7 Ağustos 2025 Perşembe

Google Scholar Verilerine Göre En Çok Atıf Alan Türkiye Uzmanları


Giriş

2025 yılı itibarıyla dünyanın 17. en büyük ekonomisi, 18. en yoğun nüfuslu ülkesi, 9. en güçlü ordusunun sahibi ve en etkili 3. diplomatik merkezi olan Türkiye (Cumhuriyeti), Batı ile Doğu'yu, Avrupa ile Asya'yı, Kuzey ile Güneyi ve Hıristiyanlar ile Müslümanları birbirine bağlayan eşsiz jeopolitik konumu nedeniyle küresel siyasette etkisini ve i

ddiasını sürdürmekte, hatta kimilerine göre giderek arttırmaktadır. Bu nedenle, Türkiye hakkında yapılan Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler ve Tarih çalışmaları Türkiye içinde ve diğer ülkelerde hız kesmeden devam etmektedir. Öyle ki, Türkiye'de son yıllarda açılan devlet ve vakıf üniversiteleri sayesinde yayıncılık ve araştırma açısından gözle görülür bir ilerleme sağlanmasının yanında, yurt dışında önemli ülkelerde de Türkiye hakkında önemli yayınlar yapılmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, Batı dünyası ile Rusya, Çin ve Japonya gibi gelişmiş Batı-dışı toplumlarda Türkiye uzmanı, Türkolog ve bölge uzmanı (Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar vs.) gibi sıfatlarla çok sayıda Türkiye'yi derinlemesine araştıran yeni akademisyen ve araştırmacılar yetiştirilmektedir.

En önemli internet motoru kabul edilen Google, Google Scholar (Google Akademik) adlı uygulaması ile Türkiye hakkında yapılan çalışmaları derlemekte ve bu alanda yapılan atıfları mümkün olduğunca belirlemeye çalışmaktadır. Dünya çapında akademisyenler arasında oldukça yaygın kullanımı olan Google Scholar, bu nedenle atıf düzeyini ölçmek açısından kayda değer bir platformdur. Bunun bir diğer nedeni de, yalnızca akademik makale ve kitaplardaki atıflar değerlendirildiği için, uzmanların kendi meslektaşları nezdindeki güvenilirliğinin ölçülebilmesidir.

Bu yazıda, Türkiye araştırmalarında en çok atıf alan akademisyenleri tespit etmek için, Türkiye Siyaseti (Turkish Politics), Türk Dış Politikası (Turkish Foreign Policy) ve Türkiye Tarihi (Turkish History) gibi anahtar kelimeler (keywords) üzerinde Türkiye hakkında yaptıkları çalışmalarla dünyada en çok atıf alan akademisyenlerin sıralamasına yer verilecektir. Ancak elbette, Google Scholar hesabı olmadığı için birçok değerli akademisyenin bu listede yer almamış olabileceğini de not etmek gerekir.

Türkiye Siyaseti (Turkish Politics)

Siyaset Bilimcilerin Türkiye'ye dair çalışmalarında en genel kabul gören Türkiye Siyaseti (Turkish Politics) anahtar kelimesine göre bir araştırma yapıldığında, en çok atıf alan 20 akademisyen şöyle sıralanmaktadır:

SıraİsimKurumAtıf Sayısı
1Ziya ÖnişKoç Üniversitesi16.112
2M. Hakan YavuzUtah Üniversitesi10.531
3Metin Heper

-

8.661
4Ali ÇarkoğluKoç Üniversitesi7.581
5William HaleSOAS (Emeritus)5.922
6Melissa MarschallRice Üniversitesi4.927
7Yeşim AratBoğaziçi Üniversitesi4.573
8Ayşe ZarakolCambridge Üniversitesi4.415
9Mustafa AydınKadir Has Üniversitesi4.378
10Mesut Yeğen

-

3.438
11Şebnem GümüşçüMiddlebury Koleji3.047
12Levent Köker

-

2.963
13Kerem ÖktemVenedik Ca' Foscari Üniversitesi2.663
14Berk EsenSabancı Üniversitesi2.483
15İlter Turan

-

2.476
16Şule ToktaşPolis Akademisi2.440
17Gökhan Çetinsayaİstanbul 29 Mayıs Üniversitesi2.348
18Güneş Murat TezcurArizona Devlet Üniversitesi2.272
19Hasan Bülent KahramanIşık Üniversitesi2.154
20İhsan DağıODTÜ2.102

Bu alanda Türk veya Türkiye kökenli akademisyenlerin büyük ağırlığı olduğu göze çarparken, Ziya Öniş, M. Hakan Yavuz, Metin Heper, Ali Çarkoğlu ve William Hale gibi önemli akademisyenlerin inanılmaz atıf sayılarına ulaşarak meslektaşlarının gözünde yüceldikleri ve bu alanda kendilerini "otorite" olarak kabul ettirdikleri görülmektedir.

Türk Dış Politikası (Turkish Foreign Policy)

Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimcilerin Türkiye hakkında en yoğun yaptıkları bir diğer alan olan Türk Dış Politikası (Turkish Foreign Policy) anahtar kelimesine göre bir araştırma yapıldığında ise, ilk 20 şöyle oluşmaktadır:

Sıra

İsim

Kurum

Atıf Sayısı

1

Ziya Öniş

Koç Üniversitesi

16.112

2

Bülent Aras

Keele Üniversitesi

6.031

3

Mustafa Aydın

Kadir Has Üniversitesi

4.378

4

Bahar Rumelili

Koç Üniversitesi

4.256

5

Meltem Müftüler-Baç

Sabancı Üniversitesi

4.237

6

Tayyar Arı

Uludağ Üniversitesi

3.951

7

Senem Aydın-Düzgit

Sabancı Üniversitesi

3.465

8

İlter Turan

-

2.476

9

Ali Balcı

Sakarya Üniversitesi

2.403

10

Tarık Oğuzlu

İstanbul Aydın Üniversitesi

2.364

11

Gökhan Çetinsaya

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi

2.348

12

İhsan Dağı

ODTÜ

2.102

13

Çağrı Erhan

Altınbaş Üniversitesi

1.999

14

Ayşegül Kibaroğlu

MEF Üniversitesi

1.865

15

Muhittin Ataman

ASBÜ

1.773

16

Mehmet Özkan

Milli Savunma Üniversitesi

1.757

17

Şaban Kardaş

Katar Üniversitesi

1.577

18

Birol Akgün

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

1.575

19

Şuhnaz Yılmaz

Koç Üniversitesi

1.542

20

Sedat Laçiner

-

1.518

Bu alanda ilk 20'de yalnızca Türk akademisyenler yer alırken, Ziya Öniş, Bülent Aras, Mustafa Aydın, Bahar Rumelili ve Meltem Müftüler-Baç gibi akademisyenlerin çok yüksek atıf oranlarına ulaşarak meslektaşları nezdinde büyük bir saygınlık ve güvenilirlik elde ettikleri anlaşılmaktadır. 

Türkiye Tarihi (Turkish History)

Sosyal Bilimcilerin en yoğun yaptıkları alan olan modern tarih bağlamında Türkiye Tarihi (Turkish History) anahtar kelimesi ile bir arama yapıldığında ise, ilk 10 şöyle listelenmektedir: 

Sıra

İsim

Kurum

Atıf Sayısı

1

Halil İnalcık

-           

29.977

2

Marc David Baer

LSE

1.487

3

Erol Köroğlu

Boğaziçi Üniversitesi

862

4

Ozan Örmeci

İstanbul Kent Üniversitesi

492

5

Mehmet Temel

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi

430

6

Ergün Özsoy

Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi

71

7

Mehmet Yılmazata

İstanbul Üniversitesi

59

8

Asım Doğan

Kuzey Karolina Üniversitesi, Chapel Hill

51

9

Mark A. Kozintcev

HSE Üniversitesi

33

10

Hakan Güngör

Ordu Üniversitesi

28

Bu listede Sosyal Bilimcilerin yanında Tarih alanından bazı isimler de yer alırken, uzun yıllar Bilkent Üniversitesi'nde ders veren bu üniversitenin Tarih bölümünü kuran efsanevi tarihçi Halil İnalcık'ın bu alanda rakipsiz olduğu görülmektedir. 

Sonuç

Sonuç olarak, son yıllarda yaşanan siyasi skandallar, yolsuzluk vakaları ve ekonomik zorluklar nedeniyle Türkiye'de moraller bozulsa da, aslında Türkiye, ülke olarak önemini korumakta, hatta arttırmakta, Türkiye hakkında yapılan akademik çalışmalar da mütemadiyen ilgi çekmeye devam etmektedir. Bu alanda daha da başarılı olabilmek için, kuşkusuz, uluslararası networklerle ve önemli uluslararası akademisyenlerle daha iyi bağlantıların kurulması, Türkiye merkezli akademik dergi ve yayınların sayı ve niteliklerinin yükseltilmesi, Türk akademisyenlere yeşil pasaport ve maddi destek gibi imkânlar sağlanarak yurt dışında bilimsel görüşlerini ifade etmelerine yardımcı olunması ve bilimsel yayınlara üniversiteler ve devlet kurumları aracılığıyla yüksek akademik teşvik verilmesi gibi bazı somut politika önerileri ileri sürülebilir. Ayrıca son yıllarda ülke içerisinde yaşanan siyasi kutuplaşma nedeniyle akademik nitelik ve tartışmalar da giderek siyasi-ideolojik bir hâl almakta, bu da hem insani ilişkileri ve mesleki dayanışmayı bozmakta, hem de bilimsel gelişmeye engel olmaktadır. Bunların önüne geçmek için, akademisyenlerin mesleki saygı ve dayanışmalarını korumaları şarttır. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

2024 Yılında Yüksek Gayrisafi Milli Hasıla Büyüme Performansı Gösteren Ülkeler

Bir ülkenin ekonomik performansını ölçen ve gelecek adına olumlu veya olumsuz sinyaller olduğunu gösteren en önemli iktisadi kriter, o ülkenin yıllık gayrisafi milli hasıla (GDP) büyüme oranıdır. Bilindiği üzere, gayrisafi milli hasıla, bir ülke vatandaşlarının bir yıl içinde ürettikleri toplam mal ve hizmetlerin belli bir para birimi karşılığındaki değerinin toplamıdır. Ekonomik büyüme ise, bir ülke ekonomisinde mal ve hizmet üretimi miktarında ve para yaratımında artış oranına göre değişen bir veridir. Büyüme, geleneksel olarak reel gayrisafi yurtiçi hasıla veya gayrisafi milli hasıla olarak hesaplanır. Bu bağlamda, mal ve hizmetlerin üretim miktarı ve yine para piyasalarındaki duruma bağlı olarak, bir ülkenin yüksek büyüme oranları yakalaması, ekonominin daha da gelişeceği ve gelir seviyesinin zamanla artacağına işaret eder.

Elbette, gelişmiş ekonomiler için yüksek büyüme oranlarını yakalamak daha zordur. Zira bu ülkelerde altyapı sorunları (büyük yol-ulaşım, konut ve enerji projeleri vs.) önceki yıllarda büyük ölçüde çözümlendiği ve yine orta gelir tuzağını aşan yüksek ekonomik standart hedefine halihazırda ulaşıldığı için, gelişmiş ülke ekonomilerinde pozitif yönlü cüzi büyüme oranları da başarısızlık olarak kabul edilmez. Bu bağlamda, gelişmiş ülkelerde doğurganlık ve nüfusun kendini yenilemesi (replacement level) konusunda yaşanan yerinde sayma ve hatta gerileme de ekonomik büyüme açısından negatif bir faktördür. Buna karşın, henüz gelişim-kalkınma süreci devam eden, göç ve doğum yoluyla nüfusu istikrarlı şekilde artan ve büyük altyapı projelerine hız veren ülkelerde, ekonomik büyüme oranları rekor düzeylere ulaşabilmektedir. Bu durum, elbette yüksek ekonomik büyüme düzeyi yakalayan gelişmekte olan devletlerin gelişmiş devletlerden daha iyi durumda oldukları anlamına gelmez. Ancak mevzubahis ülkelerdeki ekonomik canlılığa ve yatırım konusundaki fırsatlara işaret eder.

Bu doğrultuda, 2024 yılında farklı ülkelerdeki ekonomik büyüme oranlarını Dünya Bankası (WB) verilerine göre değerlendirdiğimizde, bazı ülkelerin üstün performans göstermeleri dikkat çekmektedir. Aşağıda bu konuda bir liste sunulmuştur.

Ülke

2024 yılı büyüme oranı (%)
Guyana43,4
Gürcistan9,4
Samoa9,4
Kırgızistan9
Ruanda8,9
Eritre8,7
Nijer8,4
Tacikistan8,4
Belize8,2
San Marino7,9
Benin7,5
Etiyopya7,3
Yeşil Burun Adaları (Cape Verde)7,3
Vietnam7,1
Senegal6,9
Demokratik Kongo Cumhuriyeti6,7
Özbekistan6,5
Hindistan6,5
Uganda6,1
Kamboçya6
Malta6
Cibuti6
Fildişi Sahili6
Ermenistan5,9
Gambiya5,7
Filipinler5,7
Gana5,7
Gine5,7
Tanzanya5,5
Togo5,3
Kiribati5,3
Moritanya5,2
Maldivler5,1
Malezya5,1
Guam5,1
Endonezya5
Sri Lanka5
Mali5
Burkina Faso5
Çin Halk Cumhuriyeti5
Dominika

5

Tablodan da anlaşılabileceği üzere, gelişmiş Batılı ülkelerin ekonomileri son yıllarda yüksek büyüme oranlarına ulaşmakta zorlanmakta ve gelişmekte olan veya eski tabirle geri kalmış ülkelerde oluşan yüksek büyüme oranları ile küresel ekonomik eşitsizliklerde kısmi de ilerlemeler sağlanabilmektedir. Nitekim yukarıdaki listede yer alan ve 2024 yılında yüzde 5'in üzerinde ekonomik büyüme sağlayan ülkelerin neredeyse tamamı Batılı gelişmiş devletlerin dışındaki ülkelerdir.

PWC'ye göre satın alma gücü paritesi (PPP) bağlamında 2016 ve 2050'de dünyanın en büyük ekonomileri

Ayrıca bu ülkeler arasında dünyanın en büyük ve rekabetçi ekonomilerine yakın performansı olan devasa nüfuslu Hindistan, Endonezya ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi devletler de yer almaktadır. Bu durum, birçok gelecek projeksiyonuna da yansıyan şekilde, Çin, Hindistan ve Endonezya'nın yakın gelecekte Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile birlikte dünyanın en büyük ekonomik güçleri olacağını teyit etmektedir.

Böyle bir ortamda gerileyecek olan Almanya, Birleşik Krallık (İngiltere), Fransa ve İtalya gibi büyük Batılı güçler ise, kuşkusuz kendi değerlerine yakın olan gelişmekte olan ülkeleri de kendi Birliklerine veya nüfuz alanlarına dahil ederek, küresel ekonomide cazibe merkezi olmayı sürdürmeye çalışacaklardır. Tesadüfi değildir ki, 2024 Dünya Bankası verilerine göre, San Marino ve Monako gibi küçük devletler sayılmazsa, en yüksek ekonomik büyüme sağlayan Avrupa'ya dahil veya yakın devletler AB dışındaki Ermenistan (yüzde 5,9), Kosova (yüzde 4,4), Rusya (yüzde 4,3), Azerbaycan (yüzde 4,1), Belarus (yüzde 4), Arnavutluk (yüzde 4), Sırbistan (yüzde 3,9), Cezayir (yüzde 3,3), Fas (yüzde 3,2), Türkiye (yüzde 3,2) ve Ukrayna'dır (yüzde 2,9). AB üyeleri arasında ise en başarılı devletler Danimarka (yüzde 3,7), Kıbrıs Cumhuriyeti/Güney Kıbrıs (yüzde 3,4) ve İspanya (yüzde 3,2) olarak öne çıkmaktadır.

Bu anlamda, Batı'nın ekonomik avantajlarını ve rekabetçi ekonomisini koruyabilmesi için, küresel ekonomide rekabetçi niteliğini koruyacak olan ABD'nin yanı sıra, Avrupa Birliği'nin de dağılmayarak ve yeni üyeleri Birliğe tam üye veya ekonomik partner yaparak ayakta kalması ve gelişmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda, şimdilerde hayal gibi algılansa da, ilerleyen on yıllarda farklı bir siyasal konjonktür oluştuğunda; Türkiye'nin Birliğe üyeliği, AB'nin Güney Kafkasya'da (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan'la ilişkiler bağlamında) daha etkin bir güç haline gelmesi, Avrupa-Ukrayna ve Avrupa-Rusya hattının yeniden işlerlik kazanması ve AB'nin Kuzey Afrika ile ilişkilerini derinleştirmesi gibi jeopolitik ve jeoekonomik gelişmeler rasyonel hale gelebilir. Ancak elbette bunların olabilmesi için AB'nin öncelikle dağılmaması ve siyasi ve ekonomik birliğini aşırı sağ akımlar karşısında koruması gerekmektedir. Zira Kishore Mahbubani ve Parag Khanna gibi birçok jeopolitika uzmanının belirttiği üzere, 21. asrın bir "Asya yüzyılı" olması beklenmektedir. Avrupa ve Batı, bu jeopolitik trendin önünde duramayacak olsa da, bu durumdan en avantajlı şekilde çıkabilmek için elindeki kartları doğru oynamak zorundadır.

Sonsöz, Türkiye de, iç siyasette yaşanan kritik sorunlara ve yüksek enflasyon başta olmak üzere ciddi ekonomik problemlere karşın, vasatın üzerindeki ekonomik büyüme performansıyla gelecek adına ümitlerini koruduğunu gösteren bir devlettir. Türkiye'nin terör ve iç huzursuzluk sorunlarını çözmesi durumunda, yeniden bölgesinde bir ekonomik cazibe merkezi olması ve AB üyeliği için avantajlı bir konuma gelmesi mümkündür. Zira AB'nin ihtiyacı olan dinamik nüfus ve yüksek büyüme oranları Türkiye'de, Türkiye'nin ihtiyacı olan yüksek teknik ve ileri hukuk düzeni ise Avrupa'dadır. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

6 Ağustos 2025 Çarşamba

BM Üyesi Olmayan Devletler

 

Siyaset Bilimi’ne de büyük katkıları olan ünlü Alman sosyolog Max Weber, devlet olma tanımlaması yaparken, üç önemli kriterden söz eder: (1) toprak bütünlüğü, (2) şiddet tekeli ve (3) halkın rızasına ve/veya katılıma dayalı meşruiyet. Bu üç iç kaynaklı faktörün yanında, günümüzde, bir devletin tanınması ve aktif şekilde uluslararası faaliyetlerine devam edebilmesi için bir de uluslararası tanınmaya ihtiyacı bulunmaktadır. Bu, 1945’ten beri devam eden uluslararası düzen içerisinde, Birleşmiş Milletler’in (kısaca BM) Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu’nun onayıyla gerçekleşebilmektedir.

Buna göre, bir devletin BM üyeliği için şu adımların gerçekleşmesi gerekmektedir:

  • Aday olan devlet, Genel Sekreter’e resmi bir başvuruda bulunur ve Tüzük kapsamındaki yükümlülükleri kabul ettiğini belirten yazıyı sunar.
  • BM Güvenlik Konseyi, başvuruyu değerlendirir. Kabul için herhangi bir öneri, Konsey'in 15 üyesinden 9'unun olumlu oyuyla alınmalıdır; ancak Konsey’in beş daimî üyesinden (Çin, Fransa, Rusya, Birleşik Krallık ve ABD) hiçbiri başvuruya karşı oy kullanmamış olmalıdır.
  • Konsey kabulü tavsiye ederse, tavsiye Genel Kurul'a değerlendirilmek üzere sunulur. Yeni bir devletin kabulü için Meclis'te üçte iki çoğunluk oyu gereklidir.
  • Üyelik, kabul kararının alındığı tarihte yürürlüğe girer.

İşte bu bağlamda, iç kaynaklı kriterleri sağlamasına karşın, bazı devletler, BM Güvenlik Konseyi üyelerinden biri veya birkaç tanesinin engellemesi nedeniyle BM’ye tam üyeliklerini gerçekleştirememektedirler.

Filistin: BM’ye henüz üye olamayan devletler denince, akla gelen ilk örnek kuşkusuz Filistin Devleti’dir. BM’ye kayıtlı 193 devletten 150 civarında ülkenin desteğine ve resmi tanımasına sahip olan[1] Filistin Devleti, ayrıca 2012 yılından beri BM Genel Kurulu’nun gözlemci üyesi statüsündedir. Geçtiğimiz yıl, Filistin Devleti’nin BM’ye tam üyeliği ABD vetosu nedeniyle engellense de, Filistin Devleti’ne BM Genel Kurulu’na aktif olarak katılma hakkı da tanınmıştır. Filistin, bu bağlamda, ABD engelini aşabilirse BM’nin kayıtlı bir devleti haline gelebilir. Ancak İsrail’e tarihsel desteği ve Filistin Davasını üstlenen radikal bazı grupları bahane ederek, ABD, Filistin Devleti’nin tanınmasına henüz yeşil ışık yakmamaktadır. Lakin geçtiğimiz aylarda Gazze’de İsrail Ordusu ve hükümeti tarafından uygulanan aşırı şiddet uygulamaları nedeniyle, Filistin Davasına dünyada destek giderek artmakta ve BM Güvenlik Konseyi ve G7 üyelerinden Fransa ve İngiltere (Birleşik Krallık) ile Kanada (yalnızca G7 üyesi) gibi birçok Batılı devlet Filistin’i tanımaya hazırlanmaktadır. Bu nedenle, Filistin’in topraklarını Gazze ve Batı Şeria’da İsrail karşısında koruyabilmesi ve bu konunun gündemden kalkmaması durumunda, Filistin’in BM üyeliği, yakın gelecekte gerçekleşebilme ihtimali hayli yüksek bir senaryo haline gelmiştir. Bu konuda kritik faktör ise ABD ve İsrail üzerindeki kamuoyu baskısının arttırılması olacaktır.

Kosova: BM’ye henüz üye olamamasına karşın devletleşme sürecinde büyük mesafe kat etmiş ülkelerin başında Kosova gelmektedir. 100 civarında BM üyesi ülke tarafından tanınan[2] Kosova, Uluslararası Adalet Divanı’nın 2008 yılındaki bağımsızlık ilanının BM Tüzüğüne aykırı olmadığı yönündeki 2010 tarihli kararına[3] rağmen, Sırbistan ve Rusya ile yaşadığı sorunlar ve Çin’in bu iki ülkeye destek vermesi nedeniyle tanınmamış devlet statüsünü sürdürmektedir. NATO ve Avrupa Birliği (AB) ile bile resmi ilişkileri olan Kosova, buna karşın Sırp-Rus-Çin engelini aşmadan tam üyeliğini gerçekleştiremeyecektir. Bu ise, ABD’nin Rusya ve Çin ile stratejik bağlantıları nedeniyle, uluslararası kamuoyunda genelde ileride olması muhtemel bir gelişme olarak algılanmaktadır. Ayrıca Kosova’nın Sırbistan’la ilişkilerini normalleştirme çabaları da sürmektedir. Bu nedenle, Kosova’nın BM üyeliği bir hayal olmaktan çıkmış ve gelecek için olası bir senaryoya dönüşmüştür.

Batı Sahra: Resmi adı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti olan bu seyrek nüfuslu çöl ülkesi, yıllardır komşusu Fas’tan bağımsızlığını talep etmektedir. Ayrılma konusunda bu ülke yöneticileri ve halkına referandum formülü de önerilmiş; ancak şu ana kadar oy kullanma süreciyle ilgili anlaşmazlıklar, özellikle de son on yıllarda bölgeye göç eden binlerce Faslı göçmenin oy kullanıp kullanamayacağı konusundaki anlaşmazlık nedeniyle referandumun yapılması mümkün olamamıştır. Buna karşın, Batı Sahra, halen 22 Afrika ülkesi tarafından resmen tanınmaktadır. Daha önce çok daha fazla olan ve 1990’larda 70’leri aşan bu sayı, son yıllarda ABD’nin Fas’ın Batı Sahra’daki egemenliğini tanıması nedeniyle azalmaya başlamıştır. Bu sorun da daha uzunca bir süre belirsizliğini koruyacaktır.

Tayvan: Bir zamanlar BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimî üyesinden biri olan Tayvan, Çin’in 1970’lerde dünya sistemine kabul edilmesi ve BM Güvenlik Konseyi’ne dahil edilmesinin ardından diplomatik ilişkilerinde daha zorlu bir döneme girmiştir. Bu tarihten itibaren Çin’in baskısıyla tanınmışlığı giderek azalan Tayvan, ekonomik gücü giderek artan Pekin’in etkili diplomasisi nedeniyle günümüzde yalnızca 12 küçük devletle resmi ilişkilere sahip durumdadır.[4] Buna karşın, Tayvan, diğer devletlerle dış ilişkilerini resmi olmayan düzeyde ve ticari ofisler yoluyla sürdürebilmektedir. Tayvan, ABD ve Batılı ülkelerin de desteğine sahip durumdadır ve Çin karşısında konumunu bu şekilde güçlendirmeye çalışmaktadır. Ancak Çin’in artan gücü nedeniyle, Tayvan’ın gelecekte ekonomik ve siyasi olarak Çin’in yörüngesine girmesi ve anavatanla birleşmesi güçlü bir seçenek haline gelmeye başlamıştır. Yine de, ABD ve Japonya gibi gelişmiş devletlerin Çin'in hızlı yükselişini dengeleme direnci nedeniyle, daha uzun yıllar boyunca sorunun bu şekilde devam etmesi olasıdır.

Abhazya ve Güney Osetya: Rusya’nın 2008’deki askeri müdahalesiyle Gürcistan’dan kopararak bağımsızlığı için uygum ortam yarattığı Abhazya ve Güney Osetya, Rusya ve birkaç Rus müttefiki tarafından tanınan sınırlı tanınmışlığa sahip durumdadırlar. Bu iki devleti tanıyan devletler, Rusya’nın yanı sıra Venezuela, Nikaragua, Nauru ve Suriye’dir. Bu nedenle, Abhazya ve Güney Osetya’nın BM üyesi normal devletler haline gelmesi gerçekçi bir senaryo durumunda değildir.

Transdinyester: 1990’da Moldova’dan tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden Transdinyester, Rusya destekli ve Sovyetler Birliği’ni anımsatan komünist bir devlettir. Yalnızca Rusya’nın bağımsızlıklarını tanıdığı Abhazya ve Güney Osetya tarafından tanınan Transdinyester, bu nedenle de facto olarak yaşantısına devam eden bir devlet görünümündedir. Moldova’nın AB ile Rusya arasında giderek bir çatışma noktasına dönüştüğü bir konjonktürde, Transdinyester Sorunu, ilerleyen yıllarda yeniden gündeme gelecektir. Ancak burada yaşayan halkın Rusya yanlısı tavrı ve eski tip komünizm anlayışları, AB ve Batı ile bütünleşme noktasında ciddi bir sorundur.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC): 1974’te Türkiye’nin müdahalesiyle Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında fiilen ikiye bölünen Kıbrıs adasında 1983’ten beri varlığını sürdüren KKTC, yalnızca anavatan Türkiye tarafından tanınmaktadır. Buna karşın, KKTC’nin yurt dışında onlarca diplomatik misyonu bulunmaktadır. KKTC, bağımsızlık konusunda BM Güvenlik Konseyi üyelerinin hiçbirinin desteğini alamadığı için, bu sorunun kısa ve orta vadede tanınmışlık statüsü ile sonuçlanması akla yatkın bir ihtimal değildir. Son yıllarda Türkiye’nin artan askeri gücü ve diplomatik kapasitesi bile bu konuda pozitif bir gelişme yaratmaya yeterli olmamış ve adada Kıbrıslı Türkler arasında federasyona dönüş seçeneği giderek daha cazip hale gelmeye başlamıştır. Buna karşın, 2004’te Annan Planı’nı reddeden Rumların milliyetçilikleri nedeniyle, sorunun daha uzun yıllar boyunca bu şekilde devamı daha akla yatkın bir ihtimal gibi gözükmektedir.

Somaliland: 1991’den bu yana Somali’den ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Afrika ülkesi Somaliland, birçok ülkeyle gayrı resmi diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurabilmiş olmasına karşın, halen tanınmamış bir devlet statüsündedir. Hiçbir devlet tarafından resmi olarak tanınmayan Somaliland’ın geleceği, bu konuda ABD ve Çin gibi etkili diplomatik ve ekonomik aktörlerin tavrına göre şekillenecektir.

Sonuç olarak, henüz BM üyesi olmayan tanınmamış devletlerden özellikle Filistin ve Kosova’nın gelecekte BM üyesi normal ve tanınmış devletler olması mantıklı bir gelecek tahayyülü durumundayken, diğer tanınmamış devletler için bunun gerçekleşmesi oldukça zordur. Ancak elbette İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan BM düzeni, dünya siyasetini temellerinden sarsan büyük jeopolitik gelişmeler durumunda çökebilir veya revize edilebilir. Bu nedenle, halkların bağımsızlık azimleri oldukça, bu konudaki tartışma, mücadele ve müzakereler de devam edecektir.

Sonsöz, burada bahsi geçen ülkelerin yanı sıra, Birleşik Krallık'a bağlı İskoçya, Irak'a bağlı Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve İspanya'ya bağlı Katalonya (Katalunya) gibi bölgelerde de güçlü milliyetçilik ve bağımsızlık eğilimlerinin olduğu ve gelecekte bu bölgelerden de bu yönde taleplerin gelebileceğini not etmek gerekir. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] https://www.nytimes.com/2025/07/30/world/middleeast/palestinian-state-recognition-maps.html.

[2] Bakınız; https://worldpopulationreview.com/country-rankings/countries-that-recognize-kosovo.

[3] Bakınız; https://news.un.org/en/story/2010/07/345532.

[4] https://en.mofa.gov.tw/AlliesIndex.aspx?n=1294&sms=1007.

4 Ağustos 2025 Pazartesi

Prof. Dr. Ozan Örmeci, ABD-Rusya Gerginliğini Tvnet Kanalı İçin Yorumladı

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, 4 Ağustos 2025 tarihinde Tvnet kanalında yayınlanan "Haber Merkezi" programına katılarak, ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya eski Devlet Başkanı Dmitry Medvedev arasında yaşanan polemik üzerinden yaşanan ABD-Rusya gerginliğini yorumladı. Hamza Çiftçi'nin sunduğu programa, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Çelik de katıldı.

