12 Mart 2021 Cuma

Doç. Dr. Ozan Örmeci'den Yeni Sunum: "İstiklâl Marşı'nın Yazıldığı Dönemde Türk Toplumu"


İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 12 Mart 2021 tarihinde İstiklâl Marşı'nın kabulünün 100. yıldönümü vesilesiyle İstanbul Kent Üniversitesi'nin düzenlediği etkinlikle, "İstiklâl Marşı'nın Yazıldığı Dönemde Türk Toplumu" adlı bir sunum gerçekleştirdi. Moderatörlüğünü Dr. Beyhan İncekara'nın yaptığı etkinlikle, Örmeci, sunumunda, vatan şairi Mehmet Akif Ersoy'un yaşamı, sanatsal nitelikleri, İstiklâl Marşı'nın yazılma hikâyesi ve Ersoy'un yaşamının siyaseten bize günümüzde neler ifade ettiği gibi konular üzerinde durdu. Aşağıda, sunumdan bazı fotoğraflara ve sunum metnine ulaşabilirsiniz.






9 Mart 2021 Salı

Birleşik Krallık Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott’un ‘Brexit Sonrasında Britanya-Türkiye İlişkileri’ Konferansı


İngiliz Arkeoloji Araştırma Enstitüsü (British Institute at Ankara veya kısaca BIAA), 9 Mart 2021 tarihinde, 2018'den bu yana Birleşik Krallık Ankara Büyükelçisi olarak görev yapan Sir Dominick Chilcott’un konuşmacı olduğu “British-Turkish Relations after Brexit” (Brexit Sonrasında Britanya-Türkiye İlişkileri) başlıklı bir online (çevrimiçi) ders gerçekleştirmiştir. Bu yazıda, bu derste İngiliz Büyükelçi tarafından ifade edilen önemli görüşler özetlenecektir.

Sunumunun başında, Sir Dominick Chilcott, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılmış bağımsız bir aktör olduğu bu yeni süreçte Birleşik Krallık-Türkiye ilişkileri hakkında konuşmanın önemli bir iş olduğundan bahsederken, ülkesinin tarihsel süreçte uluslararası siyaset açısından her zaman önemli bir aktör olduğunu da vurgulamaktadır. Birleşik Krallık’ın birçok kişi tarafından ABD ile Avrupa arasında bir “köprü” olarak değerlendirildiğini (hatta bizzat eski Başbakan Tony Blair de bu şekilde bir değerlendirme yapmıştır) ve Türkiye’nin de Avrupa ve Ortadoğu arasında benzer bir yakıştırmaya konu olduğunu belirten Büyükelçi, Brexit sürecinin bir “İmparatorluk nostaljisi” olsun veya olmasın, Birleşik Krallık dış politikası ve Türkiye ile ilişkiler konusunda önemli bir dönüm noktası olduğunu belirtmektedir. Brexit öncesinde Londra ile Ankara arasındaki ilişkilerin daha çok Brüksel (AB) perspektifinden belirlendiğini ve ikili ilişkilerin daha arka planda kaldığını belirten Büyükelçi, ancak yeni dönemde bunun değiştiğini belirtmektedir. Bunun AB içerisindeki en büyük Türkiye destekçisi olan Birleşik Krallık’ın artık AB’de olmaması nedeniyle Türkiye açısından bir kayıp da olabileceğinin altını çizen Chilcott, Türkiye’nin en kapsamlı demokratikleşme ve ekonomik gelişim sürecinin 2000’lerde AB üyelik perspektifiyle gerçekleştiğini de bu noktada hatırlatmaktadır. Türkiye’nin NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip olan bir devlet olarak hâlâ Avrupa güvenliği açısından vazgeçilmez bir devlet olduğunu vurgulayan Chilcott, IŞİD’le ve diğer radikal örgütlerle mücadele ve Rusya konusunda da Ankara’nın güvenilir bir partner olduğunu ima etmektedir. Londra’nın artık AB’nin Türkiye politikasına etki edemediğini, buna karşın ikili ilişkileri geliştirmek ve Avrupa’ya dışarıdan etki etmenin halen mümkün olduğunu belirten İngiliz Büyükelçi, Londra-Brüksel ilişkilerinin Ankara-Brüksel ilişkilerine de bir tür model veya örnek olabileceğini vurgulamaktadır. Her iki ülkenin de büyük İmparatorluk geçmişinden gelen ülkeler olarak birçok benzerliği olduğunu vurgulayan Chilcott, buna karşın Türkiye’nin -İngiltere’nin aksine- halen AB’ye üyelikte ısrar ettiğini belirtmektedir.

Konuşmasında, daha sonra, Avrupa ve Birleşik Krallık tarihine dair önemli örnekler veren Büyükelçi Chilcott, Kraliçe I. Elizabeth döneminde İngiltere’nin Müslüman dünyasıyla çok iyi ilişkiler kurabildiğini de tarihsel bir anekdot olarak bu noktada hatırlatmaktadır. İngiltere’nin ilk Osmanlı Büyükelçisinin göreve başlaması ve ekonomik ilişkilerin gelişmesinin de bu dönemde gerçekleştiğini belirten İngiliz diplomat, konuşmasına Birleşik Krallık-Osmanlı ilişkilerine dair ilginç örnekler sunarak devam etmektedir. Britanya’nın 19. yüzyıldan itibaren Rusya ile “Büyük Oyun” adı verilen bir mücadeleye girdiğini ve bu süreçte Osmanlı ile de yakın ilişkiler kurduğunu anımsatan Büyükelçi, bu dönemde kurulan iyi ilişkilerin günümüze de olumlu etki ettiğini söylemektedir. Buna rağmen, Kadir Has Üniversitesi’nin düzenli olarak yaptığı Türk Dış Politikası Algıları araştırmasından da anlaşılabildiği üzere, Türk halkının yaklaşık yüzde 81’inin Birleşik Krallık’ı son yıllarda dost bir ülke olarak değerlendirmediğini belirten Büyükelçi, Birleşik Krallık Türkiye’nin güvenliğine yönelik bir tehdit oluşturmadığı halde neden bu şekilde olumsuz bir algı oluşabildiğini anlayamadığını belirtmekte ve 1950’lerden beri ülkesinin Türkiye ile ikili ilişkileri ve uluslararası platformlardaki dayanışmasının iyi düzeyde olduğunu söylemektedir. Brexit sürecinde Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ne yazık ki bazı olumsuz propagandalar da yapıldığını anımsatan Sir Dominick Chilcott, buna karşın iki ülke arasındaki ilişkilerin kötü durumda olmadığını ima etmektedir.

Daha sonra uluslararası sistemdeki gelişmeleri değerlendiren Chilcott, Çin’in son yıllardaki hızlı ekonomik ve siyasal yükselişi ve ABD’nin buna reaksiyonunu ve Arap Baharı sonrasında Ortadoğu başta olmak üzere birçok coğrafyada yaşanan demokratik gerilemeyi en önemli temalar olarak öne çıkarmaktadır. Bu noktada yeni ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Çin aleyhinde yaptığı güncel değerlendirmeleri özetleyen Chilcott, ABD’nin bu konuda müttefik ve partnerleriyle birlikte hareket etmek istediğini söylemektedir. Ülkesinin en önemli müttefikinin ABD olmaya devam edeceğini belirten Chilcott, buna karşın tüm ülkelerle, özellikle de demokrasilerle ilişkilerini geliştirmek istediklerini söylemekte ve NATO’nun Birleşik Krallık savunma politikasındaki önemli konumuna dikkat çekmektedir. Birleşik Krallık’ın bilim konusundaki araştırma ve yatırımlarının da devam edeceğini belirten İngiliz diplomat, ülkesinin kalkınma ve yardım faaliyetlerinde de önemli bir ülke olduğunu vurgulamaktadır. Bu tablo içerisinde Türkiye ile ilişkilerin önemli olduğunu ve bu ülke ile her alanda ilişkilerini geliştirmek istediklerini söyleyen Chilcott, özellikle her iki ülkenin de NATO üyesi olmalarını çok önemli bir avantaj olarak öne çıkarmaktadır. İki ülkenin savunma alanında daha büyük işbirliği yapabileceklerini de kaydeden Chilcott, özellikle TUSAŞ/TAİ TF-X projesini (Milli Muharip Uçak projesi) bu noktada stratejik bir proje olarak vurgulamaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin turizm açısından da Britanya vatandaşları için harika bir yer olduğunun altını çizen İngiliz diplomat, bu alanda da ilişkilerin geçtiğimiz yıllar içerisinde çok olumlu şekilde geliştiğini anımsatmaktadır. Türkiye’nin yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapması konusunda bu ülkenin insani çabalarını gördüklerini ve bu konuda yardımlarına devam edeceklerini belirten Chilcott, Çin (Doğu Türkistan) konusunda da Türkiye ile ortak politikalar geliştirmek istediklerini vurgulamaktadır. Türkiye ile Ortadoğu ve genel olarak uluslararası sistem konusunda birlikte çalışmak istediklerini ısrarla vurgulayan Sir Dominick Chilcott, Brexit sonrasında ikili ekonomik ilişkilerin ise hem fırsat, hem de tehditlerle karşı karşıya olduğunu söylemektedir. Brexit sonrasında iki ülkenin hızlı bir şekilde serbest ticaret antlaşması imzaladıklarını da sözlerine ekleyen Chilcott, ekonomik ilişkilerin birçok alanda daha da geliştirilebileceğini kaydetmektedir. Bu alanda umutlu olduğunu söyleyen Chilcott, Türkiye’nin birçok sektörde üretim alanında Britanya pazarında Çin’e alternatif olabileceğini iddia etmekte ve yeşil enerji konusunda da Türkiye’nin önemli bir atılım yapabileceğini iddia ederek, Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı imzalamasını umduklarını söylemektedir. Londra’nın Ankara ile Birleşmiş Milletler (BM) sistemi içerisinde her alanda işbirliğine açık olduğunu belirten Chilcott, günümüzde İngilizce’nin çok önemli ve diplomasinin temel dili haline geldiğini söylemekte ve İngilizce’nin de iki ülkeyi bağlayan temel bir değer olduğuna vurgu yapmaktadır. Ülkesinin artık Eramus+ projesine katılmayacak olsa da, Turing adlı yeni bir öğrenci ve akademisyen değişim programı başlattığını da vurgulayan İngiliz Büyükelçi, İngiliz Arkeoloji Araştırma Enstitüsü’nün (British Institute at Ankara-BIAA) çalışmalarını da bu noktada dinleyecilere hatırlatmaktadır.

Konuşmasında son olarak iki ülke arasındaki ilişkilerin stratejik seviyeye ulaşabileceğini belirten Chilcott, NATO, Avrupa Konseyi ve G20 üyeliklerinin bu noktada önemli veriler olduğunu, ancak ilişkilerin “transactional” düzeyde kalma riskinin de olabileceğini vurgulamaktadır. İngiltere’nin güçlü bir Türkiye’yi görmek istediğini belirten İngiliz Büyükelçi, iki ülkenin birbirlerine daha çok güvenmeleri durumunda toplumsal algıları değiştirebileceklerini de sözlerine ekleyerek, konuşmasını tamamlamaktadır.

Sonuç olarak, Birleşik Krallık Ankara Büyükelçisi Sir Dominick Chilcott’un konuşmasının Birleşik Krallık-Türkiye ilişkilerine dair önemli değerlendirmeler içeren faydalı bir girişim olduğu belirtilebilir. Bu konuşmadan çıkarılacak en önemli siyasi mesajlar ise bence şöyledir:

  • Londra, Brexit sonrasında yeni ABD yönetimi ile uyumlu bir şekilde diplomasisini şekillendirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, ABD yönetiminin Çin karşıtı sert söylemleri, Birleşik Krallık dış politikasına da zaman içerisinde sirayet edecek gibi gözükmektedir. Zaten halihazırda İngiliz basın-yayın kuruluşu BBC, Doğu Türkistan (Uygur) Sorunu’nu dünyada en yoğun şekilde en çok yazan/işleyen haber kuruluşu durumundadır.
  • Soru-cevap bölümünde, İngiliz Büyükelçi, Türkiye’nin Suriye’de PYD-YPG terör örgütlerine karşı operasyonlarının devam edebileceğini belirtmiş ve bu yönde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne destek veren bazı açıklamalar yapmıştır. Zira Büyükelçi’ye göre, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu zor coğrafya ve koşullar nedeniyle, terörle mücadele için askeri operasyonlar yapması doğru ve haklıdır.
  • Sir Dominick Chilcott, Türkiye ile ilişkilerinin “stratejik” düzeyde olduğunu ve neden Türk halkının ülkesine karşı olumsuz bir algılama geliştirdiğini anlayamadığını da konuşmasında birkaç defa vurgulamıştır. Bu noktada, Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinin yarattığı tarihsel bagajın etkili olabileceğini kaydeden Chilcott, buna karşın günümüzde ilişkilerin çok iyi düzeyde olduğunu belirtmektedir.
  • İngiliz Büyükelçi, TF-X (Milli Muharip Uçak) projesi başta olmak üzere Türkiye ile askeri alanda daha fazla işbirliği yapmak istediklerini belirtmekte ve ekonominin her alanında da ilişkilerin geliştirilebileceğini söylemektedir.

 Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

5 Mart 2021 Cuma

UPA Kıbrıs Müzakereleri Webinar'ı: "Cenevre Görüşmeleri Öncesinde Kıbrıs Müzakerelerinde Son Durum: İki Devletlilik Tezi Gerçekçi Bir Öneri Mi?"

 

Uluslararası Politika Akademisi (UPA), 5 Mart 2021 tarihinde Kıbrıs müzakereleri konulu ve "Cenevre Görüşmeleri Öncesinde Kıbrıs Müzakerelerinde Son Durum: İki Devletlilik Tezi Gerçekçi Bir Öneri Mi?" başlıklı  özel bir webinar gerçekleştirdi. Moderatörlüğünü UPA Kurucu Genel Koordinatörü ve İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ozan Örmeci'nin yaptığı webinar'a; KKTC. 5 Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar'ın Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı ve Kıbrıs Türk Müzakere Heyeti Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Işıksal, KKTC 2. Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat ve KKTC 4. Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı dönemlerinde Kıbrıs Türk Müzakere Heyeti Üyesi olarak görev yapmış olan Uluslararası İlişkiler uzmanı Dr. İpek Borman, Yeditepe Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Koordinatörü Doç. Dr. Deniz Tansi ve Global Politikalar Merkezi Avrupa Birliği (AB) uzmanı Hüseyin Silman katıldılar. Webinar'da, Nisan ayı sonunda Cenevre'de gerçekleşecek olan Kıbrıs müzakereleri, KKTC-Türkiye ilişkileri ve Türkiye-AB ilişkileri gibi konular tartışıldı. Aşağıdaki kayıttan bu webinar'ı izleyebilirsiniz.



Prof. Dr. Haydar Çakmak'la Söyleşi: "Macron Döneminde Türkiye-Fransa İlişkileri"

 

Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü ve İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ozan Örmeci, 5 Mart 2021 tarihinde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi ve Ufuk Üniversitesi öğretim üyesi duayen akademisyen Prof. Dr. Haydar Çakmak ile "Macron Döneminde Türkiye-Fransa İlişkileri" konulu bir söyleşi gerçekleştirdi. Aşağıdaki kayıttan bu görüşmeyi izleyebilirsiniz.


Not: Röportaj, haftalar öncesinden planlamıştır. Şehitlerimizi bu vesileyle saygıyla anıyoruz. Terörün Türkiye'de demokratik siyasal hayat ve akademik faaliyetlerin yapılmasına engel olmaması adına, röportaj bugün yayınlanmıştır.


4 Mart 2021 Perşembe

Biden Doktrini: Savaş Yerine Diplomasi ve Demokrasiye Verilen Büyük Önem

 

Giriş

46. ABD Başkanı Joe Biden'ın nasıl bir dış politika çizgisi belirleyeceği konusunda uluslararası platformlar ve Türkiye'de tartışmalar devam ederken, yeni yönetim, Başkan Biden'ın imzasıyla, geçtiğimiz gün (2021 Mart ayı başında) "Interim National Security Strategic Guidance" (Geçici Ulusal Güvenlik Rehberi) başlıklı bir rapor yayınlayarak, Biden Doktrini'nin nasıl şekillenebileceği konusunda ilk önemli dokümanı meraklılara sunmuş oldu. Bu yazıda, bu belgeyi özetleyerek, Biden yönetiminin dış politikası ve güvenlik politikasının nasıl olabileceği konusunda bazı fikirlerimi sizlerle paylaşacağım.

Biden Doktrini Oluşurken İlk Önemli Belge: Geçici Ulusal Güvenlik Rehberi

Raporun "Önsöz" bölümünde, Başkan Biden, Başkanlık konuşmasında söylediği şekilde, ABD'nin kendi döneminde yeniden dünya meseleleriyle ilgilenmeye başlayacağını belirtmekte ve dünyanın bir dönüm noktasında olduğunu vurgulayarak, Covid-19 (koronavirüs) pandemisi, iklim değişikliği krizi, nükleer çoğalma ve Endüstri 4.0 dönüşümünün zorlukları gibi küresel sorunlar karşısında, ülkesi ABD'nin, Amerikan çıkarları ve evrensel değerler doğrultusunda, ABD'nin müttefik ve partnerleriyle birlikte çalışacağını vurgulamaktadır. Biden, bu bağlamda en önemli politikasının ABD içerisinde demokrasiyi ve demokratik uygulamaları canlandırmak olduğunu yazmakta ve ancak bu şekilde güç kazanan otokrasilerle mücadele edilebileceğinin altını çizmektedir. Demokrasinin özgürlük, refah, barış ve haysiyet için anahtar olduğunu düşünen Biden, demokratik yönetimlerin daha başarılı olduğunu tüm dünyaya göstermek ve demokrasinin çöken bir rejim olmadığını kanıtlamak adına, tüm demokrasilerle birlikte çalışmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Bunun için, Joe Biden, ABD'nin yeniden uluslararası kurum ve platformlara aktif olarak katılması, ekonomik temellerini yeniden inşa etmesi, Amerikan değerlerini içeride ve dışarıda savunması, askeri kapasitesini modernleştirmesi ve Amerikan diplomasisini geliştirmesi gerektiğini düşünmektedir. Biden, ABD'nin, müttefiklerini destekleyerek, çeşitli tehlikeleri ABD'ye yakınlaşmadan önleyebileceğini vurgulamakta ve diğer ülkelerin ekonomileri ve piyasalarını destekleyerek, istikrarsızlık, şiddet ve kitlesel göçlerle daha rahat mücadele edilebileceğini düşünmektedir. Benzer şekilde, sağlık sistemlerinin geliştirilmesiyle, halkları ve ekonomileri tehdit eden sonraki pandemilerin önlenebileceğinin altını çizmektedir. LGBT bireyleri, yerli gruplar, engelliler ve farklı etnik ve dini aidiyeti olan kişiler için eşit hakları savunmaları gerektiğini belirten Biden, bu geçici belge ile ABD'nin yeni dönemdeki dış politikasına dair ilkeleri açıkladığını belirtmekte ve kaybedecek zamanları olmadığını vurgulayarak, ABD'nin dünya sahnesine kendi döneminde geri döneceğini yinelemektedir.

Bu girişin ardından, "İçindekiler" bölümünde, raporun 4 bölümden oluştuğu belirtilmektedir. Bu bölümler; "Giriş", "Küresel Liderlik Manzarası", "ABD'nin Ulusal Güvenlik Öncelikleri" ve "Sonuç" şeklinde sıralanmıştır. Giriş bölümünde, günümüzde ABD'nin kaderinin kendi kıyılarından uzaktaki gelişmelere bağlı olduğu vurgulanarak, küresel pandemi, ekonomik daralma, ırklararası eşitsizlik krizi, iklim değişikliği, yükselen milliyetçilikler, gerileyen demokrasiler, Çin, Rusya ve diğer otoriter devletlerle artan husumet ve hayatın her alanını dönüştüren teknolojik devrim gibi önemli gelişmelerden söz edilmektedir. Ayrıca, bu dönemin eşi görülmemiş zorluklara sahne olduğu, ama aynı zamanda büyük bir fırsat olduğu vurgulanmaktadır. Bu dönemde ulusal güvenlik olgusuna farklı yaklaşmak gerektiği belirtilerek, ABD'nin dünyadaki rolü ve başarısının kendi içerisindeki duruma bağlı olduğunun altı çizilmektedir. Bu bağlamda, Amerikan toplumunun çeşitliliği, canlı ekonomisi, dinamik sivil toplumu, yenilikçi teknolojisi, demokratik değerleri, yaygın müttefiklik ve partnerlik ilişkileri ve dünyanın en güçlü ordusuna sahip olması gibi avantajları sayılarak, ABD'nin kendi içerisinde başarılı olarak, dünyada liderlik etmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Yeni dönemde, blrlikte çalışarak ABD'nin halen demokratik yönetimiyle başarılı olabileceğini göstereceklerini belirten rapor, tüm başarıların temelinde ise demokrasinin olduğunun altını çizmektedir. ABD'nin yeni dönemde diplomasi ile liderlik edeceği de belgede birkaç defa vurgulanırken, ulusal güvenlik kurumları ve süreçlerinin modernize edileceği de açıklanmaktadır.

"Küresel Liderlik Manzarası" başlıklı raporun ikinci bölümünde, dünyanın değiştiği ve ABD'nin yeni dönemde 4 yıl öncesindeki gibi bile hareket edemeyeceği vurgulanmaktadır. Yeni dönemdeki tehditlerin duvarlar ve sınırlarla önlenemediği belirtilirken, bu nedenle kolektif mücadele gerektiği belirtilmektedir. Bu bağlamda, pandemiler, biyolojik riskler, iklim krizi, siber ve dijital tehditler, terörizm, nükleer silahların yayılması ve kitle imha silahlarının yayılması gibi tehditler sıralanmaktadır. ABD'nin bile tüm bu tehditlerle tek başına mücadele edemeyeceği vurgulanarak, müttefik ve partnerlerle ortak hareket etmenin gerekliliğine işaret edilmektedir. Son yıllarda demokrasilerin kuşatma altında olduğu vurgulanarak, özgür toplumların içeride yolsuzluk, eşitsizlik, kutuplaşma, popülizm ve hukuk devletine yönelik illiberal tehditlerle karşı karşıya olduğu ve bu sorunlara yönelik olarak gelişen milliyetçi ve içe kapanmacı yöntemlerin hatalı olduğu belirtilmektedir. Demokrasiler ve özgür toplumların dışarıdan da otoriter rejimler tarafından tehdit edildikleri vurgulanarak, demokrasi-dışı rejimlerin yanlış bilgilendirme ve propaganda yöntemleriyle demokrasilerin zayıflıklarını sömürdüğü iddia edilmektedir. Bu anti-demokratik trendi tersine çevirmenin ABD'nin bir dış politika önceliği olduğu vurgulanarak, ABD'nin, işleyen bir demokrasi olarak diğer devletlere örnek olması gerektiği kaydedilmektedir. Son yıllarda dünyadaki güç dengelerinin değiştiği ve yeni tehditlerin oluştuğu da vurgulanırken, bu bağlamda özellikle Çin Halk Cumhuriyeti'nin daha iddialı bir devlet haline geldiği iddia edilmektedir. Bu minvalde, Çin'in ABD'ye ve mevcut küresel sisteme meydan okuyabilecek tek devlet olduğu da belirtilirken, Rusya'nın da sistemi zorlayan bir aktör olduğu ve bu iki ülkenin ABD'nin çıkarlarına engel teşkil ettikleri vurgulanmaktadır. Bölgesel aktörlerden İran İslam Cumhuriyeti ve Kuzey Kore'nin ABD ve müttefiklerine yönelik tehditkâr politikalar geliştirdikleri de raporda belirtilirken, kırılgan rejimlerde içeriden kaynaklanan terörist gruplar, aşırıcılık, şiddet gibi tehlikelere dikkat çekilmektedir. Tüm bu sorunlar nedeniyle ABD'nin oluşturduğu uluslararası düzenin adeta bir testten geçtiğinin altı çizilirken, ABD'nin müttefikleriyle birlikte geriye dönmek yerine, bu sistemi modernize etmesi gerektiği ifade edilmektedir. Son olarak, teknolojide yaşanan inanılmaz gelişmelerin, çeşitli fırsatların yanında, bazı riskler de barındırdığı vurgulanarak, yapay zeka ve kuantum bilişim (quantum computing), biyoteknoloji, 5G teknolojisi gibi alanlara ABD'nin daha fazla yatırım yaparak, küresel liderliğini kaptırmaması gerektiği belirtilmektedir.

"ABD'nin Ulusal Güvenlik Öncelikleri" başlıklı raporun üçüncü bölümünde, ilk olarak ABD'nin ilk ulusal güvenlik önceliği Amerikan halkını korumak olarak açıklanmaktadır. İkinci önemli Amerikan güvenlik önceliği, belgede, ekonomik refah ve fırsatları arttırmak olarak açıklanırken, ekonomi politikasının şirketlere değil, Amerikan ailelerine göre şekillendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Üçüncü olarak, demokratik rejimin korunması da önemli bir güvenlik parametresi olarak ifade edilmekte ve Amerikan yaşam tarzının korunması ideali belirtilmektedir. Daha sonra, ABD'nin güvenlik hedeflerini geliştirmesine yönelik olarak; 1. Amerikan güç unsurlarının savunulması ve geliştirilmesi, 2. ABD ve müttefiklerine yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması için gerekli bölgelerde üstünlük sağlanması ve caydırıcılık geliştirilmesi, 3. açık bir uluslararası sistemin sürdürülmesi ve buna liderlik edilmesi şeklinde 3 temel hedef belirtilmektedir. Bu hedeflerin sadece ABD tarafından gerçekleştirilemeyeceği de yinelerek, Washington'ın yeni dönemde müttefikleri ve partnerleriyle birlikte hareket edeceği ısrarla vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, ABD'nin müttefikleri ve partnerleri olarak, NATO üyeleri, Avustralya, Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler işaret edilmektedir. ABD'nin önemli partnerleri olarak ise; ASEAN üyeleri, Yeni Zelanda, Singapur, Vietnam, Pasifik'teki ada devletleri, Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık gibi ülkelerin adı sayılmaktadır. Ayrıca, ABD'nin komşuları olarak Kanada ve Meksika'nın da adı zikredilerek, Karayipler ve Latin Amerika ülkeleriyle de ilişkileri geliştirmek gerektiği hususu belirtilmekte ve ABD'nin komşusu olan devletlerin gelişimine katkı sağlayacağı söylenmektedir. Ortadoğu konusunda ise, ABD'nin yeni dönemde de İsrail'e koşulsuz desteğinin devam edeceği vurgulanırken, Filistin Sorunu konusunda iki-devletli çözüm formülüne referans yapılmaktadır. Ayrıca ABD'nin İran saldırganlığını durdurmak için gerekli önlemleri alacağı belirtilirken, El Kaide ve IŞİD gibi terör örgütleriyle de kararlılıkla mücadele edileceği vurgulanmaktadır. Buna karşın, bölgesel meselelerde askeri yöntemlerin öncelikle tercih edilmeyeceğinin altı çizilerek, ABD'nin Yemen'deki askeri operasyonlara desteğinin çekileceği belirtilmektedir. Afrika konusunda; ABD'nin Afrika devletlerinin gelişimlerine katkı yapmaya devam edeceği vurgulanmakta ve Afrika ekonomilerine yatırım yapılacağı belirtilmektedir. Ayrıca, ABD'nin uluslararası kuruluşlara katılımı ve liderlik isteği sıklıkla vurgulanmakta ve Paris İklim Sözleşmesi'ne geri dönüldüğü hatırlatılmaktadır. ABD'nin yeni dönemde iklim değişikliği ve Yeşil Enerji dönüşümü konularında ısrarcı olacağı belirtilirken, Dünya Sağlık Örgütü-WHO'ya da liderlik edileceği açıklanmaktadır. Bu bağlamda, Covid-19 pandemisiyle mücadele konusunda ABD'nin içeride ve dışarıda aktif çabalar sergileyeceği de açıklanmaktadır. Daha sonra Amerikan demokrasisinin tüm azınlık ve farklı gruplar için de genişletileceği açıklanırken, kadınların toplumsal ve ekonomik alanda güçlendirileceği de ayrıca vurgulanmaktadır. Bu bölümde, ayrıca, ABD'nin artık akıllı tercihler yapacağı ve uluslararası sorunlarda daima öncelikle diplomasiye başvuracağı belirtilmekte ve Biden döneminde büyük çaplı askeri müdahalelere yeşil ışık yakılmayacağının sinyalleri verilmektedir. Buna karşın, özellikle nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda ABD liderliğinin süreceği ifade edilirken, İran nükleer programını durdurmak için diplomatik yöntemlerin deneneceği açıklanmaktadır. Benzer şekilde, Kuzey Kore kaynaklı nükleer ve diğer tehditlerle de diplomatik olarak mücadele edileceği belirtilmekte ve bu konuda Japonya ve Güney Kore ile birlikte hareket edileceği vurgulanmaktadır. Ek olarak, ABD Ordusu'nun dünyanın en güçlü askeri birliği olarak kalmasının sağlanacağı vurgulanırken, Rusya ve Çin kaynaklı tehditlere bir kez daha işaret edilmektedir. Afganistan'da savaşı bitirmek için gerekli politikaların ve diplomatik yöntemlerin uygulanacağı vurgulanırken, bu ülkenin hiçbir şekilde yeniden teröristlerin eline geçmesine izin verilmeyeceği de ifade edilmektedir. ABD'nin ekonomi ve ticaret politikasının ise, büyük şirketler ve elitlere değil, tüm Amerikalılara hizmet edecek şekilde dizayn edileceği vurgulanmakta ve daha sosyal bir ekonomi politikasına işaret edilmektedir. Ayrıca, pandemi ve ekonomik krizle mücadele için çok kapsamlı politikalar uygulanacağı da bu bölümde özel olarak açıklanmaktadır. Son olarak, tüm bunları gerçekleştirebilmek için ABD'nin kendi demokrasisini yeniden geliştirmesi ve müttefik ve partnerleriyle birlikte hareket etmesi gerektiği bir kez daha vurgulanmakta ve bu sayede ABD'nin Çin ve diğer otoriter devletlerle olan rekabetinde önde kalmaya devam edeceği iddia edilmektedir.

Raporun "Sonuç" bölümünde ise, dünyanın gidişatı konusunda kritik bir evrede olduğumuz vurgulanarak, ABD'nin tüm dünyaya demokrasilerin daha başarılı olacağını göstermek gibi çok önemli bir sorumluluğunun bulunduğu vurgulanmakta ve Amerikan demokrasisinin yeni dönemde savunulacağı ve geliştirileceğinin altı çizilmektedir. Bunu yapabilecek başka bir milletin/devletin olmadığı da vurgulanarak, Amerikalıların dünya liderliği konusundaki "manifest destiny" (kaçınulmaz yazgı) algısı pekiştirilmektedir. 

Sonuç

Rapordan uluslararası politik dengeler adına bazı mesajlar çıkarmak gerekirse, yeni oluşmakta olan Biden Doktrini konusunda şu tespitler yapılabilir:

  • ABD, yeni dönemde de Rusya ve özellikle Çin'i temel küresel hasımları olarak görmeye devam edecek ve bu ülkelerle müttefiklerinin yakın ilişkiler kurmasına engel olmak isteyecektir. Bu, hem Amerikan çıkarlarıyla doğrudan ilgili, hem de ABD'nin temsil ettiği demokratik değerlere karşı olan bu iki devletin başarılı olmalarının ABD'nin prestijine verdiği zararla alakalıdır.
  • ABD, yeni dönemde İran ve Kuzey Kore gibi ülkelerle de ilişkilerini mesafeli olarak sürdürecektir. Ancak bu ülkelerin nükleer programları ve diğer tehditkâr aktivitelerinin kısıtlanması konusunda, Washington, askeri politikalar yerine diplomatik yöntemlere öncelikli olarak başvuracaktır.
  • ABD, yeni dönemde dış politikasını NATO üyeleri, Avrupalı müttefikler (AB üyeleri ve Birleşik Krallık) ve Asya-Pasifik'teki müttefikler (Japonya, Güney Kore, Vietnam, Singapur, Avustralya, Yeni Zelanda) temelinde oluşturacaktır.
  • ABD, yeni dönemde tüm uluslararası kuruluş ve sözleşmelere dahil olmaya çalışacak; dahası, bu platformlarda yönetici pozisyonu almaya çalışacaktır. 
  • ABD, yeni dönemde Afganistan'daki savaşı bitirme yönünde irade gösterecektir. Ancak bu ülkede yeniden bir radikalleşme olmasına da izin verilmeyecektir. 
  • ABD'nin dış politika hedefleri; Covid-19 pandemisiyle mücadele, içeride demokrasiyi ve ekonomiyi güçlendirme, demokratik rejimlerle birlikte hareket ederek liberal uluslararası sistemi meşrulaştırma ve geliştirme ve otoriter ve radikal devletleri diplomatik yöntemlerle yalnızlaştırma şeklinde uygulanacaktır. 



Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