25 Nisan 2018 Çarşamba

İran Dış İşleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif’in CFR Konuşması (Nisan 2018)


ABD Başkanı Donald Trump’ın son aylarda sık sık hedef gösterdiği İran İslam Cumhuriyeti, 2015 yılında ABD’deki Barack Obama yönetiminin liderliğinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi 5 ülke (ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti) ve Almanya’nın (P5+1) katılımıyla imzalanan İran nükleer programını sınırlandırmaya yönelik anlaşmanın (JCPOA[1]) ardından, aslında dünyada daha olumlu algılanan bir ülke haline gelmiştir. 2013 yılından beri İran İslam Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı olarak görev yapan Muhammed Cevat Zarif (1960-)[2] ise, nükleer anlaşma başta olmak üzere birçok konuda İran devleti ile uluslararası kamuoyu arasında bağ kuran önemli ve başarılı bir diplomattır. Zarif, geçtiğimiz günlerde Council on Foreign Relations (CFR) çatısı altında önemli bir konuşma yapmış ve ülkesinin perspektifinden son yaşananları değerlendirmiştir.[3] Bu yazıda, Zarif’in konuşması özetlenecektir.

Konuşma kaydı

İran Dış İşleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif, konuşmasına Basra Körfezi coğrafyasının değişime ihtiyacı olduğunu vurgulayarak başlamakta ve senelerdir birçok çatışmanın yaşandığı bu bölgede, İran’ın bir komşusu (Suudi Arabistan) tarafından saplantılı bir şekilde olumsuz algılandığını iddia etmektedir. Daha sonra diplomatlık kariyerinin başlarında İran-Irak Savaşı sırasında yaşadığı Irak’la ilgili gelişmeleri özetleyen Zarif, sürekli savaş ve çatışmaların yaşandığı bu bölgede yeni bir başlangıç yapabilmek için öncelikle bölge ülkelerinin diyalog içerisinde olmaları gerektiğini söylemektedir. Bölgedeki ülkelerin birbirleri hakkında çok konuşmalarına rağmen, birbirleriyle yeterince konuşmadıklarına dikkat çeken Zarif, bu noktada özellikle Suudi Arabistan’ın İran’ı uluslararası kamuoyuna varoluşsal bir tehdit gibi lanse etmeye çalıştığının altını çizmektedir. Bu bağlamda Suudi Arabistan Veliaht Prens’i Muhammed Bin Salman’ın geçtiğimiz haftalarda ABD’ye yaptığı ziyarete de işaret eden Zarif, kendilerinin bölgesel sorunların çatışmalara yol açmaması için diğer ülkelerle sürekli diyalog platformları oluşturmaya çalıştıklarını iddia etmektedir. Bu tarz platformların işlemesi için belirli ilkelerin herkesçe kabul edilmesi gerektiğini vurgulayan İranlı üst düzey diplomat, bu ilkeleri; karşılıklı olarak birbirinin toprak bütünlüklerine saygı, uluslararası toplumca kabul edilen sınırların değişmezliğine yönelik inanç ve ülkelerin iç işlerine karışmama (egemenlik haklarına saygı) olarak sıralamaktadır. Zarif’e göre; ne yazık ki bölge ülkelerinin birçoğunun birbirleriyle sınır sorunları bulunmakta ve bu nedenle bu ilkeler diplomaside kolaylıkla geçersiz kalabilmektedir. İran’ın bölgede yer alan bazı ülkelerce sık sık diğer bölge ülkelerinin iç işlerine karışmakla suçlandığını hatırlatan Zarif, İran’ın bu gibi konuları konuşmaktan kaçmadığını ve bölgesel sorunların çözümünden yana olduğunu söylemektedir.

Diyalog eksikliği dışında, Körfez bölgesindeki ülkelerin karşılıklı güven eksikliği olduğunu da kabul eden Zarif, bunun ancak diyalog kurulması ve güven arttırıcı önlemlerle mümkün olduğunu belirtmektedir. Bu güven arttırıcı önlemleri de nükleer güvenlikten başlayarak birçok konuda müşterek görev gücü (joint task force) oluşturulması, kültürel ilişkilerin ve turizm faaliyetlerinin karşılıklı olarak geliştirilmesi ve kadın hakları ile demokratik süreçlerin yaygınlaştırılması olarak sıralayan Zarif, bölge ülkelerinin birbirleriyle konuşmadan ve tartışmadan sorunlarını asla çözemeyeceklerini ima etmektedir. Zarif, bu temel ilkeler dışında, bölge devletlerinin artık Orta Çağ’dan kalma “zero-sum game” (sıfır toplamlı oyun) mantalitesinden vazgeçmeleri gerektiğine de vurgu yapmaktadır. JCPOA anlaşmasının bu açıdan güzel bir örnek oluşturduğunu iddia eden İranlı Bakan, bu anlaşmayı yapanların “kazan-kaybet” anlayışından ziyade “kazan-kazan” anlayışıyla hareket ettiklerini hatırlatmaktadır. Küreselleşmenin yoğunlaştığı ve duyguların bile artık küreselleştiği bir çağda, bir devletin güvenliğini diğer devletlerin aleyhine oluşturamayacağının altını çizen Muhammed Cevat Zarif, güvenliğin salt maddi ve askeri önlemlerle sağlanamayacağını da vurgulamaktadır. Güvenliğin satın alınamayacağını ve ancak bölgesel dinamikler doğrultusunda oluşturulabileceğini kaydeden Zarif, hegemonik devletler döneminin de uzun süre önce bittiğini iddia etmektedir. ABD’nin bile Soğuk Savaş sonrasında bunu başaramadığına dikkat çeken İranlı yetkili, ne İran, ne de Suudi Arabistan’ın Körfez bölgesinde hegemon bir güç olamayacağını söylemektedir. Bu gerçeği kabullenmeden bölgesel barış ve istikrarın yakalanmasının imkânsız olduğunu belirten Zarif, ihtiyaç duyulanın bölgedeki güçlü bir devlet değil, güçlü bir bölge olduğunu söyleyerek barış mesajları vermektedir. Ayrıca hegemon olma arayışlarının bölgedeki çatışmaları körükleyeceğini iddia eden Zarif, tüm Körfez ülkelerinin bu politikadan vazgeçmeleri gerektiğini düşünmektedir. İran’ın bu gerçeği kabul edecek olgunlukta bir devlet olduğunu da söyleyen Zarif, diğer devletlerin de katkısıyla bu dönüşümün başarabileceğini iddia etmektedir. Zarif’e göre, bu dönüşüm sağlanmazsa, ABD bölgeye ne kadar silah satarsa satsın, bölgesel güvenlik ve istikrar asla oluşturulamayacaktır.

Sözlerini bu şekilde noktalayan Zarif, başarılı bir sunum yaparak salondaki kişilerden takdir toplamaktadır. Soru-cevap bölümünde moderatör Stephen Hadley’nin sorularını cevaplayan Zarif, ilk olarak İran’da tutuklu bulunan Amerikan vatandaşları hakkındaki soruya İran’da yargı sisteminin bağımsız işlediğini söyleyerek kaçamak bir cevap vermekte ve daha sonra da ABD’nin -özellikle de Başkan Trump’ın- İran’a saygı duymadan yapıcı bir diyalog kurulamayacağını sözlerine eklemektedir. Yürütmenin dâhil olması durumunda bunun bir esir değişimi haline geleceğini belirten Zarif, bu nedenle İran’daki hukuki süreçlere saygı duyulması gerektiğini söylemektedir. Donald Trump’ın İran’ı hiçe sayan ve küçümseyen sözleriyle hareket eden Amerikalı yetkililerin İran’la barış yapmasının mümkün olmadığını da belirten Zarif, bu bağlamda ABD’deki yönetim değişiminin ikili ilişkileri olumsuz yönde etkilediğini ima etmektedir. Daha sonra İran’daki Bahailerin, homoseksüellerin ve saçları gözüken kadınların yaşadığı insan hakları ihlallerinin sorulması üzerine, İran Dış İşleri Bakanı, ülkesinde her türlü dini inanca (Yahudilik, Hıristiyanlık) saygı duyulduğunu ama İran’da hukuk sisteminin Şii İslam prensipleri üzerine kurulu olduğunu ve Bahailerin dini azınlık statüsüne sahip olmadıklarını açıklamaktadır. İran devletinin Bahailiği bir din olarak tanımadığını, ancak Bahailiğin bireysel olarak suç olmadığını da açıklayan Zarif, ülkesinde ateistlerin de bulunduğunu ve devlet tarafından herhangi bir yaptırıma tabi tutulmadıklarını belirtmektedir. Homoseksüellik konusunda ise, ülkesinde özel alanda insanların serbest olduğunu ama kamusal alanda (sokaklarda) bazı kısıtlamaların olduğunu belirten Zarif, kadınların giyimi konusunda da ülkesinin yasaları olduğunu ve insanların bu kurallara saygı duymak zorunda olduklarını söylemektedir. İran’da kadınların kapalı olmalarına karşın hayatın tüm alanlarına aktif olarak katıldıklarını hatırlatan Zarif, bu açıdan İran’da kadın haklarının sanılandan daha iyi durumda olduğunu iddia etmektedir. Nobel Barış Ödülü sahibi İranlı insan hakları aktivisti Şirin Ebadi’nin, İran’da halkın -Muhammed Hatemi ve Hasan Ruhani dönemlerinde yaşanan bazı olumlu gelişmelere karşın- reformlardan umudu kestiğini iddia edilmesinin sorulması üzerine ise, Zarif, Ebadi’nin İran halkının sözcüsü olmadığını ve İran’da halkın seçimlere çok yüksek bir katılım gösterdiğini belirterek, gerçek durumun Batı’da yansıtıldığı gibi kötü olmadığını iddia etmektedir. İran’da demokrasinin ve özgür seçimlerin uygulandığını iddia eden Zarif, ABD’de de polis şiddeti ve sokak gösterileri gibi birçok olumsuz gelişmenin yaşandığını ama bunların rejim değişikliği gibi yansıtılmadığını söyleyerek bu soruyu da cevaplamakta ve Batı’daki basın-yayın organlarının çifte standartlı yayın yaptıklarını ima etmektedir. Zarif, son olarak ülkesinin ekonomik olarak da gayet iyi durumda olduğunu iddia etmekte ve Batı’daki rejim değişikliği beklentilerinin maddi bir temelinin olmadığının altını çizmektedir.

Konuşmanın ve bölgesel gelişmelerin bir değerlendirmesini yapmak gerekirse, Zarif’in bir diplomat olarak ülkesinin haklarını başarıyla koruduğu ve Batı kaynaklı eleştirileri fazla dikkate almadığı görülmektedir. Bu konuda diplomatı tarafsız olarak değerlendirmek ise kuşkusuz mümkün değildir ve zaten mesleğinin doğasına aykırıdır. Ayrıca İran-Batı ilişkileri konusunda yaşanan güncel bir gelişme, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ABD ziyareti sırasında Trump-Macron ikilisinin İran nükleer anlaşmasının güncellenmesi konusunda bir uzlaşıya vardıklarının açıklanmasıdır.[4] Bu, Obama döneminde yapılan anlaşmayı riske atabilecek riskli bir gelişmedir. Zira İran gibi güçlü ve büyük bir devleti mutlaka uluslararası toplum içerisinde tutmak gereklidir. Bunun yolu da, uluslararası anlaşmaları korumak ama elbette mümkünse daha iyi anlaşmalar yapmak olmalıdır. Bu, İsrail’in güvenliği başta olmak üzere bölgesel istikrar açısından da daha olumlu bir gelişme olacaktır.

Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Bakınız; https://www.state.gov/e/eb/tfs/spi/iran/jcpoa/.
[2] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Mohammad_Javad_Zarif.
[3] Zarif, geçtiğimiz yıl içerisinde de CFR’de önemli bir konuşma yapmıştı. Bakınız; http://politikaakademisi.org/2017/07/18/iran-dis-isleri-bakani-muhammed-cevat-zarifin-cfr-konusmasi/.
[4] Bakınız; http://www.bbc.com/news/world-us-canada-43887061.

Hiç yorum yok: