Komşumuz Suriye'de 13 yılı aşkın süredir devam eden iç savaş, Türkiye'nin de terör örgütü olarak tanıdığı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) öncülüğündeki Suriyeli muhaliflerin başkent Şam'ı da ele geçirmesiyle yaklaşık bir hafta-on günlük bir süreçte ne olup bittiği anlaşılamadan sona erdi. Öyle ki, yıllardır muhaliflere karşı ayakta kalmak için direnen ve daha bir ay önce İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Olağanüstü Zirvesi'ne katılan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, ailesiyle birlikte sığınma hakkı elde ettiği Moskova'ya kaçarak ülkeyi muhaliflerin kontrolüne terk etti. Türkiye'nin görüşme ve uzlaşma çağrılarını ısrarla dinlemeyen Esad, bu şekilde ülkesine -en azından şimdilik- onur kırıcı bir şekilde veda etmek zorunda kaldı.
Muhammed Colani
Suriye iç savaşının hızlı bir şekilde sona ermesi Türkiye ve dünyadaki gazeteci ve uzmanlar için adeta şok etkisi yaratırken, HTŞ lideri Muhammed Colani veya Ebu Muhammed el-Cevlani, bu süreçte muhaliflere önderlik eden karizmatik lider olarak öne çıktı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, IŞİD terörü nedeniyle Suriye'deki rejimi değiştirme politikasına 2016 sonrasında ara vermiş olsa da, bu süreçte genelde muhalifleri destekleyen ılımlı açıklamalarıyla dikkat çekti. Erdoğan, Esad'ın uzlaşmaz kişiliğine vurgu yaparak ve kendileriyle görüşülmesi halinde bu yaşananların yaşanmayabileceğini ima ederek, Türkiye'nin Suriye üzerindeki gücünü vurgulamak istedi. Türkiye'de genel olarak kamuoyunda da bu süreçte ihtiyatlı bir iyimserlik hâkim olurken, özellikle 12 Aralık 2024 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın'ın HTŞ lideri Colani ile birlikte Şam'ı gezmesi ve sonrasında Emevi Camii'nde namaz kılması ulusal kamuoyunda büyük yankı yarattı. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Türkiye'nin Suriye'de desteklediği grup HTŞ değil, Suriye Milli Ordusu (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu-ÖSO) adlı daha ılımlı muhalif grup.
MİT Başkanı İbrahim Kalın, iç savaş sürecinde sembolik anlam kazanan Emevi Camii'ne giderek Türkiye'nin geçiş sürecine dair kararlılığını ortaya koydu
Suriye'de yaşananlara Rusya ve İran'dan sert tepkiler gelirken, özellikle etkili Rus düşünür Aleksandr Dugin'in Ankara'ya yönelik tehditkâr açıklamaları kamuoyunda büyük tepkilere neden oldu. Bu şekilde 2016'daki başarısız darbe girişimi sürecinde Türkiye'deki sivil hükümete verdiği destekle ülkemizde takdir toplayan Dugin ve Rusya, bu süreçte ciddi bir imaj ve prestij kaybına uğradılar. Suriye'deki gelişmelere ABD, İsrail ve Batılı devletlerden de -radikal İslam çekincelerine rağmen- genelde beklenmedik ölçüde olumlu tepkiler verildi. ABD, Suriye'nin toprak bütünlüğüne vurgu yaparak geçiş sürecine desteğini açıkladı. Ancak Washington, azınlık haklarına saygı, insani yardımın kolaylaştırılması, terör faaliyetlerinin önlenmesi ve kimyasal ile biyolojik silah stoklarının yok edilmesi gibi bazı ön şartlar da açıkladı. İsrail ise, Suriye'de rejimin devrilmesini fırsat bilerek askeri birliklerini bu ülkeye soktu ve Golan Tepeleri'nin de ötesine geçerek, İsrail'in güvenliği için geniş bir tampon bölge oluşturmaya başladı. İsrailli yetkililer bunun geçici bir önlem olduğunu ifade etseler de, toprak kazanımına büyük önem veren jeopolitik bir devlet olan İsrail için Suriye'nin parçalanması halinde yeni toprak kazanımları elde etme düşüncesinin ilerleyen aylarda çok cazip bir alternatif haline gelebileceğini her zaman akılda tutmak gerekir. Benzer bir durum aslında Türkiye için de söz konusu olup, Suriye'nin kuzeyinde halen 30 kilometre içeriye girecek şekilde ülkenin kuzey batısı ve kuzeyinde iki ayrı geniş cepte askeri varlığı bulunan Türkiye, ülkenin kuzey doğusundaki yaygın PYD/YPG terör unsurlarının yarattığı jeopolitik riskler karşısında bölgedeki askeri varlığını güçlendirmek ve ilerleyen aylarda Kürt bölgesine doğru daha da yayılmak isteyebilir. Zira Türkiye için adeta "teröristan" olarak değerlendirilen ABD destekli PKK uzantısı grupların (çatı örgütü ismiyle Suriye Demokratik Güçleri-SDG) kontrolündeki Kürt bölgesinin özerkliği veya bağımsızlığına kamuoyunda ve devlet üst kademelerinde halen hiç de sıcak yaklaşılmıyor.
Suriye'de mevcut harita
Yeşil: Muhalifler
Açık Mavi: TSK varlığı
Sarı: Kürt bölgesi
Suriye iç savaşının 13 yılı aşkın sürecinden Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler adına bence bazı dersler çıkarmak da mümkün. Bunları şöyle sıralayabilirim:
1. Halkının ve ordusunun karnını doyuramayan bir rejim ayakta kalamaz: Suriye'de sayıca azınlıkta kalmasına karşn önemli bir inanç temeline (Nusayriler) yaslanan ordu, istihbarat ve bürokrasiye rağmen, Devlet Başkanı Beşar Esad'ı savunan devlet güçlerinin geçtiğimiz birkaç gün içerisinde adeta kağıttan kaplan gibi dağılması, Suriye'deki ekonomik zorlukların geldiği olumsuz aşamayı gösteriyor. Bu da bize, ideolojik yumuşaklığı/katılığı veya meşruiyeti-gücü ne olursa olsun, bir rejim için ilk ve en önemli unsurun halkını ve devlet güçlerini besleyebilme kapasitesi olduğunu gösteriyor. Nitekim aylardır maaşlarını alamayan Suriyeli askerlerin HTŞ ilerlerken savaşmaktan kaçınmaları, iç savaş nedeniyle ülkenin içerisine düştüğü ekonomik çıkmazı gösteriyor.
2. İstikrarlı bir yönetim ancak halkın eğilimlerine uygun olarak şekillenebilir: Suriye iç savaşı sürecinden çıkarabilecek ikinci önemli ders, güçlü ve meşru bir rejimin halkın etnik-dini-toplumsal-kültürel kimlik ve eğilimlerine uygun olarak şekillenmesi gerekliliği oldu. Nitekim nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni Müslümanlardan oluşmasına rağmen bu kimliği bir türlü ülkenin Baas Partisi ve Esad ailesiyle sembolize edilen ana akım ideolojisine entegre edemeyen Suriye rejimi, bu nedenle dışarıdan yapılan olumsuz etkilerin de sonucunda ülkeyi önce kanlı bir iç savaşa, sonra da radikal güçlerin kontrolü ele aldıkları bir devrim sürecine sürükledi. Suriye'de rejimin ayakta kalamayacağını öngören Ankara, bu şekilde gecikmeli de olsa bunu herkese ispatlamış oldu.
3. Türkiye bölgede oyun kurucu aktördür: 2011'den bu yana yaşanan Arap Baharı sürecinde demokrasi ve halk egemenliğini savunmasına karşın Batı'nın çifte standartları ve Doğu blokundaki ülkelerin de demokrasi karşıtlıkları nedeniyle sürekli acımasız şekilde eleştirilen Türkiye, bu şekilde yakın çevresinde kendisinin onay vermediği bir rejimin ayakta kalamayacağını tüm dünyaya göstermiş oldu. Bu anlamda, Suriye'de kurulacak yeni yönetimin -Irak'taki merkezi hükümete benzer şekilde- Ankara ile iyi geçinmesinin gerekliliği ilerleyen dönemde daha da iyi anlaşılacaktır. Türkiye, bu süreçte yıllardır Türkiye'de kalarak Türkleşen 4 milyon civarındaki Suriyeli sığınmacının ülkelerine dönerek siyaseten güç kazanmalarına yardımcı olabilirse, Suriye'de yeni dönemde oyun kurucu temel aktör haline gelebilir.
4. Rusya ve İran'ın zayıflaması Esad'ın sonunu getirdi: Suriye'de Esad rejiminin beklenmedik derecede kolay biçimde dağılması, rejimin yerli unsurlardan ziyade Rusya ve İran gibi yabancı devletlerin desteğiyle ayakta kalabildiğini de ispatlamış oldu. Öyle ki, İsrail'in Lübnan ve Suriye'deki İran milislerine (Hizbullah vs.) saldırılarıyla son dönemde büyük kan kaybeden İran ve Ukrayna'da devam eden kanlı savaş nedeniyle başı çok meşgul olan ve tüm NATO ülkeleri ile kazanma şansı olmayan büyük bir savaşa girme riski olan Rusya'nın Suriye'ye destek verememesi sonucunda, Esad rejimi kolay bir şekilde yıkıldı.
5. Kürt Devleti projesi gerçek olabilir: Türkiye için bu sürecin en olumsuz tarafı ise, PKK uzantısı PYD-YPG güçlerinin SDG çatısı altında örgütlenmeleri ve yıllardır ABD'den aldıkları eğitim ve muazzam silah desteği sonucunda ciddi güç kazanmaları neticesinde Suriye'deki Kürt varlığının ilerleyen dönemde özerklik ve bağımsızlık talepleriyle Ankara'nın başını ağrıtacak olması. Zira Ankara için Batı'nın ve uluslararası kamuoyunun baskısı nedeniyle kanlı ve kapsamlı bir müdahale seçeneği bence gerçekçi bir ihtimal olarak durmuyor. Üstelik IŞİD'e karşı savaşarak ciddi prestij kazanan Suriye Kürtleri, modernist ideolojileri sayesinde, Batı kamuoyunda romantize edilerek ciddi destek bulabiliyor. Buna bir de kronikleşen ekonomik sorunlarıyla uğraşan Ankara'nın durumu eklendiğinde, Türkiye'nin yıllar sürebilecek büyük bir kara savaşına hazırlandığına dair elimizde ciddi bir bulgu olmadığı söylenebilir. Ancak Türkiye'nin diplomatik ve ekonomik baskılar ve sahada yapacağı nokta operasyonlarıyla PKK uzantılı bir Kürt Devleti'ne karşı çıkmaya devam edeceği kesin. Türkiye için ideal senaryo ise toprak bütünlüğünü koruyan ve ekonomik olarak Türkiye'ye bağımlı duruma gelen bir Suriye'nin yeni dönemde inşa edilmesi olacaktır.
6. Suriye bölünebilir: Suriye için şimdilik her bölgesel aktör ve büyük devletin yetkilileri "toprak bütünlüğü" ifadesini kullansalar da, çeşitli sebeplerle bence Suriye'nin toprak bütünlüğü artık ciddi tehdit altındadır. Şöyle ki, ABD ve Batı kamuoyuna genelde yön vermeyi başaran İsrail'in toprak kazanımı düşüncesine kolaylıkla yönelebilecek olması, Suriyeli Kürtlerin neredeyse tamamen bağımsızlık fikrini savunmaları ve Türkiye için de bir Kürt Devleti fikrinin iç kamuoyunda ancak Suriye'de ilk Cumhuriyet dönemini anımsatan (Hatay'ın anavatana katılması) bazı toprak kazanımları olması halinde kabul görebileceği gibi hipotezleri göz önünde bulundurursak, Suriye'nin bölünme ihtimalinin artık daha güçlü bir senaryo olduğu bile iddia edilebilir.
