20 Haziran 2023 Salı

Amerikan Plütokrasisi ve 2024 ABD Başkanlık Seçimleri


Amerika Birleşik Devletleri’ne (kısaca ABD) birçok yönden hayran olmamak mümkün değil... Öyle ya, muhteşem Hollywood’un ve uluslararası müzik endüstrisinin en önemli ve yaratıcı merkezi ABD. Teknoloji konusunda son yıllarda Çin’in yaptığı büyük atılımlara rağmen, ABD, Silikon Vadisi ve Elon Musk gibi çılgın milyarderler sayesinde bu konuda da dünyadaki öncü konumunu koruyor. Üstelik ABD’de gerçekten devlet sırları ifşa edilmediği sürece sınırsıza yakın bir düşünce ve ifade hürriyeti var.

Bunların yanında, ABD, kuşkusuz bazı kötü özelliklere de sahip. Zira dünyanın en gelişmiş demokrasisinde halen yarım milyondan fazla insan sokaklarda “evsiz” (homeless) olarak yaşamak zorunda.[1] ABD’de ciddi bir hastalığa yakalanmak da oldukça tehlikeli; zira devletin sağlık hizmetlerini sınırlı olarak sunduğu bu ülkede, özel sektörün sunduğu tıbbi hizmetler oldukça pahalı olabiliyor. Bunların dışında, silahlanmanın oldukça önemli bir özgürlük kabul edildiği ABD’de, her yıl 50’ye yakın silahlı baskınla onlarca çocuk öldürülüyor[2] ve bu durum garip bir şekilde kanıksanarak doğal kabul edilebiliyor. Bunların üzerine bir de özellikle Afrikalı Amerikalıları ve yeni göçmenleri hedef alan toplumsal ayrımcılık ve polis şiddeti eklenince, ABD, bazı gruplar ve kişiler için çekilmez bir ülke haline bile gelebiliyor.

The Power Elite

Ünlü Amerikalı sosyolog C. Wright Mills (1916-1962), The Power Elite (İktidar Seçkinleri) adlı eserinde (1956)[3] ülkesinde geçerli olan “iktidar seçkinleri”nden söz eder ve (1) Generaller, (2) Üst düzey şirket (bilhassa savunma sanayisi, bilişim, teknoloji, enerji sektörleri vs.) sahipleri ve CEO'ları ve (3) Siyasal parti elitlerini (Senatör ve Valiler) sistemi yöneten kilit unsurlar olarak vurgular. Bu bağlamda, ABD’de bir demokrasiden çok plütokrasiden söz etmek yerinde olacaktır. Plütokrasi, yönetme erkinin maddi açıdan üstün kişilerce paylaşılmasını ya da onların yönetime yön vermesini öngören oligarşik bir yönetim biçimidir. Hakikaten de, ABD Başkanları, sistemin, daha doğrusu sisteme yön veren azınlık elitlerin ihtiyacına göre seçilir ve halk, demokrasi masalları adı altında, aslında önüne konan ve sistemin onayladığı iki adaydan birine oy vermek zorunda kalır.

Bu şekilde düşünüldüğünde, son yılların ABD seçimlerini mantıksal bir düzleme oturtabiliriz. Şöyle ki, biten Soğuk Savaş’ın ardından ABD’nin küresel liderliğini ve yeni dünya düzenini ilan ettiği Bill Clinton döneminin ardından, ABD'deki savunma sanayisi şirketleri, ülkelerinin küresel liderliğini perçinlemek ve sektörü canlandırmak adına savaşçı bir Başkan istediler. Bu Başkan, Evanjelizm etkisi altındaki Yale’li bir şahin olan ve babası eski CIA Başkanı ve ABD Başkanı olan George W. Bush olarak seçildi. 11 Eylül (9/11) garabeti ardından, Bush, Amerikan kamuoyunu muhalif düşünür Noam Chomsky’nin “rızanın pazarlanması” (manifacturing consent) adını verdiği bir süreç sonucunda medya aracılığıyla Afganistan ve Irak’ta kapsamlı askeri müdahalelere girişmeye ikna etti. Bu gelişmelerle, neocon yönetim, sektörü canlandırdı ve Amerikan hegemonyasını tüm dünyaya yerleştirmeye çalıştı. Bush, bu politikalarıyla geçmişte ABD’nin kontrolünün olmadığı enerji sektöründeki (ki 1973 OPEC krizi bu konuda Washington’ı uyandırmıştır) etkisini de artırmıştır. Ancak bu dönemdeki temel mesele, savaşların İslam dünyasında ve hatta laik bir devlet olan Türkiye’de bile bu kadar tepki çekeceğinin anlaşılamamış olmasıydı.

