıca azınlıkta kalmasına karşn önemli bir inanç temeline (Nusayriler) yaslanan ordu, istihbarat ve bürokrasiye rağmen, Devlet Başkanı Beşar Esad'ı savunan devlet güçlerinin geçtiğimiz birkaç gün içerisinde adeta kağıttan kaplan gibi dağılması, Suriye'deki ekonomik zorlukların geldiği olumsuz aşamayı gösteriyor. Bu da bize, ideolojik yumuşaklığı/katılığı veya meşruiyeti-gücü ne olursa olsun, bir rejim için ilk ve en önemli unsurun halkını ve devlet güçlerini besleyebilme kapasitesi olduğunu gösteriyor. Nitekim aylardır maaşlarını alamayan Suriyeli askerlerin HTŞ ilerlerken savaşmaktan kaçınmaları, iç savaş nedeniyle ülkenin içerisine düştüğü ekonomik çıkmazı gösteriyor.

2. İstikrarlı bir yönetim ancak halkın eğilimlerine uygun olarak şekillenebilir: Suriye iç savaşı sürecinden çıkarabilecek ikinci önemli ders, güçlü ve meşru bir rejimin halkın etnik-dini-toplumsal-kültürel kimlik ve eğilimlerine uygun olarak şekillenmesi gerekliliği oldu. Nitekim nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni Müslümanlardan oluşmasına rağmen bu kimliği bir türlü ülkenin Baas Partisi ve Esad ailesiyle sembolize edilen ana akım ideolojisine entegre edemeyen Suriye rejimi, bu nedenle dışarıdan yapılan olumsuz etkilerin de sonucunda ülkeyi önce kanlı bir iç savaşa, sonra da radikal güçlerin kontrolü ele aldıkları bir devrim sürecine sürükledi. Suriye'de rejimin ayakta kalamayacağını öngören Ankara, bu şekilde gecikmeli de olsa bunu herkese ispatlamış oldu.

3. Türkiye bölgede oyun kurucu aktördür: 2011'den bu yana yaşanan Arap Baharı sürecinde demokrasi ve halk egemenliğini savunmasına karşın Batı'nın çifte standartları ve Doğu blokundaki ülkelerin de demokrasi karşıtlıkları nedeniyle sürekli acımasız şekilde eleştirilen Türkiye, bu şekilde yakın çevresinde kendisinin onay vermediği bir rejimin ayakta kalamayacağını tüm dünyaya göstermiş oldu. Bu anlamda, Suriye'de kurulacak yeni yönetimin -Irak'taki merkezi hükümete benzer şekilde- Ankara ile iyi geçinmesinin gerekliliği ilerleyen dönemde daha da iyi anlaşılacaktır. Türkiye, bu süreçte yıllardır Türkiye'de kalarak Türkleşen 4 milyon civarındaki Suriyeli sığınmacının ülkelerine dönerek siyaseten güç kazanmalarına yardımcı olabilirse, Suriye'de yeni dönemde oyun kurucu temel aktör haline gelebilir. 

4. Rusya ve İran'ın zayıflaması Esad'ın sonunu getirdi: Suriye'de Esad rejiminin beklenmedik derecede kolay biçimde dağılması, rejimin yerli unsurlardan ziyade Rusya ve İran gibi yabancı devletlerin desteğiyle ayakta kalabildiğini de ispatlamış oldu. Öyle ki, İsrail'in Lübnan ve Suriye'deki İran milislerine (Hizbullah vs.) saldırılarıyla son dönemde büyük kan kaybeden İran ve Ukrayna'da devam eden kanlı savaş nedeniyle başı çok meşgul olan ve tüm NATO ülkeleri ile kazanma şansı olmayan büyük bir savaşa girme riski olan Rusya'nın Suriye'ye destek verememesi sonucunda, Esad rejimi kolay bir şekilde yıkıldı.

5. Kürt Devleti projesi gerçek olabilir: Türkiye için bu sürecin en olumsuz tarafı ise, PKK uzantısı PYD-YPG güçlerinin SDG çatısı altında örgütlenmeleri ve yıllardır ABD'den aldıkları eğitim ve muazzam silah desteği sonucunda ciddi güç kazanmaları neticesinde Suriye'deki Kürt varlığının ilerleyen dönemde özerklik ve bağımsızlık talepleriyle Ankara'nın başını ağrıtacak olması. Zira Ankara için Batı'nın ve uluslararası kamuoyunun baskısı nedeniyle kanlı ve kapsamlı bir müdahale seçeneği bence gerçekçi bir ihtimal olarak durmuyor. Üstelik IŞİD'e karşı savaşarak ciddi prestij kazanan Suriye Kürtleri, modernist ideolojileri sayesinde, Batı kamuoyunda romantize edilerek ciddi destek bulabiliyor. Buna bir de kronikleşen ekonomik sorunlarıyla uğraşan Ankara'nın durumu eklendiğinde, Türkiye'nin yıllar sürebilecek büyük bir kara savaşına hazırlandığına dair elimizde ciddi bir bulgu olmadığı söylenebilir. Ancak Türkiye'nin diplomatik ve ekonomik baskılar ve sahada yapacağı nokta operasyonlarıyla PKK uzantılı bir Kürt Devleti'ne karşı çıkmaya devam edeceği kesin. Türkiye için ideal senaryo ise toprak bütünlüğünü koruyan ve ekonomik olarak Türkiye'ye bağımlı duruma gelen bir Suriye'nin yeni dönemde inşa edilmesi olacaktır.

6. Suriye bölünebilir: Suriye için şimdilik her bölgesel aktör ve büyük devletin yetkilileri "toprak bütünlüğü" ifadesini kullansalar da, çeşitli sebeplerle bence Suriye'nin toprak bütünlüğü artık ciddi tehdit altındadır. Şöyle ki, ABD ve Batı kamuoyuna genelde yön vermeyi başaran İsrail'in toprak kazanımı düşüncesine kolaylıkla yönelebilecek olması, Suriyeli Kürtlerin neredeyse tamamen bağımsızlık fikrini savunmaları ve Türkiye için de bir Kürt Devleti fikrinin iç kamuoyunda ancak Suriye'de ilk Cumhuriyet dönemini anımsatan (Hatay'ın anavatana katılması) bazı toprak kazanımları olması halinde kabul görebileceği gibi hipotezleri göz önünde bulundurursak, Suriye'nin bölünme ihtimalinin artık daha güçlü bir senaryo olduğu bile iddia edilebilir.

7. Rusya'nın tavrı önemli: Bu süreçte ciddi prestij kaybına uğramasına karşın, Rusya'nın da Suriye'deki askeri kazanımlarından vazgeçmek istemeyeceği ve Suriye'deki olası yeni bir rejimi yıkma kapasitesinin olduğunu her daim akılda tutmak gerekir. Hatta Esad rejiminin devrilmesi sürecinde Rusya-ABD-İsrail-Türkiye-muhalifler ekseninde bir zımni uzlaşı olabileceği düşüncesi de bana çok da mantıksız gözükmüyor. Zira Ukrayna Savaşı veya Wagner Grubu için dünyanın dört bir yanından asker toplayabilen Moskova'nın Esad rejimine bu son dönemde neredeyse hiç destek vermemesi kafalarda soru işaretlerine yol açıyor. Bu anlamda Rusya'nın ya Ukrayna'da NATO ile savaşa evirilme riski olan ölümüne mücadele nedeniyle çok kötü şekilde sıkışmış olduğu, ya da artık kendisine bir yük haline gelen Esad rejiminden kurtularak yeni döneme hazırlık yaptığı düşünülebilir. Bence bu ihtimallerin bileşkesinde bir durumda olan Moskova, yeni dönemde ABD Başkanı Donald Trump ile Ukrayna Sorunu'nu çözmeye ve Suriye'de de askeri kazanımlarını koruyan bir ateşkes fikrine sıcak yaklaşabilir.

8. İşler sertleşince İsrail her şekilde kazanıyor: Ortadoğu siyasetine dair son dönemde gördüğümüz bir diğer gerçek ise, iç savaş, terör ve çatışma durumlarında daima bu yönde hazırlık yapan ve ABD'nin kayıtsız-şartsız desteklediği İsrail'in daima daha kazançlı çıktığı gerçeğidir. Nitekim 7 Ekim tarihli büyük Hamas saldırısından sonra yaşananlara baktığımızda, Hizbullah ve İran'ın bölgede çok geriletildiği, İsrail karşıtı Suriye rejiminin yıkıldığı, Hamas'ın lider kadrosunun tamamen yok edildiği, Gazze'nin kontrol altına alındığı ve uluslararası kamuoyunda yaşanan imaj kaybına ve Uluslararası Adalet Divanı'nda devam eden yargı sürecine rağmen İsrail'in bu süreçten kazançlı çıktığı söylenebilir.

9. Devrim yapıp iyi işleyen bir devlet kurabilirseniz terörist sayılmazsınız: Suriye'de tüm dünyada terör örgütü kabul edilen İslamcı grupların yönetimi alarak devrim yapmaları, terörist-devrimci tartışmasını da bir kez daha gündeme taşıdı. Öyle ki, iç savaş sürecinde eski rejim tarafından terörist olarak adlandırılan grupların devrim yaparak kontrolü sağlamaları ve ülkelerinde diğer devletler tarafından tanınan ve ayakta kalabilen bir rejim kurmaları halinde kolaylıkla teröristlikten devlet adamlığına terfi edebilecekleri anlaşılmış oldu.

Sonuç olarak, 2011 yılı başından beri devam eden Suriye iç savaşı, siyasi tarih ve diplomasi kitaplarına geçecek büyük bir vaka olarak incelenmeye/araştırılmaya devam edecektir. Süreç henüz tamamlanmamış olup, dileğimiz bu süreçte Türkiye ve insanlığın kazanmasıdır.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

9 Aralık 2024 Pazartesi

Nouveau livre édité : Les relations turco-américaines au 21e siècle


Le professeur Ozan Örmeci, président du département de sciences politiques et d'administration publique (anglais) de l'université Kent d'Istanbul et fondateur de l'Académie politique internationale (UPA), et le professeur Herbert Reginbogin, de l'université catholique d'Amérique, ont édité un nouveau volume sur les relations turco-américaines. Publié par le célèbre éditeur international Lexington Books, le livre s'intitule Turkish-American Relations in the 21st Century (Les relations turco-américaines au 21e siècle). Alors que l'avant-propos du livre est rédigé par l'ancien diplomate américain Matt Bryza, les professeurs Hasret Çomak, Mustafa Aydın et Soner Cagaptay ont rédigé des commentaires pour la couverture du livre. En outre, les éditeurs du livre ont rédigé les parties Introduction et Conclusion.

