19 Haziran 2023 Pazartesi

Kitap İncelemesi: Naziler ve Atatürk

 

Provokatif Türkçe çeviri başlığı aldatıcı olmasın; eser, Atatürk’ün Nazi olduğunu iddia etmiyor. Orijinal ismi “Atatürk in the Nazi Imagination” olan 2014 Belknap Press basımı Stefan Ihrig kitabı[1], 2023 yılı içerisinde Alfa Yayınları tarafından “Naziler ve Atatürk” adıyla Türkçe’ye de çevrilmiştir.[2] Cumhuriyetimizin 100. yılında, bu ilginç eserin herkes tarafından okunması ve tartışılmasında fayda görüyorum. Şunu da belirtmek isterim ki, elbette, bizim bakış açımız, Büyük Atatürk’e yönelik böyle bir iddianın yapılmasının çok hatalı olacağı yönündedir.

Stefan Ihrig

İsrail’de Haifa Üniversitesi Tarih bölümünde öğretim üyesi olan Ihrig[3], daha yayınlandığı ilk günden itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nde tartışma yaratan, ancak nedense Türkiye’de pek bilinmeyen eserinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin niteliklerinden ziyade, bunun Almanya’da iktidarı ele geçiren Naziler tarafından nasıl algılandığı ve tahayyül edildiği meselesine odaklanıyor. Bu bağlamda, yazar, Nazilerin ilk dönem Cumhuriyet Türkiye'sinden nasıl esinlendiklerini ve Atatürk’ü kendi zihinlerinde farklı bir şekilde kurgulayarak nasıl kendi “Führer”leri Adolf Hitler için rol model olarak aldıklarını o dönemin Alman basını ve özellikle de Nazi Partisi yayın organlarının yayınları temelinde anlatılıyor. Bu bağlamda, yazar, hem Atatürk, hem de Hitler’in Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizler ve Fransızların dikte ettiği zor koşulları (Türkler için Sevr, Almanlar için Versay antlaşmaları) kabul etmedikleri meselesine dikkat çekerken, bu noktada Politik Psikoloji uzmanı Kıbrıslı Türk akademisyen Prof. Dr. Vamık Volkan’ın Hitler için aşırıya kaçan “yıkıcı liderlik”, Atatürk için ise makul seviyedeki “onarıcı liderlik” kavramlarını geliştirdiğini hatırlatabiliriz. Zira Volkan’a göre, ırkçı ve antisemitik Nazi ideolojisi ve aşırılıkları Hitler’i durmak bilmeyen bir savaş makinasına dönüştürürken, Türklerin geliştirdiği Kemalizm, Mustafa Kemal’i nerede duracağını bilen ve Osmanlı’nın yıkılmasının yarattığı çöküntüden uzaklaşarak, milletine özgüven aşılayan makul bir devlet adamı yapıyordu. Stefan Ihrig’e göre ise, Hitler ve Nazi basını, kendi tahayyüllerinde gerçeğinden farklı bir Atatürk yaratarak, kendi lider kültlerini de bu temelde yaratmaya ve geliştirmeye çalıştılar.

Ataturk in the Nazi Imagination

Hakikaten de, Nazi Partisi'nin ve bilhassa da Hitler'in lider kültü yaratılırken Cumhuriyet Türkiye’sindeki bazı unsurlardan ilham alındığı yadsınamaz. Militarist kültüre verilen önem, liderin askeri zaferlerle özdeşleştirilmesi (Onbaşı/Gefreiter Hitler’in Birinci Dünya Savaşı’ndaki kahramanlıkları), ulusun öz kimliğine dönerek ancak krizden çıkarabileceği düşüncesi ve İngiltere ve Fransa gibi Batılı emperyalistlerin koşullarını reddetme vs. gibi somut benzerliklerden söz edilebilir. Daha da önemlisi, Naziler, hatalı bir şekilde, Osmanlı döneminde yapılan ve Mustafa Kemal’in hiçbir dahlinin olmadığı Ermeni tehcirini (1915 olayları) kendi Yahudi Soykırımı (Holokost) düşüncelerine de ilham kaynağı olarak alıyorlar. Oysa hem bu olaylar birbiriyle eşleştirilemeyecek kadar farklı nitelikte (tehcirde temel amaç Ermenilerin ülke içerisinde başka bir bölgeye gönderilmesi, Holokost ise en baştan toplama kamplarında Yahudileri yok etmeyi amaçlıyor), hem de 19. yüzyıl ve 20. yüzyılda Batılı devletler de dahil olmak üzere tüm büyük devletler güvenlik gerekçeleriyle zorla göç ettirme ve yer değiştirme politikalarını sıklıkla kullanıyorlar.

Naziler ve Atatürk

Bunların yanı sıra, burada Nazilerin çarpıtarak ele aldığı ve görmezden geldiği bir diğer konu, Kemalist Devrim’in dönemin ruhuna uygun (Hobsbawn’ın “Aşırılıklar Çağı” adını verdiği 20. yüzyıl) bazı aşırılıklarına karşın, özünde Cumhuriyetçilik düşüncesi ve Fransız Devrimi'nden esinlenmiş olmasıdır. Özellikle genç Mustafa Kemal’in düşünce dünyasını Emile Durkheim ve Auguste Comte gibi Fransız sosyologları ve onların fikirlerini Türk-İslam dünyasına uyarlayan Ziya Gökalp etkisi ağır basar. Mustafa Kemal’in vatanseverliğinin duygusal boyutunda ise Namık Kemal’in etkisi hissedilir ki, burada kapsayıcı milliyetçilik dışlayıcı milliyetçilikten daha baskındır. Ayrıca Atatürk’ün yaklaşımında (Nazilerin antisemitizminin aksine) bir ulus, ırk ya da dine doğrudan düşmanlık yoktur.

Bunların yanı sıra, internette dolaşan bazı yanlış bilgilerin aksine, Büyük Atatürk, yeni kurulan ülkesine yabancıları da vatandaş olarak kabul etmiş ve ilginç bir şekilde bu noktada Türklüğe değil, İslamiyet’e önem vermiştir. Vatandaşlığı reddedilen Ortodoks Hristiyan Gagauz Türklerine karşın Müslüman Boşnakların vatandaşlığa alınması hususunu dileyenler bu konuyu araştırabilirler.

Sonuç olarak, Cumhuriyetimizin 100. yılında hâlâ bu meseleleri tabu olarak görmek çok hatalı bir eğilimdir. Atatürk tarihsel bir şahsiyettir ve onu artık tarihin bir öznesi olarak rahatlıkla tartışabilmek gerekir. Bu da Cumhuriyetimize güç katar... Zira Büyük Atatürk büyük bir devlet adamıdır ve Türkler olarak tarihimizden utandığımız bir husus da yoktur...

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] Bakınız; https://www.hup.harvard.edu/catalog.php?isbn=9780674368378; https://www.amazon.com/Atat%C3%BCrk-Nazi-Imagination-Stefan-Ihrig/dp/0674368371.

[2] Bakınız; https://www.kitapyurdu.com/kitap/naziler-ve-ataturk/374164.html; https://www.dr.com.tr/Kitap/Naziler-Ve-Ataturk/Arastirma-Tarih/Tarih/Dunya-Tarihi/urunno=0000000660926.

[3] Kışısel internet sitesi için, bakınız; https://www.stefanihrig.com/.


17 Haziran 2023 Cumartesi

Arap Baharı Süreci ve Sonrasında Tunus

 

2010 yılı sonlarında başlayan ve Ortadoğu/Kuzey Afrika coğrafyasındaki birçok Müslüman nüfusu yoğun ülkede halkların diktatoryal yönetimlere karşı daha fazla özgürlük, demokrasi ve daha iyi ekonomik koşullar şeklindeki taleplerini yansıtan bir süreç olan Arap Baharı, geçen 12 yıllık süreçte bu coğrafyanın gerilik ve otoriterlikle özdeşleşmiş makus talihini değiştiremese de, özellikle Tunus’ta demokrasinin filizlenmesi bağlamında önemli bir tarihsel deneyim olmuştur. Mısır’da 2013 yılındaki askeri darbeyle hızı kesilen Arap Baharı, Libya ve Suriye’de yaşanan kanlı iç savaşlar ve bu savaşlara müdahil olan radikal İslamcı militanlar ve yabancı devletler nedeniyle ilerleyen yıllarda amacından sapsa da, hem Mısır tarihinde ilk kez bir Devlet Başkanı’nın halk tarafından özgür seçimlerle iş başına getirilmesi, hem de Müslüman halkların demokrasi uygulayamayacakları yönündeki görüşlerin ön yargılı olduğunu göstermesi bakımından ilerleyen yıllarda da hatırlanacak çok önemli bir tarihsel vakadır. Arap Baharı sürecinde en öne çıkan ülke olan ve bir anda tüm dünyada sempati toplayan Tunus’ta ise, Arap Baharı süreci, diktatoryal yetkileri olan Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrilmesiyle sonuçlanan 2011 tarihli Yasemin Devrimi’nin ardından farklı aşamalardan geçmiştir.

Kuzey Afrika’da batısında Cezayir, doğusunda Libya ile çevrili küçük bir Akdeniz devleti olan Tunus, uzun yıllar Osmanlı hâkimiyetinde kaldıktan sonra, 1881 tarihlerinde Fransa’nın himayesine girmiştir. Dekolonizasyon döneminde 1956 yılında Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Tunus, 1957 yılında Sorbonne’da eğitim almış ilk Cumhurbaşkanı Habib Burgiba önderliğinde bir Cumhuriyet rejimi olarak kurulmuştur. Düstur Partisi’nin desteğiyle tam 30 yıl iktidarda kalan Burgiba, Arap-İslam dünyasında modernleşmeye verdiği önem ve ılımlılık ile aşamalı ilerleme konusundaki fikirleriyle kendisine özgün bir yer edinmeyi başarmıştır. Burgiba, 1987 yılında sağlık sorunları nedeniyle yerini Başbakan olarak görev yapan Zeynel Abidin Bin Ali’ye bırakmış ve 2011 yılında devrilene kadar, Bin Ali, Tunus’un ikinci Cumhurbaşkanı olarak iktidarda kalmıştır.

Uzun yıllar iktidarda kalan Bin Ali döneminde, Fransa ve İtalya ile yakın ekonomik ve kültürel ilişkiler devam ettirilir ve geliştirilirken, toplumu seküler bir yaşam tarzına entegre edebilmek için Burgiba dönemindeki uygulamalara devam edilmiş ve ayrıca Müslüman Kardeşler ile Selefiler üzerine uygulanan baskı ve sindirme taktikleriyle laikliğin güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Ancak zaman içerisinde Bin Ali döneminde uygulanan baskı politikalarının ayyuka çıkan yolsuzluk vakaları ve ekonomik sorunlarla birleşmesi neticesinde, 2010 yılı sonlarında, Muhammed Buazizi adlı bir sokak satıcısının kendisini ekonomik sorunlar ve devlet baskısı nedeniyle yakmasıyla başlayan Yasemin Devrimi, Bin Ali’nin halk isyanı sonucunda devrilmesine ve ülkeden kaçmasına neden olmuştur. Devrim sonrasında Tunuslu deneyimli bir siyasetçi olan Fuad Mebazaa geçici olarak Devlet Başkanlığına seçilirken, aynı yıl yapılan kurucu parlamento seçimlerinden Müslüman Kardeşler’in Tunus kolu olarak addedilen ve uzun bir süre sürgünde yaşamış Raşid El Gannuşi’nin liderliğindeki İslamcı Ennahda partisi birinci olarak çıkmıştır. Bu kurucu meclis, Tunuslu tanınmış bir insan hakları savunucusu, siyasetçi ve doktor olan Munsif Merzuki’yi 2011-2014 dönemi için ülkenin dördüncü Cumhurbaşkanı olarak seçerken, 2011-2014 döneminde yeni bir anayasa da hazırlayan meclis, anayasayı 2014 yılı başlarında yürürlüğe koymuştır. Bu süreçte Tunus’ta Ennahda liderliğinde ve Hammadi Cibali (2011-2013), Ali el-Ureyd (2013-2014) ve Mehdi Cuma (2014-2015) Başbakanlığındaki farklı koalisyon hükümetleri iktidarda kalmıştır. Bu dönemde ülkede demokratikleşme yolunda önemli adımlar atılırken, yeni ve demokratik bir anayasanın hazırlanması ve kadınlara siyaset sahnesinde daha geniş bir alan açılması önemli gelişmeler olmuştur.

2014 yılında düzenlenen parlamento seçimlerinde iktidardaki ılımlı İslamcı Ennahda partisinin oyu düşerken, yeni kurduğu Nida Tunus partisiyle bu seçimde yüksek oy oranlarına ulaşan Burgiba’nın eski Bakanlarından El-Beci Kaid es-Sibsi, aynı yıl sonunda yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazanmış ve ülkenin 2014-2019 döneminde ülkenin beşinci Cumhurbaşkanı olarak görev yapmıştır. Bu süreçte ülkede Mehdi Cuma (2014-2015), Habib Essid (2015-2016) ve Yusuf Şahid (2016-2020) gibi farklı Başbakanlar liderliğinde farklı koalisyon hükümetleri görev yaparken, siyaset sahnesinde Ennahda’nın etkisi azalmış ve ülkede yaşanan siyasal şiddet ve terör olayları nedeniyle daha kontrollü bir demokratik anlayış benimsenmiştir. Buna karşın, tüm siyasal aktörlere alan açılan bu dönem, “al-tawafuq al-tarikhi” (tarihi uzlaşı) dönemi olarak adlandırılmıştır. IŞİD’in Suriye iç savaşında etkin hale geldiği bu dönemde ülkede yaşanan terör olayları Tunus demokrasisini gölgelemesine karşın, 2015 yılında farklı sivil toplum örgütlerinden[1] oluşan Ulusal Diyalog Dörtlüsü’ne demokrasiyi geliştirme konusundaki çabalarından ötürü Nobel Barış Ödülü’nün verilmesi, Tunus’un uluslararası kamuoyunda takdir edilmesini sağlamıştır. Ancak buna karşın, bu dönemde de ülkedeki ekonomik sorunlar çözülememiş ve hatta tam tersine derinleşmiştir.

Es-Sibsi’nin 2019 yılındaki vefatı ardından kısa süre geçici Cumhurbaşkanı olarak görev yapan Muhammed Ennasur’un ardından, 2019 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, tanınmış bir Hukuk Profesörü olan bağımsız aday Kays Said, ikinci turda açık farkla kazanmıştır. Aynı dönemde yapılan parlamento seçimlerinde ise Ennahda partisi sandıktan birinci olarak çıkmasına karşın, meclisteki sandalye sayısı azalmış ve ülkede birçok yeni kurulmuş siyasi parti politik arenada varlık gösterebilmiştir. Bu süreçte Yusuf Şahid (2016-2020), İlyas el-Fahfah (2020-2020) ve Hişam el-Meşişi (2020-2021) gibi Başbakanlar ülkeyi yönetmişler, ancak siyasal ve ekonomik sorunlara çare bulamamışlardır. Kays Said döneminde genel olarak Tunus’ta demokratik rejimde gerileme yaşandığı yönündeki görüşler pekişmiştir. Öyle ki, 2019 yılında bağımsız aday olarak girdiği Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Said, 2021 yılında anayasal yetkilerini kullanarak 25 Temmuz’da meclisi askıya almış, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmış, Başbakan Hişam el Meşişi’yi azletmiş ve yayınladığı kararnamelerle yetkilerini genişletmiştir. Bu yaşananlar ana muhalefet partisi İslamcı Ennahda tarafından “sivil darbe” olarak nitelendirilmesine ve halkta da tepkilere neden olmasına karşın, Cumhurbaşkanı Said, 28 Eylül’de Tunuslu kadın akademisyen Necla Buden’i yeni hükümeti kurması için görevlendirmiş ve Tunus’un ve Arap dünyasının ilk kadın Başbakanını atayarak dikkat çekmiştir. Said, 2022 yılı Haziran ayında da ülkesini Başkanlık sistemine geçirmek için bir referandum düzenlemiş ve yalnızca yüzde 30,5 katılımın olduğu referandumundan yüzde 94,6 oyla aradığı desteği sağlamayı başarmıştır. Bu anayasa değişikliği sonucunda ülkede Başkanlık sistemine dayalı yeni bir sistem oluşturulurken, “Tunus’un resmi dini İslam’dır” maddesi anayasadan çıkarılarak, yerine laikliğe daha yakın olarak algılanabilecek “Tunus İslam ulusunun bir parçasıdır” ifadesi eklenmiştir. Ülkede 2023 yılı başlarında parlamento seçimi de yapılırken, seçimlere katılımın düşük kalması ve birçok önemli siyasi partinin seçimi boykot etmesi, Said’in kurduğu yeni rejimin meşruiyetinin azalmasına neden olmuştur.

12 milyonluk önemli bir ülke olan Tunus, Avrupa ülkeleri ve özellikle Fransa ile geliştirdiği tarihsel bağların da etkisiyle daima oldukça modern ve farklı bir Müslüman ülke olmayı başarmış ve Arap Baharı sürecinde demokratikleşme yolunda da çok önemli adımlar atmıştır. Enerji kaynaklarına sahip olmayan Tunus’un ekonomisi, büyük ölçüde turizme ve tarıma dayanmaktadır. Tunus, günümüzde Freedom House’a göre “kısmen özgür” bir ülkedir. Bu, tanınmayan bir devlet olan KKTC sayılmaz ise, Müslüman dünyasındaki en iyi performans kabul edilebilir. Nitekim Tunus’un demokratik durumu halen oldukça iyi düzeydedir ve bu ülkede demokratik bir rejimin kurumsallaşması dış yardımların sağlanması durumunda kesinlikle imkânsız değildir.

Tunus’un İslam dünyasındaki bu farklı ve özel durumunu değerlendiren Tunisia: An Arab Anomaly adlı eserin[2] yazarı olan Ürdünlü akademisyen Safwan M. Masri, bu eserinde Tunus’un biricikliğine dikkat çekmiş ve bazı unsurların altını çizmiştir. Bu unsurlar ise; homojen (türdeş) nüfusa sahip olması, coğrafi olarak Akdeniz kıyısında yer alması, yüzlerce yıldır aynı sınırlar içerisinde yaşaması, tarihsel süreçte güçlü bir Tunuslu kimliği yaratmayı başarması, 19. yüzyıldan itibaren birçok önemli entelektüel yetiştirmesi, Hüseynî hanedanından I. Ahmet Bey’in köleliği Britanya etkisiyle daha 1846 yılındayken yasaklayarak ülkede insan onuruna dayalı bilinci geliştirmesi, Fransa başta olmak üzere Birleşik Krallık, İtalya ve Malta gibi Avrupa ülkeleriyle derin bağlarının olması, Zeytune Camii ve üniversitesinin laiklik yanlısı fetvalar vererek ülkede laikliğe zemin hazırlaması ve Tunus Genel İş Sendikası’nın (UGTT) ülkedeki gücü ve demokratikleşme konusundaki üstün başarısı olarak sıralanabilir.

Sonuç olarak, Kuzey Afrika’nın küçük ve şirin ülkesi Tunus, diliyoruz ki anayasal demokratik ve laik düzeni ile de yakın gelecekte Müslüman dünyasında yeniden bir rol-model olma özelliğini taşıyabilecektir. Zira Türkiye demokrasisinde yaşanan gerileme nedeniyle, Müslüman dünyanın Tunus’un demokratik başarısına büyük ihtiyacı vardır. Tunus’un bu süreçte ekonomik olarak desteklenmesi ise, tüm demokrasi yanlılarının görevi olmalıdır. Bu bağlamda temel görev ise, Jean Monnet’nin yıllar önce “demokrasinin cephaneliği” olarak değerlendirdiği Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’ne düşmektedir. Kalkınan bir ülke, gelişen bir piyasa ekonomisi ve uzlaşıya dayalı parlamenter sisteme dönüşle, Tunus, yeniden demokrasiler liginde yerini kolaylıkla alabilecektir. Son olarak, unutulmamalıdır ki, Tunus’u 2014’te demokratik bir anayasaya ulaştıran husus, demokrasi ve uzlaşma kültürüydü. Şimdi ise, bu ülkede Başkanlık sisteminde, güvenlik ve güç politikaları daa ön plandadır...

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] Bu sivil toplum örgütleri; Tunus Genel İşçi Sendikası-UGTT, Tunus Endüstri ve Ticaret Konfederasyonu-UTICA, Tunus İnsan Hakları Ligi-LTDH ve Tunus Hukukçular Derneği’dir.

[2] Safwan M. Masri (2017), Tunisia: An Arab Anomaly, Columbia University Press.

8 Haziran 2023 Perşembe

Doç. Dr. Ozan Örmeci Independent Türkçe için yazdı: "Türkiye'nin Bölgesel Güç Olma Kapasitesi"


Doç. Dr. Ozan Örmeci'nin "Türkiye'nin Bölgesel Güç Olma Kapasitesi" adlı makalesi, 8 Haziran 2023 tarihinde İngiltere merkezli The Independent gazetesinin Türkçe sürümü olan ve online olarak yayınlanan Independent Türkçe gazetesinde yayınlandı. Aşağıdaki linkten bu makaleye ulaşabilirsiniz.


4 Haziran 2023 Pazar

Le nouveau cabinet d'Erdoğan : De nouveaux noms mais de faibles espoirs

 

Introduction

Après avoir remporté une nette victoire aux élections parlementaires et présidentielles en mai, le président de longue date de Türkiye (2014-) Recep Tayyip Erdoğan (1954-) a prêté serment et a annoncé son nouveau cabinet hier le 3 juin 2023. Le nouveau cabinet d'Erdoğan a vu l'inclusion de nouveaux noms au premier plan, mais n'a pas créé de grands espoirs parmi le peuple turc pour l'avenir. Dans cet article, je vais présenter quelques membres importants (secrétaires) du nouveau cabinet d'Erdoğan et je vais essayer d'expliquer ce qui pourrait se passer dans le nouveau mandat.

Le nouveau cabinet : qui est dedans ?

Mehmet Şimşek

Étant donné que les problèmes les plus graves de la Turquie sont liés à son économie ces dernières années, le choix par Erdoğan du nouveau ministre du Trésor et des Finances était d'une importance cruciale. On savait déjà depuis un moment que le président Erdoğan tentait de convaincre Mehmet Şimşek (1967-), ancien ministre des Finances (2009-2015) et vice-Premier ministre de Türkiye (2015-2018) pour ce poste. Şimşek a toujours été considéré comme une personne de confiance pour le marché financier international puisqu'il a précédemment travaillé 7 ans en tant qu'économiste en chef et stratège pour la Merrill Lynch Company à Londres. D'origine kurde, Şimşek est une figure professionnelle internationalement acceptée pour le marché de la finance ayant également un passeport britannique. Désormais, Şimşek agira comme le nouveau sauveur de l'économie et tentera de redonner confiance aux marchés internationaux. Le plus gros problème de Şimşek, en revanche, semble être l'entêtement du président Erdoğan à maintenir les taux d'intérêt bas. De plus, la détérioration du statut démocratique de la Turquie et le manque de relations cohérentes avec l'Occident créeront également des problèmes pour Şimşek pour récupérer l'économie et calmer l'anxiété dans les milieux d'affaires. Ainsi, le problème le plus important dans le pays continuera d'être les difficultés économiques.

Hakan Fidan

Un autre nouveau nom dans le cabinet sera le nouveau ministre des Affaires étrangères Hakan Fidan (1968-). Ayant été président (sous-secrétaire) de l'agence de renseignement de Türkiye-MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) pendant de longues années (depuis 2010), Fidan est une personne célèbre, mais en même temps énigmatique. Rarement vu dans le public et les médias jusqu'à présent, il sera désormais intéressant de voir Fidan à la une des journaux et dans les conférences de presse très fréquemment. Fidan est à coup sûr un nationaliste turc et un bureaucrate fidèle à Erdoğan qui pourrait créer une différence en organisant un service extérieur plus opérationnel avec des liens croissants avec la bureaucratie de sécurité. La présence de Fidan a pu se faire sentir en particulier dans la lutte de la Turquie contre le terrorisme et son influence dans certaines régions (Balkans, Caucase, Moyen-Orient et Afrique du Nord) non seulement avec les méthodes de puissance dure, mais aussi à travers des instruments de puissance douce et de négociation (diplomatie).

Yaşar Güler

Le 30e chef d'état-major général des forces armées turques, le général Yaşar Güler (1955-) est nommé nouveau ministre de la Défense par le président Erdoğan dans ce cabinet. A servi près de 5 ans à la tête de l'armée turque, Güler remplacera Hulusi Akar, ancien chef d'état-major général. Güler est un homme d'État sérieux qui fait rarement des déclarations publiques. Cependant, dans ce nouveau régime dominé par le président Erdoğan, Güler n'agira sûrement pas comme les puissants généraux turcs du passé.

Cevdet Yılmaz

De plus, en remplaçant Süleyman Soylu, le gouverneur d'Istanbul (2018-2023) Ali Yerlikaya (1968-) est devenu ministre de l'Intérieur. En outre, Yılmaz Tunç (1971-) a été nommé nouveau ministre de la Justice. Cela a été largement perçu comme une surprise par les commentateurs politiques de Türkiye. Le professeur İbrahim Kalın (1971-) devait quant à lui devenir le nouveau président de l'organisation de renseignement turque MİT en remplaçant Hakan Fidan. Porte-parole du président turc depuis 2014, Kalın est un intellectuel conservateur/islamique ayant publié de nombreux ouvrages universitaires. Un intellectuel au sommet de l'agence de renseignement du pays serait certainement un facteur distinctif pour Türkiye. Le vice-président d'Erdoğan, quant à lui, était Cevdet Yılmaz (1967-) qui travaillait auparavant comme ministre du Développement (2011-2015, 2015-2016).

Voici la liste complète du nouveau cabinet d'Erdoğan :

Vice President: Cevdet Yılmaz

Minister of Justice: Yılmaz Tunç

Minister of Family and Social Services: Mahinur Özdemir Göktaş

Minister of Environment, Urbanisation and Climate Change: Mehmet Özhaseki

Minister of Foreign Affairs: Hakan Fidan

Minister of Energy and Natural Resources: Alparslan Bayraktar

Minister of Youth and Sports: Osman Askın Bak

Minister of Treasury and Finance: Mehmet Şimşek

Minister of Interior Affairs: Ali Yerlikaya

Minister of Culture and Tourism: Mehmet Nuri Ersoy

Minister of National Education: Yusuf Tekin

Minister of Defense: Yaşar Güler

Minister of Health: Fahrettin Koca

Minister of Industry and Technology: Mehmet Fatih Kacır

Minister of Agriculture and Forestry: İbrahim Yumaklı

Minister of Trade: Ömer Bolat

Minister of Transport and Infrastructure: Abdülkadir Uraloğlu

Les attentes du nouveau mandat

Le nouveau mandat du président Erdoğan sera comme d'habitude très difficile. Il devra faire face aux problèmes économiques croissants de la Turquie en plus des retombées négatives des récents tremblements de terre et de l'invasion russe de l'Ukraine. L'attitude peu accueillante de Washington et de Bruxelles envers le régime d'Erdoğan en raison des problèmes de Türkiye liés à l'état de droit, à la liberté d'opinion et à la démocratie sera également un élément de risque majeur pour Ankara dans le nouveau mandat.

La première question à l'ordre du jour de la nouvelle législature sera l'adhésion de la Suède à l'OTAN. La Suède a déjà ratifié une nouvelle loi pour répondre aux préoccupations turques concernant la lutte contre le terrorisme. Cependant, en raison d'une approche négative envers son gouvernement, en particulier ces dernières années, le président Erdoğan pourrait s'attendre à un rendez-vous qui lui est donné depuis la Maison Blanche par l'administration Biden. Erdoğan tentera probablement d'utiliser cette rencontre comme un succès diplomatique et de consolider son pouvoir en politique intérieure. De plus, Türkiye veut résolument résoudre le problème des F-16 avec Washington afin de pouvoir approvisionner ses forces aériennes en nouveaux avions de chasse et moderniser ceux déjà existants.

En politique intérieure, le gouvernement Erdoğan pourrait commencer à travailler sur un nouveau projet de loi visant à libéraliser toutes sortes de tenues islamiques dans les fonctions publiques, une question qui était déjà à l'ordre du jour avant les élections. Ce faisant, Erdoğan pourrait renforcer davantage ses liens avec les masses pieuses, et créer un clivage au sein de l'opposition puisque des éléments conservateurs de l'opposition tels que İYİ Parti (Bon Parti), Parti DEVA, Parti démocrate (DP) et Le Parti du Futur (Gelecek Partisi) devra peut-être soutenir ce projet de loi pour ne pas s'aliéner ses électeurs. En outre, le gouvernement Erdoğan pourrait prendre des mesures pour légiférer une nouvelle constitution entièrement civile avec ses partenaires le Parti d'action nationaliste (MHP), le Nouveau Parti du bien-être (YRP) et Hüda-Par. Cette constitution n'apportera certainement pas un retour au système parlementaire, mais au moins pourrait-elle accroître les garanties des libertés individuelles et de l'État de droit au sein d'un système hyperprésidentiel.

De plus, la reconstruction de 10 villes turques qui ont été dévastées par les énormes tremblements de terre de début février figureront en tête de liste de la politique intérieure. Le régime hybride de Türkiye pourrait également être plus courageux dans le nouveau mandat pour affaiblir l'opposition. En ce sens, l'affaire de fermeture contre le parti pro-kurde le HDP et l'interdiction politique du maire d'Istanbul pro-laïc du CHP, Ekrem İmamoğlu, pourraient être finalisées avant les élections locales de mars 2024 pour affaiblir et repenser l'opposition. Selon moi, Erdoğan préférerait une opposition kémaliste classique, moins dangereuse pour son régime en termes de performances électorales. Enfin, Erdoğan continuera à soutenir l'industrie de la défense turque et encouragera son pays à produire les armes de l'armée turque au niveau national. Ce faisant, Erdoğan tentera de réduire la dépendance de la Turquie vis-à-vis des puissances étrangères, principalement les États-Unis.

En politique étrangère, l'un des enjeux les plus importants de la nouvelle législature sera la situation chaotique ou le désordre en Syrie. Ce n'est un secret pour personne que les groupes PYD/YPG sont considérés comme des branches du PKK, une organisation politique kurde interdite et un groupe terroriste, par Ankara. En ce sens, Türkiye pourrait essayer d'organiser de nouvelles opérations militaires en Syrie afin de balayer ou au moins d'affaiblir les groupes PYD/YPG. Mais il convient de mentionner que ces groupes sont bien entraînés et équipés par Washington et ce n'est peut-être pas une situation facile pour Ankara d'atteindre ses objectifs en Syrie. De plus, les approches de la Russie, de l'Iran et des États-Unis concernant les opérations militaires de Türkiye en Syrie ont été plutôt décourageantes jusqu'à présent et il pourrait être très difficile pour Ankara d'obtenir le feu vert de ces trois acteurs. Cependant, au cas où la Turquie et la Russie pourraient s'entendre sur une opération à échelle limitée, les forces armées turques pourraient le faire avec succès et pourraient déplacer davantage d'immigrants syriens sur le sol syrien en forçant les groupes kurdes à migrer vers des régions éloignées.

En politique étrangère, outre ces questions déclarées, la normalisation avec Washington, Tel-Aviv (Jérusalem) et Le Caire pourrait également être à l'ordre du jour de la nouvelle législature. De plus, Erdoğan pourrait lancer la construction d'une nouvelle centrale nucléaire à Sinop avec les Russes, pour approfondir ses liens avec le régime de Poutine. La Russie et la Turquie pourraient également travailler à la transformation d'Ankara en un pays de transit énergétique qui facilitera l'approvisionnement en gaz de la Russie vers les pays européens. Cela procurera à Türkiye certains avantages en matière de prix, mais permettra également à la Russie de continuer à commercer avec l'Europe via Ankara. Le président russe Vladimir Poutine avait auparavant proposé cette vision à Türkiye pour séparer Ankara du bloc occidental. En plus de cela, la libéralisation des visas pour les citoyens turcs se rendant dans les pays de l'Union européenne (UE) et la mise à jour de l'union douanière pourraient être d'autres problèmes majeurs de la politique étrangère du gouvernement Erdoğan. Mais personne n'espère en ce moment en Turquie une réelle avancée dans l'adhésion de la Turquie à l'UE. Enfin, les efforts de normalisation de la Turquie avec l'Arménie et la Grèce pourraient également se poursuivre dans le nouveau mandat, mais pour être honnête, personne ne s'attend à un miracle en la matière. Cependant, l'ouverture de la frontière entre la Turquie et l'Arménie ne serait pas une grande surprise. La visite du Premier ministre arménien Nikol Pashinyan à Ankara pour l'investiture présidentielle d'Erdoğan a également été un signal positif pour l'avenir.

Conclusion

Pour conclure, il faut être conscient du fait que si le président turc Recep Tayyip Erdoğan est un génie politique et une machine à gagner électoralement, durant son mandat, en fait l'éloignement de la Turquie de l'Occident s'est accéléré. Pour le dire plus concrètement, je dois dire que sur 21 présidents qui ont personnellement assisté à la cérémonie de prestation de serment d'Erdoğan, il n'y avait que quelques chefs d'État de pays occidentaux et démocratiques (par exemple, le président bulgare Rumen Radev). Au contraire, la plupart des participants venaient d'États autocratiques. Une bonne chose a été la participation du secrétaire général de l'OTAN, Jens Stoltenberg, à la cérémonie, mais cela pourrait être lié à l'adhésion de la Suède à l'OTAN. Le peu d'intérêt manifesté par les présidents des pays occidentaux pour la cérémonie devrait nous donner une idée de l'orientation de la Turquie pour l'avenir. Cela doit également être considéré comme un avertissement pour le monde occidental car je pense que les relations turco-russes se développeront davantage avec ce nouveau cabinet à moins qu'il n'y ait un changement fondamental dans les relations d'Ankara avec l'Occident.

Assoc. Prof. Ozan ÖRMECİ

3 Haziran 2023 Cumartesi

Erdoğan's New Cabinet: Fresh Names but Low Hopes

 

Introduction

After having a clear victory both in the parliamentary and the presidential elections in May, Türkiye's long serving (2014-) President Recep Tayyip Erdoğan (1954-) took his oath and announced his new cabinet today on June 3, 2023. Erdoğan's new cabinet saw the inclusion of fresh names to the forefront, but did not create high hopes among the Turkish people for the future. In this piece, I am going to introduce some important members (secretaries) of Erdoğan's new cabinet and I will try to explain what might happen in the new term.

The new cabinet: Who is in?

Mehmet Şimşek

Since Türkiye's most serious problems are related to its economy in the last few years, Erdoğan's choice of the new Minister of Treasure and Finance was of critical importance. It had been already known for a while that President Erdoğan was trying to convince Mehmet Şimşek (1967-), former Minister of Finance (2009-2015) and Deputy Prime Minister of Türkiye (2015-2018) for this position. Şimşek has always been considered as a trustworthy person for the international finance market since he previously worked 7 years as the chief economist and strategist for the Merrill Lynch Company in London. Coming from Kurdish roots, Şimşek is an internationally accepted professional figure for the finance market having also a British passport. Now, Şimşek will act like the new savior of the economy and will try to give confidence to international markets. Şimşek's biggest problem on the other hand seems to be President Erdoğan's stubbornness of keeping interest rates low. Moreover, Türkiye's deteriorating democratic status and lack of coherent relations with the West will also create some problems for Şimşek to recover the economy and calm down the anxiety in the business circles. Thus, the most important problem in the country will continue to be the economic hardship.

Hakan Fidan

Another fresh name in the cabinet will be the new Foreign Minister Hakan Fidan (1968-). Having been served as the President (Undersecretary) of Türkiye's intelligence agency-MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) for long years (since 2010), Fidan is a famous, but at the same enigmatic person. Rarely seen in the public and media until now, it will be interesting to see Fidan at the headlines of newspapers and in press conferences very frequently from now on. Fidan is for sure a Turkish nationalist and a loyal bureaucrat to Erdoğan who could create a difference by organizing a more operational Foreign Service with increasing ties with the security bureaucracy. Fidan's presence could be felt especially in Türkiye's struggle with terrorism and influence in some regions (Balkans, Caucasus, Middle East, and North Africa) not only with the hard power methods, but also through soft power instruments and negotiation (diplomacy).

Yaşar Güler

The 30th Chief of the General Staff of the Turkish Armed Forces (TAF) General Yaşar Güler (1955-) is appointed as the new Defense Minister by President Erdoğan in this cabinet. Served almost 5 years as the head of the TAF, Güler will replace Hulusi Akar, former Chief of General Staff. Güler is a serious statesman who rarely makes public statements. However, in this new regime dominated by President Erdoğan, Güler will surely not act as the mighty Turkish Generals of the past.

İbrahim Kalın

In addition, by replacing Süleyman Soylu, İstanbul governor (2018-2023) Ali Yerlikaya (1968-) became the Minister of Interior. Furthermore, Yılmaz Tunç (1971-) was appointed as new the Minister of Justice. This was largely perceived as a surprise by political commentators in Türkiye. Professor İbrahim Kalın (1971-) on the other hand was expected to become the new President of Turkish intelligence organization MİT by replacing Hakan Fidan. Having been served as Turkish Presidential Spokesperson since 2014, Kalın is a conservative/Islamic intellectual having many academic books published. An intellectual at the top of the country's intelligence agency would certainly be a distinguishing factor for Türkiye. Vice President pick of Erdoğan on the other hand was Cevdet Yılmaz (1967-) who previously worked as the Minister of Development (2011-2015, 2015-2016). 

Here's the full list of Erdoğan's new cabinet:

Vice President: Cevdet Yılmaz

Minister of Justice: Yılmaz Tunç

Minister of Family and Social Services: Mahinur Özdemir Göktaş

Minister of Environment, Urbanisation and Climate Change: Mehmet Özhaseki

Minister of Foreign Affairs: Hakan Fidan

Minister of Energy and Natural Resources: Alparslan Bayraktar

Minister of Youth and Sports: Osman Askın Bak

Minister of Treasury and Finance: Mehmet Şimşek

Minister of Interior Affairs: Ali Yerlikaya

Minister of Culture and Tourism: Mehmet Nuri Ersoy

Minister of National Education: Yusuf Tekin

Minister of Defense: Yaşar Güler

Minister of Health: Fahrettin Koca

Minister of Industry and Technology: Mehmet Fatih Kacır

Minister of Agriculture and Forestry: İbrahim Yumaklı

Minister of Trade: Ömer Bolat

Minister of Transport and Infrastructure: Abdülkadir Uraloğlu

Expectations from the new term

President Erdoğan's new term will be very difficult as usual. He will have to face with Türkiye's growing economic problems in addition to negative spillover effects of the recent earthquakes and the Russian invasion of Ukraine. Unwelcoming attitude of Washington and Brussels towards Erdoğan regime due to Türkiye's problems related to rule of law, freedom of opinion, and democracy will also be major risk elements for Ankara in the new term.

The first issue on the agenda in the new term will be the Swedish accession to NATO. Sweden already ratified a new law for satisfying Turkish concerns about struggle with terrorism. However, due to negative approach towards his government especially in the last few years, President Erdoğan might be in expectation of a rendezvous given to him from the White House by the Biden administration. Erdoğan will probably try to use this meeting as a diplomatic success and consolidate his power in domestic politics. Moreover, Türkiye definitely wants to solve the F-16 problem with Washington in order to be able to supply its air forces with new fighter jets and to modernize the already existing ones.

In domestic politics, Erdoğan government might start to work on a new bill to liberalize all kinds of Islamic dresses in public offices, an issue that was already on the agenda before the elections. By doing this, Erdoğan could further strengthen his ties with the pious masses, plus, he can create a cleavage within the opposition since conservative elements from the opposition such as İYİ Parti (Good Party), DEVA Party, Democrat Party (DP), and Future Party (Gelecek Partisi) might have to support this bill for not alienating their voters. In addition, Erdoğan government might take steps to legislate a new and completely civilian constitution together with its partners Nationalist Action Party (MHP), the New Welfare Party (YRP), and Hüda-Par. This constitution will certainly not bring a return to parliamentary system, but at least it might increase guarantees for personal freedoms and rule of law within a hyperpresidential system.

In addition, the reconstruction of 10 Turkish cities that were devastated by the huge earthquakes in early February will be at the top of the list for domestic politics. The hybrid regime in Türkiye could also be more courageous in the new term for weakening the opposition. In that sense, party closure case against the pro-Kurdish HDP and political ban on pro-secular CHP's İstanbul mayor Ekrem İmamoğlu could be finalized before the March 2024 local elections to weaken and redesign the opposition. In my opinion, Erdoğan would prefer a classical Kemalist opposition, which would be less dangerous for his regime in terms of electoral performance. Lastly, Erdoğan will continue to support the Turkish defense industry and encourage his country to produce Turkish Army's weapons domestically. By doing this, Erdoğan will try to decrease Türkiye's dependency on foreign powers, primarily the United States. 

In foreign policy, one of the most important issues in the new term will be the chaotic situation or the mess in Syria. It is not a secret that PYD/YPG groups are seen as branches of PKK, an outlawed Kurdish political organization and a terrorist group, by Ankara. In that sense, Türkiye might try to organize new military operations into Syria in order to sweep or at least weaken PYD/YPG groups. But it should be mentioned that these groups are well trained and equipped by Washington and it might not a piece of cake situation for Ankara to reach its goals in Syria. Moreover, Russia, Iran, and the United States' approaches to Türkiye's military operations in Syria have been rather discouraging so far and it could be very hard for Ankara to get the green light from these three actors. However, in case Türkiye and Russia could agree on a limited scale operation, Turkish Armed Forces could do this successfully and could relocate more Syrian immigrants into Syrian soil by forcing Kurdish groups to migrate to distant areas.

In foreign policy, other than these stated issues, normalization with Washington, Tel Aviv (Jerusalem), and Cairo might also be on the agenda in the new term. In addition, Erdoğan could start the construction of a new nuclear power plant in Sinop with Russians, to deepen his ties with the Putin regime. Russia and Türkiye could also work on transforming Ankara into an energy transit country that will facilitate Russia's gas supplies to European countries. This will provide Türkiye some advantages in the pricing, but also allow Russia to continue to trade with Europe via Ankara. Russian President Vladimir Putin previously offered this vision to Türkiye to separate Ankara from the Western bloc. In addition to these, the visa liberalization for Turkish citizens going to European Union (EU) countries and the updating of the Customs Union could be other major issues in foreign policy for Erdoğan government. But no one is hopeful in Türkiye right now about a real progress in Turkish accession to the EU. Lastly, Türkiye's efforts of normalization with Armenia and Greece could also continue in the new term, but to be honest, no one expects a miracle on that matters. However, the opening of border between Türkiye and Armenia would not be a big surprise. Armenian Prime Minister Nikol Pashinyan's visit to Ankara for Erdoğan's presidential inauguration was also a positive signal for the future. 

Conclusion

To conclude, we should be aware of the fact that although Turkish President Recep Tayyip Erdoğan is a political genius and an electoral winning machine, during his term, in fact Türkiye's distancing from the West accelerated. To put it more concretely, I should say that out of 21 Presidents who personally attended to Erdoğan's oath ceremony, there were only a few (e.g. Bulgarian President Rumen Radev) Western and democratic countries' heads of the states. On the contrary, most of the attendees were from autocratic states. One good thing was the participation of NATO Secretary General Jens Stoltenberg to the ceremony, but this could be related to the Swedish accession to NATO. The lack of interest shown by the Western countries' Presidents to the ceremony should give us an idea about the direction of Türkiye for the future. This should also be considered as a warning for the Western world since I believe Turkish-Russian relations will further develop with this new cabinet unless there is a fundamental change in Ankara's relations with the West.

Assoc. Prof. Ozan ÖRMECİ