7. Rusya'nın tavrı önemli: Bu süreçte ciddi prestij kaybına uğramasına karşın, Rusya'nın da Suriye'deki askeri kazanımlarından vazgeçmek istemeyeceği ve Suriye'deki olası yeni bir rejimi yıkma kapasitesinin olduğunu her daim akılda tutmak gerekir. Hatta Esad rejiminin devrilmesi sürecinde Rusya-ABD-İsrail-Türkiye-muhalifler ekseninde bir zımni uzlaşı olabileceği düşüncesi de bana çok da mantıksız gözükmüyor. Zira Ukrayna Savaşı veya Wagner Grubu için dünyanın dört bir yanından asker toplayabilen Moskova'nın Esad rejimine bu son dönemde neredeyse hiç destek vermemesi kafalarda soru işaretlerine yol açıyor. Bu anlamda Rusya'nın ya Ukrayna'da NATO ile savaşa evirilme riski olan ölümüne mücadele nedeniyle çok kötü şekilde sıkışmış olduğu, ya da artık kendisine bir yük haline gelen Esad rejiminden kurtularak yeni döneme hazırlık yaptığı düşünülebilir. Bence bu ihtimallerin bileşkesinde bir durumda olan Moskova, yeni dönemde ABD Başkanı Donald Trump ile Ukrayna Sorunu'nu çözmeye ve Suriye'de de askeri kazanımlarını koruyan bir ateşkes fikrine sıcak yaklaşabilir.
8. İşler sertleşince İsrail her şekilde kazanıyor: Ortadoğu siyasetine dair son dönemde gördüğümüz bir diğer gerçek ise, iç savaş, terör ve çatışma durumlarında daima bu yönde hazırlık yapan ve ABD'nin kayıtsız-şartsız desteklediği İsrail'in daima daha kazançlı çıktığı gerçeğidir. Nitekim 7 Ekim tarihli büyük Hamas saldırısından sonra yaşananlara baktığımızda, Hizbullah ve İran'ın bölgede çok geriletildiği, İsrail karşıtı Suriye rejiminin yıkıldığı, Hamas'ın lider kadrosunun tamamen yok edildiği, Gazze'nin kontrol altına alındığı ve uluslararası kamuoyunda yaşanan imaj kaybına ve Uluslararası Adalet Divanı'nda devam eden yargı sürecine rağmen İsrail'in bu süreçten kazançlı çıktığı söylenebilir.
9. Devrim yapıp iyi işleyen bir devlet kurabilirseniz terörist sayılmazsınız: Suriye'de tüm dünyada terör örgütü kabul edilen İslamcı grupların yönetimi alarak devrim yapmaları, terörist-devrimci tartışmasını da bir kez daha gündeme taşıdı. Öyle ki, iç savaş sürecinde eski rejim tarafından terörist olarak adlandırılan grupların devrim yaparak kontrolü sağlamaları ve ülkelerinde diğer devletler tarafından tanınan ve ayakta kalabilen bir rejim kurmaları halinde kolaylıkla teröristlikten devlet adamlığına terfi edebilecekleri anlaşılmış oldu.
Sonuç olarak, 2011 yılı başından beri devam eden Suriye iç savaşı, siyasi tarih ve diplomasi kitaplarına geçecek büyük bir vaka olarak incelenmeye/araştırılmaya devam edecektir. Süreç henüz tamamlanmamış olup, dileğimiz bu süreçte Türkiye ve insanlığın kazanmasıdır.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