Herbert Reginbogin

Composé de 360 pages, le livre analyse tous les aspects des relations turco-américaines. Le livre est divisé en 4 parties et comprend 17 chapitres. Dans la première partie, le contexte historique des relations turco-américaines est analysé dans 4 chapitres distincts écrits par Füsun Türkmen, Murat Kasapsaraçoğlu, Ozan Örmeci et Helin Sarı Ertem. Dans la deuxième partie du livre, les problèmes actuels sont étudiés dans 4 chapitres originaux rédigés par d'importants experts, dont Herbert Reginbogin, Cansu Arısoy Gedik, Yavuz Türkgenci et Gürol Baba. Dans la troisième partie du livre, en 4 chapitres distincts, les experts ont analysé les domaines et les questions clés des relations bilatérales. Les auteurs de cette partie sont Matus Jevcak, Elnur Ismayil, Özker Kocadal et Oğuzhan Göksel. La dernière partie du livre se concentre sur la préparation d'une feuille de route pour l'avenir des relations turco-américaines et se compose de 5 chapitres originaux. Les auteurs qui ont contribué à cette partie sont Mark Meirowitz, Şebnem Udum, Güven Sak et Feride İnan, Alan Makovsky et Richard Outzen. Le livre contient un index ainsi que des informations détaillées sur les éditeurs et les contributeurs dans les dernières pages.

Ozan Örmeci

Vous trouverez ci-dessous plus de détails sur le livre ainsi que des liens pour l'acheter.

Flyer

Table des matières

Avant-propos (Matt Bryza)

Introduction (Ozan Örmeci)

Conclusion (Herbert Reginbogin)

Index

A propos des éditeurs et des contributeurs

 

Liens pour acheter le livre:

New Edited Book: Turkish-American Relations in the 21st Century


Istanbul Kent University’s Political Science and Public Administration (English) department chair and International Political Academy (UPA) founder Prof. Ozan Örmeci and Prof. Herbert Reginbogin from the Catholic University of America edited a new volume on Turkish-American relations. The book is published by famous international publisher Lexington Books and is entitled Turkish-American Relations in the 21st Century. While the book’s Foreword section is written by former American diplomat Matt Bryza, Professor Hasret Çomak, Professor Mustafa Aydın, and Soner Cagaptay wrote comments for the back cover of the book. In addition, the book's editors wrote the Introduction and Conclusion parts.

The book's cover

The book, which consists of 360 pages, analyzes all aspects of Turkish-American relations. The book is divided into 4 parts and comprises 17 chapters. In the first part, the historical background of Turkish-American relations is analyzed in 4 separate chapters written by Füsun Türkmen, Murat Kasapsaraçoğlu, Ozan Örmeci, and Helin Sarı Ertem. In the second part of the book, current problems are studied with 4 original chapters written by important experts including Herbert Reginbogin, Cansu Arısoy Gedik, Yavuz Türkgenci, and Gürol Baba. In the third part of the book, in 4 separate chapters, experts analyzed key areas and issues in bilateral relations. The authors of the part are Matus Jevcak, Elnur Ismayil, Özker Kocadal, and Oğuzhan Göksel. The last part of the book focuses on preparing a road map for the future of Turkish-American relations and consists of 5 original chapters. The authors who contributed to this part are Mark Meirowitz, Şebnem Udum, Güven Sak and Feride İnan, Alan Makovsky, and Richard Outzen. The book contains an index section and a section that provides detailed information about the editors and contributors in the last pages.

The book's back cover

Yeni Kitap: 21. Yüzyılda Türk-Amerikan İlişkileri

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci ile Amerika Katolik Üniversitesi'nden Prof. Herbert Reginbogin'in editörlüğünü yaptıkları ve ünlü uluslararası yayınevi Lexington Books tarafından basılan 21. Yüzyılda Türk-Amerikan İlişkileri (Turkish-American Relations in the 21st Century) başlıklı kitap yayımlandı. Kitabın "Önsöz" bölümü Amerikalı eski diplomat Matt Bryza tarafından kaleme alınırken, Prof. Dr. Hasret Çomak (İstanbul Kent Üniversitesi), Prof. Dr. Mustafa Aydın (Kadir Has Üniversitesi) ve Soner Çağaptay (Washington Enstitüsü) gibi önemli otoriteler kitabın arka kapağı için yorum yazdılar. Ayrıca kitabın editörleri de "Giriş" ve "Sonuç" bölümlerini kaleme aldılar.

Arka kapak

360 sayfadan oluşan kitap, Türk-Amerikan ilişkilerini tüm yönleriyle analiz ediyor. Kitap, 4 bölüme ayrılmış ve 17 özgün makaleden oluşmaktadır. İlk bölümde Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihsel arka planı Füsun Türkmen, Murat Kasapsaraçoğlu, Ozan Örmeci ve Helin Sarı Ertem tarafından kaleme alınan 4 ayrı çalışmada incelenmektedir. Kitabın ikinci bölümünde ise Herbert Reginbogin, Cansu Arısoy Gedik, Yavuz Türkgenci ve Gürol Baba gibi önemli uzmanlar tarafından kaleme alınan 4 özgün makale ile güncel sorunlar ele alınmaktadır. Kitabın üçüncü bölümünde yine 4 ayrı bölümde, uzmanlar, ikili ilişkilerdeki kilit alanları ve konuları analiz etmişlerdir. Bu bölümün yazarları Matus Jevcak, Elnur İsmayil, Özker Kocadal ve Oğuzhan Göksel'dir. Kitabın son bölümü Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği için bir yol haritası hazırlamaya odaklanmakta ve 5 özgün çalışmadan oluşmaktadır. Bu bölüme katkıda bulunan yazarlar ise Mark Meirowitz, Şebnem Udum, Güven Sak ile Feride İnan, Alan Makovsky ve Richard Outzen'dir. Kitapta bir Dizin bölümünün yanı sıra son sayfalarda editörler ve kitaba katkıda bulunan yazarlar hakkında ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. 

Prof. Dr. Herbert Reginbogin (Amerikan Katolik Üniversitesi/İstanbul Kent Üniversitesi)

Prof. Dr. Ozan Örmeci (İstanbul Kent Üniversitesi) 

 

Kitap hakkında daha fazla ayrıntı ve kitabı satın almak için bağlantıları aşağıda bulabilirsiniz.

Flyer

İçindekiler

Önsöz (Matt Bryza)

Giriş (Ozan Örmeci)

Sonuç (Herbert Reginbogin)

Dizin

Editörler ve Katkıda Bulunanlar

 

Kitabı satın almak için bağlantılar:

5 Aralık 2024 Perşembe

Interview with Professor Mark Meirowitz: Turkish-American Relations in the Second Trump Era

 

Mark Meirowitz is a Full Professor at the State University of New York (SUNY) Maritime College in New York. He is also a lawyer. He received his PhD in Political Science from Fordham University in New York and his law degree, J.D., Summa Cum Laude, from Brooklyn Law School. He has taught courses in American Foreign Policy, Turkish Foreign Policy, International Relations, and International Law, among other related courses. He has published and lectured on Turkish Foreign Policy and Turkish-U.S. Relations.

International Political Academy (UPA) coordinator and Istanbul Kent University staff Prof. Ozan Örmeci conducted a Zoom talk with Professor Mark Meirowitz on December 5, 2024. You can watch this interview from the link below.

4 Aralık 2024 Çarşamba

Fransa'da Hükümet Güvenoyu Alamadı

 

2022 yılında ikinci defa Cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron'un 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde partisinin aldığı yenilgi üzerine erken seçim kararı aldığı ve bu seçimlerde partisinin beklenen performansı gösterememesi neticesinde aşırı sol blokun parlamento içerisindeki en büyük siyasi grup haline geldiği ve aşırı sağ Ulusal Birlik (RN) partisinin de ciddi bir çıkış gerçekleştirdiği Fransa'da, Cumhurbaşkanı Macron'un sağ-sol dengesini kurması için Başbakan olarak görevlendirdiği deneyimli siyasetçi Michel Barnier'nin görev süresi yalnızca birkaç ayla sınırlı kalacak. 

Michel Barnier

4 Aralık 2024 tarihinde Fransız Ulusal Meclis'inde yapılan oylamada, aşırı sol NFP (Yeni Halkçı Cephe) koalisyonu bileşenleri ile birlikte aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) grubu da toplu olarak Barnier aleyhine oy verince, 331 karşı oyla yüzleşen Barnier, 1962'de güvensizlik oyu ile düşürülen Georges Pompidou hükümetinden bu yana ilk kez Beşinci Cumhuriyet döneminde bu şekilde düşürülen bir Fransız hükümetinin başı durumuna düşmek zorunda kaldı. Sosyal güvenlik bütçesi konusunda yaşanan anlaşmazlık nedeniyle güvensizlik oyu verilen Barnier, bu şekilde yıllarca Fransız siyasetine hizmet etmesine karşın, siyasi kutuplaşma ortamında onur kırıcı bir şekilde Başbakanlığa veda etmek durumunda kalacak. Oylama öncesinde mecliste bir konuşma yapan Barnier, zor bir dönemde sorumlu davranmak zorunda olduklarını belirterek, hükümeti düşürülse bile Fransa'nın borçlarının ortadan kalkmayacağını belirterek, aşırı sağ ve aşırı sol unsurları sorumsuz davranmakla eleştirmişti. Ulusal Birlik lideri Marine Le Pen ise, parlamentoda yaptığı konuşmada, Barnier hükümetinin bütçe konusunda şeffaf ve güvenilir davranmadığını belirterek, kendilerine oy veren 11 milyon Fransız vatandaşının haklarını savunmak için hükümete güvensizlik oyu verdiklerini ve hükümetin demokratik meşruiyetinin olmadığını savundu.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman

Fransa iç siyasetinde yaşanılan zorluk dönemlerinde genelde diplomatik başarılarıyla gündeme gelmeye çalışan ve 2-4 Aralık 2024 tarihlerinde Suudi Arabistan'a üç günlük resmi bir ziyaret gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Macron ise, yıllar sonra Paris'ten Riyad'a yapılan bu devlet ziyaretinde bir stratejik ortaklık anlaşması ve çeşitli ekonomik projelere imza atarak moral toplarken, Macron'un kısa süre içerisinde yeni bir Başbakan atayacağı iddia ediliyor. Ancak 577 sandalyeli Ulusal Meclis'teki dağınıklık nedeniyle, Macron'un atayacağı yeni Başbakan'ın işi hiç de kolay olmayacak. Yeni hükümetin güvenle görev yapabilmesi için en az 289 milletvekilinin desteğinin gerekeceği Fransız Ulusal Meclis'inde büyük partilerin güncel sandalye dağılımları şu şekilde: Ulusal Birlik (RN) 124, Cumhuriyet için Birlikte (Ensemble pour la République) 93, Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) 71, Fransız Sosyalist Partisi (PS) ve diğer merkez sol unsurlar 66, Cumhuriyetçiler (LR) ve diğer merkez sağ unsurlar 47, Ekolojistler (LE) 38, Demokratlar 36 ve Ufuklar (Horizons) 34.

Fransız siyasetinin bu çok parçalı yapısı içerisinde hiçbir blokun ülkeyi rahat yönetmesi beklenemezken, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağ ve aşırı solun iktidar olmasının yaratacağı risklere karşı Fransa'da toplumsal olarak kendiliğinden oluşan "Cumhuriyet değerleri" anlayışının da en azından parlamento seçimlerinde artık pek de geçerli olmadığı ve merkez güçlerinin yeterli desteğe sahip olmadıkları anlaşılıyor. Bu bağlamda, şimdilerde kulislerde mevcut Silahlı Kuvvetler Bakanı Sebastien Lecornu ve Macron müttefiki merkezci/liberal MoDem partisinin lideri François Bayrou'nun da aralarında bulunduğu birkaç ismin Başbakan olarak atanabileceği yazılırken, 2025 yılı Temmuz ayına kadar genel seçimlerin yapılamayacak olmasını da belirtmekte fayda var.

Sonuç olarak, Fransa, merkez güçlerin giderek güç kaybettiği, geleneksel merkez sol ve merkez sağ hareketlerin/partilerin (PS ve LR) iyice küçüldüğü, Cumhurbaşkanı Macron ve liberal çizgisinin yeterli toplumsal desteğe ulaşamadığı ve halkın tepkisel bir psikolojiye büründüğü bir siyasal konjonktürde, 2027 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Beşinci Cumhuriyet tarihinde ilk kez aşırı sağ veya aşırı sol bir Cumhurbaşkanı'na hazırlanıyor olabilir. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Macron'un atayacağı Başbakan'ın göstereceği performans ve önümüzdeki iki 2,5 yıllık süreç son derece kritik önemde olacaktır. Son olarak, 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Macron'un yaptığına benzer şekilde merkez bir figürün seçimler öncesinde yükselişe geçmesi halinde, böyle bir ihtimalin de ortaya çıkabileceğini sözlerimize eklemek gerekir. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

3 Aralık 2024 Salı

A Conversation with Professor Herbert Reginbogin: The Future of Turkish-American Relations in the Second Trump Presidency


Herbert Reginbogin is a Professor at the Catholic University of America Institute for Public Policy researching a new security architecture and American Foreign Policy. For over three decades, Professor Reginbogin has been involved in transatlantic relations, teaching at Potsdam University (Germany), Boğaziçi University (Türkiye), European University of Lefke (North Cyprus), Çağ University (Türkiye), Istanbul Kent University (Türkiye), and the U.S.-based Touro Law School as well as Guest Professor at several universities and law schools throughout the U.S., Europe, and East Asia. His work extends into multidisciplinary topics related to human and energy security, religious identity, freedom, and international law. Professor Reginbogin has written several books and articles on these topics, dealing with various political, economic, financial, and social issues facing Europe, Russia, the Middle East, and East Asia. In addition, Reginbogin has worked on several high-profile litigation cases and energy security issues in the Eastern Mediterranean, E.U., and the U.S. about international maritime law, international refugee issues, the destabilization of the international world order, and kleptocracy. He sits on the advisory board of the Institute for Peace (Vienna) and is the Acting President of the Turk Heritage Organization (Washington, DC). His books include Neutrals and Beyond the Cold (July 2022, contributed and edited with Pascal Lottaz and Heinz Gaertner), The Vatican and Permanent Neutrality (April 2022, edited with Marshall Breger), Permanent Neutrality. A Model for Peace, Security, and Justice (2020 edited with Pascal Lottaz), Notions of Neutralities (2019 edited with Pascal Lottaz), Financial Markets of Neutral Countries in World War II (2012 edited by Robert Vogler et al.), Faces of Neutrality (2009), Guerre et Neutralite, Les Neutres Face a Hitler (2008), Der Vergleich (2006), Nuremberg Trials: International Criminal Law Since 1945 (2006 edited with Christoph Safferling), and Hitler, der Westen und die Schweiz  (2001 co-authored with Walther Hofer) as well several articles in law reviews and academic journals.

International Political Academy (UPA) coordinator and Istanbul Kent University staff Prof. Ozan Örmeci conducted a Zoom talk with Professor Herbert Reginbogin from American Catholic University on December 3, 2024. You can watch this interview from the link below.




Güney Kıbrıs NATO Üyesi Mi Oluyor?

 

Resmi diplomatik ilişkilerinin olmadığı ülkemiz Türkiye’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi veya Güney Kıbrıs Rum Kesimi adıyla bilinen, ancak önceden alınmış tek taraflı Birleşmiş Milletler (BM) kararları doğrultusunda uluslararası platformlarda Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) varlığı görmezden gelinerek bütün adanın meşru egemenlik sahibi olarak görülen eski Osmanlı toprağı olan Kıbrıs merkezli Rum devleti, şimdilerde NATO üyeliği sürecine dair çeşitli haber ve yorumlarla uluslararası siyasetin gündemindedir.  Bu yazıda, Güney Kıbrıs’ın olası NATO üyeliğine dair haberler derlenerek, bu konudaki jeopolitik yorumlarım aktarılacaktır.

Kıbrıs’taki Yeşil Hat ve egemen İngiliz askeri üsleri

Osmanlı hâkimiyeti sonrasında 80 yıl kadar İngiltere’nin kolonyal yönetimi altında kalan Kıbrıs, Londra ve Zürih Anlaşmaları sonrasında ise 1960-1963 döneminde Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla Kıbrıslı Türklerin de yönetime ortak olduğu kötü bir fiili federal yönetim deneyimi yaşamış; ancak bu kısa deneyim sürecinde Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasındaki etnik çatışmaların şiddetlenmesi neticesinde 1963’ten sonra Kıbrıslı Türkler yönetimden çekilmiş, 1974’e kadar artarak devam eden etnik gerginlikler sonrasında da Yunanistan ve Birleşik Krallık ile birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üç garantör devletinden birisi olan Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun olarak ve başarıyla icra ettiği askeri operasyon (Kıbrıs Barış Harekâtı) sonrasında 1974’ten itibaren ada fiilen ikiye bölünmüştür. Türkiye’nin her açıdan desteklediği Kıbrıs Türk tarafı, Rauf Denktaş önderliğinde, 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti, 1983 yılında da KKTC’yi ilan ederek, bir yandan müzakerelere devam ederken, bir yandan da iki devletli çözümün parametrelerini oluşturmaya başlamıştır. İngiliz hâkimiyeti döneminde NATO üyesi Birleşik Krallık’ın egemen toprak statüsündeki ve Ağrotur ve Dikelya’daki askeri üsleri nedeniyle Batı’nın askeri ittifakı açısından önemli bir konumda olan ve İngiliz askeri üslerinin korunması nedeniyle bu özelliğini sürdüren ada devleti, 1960’tan itibaren ise Devlet Başkanı Başpiskopos III. Makarios ile birlikte üçüncü dünyacı yeni bir dış politikaya yönelmiş ve Sovyet Rusya ile yakın ilişkilerini sürdürerek, Bağlantısızlar Hareketi’nin önemli bir üyesi haline gelmiştir.

Makarios

Güney Kıbrıs, Soğuk Savaş döneminde Ortodoksluk ve Batı emperyalizmi karşıtlığı gibi temalarla Sovyetler Birliği, Doğu Bloku ve Üçüncü Dünya çizgisini savunan Bağlantısızlar Hareketi içerisinde önemli bir devlet olurken, İngiliz askeri üsleri nedeniyle NATO açısından da önemini korumayı bilmiş ve bazı NATO operasyonlarında İngiliz üsleri bilfiil kullanılmıştır. Ayrıca Türkiye’nin adaya askeri müdahalesi ve fiili olarak yerleşmesi neticesinde, NATO’nun en önemli ordularından ve Soğuk Savaş döneminde sadık bir ABD müttefiki olan Türkiye’nin ordusu da (Türk Silahlı Kuvvetleri-TSK) adanın kuzeyinde hâkimiyetini sağlamış ve bu sayede ada üzerindeki NATO etkisi artmıştır.

NATO'nun yayılımı ve olası genişlemesi

Lacivert: NATO üyeleri

Açık mavi: NATO’ya üyelik süreci devam eden Bosna Hersek

Yeşil: NATO’ya üyelik için davet alan Ukrayna ve Gürcistan

Gri: NATO’ya üyelik niyetlerinin olmadığını beyan eden ülkeler (Moldova ve Azerbaycan – Kosova ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üyelik niyetleri ise bulunuyor)

Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Sovyetler Birliği’nin olmadığı bir ortamda birçok eski Doğu Bloku ve Varşova Paktı üyesi devlet, yeni kurumsallaşmaya başlayan Avrupa Birliği (AB) ve yıllardır gücünü koruyan NATO’ya üyelik süreçlerini başlatmış ve bunu gerçekleştirmişlerdir. Nitekim Güney Kıbrıs da 2004 yılı itibariyle AB’ye tam üye olarak katılım sağlamış; ancak bu katılım öncesinde adadaki bölünmüşlüğe son vermek için düzenlenen Annan Planı referandumuna ilginç bir şekilde Rumlar “hayır” oyu vererek adanın bölünmüş statüsünü kalıcı hale getirmişlerdir. Bu dönemde Türkiye’nin de AB’ye üyelik süreci hız kazanmışken, ilerleyen yıllarda Türkiye’nin üyelik sürecindeki durumunu bir siyasal avantaj unsuruna çevirmek isteyen Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın etik dışı uygulamaları nedeniyle, Türkiye-AB ilişkileri ve genel olarak Türkiye-Batı dünyası ilişkileri de bozulmuş ve Türkiye yönünü giderek Rusya, Çin, İslam dünyası ve Türk dünyası gibi Doğu ülkeleri ve coğrafyalarına çevirmeye başlamıştır. 2017 yılında İsviçre’de Crans-Montana’da yapılan son ciddi barış görüşmeleri de, Kıbrıs Türk tarafının başında Mustafa Akıncı gibi alenen federalizm yanlısı ve Türkiye’ye çok sert eleştiriler yönelten bir lider olmasına ve Türkiye’deki AB yanlısı AK Parti hükümetinin de sürece karşı çıkmamasına karşın Kıbrıslı Rumların Türk ve İslam düşmanlığına dayanan fanatizmleri ve Rum lider Nikos Anastasiades’in de çözüm için inisiyatif olmaya yanaşmaması nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu tarihten itibaren ise, Türkiye, Rumların iflah olmayacağına ve asla çözüme yanaşmayacaklarına kanaat getirerek, çok ciddi ve kararlı bir şekilde “iki devletlilik” tezini her platformda savunmaya başlamıştır.

Doğu Akdeniz’deki doğalgaz keşfedilen bölgeler

İşte bu ortamda, Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz kaynaklarını değerlendirmek ve Türkiye’nin ABD, AB ve İsrail ile bozulan ilişkilerinden faydalanmak isteyen Güney Lefkoşa yönetimi, ABD ile yakınlaşma ve Kıbrıs Sorunu’na giderek artan ölçüde Washington (ABD) ve Brüksel’i (AB) dahil etme stratejisini uygulama sokmuş ve bu yönde bazı kazanımlar da elde etmiştir. Nitekim Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu Mısır, İsrail, Yunanistan, İtalya ve Ürdün gibi ülkelerle hayata geçiren Güney Kıbrıs, Türkiye’yi ise bu platforma dahil etmeyerek Doğu Akdeniz’in en uzun kıyı şeridine sahip ülkesini bu süreçten dışlamaya çalışmıştır. Ancak Rum tarafının EastMed (Doğu Akdeniz) projesi olarak adlandırılan İsrail-Kıbrıs-Yunanistan rotalı doğalgaz boru hattı projesi, ekonomik zorluklar nedeniyle hayata geçirilememiş ve geçirilmesi de beklenmemektedir. Güney Kıbrıs’ın Fransa-Türkiye hattında Doğu Akdeniz’de yarattığı gerilimler de, zaman içerisinde iki ülke Cumhurbaşkanları Recep Tayyip Erdoğan ve Emmanuel Macron arasında kurulan diyalog kanalları neticesinde çözümlenmiştir. Ancak Rum tarafı, Türkiye ile ilişkileri Suriye iç savaşı, Kürt Sorunu ve Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle bozulan ABD ile de yakınlaşma siyaseti güderek, bu ülkeyle kısa süre önce bir savunma anlaşması imzalamıştır.

Hristodoulidis ve Biden

Böyle bir ortamda, son birkaç hafta içerisinde gündeme gelen yeni bir konu ise, görev süresinin sonuna gelen ABD Başkanı Joe Biden’ı Ekim ayı sonunda ziyaret eden Rum lider Nikos Hristodulidis’in Biden ile görüşmelerinde[1] Güney Kıbrıs’ın NATO üyeliğinin gündeme gelmesi ve bu konuda bir uzlaşıya varılarak bir yol haritası çıkarıldığı iddiasıdır.[2] Hristodulidis, iddiayı yalanlamamış ve tam tersine, ABD ile yaptıkları savunma anlaşması sonrasında NATO’nun askeri standartlarına ulaşmaları halinde, örgüte üyelik için başvuru yapabileceklerini ilan etmiştir.[3] Türkiye ise bu iddiaya hemen tepki göstermiştir.[4] KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar da buna itiraz etmiş ve Ankara’nın üyeliğe müsaade etmemesi gerektiğini ifade etmiştir.[5] Kurulduğundan beri NATO dışında olan Kıbrıs’ın Batı'nın askeri alyansına katılımı kuşkusuz çok önemli bir jeopolitik gelişme olacak ve Doğu Akdeniz’de Batı-Rusya ve ABD-Çin dengesinde ciddi etkiler yaratacaktır. Bu anlamda, bunun yeni ve şok edici bir gelişme olduğu düşünülebilir. Ancak Ekathimerini gazetesi için konuyu değerlendiren akademisyen Evanthis Hatzivassiliou’ya göre, daha Londra-Zürih Antlaşmaları döneminde, iki ülkenin o dönemdeki liderleri Adnan Menderes ile Konstantin Karamanlis arasında Kıbrıs’ın NATO’ya üyeliğinin ilerleyen süreçte desteklenmesi hususunda bir centilmen uzlaşısına varılmış ve bu durum da adadaki toplum liderleri Başpiskopos III. Makarios ve Dr. Fazıl Küçük’e bildirilmiştir.[6]

Hristodulidis ve Erdoğan

Bu konuyu değerlendirmek gerekirse, kuşkusuz ABD’nin son dönemde Türkiye ile bozulan ilişkileri ve Türkiye’nin demokrasiden uzaklaştığı düşüncesinin etkisiyle Rusya tehdidi bahanesini de öne çıkararak Yunanistan’a yaptığı askeri yığınak ve Doğu Akdeniz’de yaptığı Güney Kıbrıs açılımı -ki yakın zamanda Washington Kıbrıs’a yönelik silah ambargosunu da kaldırmıştır[7]- düşünüldüğünde, Washington’ın Ankara’ya karşı olumsuz tavrını bilhassa Başkan Biden döneminde fazlasıyla gösterdiği açıktır. Ancak Biden görevi yakında kendisinden epey farklı bir siyasetçi olan Donald Trump’a devredecektir ve Trump’ın da Yunanistan’la ilişkileri bozmak istemeyecek olmasına karşın Türkiye konusunda çok daha ılımlı olabileceği yönünde Türkiye kamuoyunda iyimser bir hava bulunmaktadır. Türkiye’nin tavrı, hiç şüphesiz, Kıbrıs Sorunu çözümlenmeden Güney Kıbrıs’ın NATO’ya üyeliğine karşıt olacaktır. Zira Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ciddi bir kazanım elde etmeden (müzakere başlıklarının kapatılması, vize muafiyeti, Gümrük Birliği güncellemesi vs.) veya KKTC’nin varlığı tanınmadan kararların oy birliği ile alındığı NATO içerisinde Kıbrıs’ın üyeliğine yeşil ışık yakması için hiçbir sebep yoktur.[8] Ancak Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği konusunda F-16 alımı/modernizasyonu ve İsveç’in terör örgütü mensuplarına verdiği desteği kesmesi gibi bazı şartlar öne süren Ankara, kuşkusuz, KKTC’nin tanınması ve/veya Türkiye’nin AB üyeliğinin hızla bir şekilde gerçekleştirilmesi gibi büyük ve açıkçası pek de gerçekçi olmayan bir kazanım halinde pozisyonunu değiştirebilir. Bunun dışında Ankara’nın genel tavrı ise Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de statükonun korunması yönündedir. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz gün Budapeşte'de düzenlenen Avrupa Politik Topluluğu Zirvesi'nde Rum lider Nikos Hristodulidis ile görüşmesi ise statükonun korunması ve Rumlarla diyalog kanallarının açık tutulması bağlamında gösterdiği bir jest olarak değerlendirilmelidir.[9]

Sonuç olarak, Güney Kıbrıs’ın NATO üyeliği kısa vadede gerçekçi bir hedef olmamakla birlikte, ilerleyen yıllarda Türkiye-Batı ilişkilerinin düzelmesi ve Kıbrıs’ta bir şekilde çözüme ulaşılması halinde, bu konu ciddiyetle gündeme gelebilir. Ancak bu, kuşkusuz, Batı-dışı önemli jeopolitik aktörler olan Rusya ve Çin için dezavantajlı bir gelişme olacak ve bu devletlerin çıkarlarına uygun olmayacaktır. Türkiye de, son dönemde geliştirmeye başladığı çok boyutlu dış politikası bağlamında, Batı ile ilişkilerini ikame edebilecek çeşitlendirme politikasını sürdürdüğü müddetçe, Kıbrıs'ta siyasi çözüm ve Güney Kıbrıs'ın NATO'ya dahil edilmesi gerçekçi hedefler değildir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] VOA Türkçe (2024), “ABD Başkanı Joe Biden Güney Kıbrıs Lideri Nikos Hristodulidis’i Beyaz Saray'da ağırladı”, 30.11.2024, Erişim Tarihi: 03.12.2024, Erişim Adresi: https://www.voaturkce.com/a/abd-ba%C5%9Fkan%C4%B1-joe-biden-g%C3%BCney-k%C4%B1br%C4%B1s-lideri-nikos-hristodulidis-i-beyaz-saray-da-a%C4%9F%C4%B1rlad%C4%B1/7845295.html.

[2] Hürriyet (2024), “Rum lider ABD ile NATO pazarlığını doğruladı”, 30.11.2024, Erişim Tarihi: 03.12.2024, Erişim Adresi: https://www.hurriyet.com.tr/dunya/rum-lider-abd-ile-nato-pazarligini-dogruladi-42610266.

[3] AP (2024), “Cyprus could become a member of NATO when conditions permit, the country’s president says”, 28.11.2024, Erişim Tarihi: 03.12.2024, Erişim Adresi: https://apnews.com/article/cyprus-nato-president-military-bases-us-45a0311616736a329fad5b4353a69227; Euronews (2024), “Cyprus eyes future NATO membership amid US talks to boost military standards”, 28.11.2024, Erişim Tarihi: 03.12.2024, Erişim Adresi: https://www.euronews.com/my-europe/2024/11/28/cyprus-eyes-future-nato-membership-amid-us-talks-to-boost-military-standards.

[4] Al-Monitor (2024), “Turkey deems 'unacceptable' any Greek Cyprus NATO membership attempt”, Erişim Tarihi: 03.12.2024, Erişim Adresi: https://www.al-monitor.com/originals/2024/11/turkey-deems-unacceptable-any-greek-cyprus-nato-membership-attempt.

[5] Anadolu Ajansı (2024), “KKTC Cumhurbaşkanı Tatar'dan Rum lider Hristodulidis'in NATO açıklamasına tepki”, 30.11.2024, Erişim Tarihi: 03.12.2024, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/kktc-cumhurbaskani-tatardan-rum-lider-hristodulidisin-nato-aciklamasina-tepki/3409696.

[6] Evanthis Hatzivassiliou (2024), “Cyprus, NATO and the old mistakes”, Ekathimerini, 02.12.2024, Erişim Tarihi: 03.12.2024, Erişim Adresi: https://www.ekathimerini.com/opinion/1255001/cyprus-nato-and-the-old-mistakes/.

[7] Anadolu Ajansı (2024), “Türkiye'den, GKRY'ye silah ambargosunu kaldırma kararının yeniden uzatılmasına ilişkin açıklama”, 29.09.2024, Erişim Tarihi: 03.12.2024, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/politika/turkiyeden-gkryye-silah-ambargosunu-kaldirma-kararinin-yeniden-uzatilmasina-iliskin-aciklama/3345004.

[8] Güven Özalp (2024), “Kıbrıs Cumhuriyeti, NATO'ya üye olabilir mi?”, BBC Türkçe, 27.11.2024, Erişim Tarihi: 03.12.2024, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/articles/c154j0k043xo.

[9] Kıbrıs Postası (2024), “Budapeşte’de tarihi buluşma: Erdoğan ile Hristodulidis görüştü”, 07.11.2024, Erişim Tarihi: 03.12.2024, Erişim Adresi: https://www.kibrispostasi.com/c36-TURKIYE/n539556-budapestede-tarihi-bulusma-erdogan-ile-hristodulidis-gorustu.