Bu nedenle, Amerikan liderliği tehlikeye girince, elitlerin yön verdiği sistem, kendi içerisinde Barack Hussein Obama adlı önceden bilinmeyen yeni bir politik yıldız yarattı. Obama, ilk Afrikalı Amerikalı Başkan olarak ABD’nin yumuşak gücünü ve imajını düzeltecekti. Hakikaten de öyle oldu... Müslüman geçmişi hakkında ABD’de sıklıkla yazıp-çizilen ve göbek adı “Hüseyin” olan Obama, İslam dünyası ile ilişkileri düzeltmek istediğini ilk yurt dışı gezilerini Mısır ve Türkiye’ye yaparak gösterdi. Obama döneminde, Washington, bölgedeki müttefikleri arkadan destekleyerek (leading from behind) ve büyük cephe savaşları yerine nokta atışı özel operasyonlar yaparak imajını düzeltmeye çalıştı ve bunda kısmen başarılı oldu. Ancak Obama’nın Ortadoğu’ya nizam verme arayışı, Arap Baharı’nda istenilen sonuçlar elde edilemeyip, Türkiye de kontrolden çıkınca bozuldu.

Krize giren sistem, bu defa çare olarak siyasetin dışından gelen tam bir “outsider” olan zengin işadamı Donald Trump’ı buldu. Trump, restore edilecek Ortadoğu otoriter düzenlerini destekleyecek demokrasiyi önemsemeyen ve ticari çıkarları önde tutan bir Başkandı. Üstelik Obama döneminde İran’la kurulan iyi ilişkileri bozdu ve benzer şekilde Çin’i de hedef tahtasına oturtarak ABD’nin en önemli ekonomik rakibini durdurmak için küresel ekonomik sistemi milliyetçilikle yavaşlatmaya çalıştı. Ancak onun döneminde beyaz milliyetçiliği kontrolden çıkıp ABD Kongresi’nin basılması aşamasına gelinince de, sistem elitleri, sisteme bağlı ortalama bir Demokrat olan Joe Biden’ı öne sürdüler.

Joe Biden-Donald Trump-Ron DeSantis: 2024 yılında yapılacak seçimlerde çok büyük ihtimalle bu üç siyasetçiden biri ABD Başkanı seçilecek

Bu şekilde devam edersek, ABD’nin yeni dönemdeki çıkar ve ihtiyaçları, iktidar eliti için nasıl bir Başkan gerektiriyor olabilir? Yani 2024 ABD Başkanlığı seçimlerinde bizi ne bekliyor? Kuşkusuz, Carl Schmitt-vari bir yöntemle kendisine hep bir düşman yaratmayı temel meşgalesi haline getiren Amerikan sistemi, ekonomik olarak Çin, askeri-siyasi olarak da Rusya ile mücadele edecek güçlü bir Başkan isteyecektir. Bu nedenle, mevcut Başkan Joe Biden’ın çok yaşlı ve güçsüz görüntüsü buna elvermeyebilir. Lakin aynı Biden’ın Ukrayna krizi sürecinde demokrasi bloku olarak Batı dünyasını Türkiye haricinde birleştirebilmesi de önemli bir artısı olmuştur. Bu nedenle Biden'ın şansı bitmiştir denilemez.

Peki Amerikan sistemi Trump gibi bir çılgını geri ister mi? Çaresiz kalınırsa ve Trump hukuki engelleri aşabilirse evet, ama sanki hem demokrasi blokunu ayakta tutacak, hem de daha dinç ve saldırgan bir Başkan yaratılması mümkün olabilir ki, bu kişi de Irak Savaşı gazisi bir Amerikan milliyetçisi olan Florida Valisi Ron DeSantis olabilir. O yüzden seçim yaklaştıkça neler yaşanacağı dikkatle gözlemleyelim...

Amerikan halkı mı, onların maalesef bu sistemde hiçbir etkileri yok. Bu yüzden tüm sorunlarına rağmen Türkiye’de Dersimli bir Anadolu çocuğu olan Kemal Kılıçdaroğlu ile Kasımpaşalı mütevazı bir aileden gelen Recep Tayyip Erdoğan Başkanlık için yarışırken, ABD Başkanlığı için süper zengin iş insanı Donald Trump ile 50 yıllık kaşarlanmış lobici siyasetçi Joe Biden yarışıyor. Bu durum da, Amerikan demokrasisinin özünde bir plütokrasi olduğunu düşündürüyor.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] Bakınız; https://usafacts.org/articles/how-many-homeless-people-are-in-the-us-what-does-the-data-miss/.

[2] Bakınız; https://www.washingtonpost.com/dc-md-va/2023/02/14/school-shootings-parkland-5th-anniversary/.

[3] Bakınız; https://www.amazon.com/Power-Elite-C-Wright-Mills/dp/0195133544.

Hiç yorum yok: