18 Aralık 2013 Çarşamba

Almanya'da "Büyük Koalisyon"


22 Eylül 2013 tarihinde gerçekleşen genel seçimlerin ardından Almanların “Große Koalition (Büyük Koalisyon)” adını verdikleri CDU-CSU (Hıristiyan Demokrat Birlik) ve SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) arasındaki koalisyon hükümeti geçtiğimiz günlerde kuruldu. Bu yazıda seçim sonuçlarını hatırlatarak yeni Alman kabinesi ve üyelerini size tanıtmaya çalışacağım.
22 Eylül 2013 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerde Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU), beklendiği üzere oylarını % 7,7 arttırarak % 41,5’lik oy oranı ile seçimlerden açık ara farkla birinci çıkmış, ancak 630 sandalyeli Bundestag’da (Almanya Federal Parlamentosu) tek başına iktidar olabilmek için gerekli olan salt çoğunluğu (316 sandalye) 5 sandalye farkla kaçırmıştı.[1] CDU’nun en yakın rakibi ise seçimlerde % 25,7 oy alabilen SPD olmuştu. Her ne kadar seçimin mutlak galibi gibi gözükse de, Şansölye Merkel’e koalisyonda uyumlu bir ortak olan FDP’nin (Hür Demokrat Parti) seçimlerde % 4,8 oy oranı ile barajın altında kalarak parlamentoya girememesi Hıristiyan Demokratlar’ın hesaplarını altüst etmiş ve Almanya’da yeniden bir “Büyük Koalisyon”u zorunlu kılmıştı. En son 2005 yılında kurulan Büyük Koalisyon bu nedenle 2013 yılı sonlarında yeniden gündeme geldi. Oldukça uzun süren görüşmeler ve pazarlıklar sonrasında kabine geçtiğimiz gün açıklandı. Şimdi kabine üyelerine bir göz atalım.
İktidarda üçüncü dönemine giren Angela Merkel liderliğinde kurulan kabinede SPD lideri Sigmar Gabriel, Alman basını tarafından “Süper Bakan” olarak adlandırılmasına neden olacak şekilde yeni kurulan Ekonomi ve Enerji Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerini üstlenecek.[2] Boşandığı eşinin Türk olması sebebiyle ülkemizde ve gurbetçiler arasında tanınan bir siyasetçi Gabriel’in Cumhuriyet Halk Partisi ile de güçlü bir diyaloğunun olduğu biliniyor. Almanya’da gelenek olduğu şekilde koalisyonlarda muhalefete verilen[3] Dış İşleri Bakanlığı görevine, daha önce de 2005-2009 yılları arasında bu görevi üstlenmiş SPD’nin deneyimli politikacısı Frank-Walter Steinmeier getirildi. İç İşleri Bakanlığına daha önce tartışmalı bir Savunma Bakanlığı dönemi geçirmiş CDU’lu Thomas de Mazière, Adalet Bakanlığına bugüne kadar pek tanınmamış bir politikacı olan SPD’li Heiko Maas, Finans Bakanlığına 71 yaşında ve kabinenin en yaşlı üyesi olan CDU’lu Wolfgang Schäuble, Çalışma Bakanlığına SPD’den Andrea Nahles, Gıda ve Tarım Bakanlığına önceki kabinenin İç İşleri Bakanı olan ve NSA skandalındaki tavrıyla eleştirilen CSU’lu Hans-Peter Friedrich atandı.[4] Savunma Bakanlığına Almanya tarihinde ilk defa bir kadın politikacı olan CDU’lu Ursula von der Leyen getirildi. Leyen hem bir tıp doktoru, hem siyasetçi, hem de 7 çocuk annesi olan ilginç bir figür. Aile İşleri, Kadın ve Gençlik Bakanlığına SPD’li genç ve güzel bir siyasetçi kadın olan Manuela Schwesig, Sağlık Bakanlığına CDU’lu Hermann Gröhe, Ulaştırma ve Dijital Altyapı Bakanlığına daha önce SPD lideri Sigmar Gabriel’i “kilolu ve yeteneksiz” olarak değerlendiren CSU’lu Alexander Dobrindt, Çevre Bakanlığına SPD’li Barbara Hendricks, Eğitim ve Araştırma Bakanlığına matematik Profesörü CDU’lu Johanna Wanka, Ekonomik Yardımlaşma ve Kalkınma Bakanlığına eski ünlü Alman forvetle aynı adı taşıyan CSU’lu Gerd Müller, Vergi Bakanlığına da CDU’dan Peter Altmeier getirildi.[5] Kabinede kadınların ağırlığı dikkat çekerken, Türkiye ve Almanya’daki Türkler açısından umut verici bir gelişme ise; kabineye ilk kez Türk kökenli bir politikacı olan SPD üyesi Aydan Özoğuz’un atanmış olması.  2009 yılından beri Almanya Parlamentosu’nun (Bundestag) bir üyesi olan Özoğuz, 2011’den bu yana SPD başkan yardımcılığı görevini yürütüyordu.[6] 1968 doğumlu ve bir gurbetçi ailenin çocuğu olan Özoğuz, eğitimini İngiliz Dili ve İspanyolca üzerine yapmış, yüksek lisans derecesini ise İnsan Kaynakları alanından almış. Athena müzik grubundan Gökhan ve Hakan Özoğuz’un kuzeni olan Aydan Özoğuz, kabineye Uyum Bakanı olarak atandı.
Almanya’daki yeni koalisyonun icraatlarını UPA adına takip etmeye devam edeceğiz.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Girne Amerikan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı



[1] Tüysüzoğlu, Göktürk (2013), “Almanya’da Büyük Koalisyona Doğru”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 18.12.2013, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/almanyada-buyuk-koalisyona-dogru/.
[2] “Introducing the new German cabinet”, DW, Erişim Tarihi: 18.12.2013, Erişim Adresi:http://www.dw.de/introducing-the-new-german-cabinet/g-17297820.
[3] Önceki hükümette de bu görevi FDP’den Guido Westerwelle üstlenmişti.
[4] “Cabinet of Germany”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 18.12.2013, Erişim Adresi:http://en.wikipedia.org/wiki/Cabinet_of_Germany.
[5] “Introducing the new German cabinet”, DW, Erişim Tarihi: 18.12.2013, Erişim Adresi:http://www.dw.de/introducing-the-new-german-cabinet/g-17297820.
[6] “Almanya’da İlk Türk Kökenli Bakan”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 18.12.2013, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/almanyada-ilk-turk-bakan/.

Türkiye’deki Siyasetin Kirli Yüzü Açığa Çıktı


Önceki gün yapılan tutuklamalarla Türkiye’deki siyasetin kokuşmuş yapısı bir kez daha gözler önüne serildi. İktidar cephesinde oluşan çatlak sonrası yaşanan kamplaşma, biz hiçbir şeyden haberi olmayan sıradan vatandaşlar için adeta bir nimet işlevi gördü ve birçoklarına göre, kendilerinin maddi ve insangücü kaynağı olan dershanelerin hedef alınmasından sonra iktidar koalisyonundan iyice koptuğu anlaşılan Gülen cemaatinin düğmeye basmasıyla birçok ünlü işadamı ve önemli üç bakanın çocukları yolsuzluk ve rüşvet nedeniyle gözaltına alındı.

Öncelikle bu operasyonu yürütenlere Türkiye halkı olarak bir teşekkür borçluyuz. Zira bu operasyon sayesinde, vatandaşlarımızın verdiği doğrudan ve dolaylı vergilerle ayakta olan devletin “forslu” koltuklarına oturan kişiler ve akrabalarının nasıl bir “saadet zinciri” gibi çalıştıkları ve “al gülüm-ver gülüm” yöntemiyle yakınlarını ve ahbaplarını zengin ettikleri yavaş yavaş ortaya serilmeye başlandı. Durumun bu olduğunu aslında sokaktaki adam da, gazeteciler de, muhalefetteki siyasetçiler de, uluslararası gözlemciler de yani herkes biliyordu. Ancak bu durumun ortaya çıkması ancak iktidar cephesindeki bir yarılma ile mümkün olabildi. Bu da aslında operasyona verdiğim desteğe karşın, bu mücadelenin pek de temiz olmadığını gösteriyor. Gönül isterdi ki, bu yaşananlar iktidar cephesinde bir çatlak yaşanmadan, sırf tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak için yapılmış olsaydı. Ama nerde o günler...

Bugün de ilk gelen haberlere göre hükümetten bir karşı-hamle geldi ve operasyonun düzenlenmesinde emeği olan bazı polis müdürleri görevden alındı. Başbakan Erdoğan dün yaptığı açıklamalarla yolsuzlukla ilgili yürütülen bu soruşturma ile ilgili olarak sanki bir askeri darbe yapılıyormuş gibi sandığı gösteren garip açıklamalar yaptı. Burada sayın Başbakan’ın sandıktan çıkarak iktidara gelmiş olmanın yolsuzluk yapma hakkı olmadığı konusunda bilgi eksikliği olduğunu gözlemledim. Umuyorum Sayın Yalçın Akdoğan ve diğer danışmanları Sayın Başbakan’a ilerleyen günlerde bu konuda gerekli bilgi yüklemesini yaparlar. Seçim kazanmış olmak dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde iktidarlara yolsuzluk yapma, asıp-kesme hakkı vermez. Demokrasilerde aslolan hukuk devleti ve yasalardır. Umuyorum bu bilince tipik bir üçüncü dünya ülkesi görüntüsü çizen ülkemizin devlet adamları da bir gün ulaşır.

Konunun bir diğer boyutu ise, polis ve adliyede cemaat kadrolaşmasıyla ilgili. Elbette devlet hiyerarşisi dışında bir örgütlenmenin olması birçoklarını rahatsız ediyor. Ancak bu noktada kendimize şu soruyu sormalıyız; demokrasi kültürü olmayan Türkiye gibi ülkelerde bu gibi özerk yapılar da olmasa, yani tüm güçler yönetici elitin (Başbakan ve yakın çevresi) elinde toplansa kim bilir ülkemizde daha ne soygunlar yaşanacaktı? Bu nedenle bu gibi özerk yapıların şu aşamada ülkeye faydalı bir işlev gördüğünü ve demokrasi için son derece gerekli olan denge mekanizmasını oluşturduğunu söylemeliyiz. Ancak uzun vadede demokrasi ancak güçlü, etkili ve hızlı bir hukuk sistemi ile varolabilecektir. Bu konuda da daha çok çalışmalıyız. 21. yüzyıl Türkiye’sinde temiz toplum ve hukuk devleti istemek hepimizin görevidir. Kıbrıs’tan sevgilerle...   


Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci

16 Aralık 2013 Pazartesi

David Cameron'ın Tehlikeli Oyunu


Bu tabir Matthias Matthijs’in geçtiğimiz gün Foreign Affairs dergisinde yayınladığı ses getiren makalenin[1] başlığıdır. İngiltere Başbakanı David Cameron’ın ilk söylediğinde pek ciddiye alınmayan 2015 seçimlerini kazanması durumunda ülkesinde Avrupa Birliği üyeliğini gözden geçirme ve referanduma götürme sözü, anlaşıldığı kadarıyla Matthijs başta olmak üzere birçok gözlemci tarafından ciddiye alınmış ve tehlikeli görülmüştür. Bu yazıda İngiltere’deki gelişmeleri ve Cameron ve Muhafazakâr Parti’nin neden böyle bir politikaya yöneldiğini sorgulayacağım.
1997’den 2010’a kadar süren ve üç dönem üst üste gelen İşçi Partisi ve Tony Blair zaferlerinin ardından, 6 Mayıs 2010 tarihinde yapılan genel seçimlere o dönemde sadece 44 yaşında olan genç liderleri David Cameron başkanlığında giren Muhafazakâr Parti, % 36,1 oyla yarışı ilk sırada tamamlamıştı.[2] Muhafazakâr Parti’yi % 29 oyla Gordon Brown liderliğindeki İşçi Partisi izlemiş, üçüncü sırayı da Nick Clegg liderliğindeki Liberal Demokrat Parti % 23 oyla almıştı.[3] Seçimler sonucunda Muhafazakâr Parti ile Liberal Demokrat Parti arasında bir koalisyon hükümeti kurulmuş, 2005 yılından beri partisinin lideri olan David Cameron da böylelikle nihayet Başbakan olmuştu.[4] Merkez sağ bir partiden seçilen bir Başbakan olarak Cameron ağırlığını ilk olarak ekonomiye verdi. Zaten İngiltere ekonomisi 2008 ve 2009 yıllarında sırayla % 4,3 ve % 2,5 oranlarında küçülmüştü.[5] Cameron’ın görevi devraldığı 2010 yılından itibaren Britanya ekonomisi 2010 yılında % 1,7, 2011 yılında % 1,1 oranlarında büyüdü. 2012 yılında yaşanan % 0,2’lik küçülmenin ardından 2013’ün ilk üççeyreğinde ülke ekonomisinin ortalama % 0,6-0,7 oranlarında yeniden büyümeye geçtiği görülüyor.[6]
David Cameron döneminin dış politikadaki en önemli olayı ise kuşkusuz Arap Baharı oldu. Sembolik de olsa halen köklü bir monarşinin bulunduğu ve Orta Doğu’daki çeşitli monarşilerle yakın ilişkileri olan İngiltere’nin yeni Başbakanı döneminde yaşanan Arap Baharı sürecine İngiltere’nin temel bakışı ekonomik olmuştur. Türkiye merkezli düşünce kuruluşu Türksam uzmanlarından Tuğçe Çakmaklı’ya göre; “İngiltere’nin Arap Baharı’nın doğum sancılarındaki duruşu öncelikle ekonomi tabanlı olmuştur. Mısır, Tunus ve Libya’daki ekonomik sıkıntılar, yoksulluk ve işsizlik ile ilgilenen İngiltere, insanların rejimlere tepkisini bu yönden inceleyerek uluslararası yaptırımlara odaklanmıştır. Bu bağlamda İngiltere’nin Arap ülkeleriyle ilişkileri, pragmatik dış politika çerçevesinde yürütülen ‘ticari diplomasi’ kavramı etrafında gövde bulmuştur ve İngiltere’nin Başbakanı David Cameron hükümetine göre, ülkenin ulusal güvenlik açısından çıkarları adına yapılacak ticari işbirlikleri önem kazanmıştır. Başlardan beri İngiltere’nin Arap Baharı’na ilişkin izlediği aklı öne çıkaran politikalar, Fransa ile siyasi yakınlaşmalara da önayak olmuş ve ileride gerçekleşecek askeri müdahalelerde birlikte hareket etmelerini sağlamıştır.”[7] Çakmaklı’nın da belirttiği üzere İngiltere bu süreçte demokrasi yanlısı ve barışçıl bir politika takip etmiş, ayrıca NATO’nun Libya’ya yönelik operasyonlarında Fransa ile beraber başı çeken ülkelerden olmuştur. Suriye’de yaşanan iç savaş konusunda da müdahale yanlısı bir tutum takınan Başbakan David Cameron, müdahaleye destek amacıyla Avam Kamarası’nda yapılan oylamayı ise 13 oyla kaybetmiştir.[8] Her ne kadar bu durum Cameron için bir yenilgi olarak algılansa da, Irak Savaşı sonrası eski Başbakan Tony Blair’in düştüğü durum hatırlanırsa belki de Avam Kamarası Cameron’ı büyük bir felaketten kurtarmış dahi olabilir… Dış politikadaki bu demokrasi yanlısı söyleme karşın, elbette bu süreçte Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yeni bir İslamcı dalganın yükselmesi İngiliz güvenlik birimlerini rahatsız etmiştir. Örneğin, Daily Telegraph gazetesinin bir haberine göre MI5 yetkilisi Jonathan Evans bu süreçte birçok İngiltere doğumlu Müslüman’ın Arap ülkelerine giderek terörist eğitimlerine katıldığını ve bu durumun İngiltere’deki güvenliği tehdit ettiğini bildirmiştir.[9] Zaten İngiltere’nin Mısır’daki darbe sonrası yatıştırıcı tavrı da, demokrasi merkezli söylemine karşın İslam dünyasında istikrar ve ılımlılığı en az demokrasi kadar önemsediğinin bir kanıtıdır.
Cameron döneminin bir diğer önemli olayı ise Avrupa Birliği ile ilişkilerde yaşanan gelişmelerdir. Eski İngiltere Başbakanı “Demir Leydi” Margaret Thatcher’ın 2002 yılında yayınladığı Devlet Yönetimi (Statecraft)[10] adlı kitapta “çılgın bir proje”, “aydın kibri” ve “başarıya uğraması kaçınılmaz” olarak nitelendirdiği AB projesi konusunda Cameron’ın da Thatcher çizgisine yaklaşmaya başladığını görüyoruz. Bir ada ülkesi olması sebebiyle daima kendisine özgü bir yapısı ve bağımsız projeleri olan, dahası Amerika Birleşik Devletleri ile geliştirdiği güçlü ve tarihsel Trans-Atlantik bağlar nedeniyle diğer AB ülkelerinden ayrılan İngiltere’de son yıllarda AB kuşkuculuğu (euroscepticism) hızla yükseliyor. Uluslararası Politika Akademisiuzmanı Yrd. Doç. Dr. Göktürk Tüysüzoğlu’na göre “200 yıla yakın bir süre tüm dünyayı yönetmiş olan bir imparatorluğun, AB içerisinde Fransa ve Almanya ile eşit bir role sahip olmayı sindirmesi kolay olmamaktadır.”[11] AB içerisinde baskın gözüken Alman-Fransız ekseni nedeniyle İngilizlerin giderek daha fazla oranda AB’den uzaklaştıklarını söylemek mümkündür. Zaten euro (avro) kullanımına geçmeyen, muhasebe ve mali sistemiyle kıta Avrupa’sından ayrılan ve trafik akışından ölçü birimlerine kadar kendi alışkanlarını sürdüren İngiltere’nin AB ile hiçbir zaman tam anlamıyla bütünleşmediğini de kaydetmek gerekir. Bu anlamıyla Cameron’ın hamlesi İngiltere’nin AB’de giderek güçlenen Alman liderliği ve derinleşen federalizme karşı bir tepki olduğunu söylemek mümkündür.
Cameron’ın AB üyeliğini tartışmaya açması ve yeniden iktidara gelirse 2017 yılında referanduma götüreceğini açıklamasının bir diğer nedeni ise iç politikayla alakalıdır. 1993 yılında kurulan ve Nigel Farage gibi coşkulu hatipleri sayesinde kendisine özgü bir kitle oluşturmayı başaran AB karşıtı Büyük Britanya Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP)[12] sağ siyasette yükselişi Cameron’ı daha milliyetçi bir pozisyon almaya zorlamaktadır. 2010 seçimlerinde yalnızca % 3 oy almasına karşın, Avrupa Parlamentosu’nda Britanya’nın 73 sandalyesinden 9’una sahip olan UKIP, bu sayede sesini tüm Avrupa ve İngiltere’ye duyurabilmektedir. Milliyetçi ve gururlarına düşkün sağ İngiliz seçmen için Farage’ın Avrupa Parlamentosu’ndaki şovları ve heyecanlı konuşmaları sonraki seçimler için Cameron ve partisinin oy kaybına uğrama riskini gündeme getirmekte ve onları da biraz daha milliyetçi ve Avrupalı’dan ziyade “British” pozisyon almaya zorlamaktadır.
Cameron ve partisinin Avrupa-şüpheci bu tavrının üçüncü önemli nedeni ise ekonomiktir. Tüysüzoğlu’na göre; “İngiltere, Avro Bölgesi’ni tehdit eden finansal risklerin kendisini de etkilemesinden ve mali istikrarsızlığın büyümesinden endişe etmektedir. İngilizler, Avro Bölgesi’nde yer almamakta ve bağımsız bir finans merkezi olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak Avro Bölgesi’ndeki krizin yan etkileri giderek artan bir şekilde İngiltere’yi tehdit etmektedir.”[13] Oysa David Cameron, AB’nin iyi bir mali yapılanma çerçevesinde Avro bölgesinde yer almayan ülkelere de finansal güvence tanımasını istemektedir. AB’nin üretim düzeyinin sürekli olarak düşmesi ve bu üretimin Almanya’ya bağımlı olması da, bu noktada İngilizlerin bir diğer çekincesi olarak görülmelidir.
Sonuç olarak bu üç ana başlıkla toplayabileceğimiz (klasik İngiliz ayrıksılığı, iç siyasette milliyetçileri dengeleme ve ekonomik çekinceler) nedenlerle David Cameron’ın hakikaten seçimleri kazanması durumunda İngiltere’nin AB üyeliğini tartışmaya açması mümkündür. Fakat Rusya’nın boru hatları diplomasisi ile Avrupa’yı avucunun içine aldığı, Orta Doğu’da istikrarın uzun yıllardır hiç olmadığı kadar bozulduğu ve İran’ın nükleer programı nedeniyle -6 aylık geçici anlaşmaya rağmen- dünyada kamplaşma ve gerginliğin had safhada olduğu bir dönemde Cameron’ın Batı siyasetinde güvenlik zaafiyetine neden olabilecek bu politikasının doğru olduğunu söylemek güçtür. İngiltere Avrupa Birliği içerisindeki konumunu koruyarak AB’nin beğenmediği politikalarını düzeltmeye çalışmalı ve Türkiye gibi yeni üye ülkelerle birlikte kendi eksenini oluşturmalıdır. Nitekim Cameron liderliğinde kurulan[14] Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular Grubu (ECR) bu doğrultuda yerinde bir adım olarak gözükmektedir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Girne Amerikan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı

[1] Matthijs, Matthias (2013), “David Cameron’s Dangerous Game”, Foreign Affairs, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi: http://www.foreignaffairs.com/articles/139641/matthias-matthijs/david-camerons-dangerous-game#.
[2] “United Kingdom general election, 2010”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi:http://en.wikipedia.org/wiki/United_Kingdom_general_election,_2010.
[3] “United Kingdom general election, 2010”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi:http://en.wikipedia.org/wiki/United_Kingdom_general_election,_2010.
[4] “David Cameron”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi:http://en.wikipedia.org/wiki/David_Cameron.
[5] “Economy of the United Kingdom”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi:http://en.wikipedia.org/wiki/Economy_of_the_United_Kingdom.
[6] “Economy of the United Kingdom”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi:http://en.wikipedia.org/wiki/Economy_of_the_United_Kingdom.
[7] Çakmaklı, Tuğçe (2012), “İngiltere’nin Arap Baharı’na Bakışı”, Türksam, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi: http://turksam.org/gencbakis/a2776.html.
[8] Yener, Yavuz (2013), “İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/ingiliz-dis-politikasinin-ortadogu-ikilemi/.
[9] “MI5 warns of terror-trained Britons”, Daily Telegraph, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi:http://www.dailytelegraph.com.au/arab-spring-poses-uk-terror-threat/story-e6freuz9-1226408823941.
[11] Tüysüzoğlu, Göktürk (2013), “İngiltere AB’den Kopuyor Mu? ”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/ingiltere-abden-kopuyor-mu/.
[12] United Kingdom Indepence Party web sitesi; http://www.ukip.org.
[13] Tüysüzoğlu, Göktürk (2013), “İngiltere AB’den Kopuyor Mu? ”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/ingiltere-abden-kopuyor-mu/.
[14] “Kavga Büyüyor”, Hürriyet, Erişim Tarihi: 17.12.2013, Erişim Adresi:http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25242758.asp.

12 Aralık 2013 Perşembe

Fransa Orta Afrika Cumhuriyeti'ne Müdahale Ediyor


Eski bir Fransız sömürgesi ve 1960 yılında bağımsızlığına kavuşmuş küçük bir Afrika ülkesi olan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde son birkaç aydır son derece hareketli günler yaşanıyor. Olaylar geçtiğimiz günlerde yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine yol açacak seviyeye gelince, ülkedeki geçici hükümetin Başbakanı Nicolas Tiangaye Fransa’dan asker göndererek acilen duruma müdahale etmesini istedi. Bu yazıda Orta Afrika Cumhuriyeti’nde yaşananları ve Fransa’nın bu olaylar karşısındaki tavrını ele alacağım.

Ubangi-Shari adıyla 20. yüzyıl başlarından itibaren Fransız Ekvator Ginesi’ne bağlı bir koloni haline gelen Orta Afrika Cumhuriyeti, bağımsızlığını kazandığı 1960 yılından bugüne kadar ise oldukça istikrarsız bir siyasal rejime sahip olmuştur. 1960-1993 döneminde darbeler, monarşi yönetimi ve güç kavgalarına sahne olan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde, ilk demokratik seçimler 1993 yılında yapılmış ve seçim sonucunda Ange-Félix Patassé devlet başkanlığına geçmiştir. Yaklaşık 10 yıl kadar iktidarda kalan Patassé, 2003 yılındaki bir askeri darbe ile yerinden edilmiş ve askeri darbeyi örgütleyen cuntanın lideri François Bozizé ülke idaresini eline almıştır. Fransa destekli olan Bozizé, 2005 yılındaki seçimlerde de yerini korumayı başarmıştır. Ancak 2010 yılında yeniden yapılması beklenen seçimleri ülkedeki anarşiyi sebep göstererek iptal eden Bozizé, bu tarihten itibaren görev süresi dolmasına karşın makamını bırakmak istememiştir.  2011 yılında gecikmeli olarak yaptığı seçimleri kazanan Bozizé, yine de 2013 yılı Mart ayında başlayan ve Séléka İttifakı adlı milliyetçi ve çoğunlukla Müslümanlardan oluşan bir milis grubun başlattığı ayaklanmayı ve organize ettiği darbeyi engelleyememiş ve makamını bırakarak, Kamerun’a kaçmıştır.[1] Darbe sonrasında Cumhurbaşkanlığına Séléka İttifakı’na mensup bir askeri lider olan Michel Djotodia getirilmesine rağmen, ülke Başbakanı Nicolas Tiangaye’nin ifadesiyle Orta Afrika Cumhuriyeti bir süredir “anarşi içerisinde” ve “devletsiz” bir görüntü sergilemektedir.[2] Darbe sonrasında Bozizé’ye bağlı “Anti Balaka” milisleri ile Séléka İttifakı arasında silahlı mücadele başlamış, zamanla bu mücadele her iki grup mensuplarının büyük ölçüde farklı dinlere mensubiyetleri nedeniyle de dini bir çatışma niteliği almaya başlamıştır. Ülkedeki nüfusun yarısına tekabül eden Hıristiyanlar Anti Balaka’yı desteklerken, nüfusun yüzde 15’ini oluşturan Müslümanlar da Séléka İttifakı’nı desteklemektedirler.
_71347957_central_african_republic_624map
Elbette ülkedeki tek sorun siyasal istikrarsızlık değildir. Orta Afrika Cumhuriyeti için siyasal istikrarsızlıktan daha önemli bir sorun ülkedeki insani felaketlerdir. Son yaşanan süreçte 460.000 insanın göç etmeye zorlandığı ülkede ortalama yaşam süresi erkekler için 48, kadınlar içinse 51 yıldır.[3] Bu ve benzeri istatistikler ülkedeki zor yaşam koşullarını göstermektedir. Kızıl Haç örgütüne göre son yaşanan din temelli çatışmalarda 1 hafta içerisinde 461 kişi hayatını kaybetmiştir.[4] Kahire Üniversitesi öğretim üyesi ve Afrika uzmanı Dr. Bedir Hasan Şafii’ye göre yaşanan olayların temelinde, devrik lider Bozizé’nin Çin ve Güney Afrika şirketleriyle yaptığı anlaşmalar nedeniyle durumları zora giren Fransız şirketlerinin bu ülke rejimine yönelik tepkisi bulunmaktadır.[5] Elmas ticareti açısından önemli ülkelerden biri olan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Fransa’nın desteği olmadan bir şey yapılamayacağını belirten Şafii, askeri harcamalarda kesinti yapma arzusuyla kısa süre önce bu ülkedeki askeri üssünü kapatan Fransa’nın bölgedeki üstünlüğünü korumak amacıyla harekete geçtiğini düşünüyor.[6] Fransa Savunma Bakanı Jean-Yves Le Drian, geçtiğimiz Pazar günü itibariyle sayıları 1600’ü bulan Fransız askerlerinin ülkedeki isyancıları silahsızlaştırmaya yönelik harekete geçtiklerini belirtti.[7] Türkiye merkezli düşünce kuruluşu BİLGESAM’ın Afrika uzmanlarından Hasan Öztürk’e göre geçtiğimiz gün iki askerini kaybeden Fransız yönetimi, asker kaybına yönelik kamuoyu tepkisinden korktuğu için bir an önce ülkede istikrarı sağlayacak ve sonrasında askerlerini bölgeden çekecek.[8] Ocak 2013 tarihinde bir başka Afrika ülkesi Mali’ye başarılı bir askeri operasyon gerçekleştiren Fransa’nın Dış İşleri Bakanı Laurent Fabius, geçtiğimiz günlerde başkent Bangui’ye gerçekleştirdiği ziyarette Mali’deki durumla Orta Afrika Cumhuriyeti’nin karıştırılmaması gerektiğini kaydetti. “Mali’de bizim gerçekleştirdiğimiz ülkeyi terörden temizlemekti. Burada ise ülkenin yeniden inşası var” şeklinde konuşan Fabius’a tepki gösteren Fransız eski Gıda ve Tarım Bakanı Bruno Le Maire ise, Orta Afrika’ya yapılacak operasyonu eleştirerek Afrika’da yeni bir cephe açmanın iyi bir fikir olmayacağını ifade etti.[9]
Bu noktada dünya kamuoyunda pek dillendirilmeyen bir konu ise, Fransa’nın 1966’da ayrıldığı NATO’nun askeri kanadına 2009 yılında geri dönmesinin ardından son birkaç yıldır eski kolonyal bölgeleri başta olmak üzere birçok coğrafyada aktif askeri pozisyon almaya başlamasıdır. İlk kez Arap Baharı sürecinde Libya’ya yönelik operasyonlarla karşımıza çıkan bu durumu, Fransa’da 2012 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda merkez sağın temsilcisi Nicolas Sarkozy’nin yerine sosyal demokrat François Hollande’ın seçilmesi de değiştirmemiştir. Hatta sol görüşlü Hollande döneminde Fransa, hiç beklenmedik bir şekilde El Kaide etkisinin arttığı Mali’ye askeri operasyon düzenlemiş[10] ve iç savaş yaşanan Suriye’ye yönelik askeri harekât konusunda da en istekli ülke olarak[11] dikkat çekmiştir. Elbette Fransa’nın bu insani temellere de dayanan agresif politikaları, Napolyon benzeri bir yayılmacılıktan ziyade dünya siyasetinde ağırlığını korumaya yönelik bir çabanın sonucudur. Çin’in ve genel olarak Asya’nın yükselişi ve Avrupa ekonomik krizinin gündemde olduğu bir ortamda Fransa’nın bu agresif tavrı, ülkenin dünyadaki lider ülkelerden biri olarak bugüne kadar getirdiği imajını ve gücünü korumaya yönelik bir hamle olarak okunmalıdır. Bu noktada seçilen ülkelerin de eski Fransız kolonileri olması tesadüfî değildir. Bu nedenle ilerleyen dönemde de Fransa’nın Afrika ve Orta Doğu’daki eski kolonilerine yönelik aktif politikalarının artarak devam edeceğini söylemek mümkündür. Fransız iç politikasıyla alakalı bir saptama ise; Cumhurbaşkanı Hollande’ın bu gibi hamleler sonucunda ekonomik kriz nedeniyle düşen popülaritesini bir nebze olsun toparlayabilecek olmasıdır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Girne Amerikan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı


[1] “Central African Republic”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi:http://en.wikipedia.org/wiki/Central_african_republic.
[2] “Violent and Chaotic, Central African Republic Lurches Toward a Crisis”, The New York Times, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi: http://www.nytimes.com/2013/08/07/world/africa/violent-and-chaotic-central-african-republic-lurches-toward-a-crisis.html?ref=africa&_r=2&pagewanted=all&.
[3] “Central African Republic crisis – in 60 seconds”, BBC News, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi:http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-25326008.
[4] “Fransa, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki operasyonunu sürdürecek”, Euronews, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi: http://tr.euronews.com/2013/12/10/fransa-orta-afrika-cumhuriyeti-ndeki-operasyonunu-surdurecek/.
[5] “Orta Afrika’da neler oluyor?”, Timeturk, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi:http://www.timeturk.com/tr/2013/12/12/orta-afrika-da-neler-oluyor.html.
[6] “Orta Afrika’da neler oluyor?”, Timeturk, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi:http://www.timeturk.com/tr/2013/12/12/orta-afrika-da-neler-oluyor.html.
[7] “Orta Afrika Cumhuriyeti’nde iki Fransız askeri öldü”, Hürriyet, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi:http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25321956.asp.
[8] “Orta Afrika’da neler oluyor?”, Timeturk, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi:http://www.timeturk.com/tr/2013/12/12/orta-afrika-da-neler-oluyor.html.
[9] “Afrika, yeni savaşın eşiğinde”, Sabah, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi:http://www.sabah.com.tr/Dunya/2013/11/26/afrika-yeni-savasin-esiginde.
[10] Bu konuda bir yazı için; Furkan Kaya (2013), “Fransa’nın Mali Operasyonu Arkasındaki Gerçek”,Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi:http://politikaakademisi.org/fransanin-mali-operasyonu-arkasindaki-gercek/.
[11] Bu durum nedeniyle Foreign Policy dergisinde Fransa için esprili bir şekilde “America’s favorite shooting buddy – Amerika’nın favori av arkadaşı” ifadesi kullanılmıştır. Bkz; Yochi Dreazen (2013), “Paris Match”, Foreign Policy, Erişim Tarihi: 13.12.2013, Erişim Adresi:http://www.foreignpolicy.com/articles/2013/08/30/paris_match_france_united_states_syria#sthash.uI6DS16v.dp

11 Aralık 2013 Çarşamba

Irak Türkmenleri


Irak’ın daha çok kuzey bölgelerinde yaşayan ve geçmişte Lozan Konferansı döneminde “Musul Türkleri” olarak adlandırılan Türk topluluklarına Türkmen adı verilir. Türkmen adı ayrıca Türkmenistan vatandaşları için de kullanıldığı için, İngilizce bu iki Türk kökenli farklı grup Turkoman (Türkmenler) ve Turkmen (Türkmenistan vatandaşları) diye farklı şekilde adlandırılırlar.[1] Türkçede ise her iki gruba da Türkmen adı verilmektedir. Türkmenler Irak dışında Suriye, İran ve Azerbaycan coğrafyasında da yaşamaktadırlar. Çok büyük bir bölümü Müslüman olan Türkmenler arasında Sünniliği ve Şiiliği benimsemiş farklı büyük gruplar bulunmaktadır. Dilleri ve etnik kökenleri bir olmasına karşın Türkmenler arasında bir siyasi birlik olmayıp, özellikle Şii Türkmenlerde birincil kimliğin mezhepsel aidiyet olması sebebiyle[2], siyasal birlik adımları kolay atılamamaktadır. Irak Türkmenlerinin sayısı konusunda kesin bir uzlaşı olmamakla beraber birçok yerli ve yabancı kaynakta sayılarının 2,5 ile 3 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir.[3] İnsan hakları konusunda faaliyet gösteren tarafsız ve bağımsız yabancı kuruluşların dahi durumlarına dikkat çektikleri Türkmenlerin sorunlarına yeterince ilgi göstermeyen ülkelerden biri de Türkiye’dir. Kamuoyunda sempati yaratmaya yönelik ufak adımlar dışında son yıllarda Türkiye’nin Türkmenler konusunda somut bir politika geliştirememiş olması son derece üzücüdür. Bu yazıda Irak Türkmenleri hakkında giriş niteliğinde bazı bilgileri sizinle paylaşacağım.
Irak’ta ABD işgali sonrasında yaşanan karışıklık döneminde avantajlı konuma geçirilen gruplar tarafından bilinçli bir şekilde nüfus kayıtlarının yok edilmesi sonucunda, bugüne kadar adil bir nüfus sayımı yapılamamasının da etkisiyle nüfus oranları hakkında tam sağlıklı bilgilere ulaşamadığımız Türkmenlerin, tarihsel süreçteki demografik istatistiklerine baktığımızda ise bugün sahip oldukları siyasal gücün çok üzerinde bir nüfuslarının olduğu gerçeğine kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Örneğin, 1957 yılında Irak’ta henüz Krallık döneminde yapılan nüfus sayımında ülkede 500.000 Türkmen yaşadığı ortaya çıkmış ve 1959’da yayınlanan sayım verileri de Türkmenlerin sayılarını 567.000 olarak göstermiştir.[4] Irak’taki yıllık nüfus artış hızı yapılan çeşitli hesaplamalara göre % 3,296’dır. 1959 yılını temel alarak bu verilere göre bir hesaplama yaptığımızda, 1994 yılında Irak’ta yaşayan Türkmen sayısı karşımıza 1.764.029 olarak çıkmaktadır.[5] Bu da bazı yabancı gözlemcilerce çok abartılı olduğu ifade edilen 2,5-3 milyon Türkmen tezinin aslında akla yatkın olduğunu gösteren bir kanıttır. Elbette Türkmenlerle ilgili sağlıklı bilgilere ulaşılamamasının temel sebepleri; etnik sorunları demokratik gelişmişliği sayesinde demokrasi ve siyaset yoluyla aşmaya başlayan Türkiye’nin aksine bu ülkedeki siyasal mücadelelerin hala bir ölüm-kalım savaşı olarak görülmesi ve feodal yapıya uygun olarak primordiyal (ilksel) dini ve/veya etnik kimliklerin Iraklıların siyasal bilinçlerinin oluşmasında tek önemli düzlem olmasıdır. Bu anlamda Irak’ın kuzeyinde Türkmenler Kürt grupların doğrudan rakibi olarak algılanmakta ve tam da bu nedenle bu gruplar ve devlet tarafından ezilmektedirler.
Irak Türkmenleri, Irak’ın kuzeyinden itibaren Telafer, Musul, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Kifri, Kara Tepe, Hanekin, Mendeli ve Bağdat’ın güneydoğusunda bulunan Bedre’ye kadar uzanan bir şerit üzerinde yaşamaktadırlar.[6] Tarihsel olarak Türkmenlerin yaşadıkları bölgelere Türkmeneli adı verilmiştir. Türkmenlerin nüfus yoğunluğu daha çok petrol zengini Kerkük şehrinde bulunmaktadır. Daha yoğun olarak tarımla uğraşmalarına karşın, Türkmenler arasında okur-yazarlık oranı diğer etnik gruplara göre daha yüksektir. 2005 yılında ilan edilen Irak anayasasında Türkmence veya Türkçe ülkenin resmi dilleri arasına girememiştir.[7] Ancak Türkmen nüfus yoğunluğu olan bölgelerde Türkmence de resmi dil statüsüne sahip olmaktadır.[8] Türkmence’nin de devlet okullarında eğitim dili olarak kullanılabilmesine izin verilmiştir. Türkmenlerin siyaset sahnesinde temsili anlamında ön plana çıkan grup, Nisan 1995’te Erbil’de kurulan Irak Türkmen Cephesi’dir. ITC dışında Türkmenlerin kurduğu Erbil Türkmen Listesi ve KDP-KYB’nin kurdurduğu küçük Türkmen partileri bulunmaktadır.[9] 111 üyelik Kuzey Irak parlamentosunda Türkmenlere 5 kişilik kota ayrılmıştır. Türkmenlerin siyasal mücadeleleri için bundan sonraki ilk adım, bu kotanın kaldırılması ve kendi aralarındaki siyasal ayrışmaların çözümlenmesi olmalıdır.
ırak harita türkmen
Türkmenler hakkında çalışmalarıyla bilinen İbrahim Sirkeci’nin 2005 yılında Global Strateji Enstitüsü için hazırladığı rapora göre[10] Türkmenlerin belirgin kültürel özellikleri ise şu şekildedir; Öncelikle Türkmenlerin yüzde 99’un anadili Türkçe’nin bir lehçesi olan Türkmencedir ve yalnızca yüzde 1’lik Türkmen nüfusun anadili Kürtçe veya Arapça olarak değişmiştir. Türkmence dışında Türkmen gruplarının ikinci dili çok büyük oranda Arapçadır. Arapçayı ise üçüncü dil olarak Kürtçe izlemektedir. Sirkeci’nin araştırmasında ortaya çıkan ilginç bir sonuç; Türkmenlerin yüzde 85 gibi çok yüksek bir oranla kendilerini Irak devletine bağlı hissetmeleri ve herhangi bir ayrılıkçı motivasyona sahip olmamalarıdır. Kalan yüzde 15’lik kesim içerisinde ise çok büyük oranda Türkiye adı ön plana çıkmaktadır. Aynı araştırmada katılımcılara sorulan “Türkmenlerin kendilerini nasıl tanımladıkları” sorusuna cevap verenlerin % 55’i kendilerini Türkmen olarak tanımlarken, % 10’luk bir kesim “Irak Türkmen’i”, “Irak Türk’ü” veya “Türk” cevaplarını tercih etmiştir. Tamamı Kerkük’ten olan % 8’lik bir kesim “Kerküklü” yanıtını verirken, Türkmenlerin sadece % 24’ü kendini “Iraklı” olarak tanımlamışlardır. Bu araştırmada çıkan dikkat çekici bir konu ise, güvenlik gerekçeleri nedeniyle Türkmenlerde göç olgusunun oldukça yaygın olmasıdır. Araştırmaya göre, her üç Türkmen hanesinden birinin en az bir bireyi dışarıya göç etmiştir ki bu rakam oldukça yüksek bir yurtdışı göç oranı demektir.
Türkiye’nin bugüne kadar uyguladığı Türkmen politikası değişken ancak sonuç itibariyle daima etkisiz olmuştur. 1990’larda daha milliyetçi-Türkçü bir pozisyon alarak “Türkmen realitesi”ni dünyaya duyurmaya çalışan Türkiye’nin izlediği dış politika sonucunda gelinen nokta, 3 milyon nüfusu olduğu iddia edilen Türkmenlerin ülkedeki neredeyse en etkisiz grup haline gelmesidir. Star Gazetesi’nden Nasuhi Göngör’e göre bu başarısızlığın nedenleri şöyle özetlenebilir; “Kuşkusuz bu kadar önemli bir konunun, siyasi merkez eliyle değil, bizzat Genelkurmay tarafından yönetilmesi, zaten başlı başına bir facia olarak tarihe geçmiş durumda. Ancak o dönem siyasetinin de bu konularda sorumluluk üstlenmek yerine, işi askerlere havale ederek risk almadıklarının da altını çizmek gerekiyor. Sonuçta yakın geçmişin özeti şuydu. Sahip çıkıldığı iddia edilen, daha çok istihbarat mekanizmaları üzerinden ilişki kurulan, hatta çok marifetmiş gibi kendi içimizdeki ayrılıkların birebir temsil edildiği bir topluluk haline geldi Türkmenler. Türkiye’nin onları Türkmen Cephesi çatısı altında toparlama çabası, şekil açısından doğru bir yaklaşım olsa da pratikte bir vizyona dönüşmediği için ayrılıkları gideren bir zemin de ortaya çıkmadı. Sonuçta ABD işgali sonrasında yeniden şekillenen Irak’ta Türkmenler, kelimenin tam anlamıyla sistem dışında kaldılar”.[11] Güngör’e göre Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti döneminde de bu konuda somut bir başarı kazanılamasa da, son dönemde Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Irak Türkmen Cephesi lideri Erşad Salihi’nin verdikleri görüntü gelecek adına umut vericidir.
Bu noktada söylenmesi gereken, bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milliyetçi ya da dine-mezhebe dayalı politikalarının dünya kamuoyunda daima olumsuz algılanması sebebiyle Türkmenlerin ve daha birçok Türk kökenli grubun hakkının büyük bir devlete yakışacak şekilde iyi savunulamamış olmasıdır. Kuşkusuz 21. yüzyılda demokratik bir dönüşüm yapmaya çalışan Türkiye’nin de artık dış politikadaki demokrasi yanlısı söyleminin meyvelerini toplayabilmesi ve Türkmenlerin durumunu insan hakları açısından uluslararası platformlarda gündeme getirmesi gerekmektedir. Kıbrıs’ta “işgalci” Türkleri adadan göndermeye meraklı Batılıların neden işgal altındaki Azerbaycan topraklarına aynı özeni göstermediklerini ya da Türkiye’de Kürt kökenli yurttaşlarımızın haklarını cansiperane bir şekilde savunurken, Irak ve Suriye’deki Türkmenleri neden görmezden geldiklerini kuşkusuz Türkiye artık dünyaya daha iyi anlatmalıdır. Bu yazıda ele alınmayan ancak Suriye’de devam etmekte olan iç savaşın ortasında ülkedeki tek silahsız grup durumundaki Suriyeli Türkmenlerin durumu ise Iraklı Türkmenleri bile aratacak haldedir. Bu da Türkiye’nin dış politikasında ya büyük bir zayıflık olduğunu ya da Türk kimliğinin artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir anlam ifade etmediğini göstermektedir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Girne Amerikan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı
KAYNAKLAR
- Al-Hirmizi, Arshad (2005), “The Turkmen Reality in Iraq”, Kerkük Vakfı.
- Barkey, Henry J. (2005), “Turkey and Iraq – The Perils (and Prospects) of Proximity”, United States Institute of Peace Special Report.
- Güngör, Nasuhi (2013), “Irak Türkmenlerinin kaderi”, Star, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi:http://haber.stargazete.com/yazar/irak-turkmenlerinin-kaderi/yazi-813608.
- Irak Türkmen Cephesi Haber Portalı, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi: http://www.kerkuk.net.
- Latif, Can (2004), “Irak Türkmenleri: Irak’ta Gerçek Türkmen Nüfusu”, TASAM, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi: http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/115/irak_turkmenleri_irakta_gercek_turkmen_nufusu.
- Migdalovitz, Carol (2002), “Iraq: The Turkish Factor”, CRS Report for Congress.
- Oğuzlu, Tarık H. (2004), “Endangered Community: The Turkoman Identity in Iraq”, Journal of Muslim Minority Affairs, Cilt 24, No: 2, Ekim 2004.
- Orsam (2005), “Irak Cumhuriyeti Anayasası”, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi:http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/20101224_irakanayasasi.pdf.
- Orsam (2012), “Irak Türkmenleri Güncesi”, Orsam Aylık Irak Türkmenleri Güncesi, Aralık 2012, Sayı: 20.
- Orsam (2013), “2010 Yılı Irak Söyleşileri (Türkmenler – III), Orsam Rapor No: 174, Ekim 2013.
- Petrosian, Vahram (2003), “The Iraqi Turkomans and Turkey”, Iran & The Caucasus, Cilt 7, No: 1/2, ss. 279-308.
- Semin, Ali (2013), “Kuzey Irak Seçimleri, Türkmenler ve Kerkük Sorunu”, Bilgesam, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi: http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=2470:2013-09-21-10-26-51&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150.
- Sirkeci, İbrahim (2005), “Irak Türkmenleri ve Türkmenlerin Yurtdışına Göçü”, Global Strateji Enstitüsü.
- UNPO (2007), “Iraqi Turkmen: The Human Rights Situation and Crisis in Kerkuk”, Konferans Raporu, 26-27 Mart 2007, Avrupa Parlamentosu, Brüksel.
- Vikipedi, “Irak Türkmenleri”, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi:http://tr.wikipedia.org/wiki/Irak_Türkmenleri.
DİPNOTLAR

[1] Petrosian, Vahram (2003), “The Iraqi Turkomans and Turkey”, Iran & The Caucasus, Cilt 7, No: 1/2, s. 279.
[2] Güngör, Nasuhi (2013), “Irak Türkmenlerinin kaderi”, Star, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi:http://haber.stargazete.com/yazar/irak-turkmenlerinin-kaderi/yazi-813608.
[3] Sirkeci, İbrahim (2005), “Irak Türkmenleri ve Türkmenlerin Yurtdışına Göçü”, Global Strateji Enstitüsü, s. 3.
[4] Latif, Can (2004), “Irak Türkmenleri: Irak’ta Gerçek Türkmen Nüfusu”, TASAM, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi: http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/115/irak_turkmenleri_irakta_gercek_turkmen_nufusu.
1958 yılında Bağdat’ta yayınlanan “The Iraqi Revolution 14th July Celebrations Committee” adlı kaynakta ve 1987’de Londra’da Inquiry Dergisi’nde yayınlanan “The Forgotteen Minority: The Turkomans of Iraq” adlı makalede 1957 yılında yapılan sayımda Irak’ta 567.000 Türkmen’in yaşadığı belirtilmiştir. Bu kaynaklara göre Irak’ın % 8,94’i Türkmen’dir. Ancak daha sonra Irak’ta yayınlanan resmi kaynaklar Türkmenleri % 2 olarak göstermiştir (Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/Irak_Türkmenleri). Irak Türkmen Cephesi Haber Portalı’nda da daha önce Irak’ta en az 2 milyon Türkmen olduğu belirtilmiştir (Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi: http://www.kerkuk.net).
[5] Latif, Can (2004), “Irak Türkmenleri: Irak’ta Gerçek Türkmen Nüfusu”, TASAM, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi: http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/115/irak_turkmenleri_irakta_gercek_turkmen_nufusu.
[6] Vikipedi, “Irak Türkmenleri”, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi:http://tr.wikipedia.org/wiki/Irak_Türkmenleri.
[7] Madde 4/1. Bkz; Orsam (2005), “Irak Cumhuriyeti Anayasası”, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi:http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/20101224_irakanayasasi.pdf.
[8] Madde 4/4. Bkz; Orsam (2005), “Irak Cumhuriyeti Anayasası”, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi:http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/20101224_irakanayasasi.pdf.
[9] Semin, Ali (2013), “Kuzey Irak Seçimleri, Türkmenler ve Kerkük Sorunu”, Bilgesam, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi: http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=2470:2013-09-21-10-26-51&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150.
[10] Sirkeci, İbrahim (2005), “Irak Türkmenleri ve Türkmenlerin Yurtdışına Göçü”, Global Strateji Enstitüsü.
[11] Güngör, Nasuhi (2013), “Irak Türkmenlerinin kaderi”, Star, Erişim Tarihi: 12.12.2013, Erişim Adresi:http://haber.stargazete.com/yazar/irak-turkmenlerinin-kaderi/yazi-813608.