7 Aralık 2011 Çarşamba

Politik Psikoloji Derneği röportajı



Politik Psikoloji Derneği adına Uşak Üniversitesi'nden öğrencilerimin benimle yaptıkları röportaja ulaşmak için lütfen buraya tıklayınız.


Dr. Ozan Örmeci


29 Kasım 2011 Salı

Arap Baharı: Pandora'nın Kutusu Açılıyor



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından yayınlanan son makalem "Arap Baharı: Pandora'nın Kutusu Açılıyor" adlı çalışmayı okumak için lütfen buraya tıklayınız.


Dr. Ozan Örmeci

18 Kasım 2011 Cuma

On the Contradictory Nature Of Democracy Rhetoric of the West




What are the West and the East? A nationalist-conservative Turkish writer Nihat Genç defines the East as “the places where the Western bombs fall” whereas for Palestinian origined famous American scholar Edward Said, the East and the West are more than geographic positioning concepts and they refer to historical concepts that reflect cultural stereotypes and political struggles based on some countries’ and cultures’ dominance over others. “The West is the best” not only for late modernizing “third world” Eastern countries that have already accepted their backwardness and tried to catch up the "contemporary civilization” but also for Jim Morrison’s legendary band The Doors[1]. The West and its superpower USA has assumed the role of global policeman especially after the fall of USSR and began to export its most admired but also bloodiest product; democracy. However, democracy rhetoric of the Western countries sometimes seems contradictory for people living in the East.

During the Cold War, US help and support to dictatorship regimes in Latin America, Middle East and even in Europe (remember Salazar’s Portugal and Franco’s Spain), coups and what Stephen Kinzer calls “overthrows” that reflect excellent technology of American engineering left a bad taste in people’s mouths living in these countries. Turkey and Turkish people also experienced all the negative consequences of military coups and civil authoritarianism during the Cold War. With the fall of USSR, a new democratic hope was flourished around the world which even led to Francis Fukuyama’s “helter skelter” prediction about the end of the history. But unfortunately American fast-food meals and European wines of the new century can also sometimes leave a bad taste in people’s mouths. Contradictory dimensions and nature of Western democracy rhetoric still bedevil people’s minds. Take popularly elected Greek Prime Minister George Papandreou’s recent resignation due to government debt crisis and its replacement with a technocrat Lucas Papademos for instance. Western countries and institutions that always promote democracy and human rights (!) during the so-called “Arab Spring” in Tunisia, Libya and Syria, did not hesitate to organize a kind of civil coup against a popularly elected Prime Minister because of its insistence of holding a referendum for new economic measures in his country where the term democracy (demos + kratos) was born. After witnessing what happened in Greece and later in Italy simultaneously with so-called Arab Spring process, during which Western bombs fall for establishing Western friendly not secular Islamist regimes which will share their natural resources with the Western powers, one might think of remembering Kaplan’s question; “Was democracy just a moment?”[2].

The question becomes even more meaningful after seeing Time magazine’s cover “Erdoğan’s Way”, showing a charismatic photograph of Turkey’s democratically elected authoritarian leader Recep Erdoğan, who established a regime which is democratically mature enough to imprison maximum amount of journalists and create a system of meritocracy in state’s bureaucracy based on piety level instead of qualification. Even ordinary people in Turkey are afraid of criticizing the deeds of the government or some religious groups openly and most of them think that their telephone calls are wiretapped. This shows how the West embraces an authoritarian leader if he is economically and strategically (concerning foreign policy) useful even in the 21st century. I wonder the limit of flexion of Western democracy rhetoric since mass political arrests in Turkey is carried on for nearly four years and as a young Turkish writer and academic I feel myself under more pressure day by day because of my political views and lifestyle different from the Prime Minister.


[1] Reference to The Doors’ famous song “The End”.
[2] Reference to Robert D. Kaplan’s article “Was democracy just a moment?”. See; http://www.theatlantic.com/magazine/archive/1997/12/was-democracy-just-a-moment/6022/.

Dr. Ozan Örmeci

29 Ekim 2011 Cumartesi

88. Yılında Cumhuriyet



29.10.2011 tarihinde Atatürkçü Düşünce Derneği Uşak Şubesi'nin düzenlediği "88. Yılında Cumhuriyet" konulu panel-söyleşimden bazı fotoğraf ve videolara ulaşmak için lütfen buraya tıklayınız.

Dr. Ozan Örmeci

21 Ekim 2011 Cuma

Diktatörler Cennete Gider Mi?


20 Ekim Perşembe günü tüm dünyada televizyon izleyen ve internette haber sitelerine giren insanlar için aylar, belki de yıllar boyu unutulmayacak bir görüntü, Libya’nın otokratik lideri Muammer Kaddafi’nin (1942-2011) doğduğu kent olan Sirte’de muhalif direnişçiler tarafından yakalanması, yerlerde sürüklenmesi ve linç edilerek öldürülmesinin kanlı videosuydu. Görüntülerdeki vahşet tüm izleyenleri rahatsız ederken, aslında bu sahneyi siyasi olarak hazırlayanlar (NATO güçleri), kitle iletişim araçları ve politik psikolojiyi kullanarak siyasal rakiplerine önemli mesajlar vermekteydi. Henüz NATO’nun askeri kanadına yeni dönmesine karşın Libya operasyonunda başı çeken ülkelerden olan Fransa’nın jet uçaklarının Sirte yakınlarda bir konvoyu bombalamasının ardından, Libyalı direnişçilerin bölgeye yaptığı baskında oğullarıyla beraber yakalanan Muammer Kaddafi’nin “Yeşil Kitap” adlı eserinde önerdiği ilginç siyasal fikirleri, Batı emperyalizmi karşısında uluslararası terörizme verdiği önemli destek, Batı basınında sıklıkla yer bulmuş yurtdışı ziyaretleri ve özel hayatı ile 42 yıllık diktatörlük kariyeri başka bir yazıda ayrıntılı olarak incelenmeli. Fakat ben bu yazıda daha çok Kaddafi’nin sonuna neden olan siyasal ve uluslararası süreçler ile Kaddafi’nin linç görüntüleri ve bunun politik psikoloji açısından kullanımına dikkat çekmek istiyorum.
Büyük Orta Doğu Projesi ile; Putin liderliğinde Rusya’nın toparlanma sürecine girmesi ve Çin’in yakın zamanda dünyanın en büyük ekonomisi haline gelecek olması gibi kendisi açısından olumsuz gelişmeleri bertaraf ederek “dünya jandarması”[1], “demokrasi cephaneliği”[2] gibi ünvanlarını ve “başat güç” pozisyonunu korumak isteyen Amerika Birleşik Devletleri, 2008 yılında seçilen yeni Başkanı Barrack Obama döneminde dünya siyasetine yön verme konusunda ciddi bir plan-program değişikliğine gitmiş gibi görünüyor. İki dönem Başkanlık yapan bir önceki lideri George W. Bush döneminde 11 Eylül saldırılarına yönelik yoğun tepkileri de kullanarak doğrudan askeri müdahaleler gerçekleştiren ABD (hatta Irak müdahalesi için Birleşmiş Milletler kararı olmadan kendisi bir koalisyonu kurmayı bile göze almıştır), yeni dönemde ise daha çok iktidarını değiştirmek istediği ülkelerdeki muhalif hareketlere müttefikleriyle birlikte siyasal ve lojistik destek sağlayarak ve NATO çatısı altında kısıtlı hava ve kara operasyonları düzenleyerek sonuca gitmeye çalışıyor. “Arap Baharı” olarak adlandırılan ve Tunus, Mısır ve son olarak Libya gibi ülkelerde iktidar değişikliklerine yol açan süreçte, ABD’nin muhalif hareketlere verdiği ciddi destek ve bir dönem kendi müttefiki olan diktatörlerin devrilmesine engel olmaması bu ülkenin siyasal pozisyonunda da ciddi bir değişikliği gösteriyor. Küreselleşme yüzyılında artık demokratikleşmeyerek tek adam yönetimlerini korumaya çalışan ve serbest piyasa ekonomisine sırt çevirerek dünya piyasasına açılmayı reddeden ülkeler ve liderler için ayakta durmak çok daha zor. Çünkü geçmişte anti-komünist ve Batıcı olmaları sebebiyle kendilerine destek vermiş “Büyük Birader” Amerika da artık dış siyasetini liberal demokratik değerler doğrultusunda idealist bir perspektife oturtmuş ya da en azından realist perspektifteki ulusal çıkara dayalı vizyonunu bu değerler içerisine saklamış durumda. Hiçbir zaman bir Batı müttefiki olmayan hatta IRA, ETA gibi Batı ülkelerinde eylem yapan terörist örgütlere verdiği destek, OPEC petrol krizi başta olmak üzere birçok olayda Batı aleyhine aldığı tutumla Batı’nın en azılı düşmanı olarak ilan edilen, fakat bugüne kadar bir şekilde iktidarını korumayı başaran Kaddafi içinse iktidarda kalmaya devam etmesi çok zordu ve ancak başka büyük güçlere yaslanması ile mümkün olabilirdi. Bunu yapamayan Kaddafi ise aslına bakılırsa 2008’den bu yana yumuşamaya başladığı bir dönemde[3] Batı’nın gazabına uğradı ve feci bir şekilde kendi halkının elinde can verdi.
Eski Amerikan Başkanı Bill Clinton’ın eşi ve şimdinin ABD Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton’ın yoğun mesaisi sırasında bir cep telefonu ekranından izleyerek “wow (vay canına)” şeklinde tepki verdiği Kaddafi’nin vahşi ölümü, aslında Amerika ve müttefiki olan NATO güçlerinin uyarılarını ısrarla dikkate almayan ve kendilerine meydan okuyan Beşşar Esad ve Mahmut Ahmedinejad gibi liderlere bir gözdağı niteliğinde. ABD kitle iletişim araçlarıyla tüm dünyada ailelerin salonlarına kadar giren bu vahşi görüntüler sayesinde gelecekte kendi hegemonyasına meydan okuması muhtemel ülkelere ve liderlere de politik psikoloji açısından önemli bir mesaj veriyor; “Boşuna uğraşmayın, yoksa sonunuz Kaddafi gibi olur”… Küçük yaşta çocuklara ve bebeklere sıcak cisimlere yaklaşmaması için “cıs” diyen annelerin yaptığının daha vahşi ve sofistike bir versiyonu aslında yapılan. Nasıl birçok uyarıya rağmen bir bebeğin “cıs” uyarılarını anlaması için bir defa elini o sıcak cisme değdirmesi ve elinin yanması gerekiyorsa, ekseni kaymaya başlayan ve dünya jandarması sorgulanan dünyada da yeni nesil liderlere ve isyankâr halklara bir “cıs” tecrübesi gerekiyordu. Tunus ve Mısır’da tam anlamıyla gerçekleşmeyen bu hadise için seçilen kurban ise çok zamandır kendisi için kendi kanlı iktidarına benzer bir son hazırlanan Muammer Kaddafi idi. Saddam Hüseyin’in unutulan idamı sonrası, Batı karşıtlarının müzmin sonu Kaddafi’nin linç edilmesiyle tüm dünyaya yeniden hatırlatıldı. Özellikle de ABD tarafından İsrail’in de yönlendirmesiyle hedef tahtasına oturtulduğu gözlenen Esad ve Ahmedinejad gibi liderlere.
Bu mesajın ardından dünya siyasetinde neler yaşanacağını önümüzdeki aylar ve yıllarda göreceğiz. Umudumuz savaşların, linçlerin, diktatörlerin ve haksızlıkların olmadığı bir dünyanın kurulmasıdır…
Dr. Ozan Örmeci



[1] Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler literatüründe sıklıkla Soğuk Savaş ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin pozisyonunu anlatmak için bilim adamları tarafından kullanılan bu tabiri, Küba’nın efsanevi komünist lideri Fidel Castro da bir tür “askeri mafya (military mafia)” olarak nitelendirdiği NATO güçleri için kullanmaktadır. Erişim Tarihi: 21.10.2011, Erişim Adresi: http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=22074.
[2] Orijinal haliyle “Arsenal of democracy” terimini ilk kez Avrupa Birliği’nin kurucu babalarından olan Jean Monnet, Amerika Birleşik Devletleri’ni kastederek kullanmıştır.
[3] 2008’den bu yana Kaddafi’nin Batı ile ilişkilerine daha fazla özen gösterdiği görülmekteydi. Kaddafi öncelikle başta Lockerbie saldırısı olmak üzere kendi finanse ettiği terörist eylemlerde mağdur olan ailelere tazminat ödemeyi kabul etmiş, daha sonra Roma ve bazı Avrupa başkentlerine dostane ziyaretler gerçekleştirmiş, hatta katıldığı bir G-8 toplantısında ABD Başkanı Barrack Obama’nın elini dahi sıkmıştı.