2 Ağustos 2025 Cumartesi

İtalya Başbakanı Meloni'nin Türkiye Ziyareti

 

Giriş

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, 1 Ağustos 2025 tarihinde İstanbul'a gelerek, Dolmabahçe Sarayı'nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la görüşme gerçekleştirdi. Türkiye-İtalya-Libya İşbirliği Zirvesi kapsamında gerçekleştirilen görüşmeye, Libya Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe de katıldı. Dış politikada oldukça aktif bir siyaseçi ve medyatik bir lider olmayı seven Meloni, daha önce de 20-21 Ocak 2024 tarihlerinde İstanbul'a bir çalışma ziyareti gerçekleştirmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmüştü.

Bu yazıda, Meloni'nin Başbakanlığı hakkında bazı bilgiler verilecek, Türkiye-İtalya ilişkilerinin genel seyri tartışılacak ve bu ziyaretteki gelişmeler özetlenerek ve Türkiye-İtalya ilişkilerinin geleceğine dair bazı saptamalar yapılacaktır.

Giorgia Meloni ve Donald Trump

Giorgia Meloni: Dış Politikada Aktif ve Medyatik

2022 yılı sonlarından beri merkez sağ çizgisindeki FdI-Lega-FI koalisyonu sonucunda İtalya Başbakanı olan Giorgia Meloni, aşırı sağ eğilimli İtalya'nın Kardeşleri (Fratelli d'Italia - FdI) partisinden seçildiği için, uluslararası kamuoyunda başlarda çok sevilen ve desteklenen bir siyasetçi değildi. Bu bağlamda, Meloni ve partisine yönelik Avrupa kamuoyunda "faşist" yakıştırmaları dahi yapılıyordu. Ancak Meloni, kadın olması, medyadaki sempatik görüntüleri, ABD Başkanı Donald Trump gibi etkili siyasetçilerle kurduğu dostluklar ve aşırı sağdan kendisini ayrıştırmaya yönelik çabasıyla zaman içerisinde koltuğunu doldurmaya ve uluslararası basında adından söz ettirmeye başladı.

Başbakan Meloni'nin uluslararası ziyaret sıklığı haritası

(kırmızı renk koyulaştıkça ziyaret sıklığı artıyor)

Meloni, özellikle dış politikada ve uluslararası medyada İtalya'nın görünürlüğünü arttırmasıyla, zamanla ülkesinde de övgüler almaya başladı. Öyle ki, görevdeki görece kısa süresinde daha şimdiden 19 defa Belçika (Brüksel), 7 defa Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 4'er defa Fransa, Libya ve Tunus, 3'er defa da Arnavutluk, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Birleşik Krallık (İngiltere), Mısır ve Vatikan'ı ziyaret eden Meloni, oldukça aktif bir siyasetçi olarak dikkat çekti. Meloni yönetiminde, 2023 ve 2024 yıllarında İtalya ekonomisi yüzde 0,7'lik cüzi bir büyüme kaydetmesine karşın, İtalyan kadın lider, dış politikadaki aktivizmi ve medyadaki sempatik görüntüleriyle ülkesinde şimdilerde yüzde 40'lık iyi bir onaylanma (destek) oranına sahip durumda. Bu sayede, Meloni, 2027 yılı sonuna kadar gerçekleştirilmesi gereken sonraki İtalyan genel seçimleri için de oldukça iddialı durumda. Güncel bazı anketler, Meloni'nin partisinin yaklaşık yüzde 30'luk oyla yine seçimden birinci çıkmayı başaracağını ve bir koalisyon hükümetiyle iktidarda kalabileceğini öngörüyor.

Yakın Dönem Türkiye-İtalya İlişkileri

Kısa süre önce "stratejik ortaklık" seviyesine yükseltilen Türkiye-İtalya ilişkileri, son yıllarda oluşturulan Türkiye-İtalya Hükümetlerarası Zirve Toplantıları, Türk-İtalyan Forumu ve Türk-İtalyan Medya Forumu gibi platformlar sayesinde kurumsallaşmaya ve somut bir zemine oturmaya başlamıştır. Özellikle 2025 yılı Nisan ayı sonunda başkent Roma'da dördüncüsü düzenlenen Türkiye-İtalya Hükümetlerarası Zirvesi, giderek artan ikili ekonomik ilişkilerin yönünü belirleyen ve geleceğe yönelik pozitif bir perspektif çizen kritik bir mekanizma haline gelmiştir.

Uluslararası Siyaset Araştırmaları Merkezi (CeSPI) Türkiye Gözlemevi Bilimsel Direktörü Valeria Giannotta'ya göre, Türk-İtalyan ilişkileri, siyasi ve diplomatik düzey başta olmak üzere pek çok alanda "tamamlayıcı" ve "olağanüstü" niteliktedir. Nitekim Erdoğan-Meloni ikilisinin yıllık 40 milyar dolarlık makul bir hedef belirlediği Türk-İtalyan ekonomik ilişkileri, son yıllarda -medyada pek dikkat çekmese de- sessizce yükselmiş ve her iki ülke açısından da kritik önem seviyesine yükselmiştir. Öyle ki, TÜİK resmi verilerine göre, son yıllarrda İtalya; Rusya, Çin, Almanya ve ABD'den sonra Türkiye'nin en büyük 5. dış ticaret ortağı durumundadır. İkili ticaret hacmi ise 32 milyar dolar seviyelerinde olup, İtalya, Türkiye'ye karşı birkaç milyar dolar dış ticaret fazlası veren "net ihracatçı" durumundadır.

Yoğun ekonomik ilişkilerin yanında, Türkiye ve İtalya, özellikle Akdeniz konusunda birbirlerine yakın politikalar geliştirmeye gayret etmektedirler. Nitekim Doğu Akdeniz'de Yunan-Rum ikilisinin Fransa tarafından da zaman zaman destek bulan taleplerine pek destek göstermeyen İtalya, Türkiye'nin hassasiyetlerine daha uygun hareket etmekte ve Kıbrıs Sorunu başta olmak üzere Türk-Yunan uyuşmazlığında daha tarafsız hareket etmektedir. Bunların yanında, Türkiye'nin Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP) projesine katılması, Sakarya havzasındaki İtalyan yatırımları ve savunma sanayisinde geliştirilen iş birlikleri (Baykar-Leonardo ortak siha üretimi) Türk-İtalyan yakınlaşmasının temel dayanaklarıdır. Bunlara ek olarak, her iki ülkenin de Suriye'nin toprak bütünlüğü ve istikrarını desteklemesi ve Ukrayna krizinin çözümüne yönelik diplomatik çabalara destek vermeleri de benzer yaklaşımlarını teyit etmektedir. Son olarak, Gazze Krizi konusunda her ne kadar -Ankara'nın aksine- Roma henüz Filistin Devleti'ni tanımaya yanaşmasa da, Gazze krizinin sürdürülemez olduğu konusunda her iki ülke konusunda yine görüş birliği bulunmaktadır.

Meloni'nin Şark Seferi: İstanbul'da Türkiye, İtalya ve Libya İşbirliği Zirvesi

1 Ağustos 2025 tarihinde İstanbul'daki Dolmabahçe Sarayı'nda Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Libya Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe arasında gerçekleştirilen Türkiye-İtalya-Libya İşbirliği Zirvesi'nde, iki ilişkilerden ziyade her üç ülkeyi de ilgilendiren bölgesel konular ele alınmıştır. Basına kapalı gerçekleştirilen ve iki saat süren görüşmelerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı/Müsteşarı İbrahim Kalın ve Cumhurbaşkanı Dış Politika ve Güvenlik Başdanışmanı Akif Çağatay Kılıç eşlik etmişlerdir.

Erdoğan, Meloni ve Dibeybe Türkiye-İtalya-Libya İşbirliği Zirvesi'nde

Türkiye merkezli basın-yayın kuruluşları, Zirve'ye dair yaptıkları haberlerde, üçlü görüşmelerde; ekonomi, enerji ve petrol sektöründe ortaklıkların güçlendirilmesi, düzensiz göçle mücadele, düzensiz göçün bölgesel güvenlik ve istikrar üzerindeki etkileri gibi stratejik konularda görüşmeler yapıldığını belirtmişlerdir. İtalya'nın popüler gazetesi Corriera della Sera da, Başbakan Meloni'nin İstanbul görüşmesinde önceliğinin göçle mücadele olduğunun altını çizmiştir.

Bu bağlamda, yorumlamak gerekirse, Meloni'nin tavrı; Suriye ve genel olarak Ortadoğu ile Kuzey Afrika kaynaklı düzensiz göçle mücadelede İtalya ve Avrupa Birliği (AB) için kritik bir ortak olan Türkiye ile iş birliğinin korunması ve devam ettirilmesi çizgisindedir. Bu nedenle, İtalyan lider, Türkiye'nin iç işlerine karışılmasına ve Ankara'nın sert eleştirilerle küstürülmesine karşıdır. Ancak aynı Meloni, ilişkileri tam üyelik ve mutlak uyum perspektifi yerine bu gevşek iş birliği düzeyinde devam ettirerek, Türkiye'nin gelecekte olası AB üyeliğine de sıcak bakmadığının sinyallerini vermektedir. Bu, Sarkozy-Merkel ikilisinden bu yana, aslında Avrupa sağı ve aşırı sağının genel çizgisine uygun bir yaklaşım haline gelmiştir. Türkiye'deki İslamcı ve otoriter eğilimli hükümet de, bu şekilde pragmatik bir yaklaşımı tercih etmekte ve Kıbrıs Sorunu ve Türk-Yunan uyuşmazlığı gibi konularda Ankara'nın özel konumunu sürdürmek istemektedir. Zirvede yer alan Libya'nın Türkiye ile birkaç yıl önce imzaladığı deniz yetki anlaşmasının Yunanistan'ı zor duruma düşürmesi de, AB içerisindeki tarihsel Katolik-Ortodoks rekabetini de anımsatan çatlakları gözler önüne sermektedir. 

Sonuç

Sonuç olarak, İtalya, son yıllarda Türkiye ile kurduğu yakın ekonomik ilişkiler ve sağ eğilimli hükümetlerin birbirlerine sıcak yaklaşımları sayesinde, son dönemde iki yakın müttefik görünümündedirler. Başbakan Meloni de, Trumpların, Putinlerin, Erdoğanların, Orbanların dünyasına uygun bir siyaset takip eden başarılı bir sağ siyasetçidir. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