Giriş
İstanbul merkezli vakıf üniversitesi İstanbul Kent Üniversitesi, 21 Mayıs 2024 tarihinde önemli bir akademik/diplomatik etkinliğe sahne oldu. Üniversitenin Kağıthane kampüsünde "Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında Uluslararası Türk-Rus İlişkileri Çalıştayı" ismiyle iki oturum olarak düzenlenen etkinlikle, Türkiye-Rusya ilişkilerine dair akademik ve diplomatik alanlarda çalışan önemli bazı kişiler bir araya geldiler.
Saat 13:00-17:00 arasında düzenlenen etkinliğin açılış konuşmalarını Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosu Ekselansları Sayın Andrey Buravov yaparken, ikinci açılış konuşmasını İstanbul Kent Üniversitesi İİSBF Dekanı Prof. Dr. Hasret Çomak gerçekleştirdi. Açılış konuşmalarında üçüncü sırada ise emekli Türk diplomat ve eski Moskova Büyükelçisi Sayın Halil Akıncı yer aldı. Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçisi Ekselansları Sayın Aleksei V. Erkhov ile İstanbul Kent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necmettin Atsü ise yoğun programları nedeniyle açılış programına katılamadılar. Açılış konuşmalarının ardından İstanbul Kent Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Doğan Şafak Polat'ın moderatörlüğünde düzenlenen birinci oturumda, konuşmacı olarak; Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçilik Müsteşarı Doç. Dr. Aleksander Sotniçenko, Prof. Dr. Hasret Çomak, Yeditepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Erkut Erkatal ve Rusya İhracat Merkezi Temsilcisi Timur Safin yer aldılar. Doç. Dr. Aleksander Sotniçenko'nun moderatörlüğünü yaptığı ikinci oturumda ise, konuşmacı olarak; Güney Federal Üniversitesi'nde Prof. Dr. Veronika Tsibenko, İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yaşar Onay ve İstanbul Kent Üniversitesi'nden Dr. Mesut Özel yer aldılar.
Türkiye-Rusya ilişkilerine dair dostane mesajların verildiği etkinlik, başarıyla tamamlanmış ve konuklar etkinlikten memnun olarak ayrılmışlardır. Etkinlikte, Türkiye-Rusya ilişkilerine dair önemli konular değerlendirilirken, Ukrayna Krizi ve Suriye Krizi gibi sorunlu alanlara girilmemiş ve ikili ilişkilerin geliştirilmesi adına pozitif bir gündem yaratılmaya çalışılmıştır. Bu yazıda, bu önemli etkinlikte geçmişte veya günümüzde resmi diplomatik görevleri olan üst düzey kişilerce Türkiye-Rusya ilişkileri adına belirtilen bazı önemli hususlar açıklanacaktır.
Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosu Ekselansları Sayın Andrey Buravov'un Görüşleri
Etkinliğin açılış konuşmaları bölümünde uzunca bir konuşma yapan Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosu Ekselansları Sayın Andrey Buravov, Türkiye-Rusya ilişkilerinin durumu ve bunun Moskova'da nasıl algılandığına dair önemli açıklamalar yapmıştır. Sayın Başkonsolos, Türk-Rus ilişkilerini temel olarak iki dönemde değerlendirirken, 15. yüzyılın sonundan 20. yüzyıla kadar gelişen süreci daha çok husumet ve rekabetin ön planda olduğu tarihsel ilişkiler dönemi, 20. yüzyıldan itibaren başlayan yeni süreci ise iş birliği potansiyelinin öne çıktığı dönem olarak işaret etmiştir. Buravov, ilişkilerin husumet temelinde kurgulandığı ve 1568-1918 döneminde 12 farklı Osmanlı-Rus Savaşı'nın yaşandığı tarihsel süreçte bile zaman zaman Türk-Rus ilişkilerinde iş birliği ve yardımlaşmanın ön plana çıktığını Napolyon'a karşı kurulan ittifak ve 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması örnekleriyle ifade etmiştir. Buravov, 20. yüzyılda oluşan iş birliği temelli ilişkileri ise; Batı emperyalizmine karşı Rusya'nın Türkiye'nin Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlattığı Ulusal Kurtuluş Savaşı'na verdiği destek, 1970'lerde Sovyetler Birliği'nin Türkiye'nin sanayileşmesine yönelik yaptığı ciddi katkılar, 1980'lerden itibaren iki ülke arasında gelişen enerji (bilhassa doğalgaz) ticareti, 1990'larda bavul ticareti ve insani iş birliği ile başlayan toplumsal yakınlaşma ve artan ekonomik ve insani ilişkiler, 2004 yılında Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Sayın Vladimir Putin'in Türkiye'ye yaptığı tarihi ziyaret ve 2010 yılında iki ülke arasında inşa edilen Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) mekanizması ile somutlaştırmıştır. Buravov, 2015-2016 döneminde ise iki ülke arasında dışsal faktörlerin etkisiyle krizli bir sürece girildiğinin ve "jet krizi" ve "Karlov suikastı" gibi talihsiz olayların yaşandığının altını çizmiştir.
Andrey Buravov
Buravov, ülkesinin dış politikada ülkeleri Rusya'ya karşı "yapıcı fikirli", "tarafsız" ve "dost olmayan" şeklinde üç farklı düzlemde değerlendirdiğini ifade ederken, Türkiye ile ilişkilerin Soğuk Savaş'tan başlayarak giderek "dost olmayan" kategorisinden "tarafsız" ve "yapıcı fikirli" yönünde ilerlediğini ima etmiştir. İki ülke arasındaki ilişkileri "medeniyet temelinde iş birliği" ve "çok yönlü karşılıklı yarar sağlayan ortaklık" şeklinde tanımlayan Başkonsolos, yapıcı ikili diyalog sayesinde geleceğe umutlu baktıklarını da sözlerine eklemiştir.
Halil Akıncı'nın Görüşleri
Emekli Türk diplomat, Moskova eski Büyükelçisi ve Türk Keneşi eski Genel Sekreteri olan deneyimli Türk bürokrat Halil Akıncı da, açılış bölümünde çok önemli bir konuşma yapmış ve diplomasi mesleğinin incelikleri ve Türk-Rus ilişkilerinin doğası adına çok değerli bilgiler paylaşmıştır. Türkiye adına son diplomatik görevinin Moskova Büyükelçiliği olduğunu belirten Akıncı, geçmişte NATO'da da görev yapmış deneyimli bir diplomat olarak, iki ülke ilişkilerinde tarih bilgisinin önemli olduğunun ve her iki ülkenin de tarihsel sembollere büyük önem verdiğinin altını çizmiştir. İki devletin de "imperium" geleneğinden beslenen devlet gelenekleri olduğunu söyleyen Akıncı, bu yaklaşımda tüm toprakların "her yer vatan" anlayışıyla korunmak ve mümkünse genişletilmek istendiğinin ve bunun İngiltere gibi farklı Batılı medeniyetlerde görülen "dominium" mantığından çok farklı olduğunu vurgulamıştır. Bu bağlamda, fethettiği ülkeleri (kolonileri) daha çok bir ticari zenginlik kaynağı olarak gören Batılı ülkelerden farklı olarak, Türk ve Rus medeniyetlerinin toprağa daha çok kıymet verdiğini söyleyen Akıncı, her iki ülke için de "vatan" kavramının önemine vurgu yapmıştır.
Halil Akıncı
Konuşmanın ilerleyen bölümlerinde "Rusya'nın Batı'nın en Doğulusu, Türkiye'nin de Doğu'nun en Batılısı" olduğu şeklinde ilginç bir ifade kullanan deneyimli diplomat, her iki devletin de Batı'ya sığmayacak kadar köklü ve büyük medeniyetler olduğunu belirtmiştir. Batı'da (önce Avrupa, sonra da ABD), 1917'ye kadar Osmanlı (Türk-Müslüman) nefretinin, bu tarihten sonra da Rus nefretinin birleştirici ve mobilize edici unsur olarak kullanıldığını iddia eden Akıncı, Batı emperyalizminin askeri uygulamalar ve ekonomik uygulamalar şeklinde iki farklı yöntemi olduğunu belirtmiş ve günümüzde Rusya'ya karşı bu yöntemlerle mücadele edildiğini söylemiştir. Buna karşın, Rusya'nın sahip olduğu zengin doğal kaynaklar nedeniyle dünyanın vazgeçebileceği bir ülke olmadığını söyleyen Halil Akıncı, tedarik ekonomisi niteliği gösteren iki ülkenin de ihracatı daha çok halkını doyurmak için bir araç olarak kıymetlendirdiğini ve Japonya, Çin, Almanya gibi "tüccar devlet" niteliği göstermediklerini vurgulamıştır. Ayrıca her iki ülkede de "devletçi" eğilimlerin yüksek olduğunu belirten Akıncı, iki ülkenin geçmişte yaptıkları çok sayıda savaşın ise daha çok arazi (toprak) savaşları olduğunu, günümüzde ise böyle bir risk olmadığını ifade etmiştir. Kurtuluş Savaşı'ndaki Bolşevik (Sovyet) yardımlarından övgüyle söz eden Akıncı, buna karşın büyük önder Atatürk ve yeni Türkiye'nin daha ilk günden rejim ihracına karşı olduğunu ve bunu Moskova'ya hissettirdiğini söylemiştir. Bu bağlamda, tarihsel olarak 1921 Moskova Antlaşması'nın Musul'u da Türk toprağı olarak kabul eden bir antlaşma olduğunun altını çizen Akıncı, 1925 Türkiye-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'nın önemini de ifade etmiştir. Akıncı, 1934 tarihli ünlü Sovyet belgeseli "Türkiye'nin Kalbi Ankara"nın ise Türkiye'de uzun süre yasaklı kaldığını, çünkü bu belgeselde Türk devlet idarecilerinin Sovyetleri öven sözlerinin Soğuk Savaş döneminde olumsuz algılandığını belirtmiştir. 1965 ziyaretiyle başlayan sanayileşme yardımları ve 1978 Siyasi Belgesi'nin de ikili ilişkilerdeki önemini vurgulayan Türk diplomat, konuşmasının son bölümünü "bundan sonra ne yapmalıyız?" sorusuna ayırmıştır.
Akıncı'ya göre, Türkiye-Rusya ilişkilerinde krizleri önlemenin formülü olarak Türk Hariciyesi ve karşılıklı olarak Rus hariciyesi de, üç önemli ve başarılı yöntem geliştirmişlerdir. Bunlardan birincisi, Atatürk zamanından başlayarak, Soğuk Savaş döneminde zaman zaman buna aykırı hareket edilse de, Türkiye'nin topraklarını Rusya'ya yönelik saldırılara karşı kullandırtmama prensibidir. Hatta Türkiye, bu ilkeyi Batı ülkeleri ile yaptığı anlaşmalara da koydurtmaya çalışmıştır. Ancak elbette Türkiye'nin bir NATO üyesi olması ve NATO'nun Sovyet Rusya'ya karşı Avrupa'yı korumak için oluşturulmuş bir askeri alyans olması sebebiyle, bunu her zaman başarmak mümkün olamamıştır. İkinci olarak, Türk ve Rus devlet adamları, çok akıllı bir şekilde sorunları halka mâl etmemek noktasında uyum ve anlayış birliği içerisinde olmuş ve bu şekilde hareket etmişlerdir. Soğuk Savaş'ın en zor ve hararetli zamanlarında bile, Rusya'da Türk karşıtlığı veya Türkiye'de Rusofobi özel olarak desteklenmemiş ve sorunlar diplomatik ve siyasi makamlara bırakılarak, toplumsal ilişkilerin olumsuz yönde gelişmesine set çekilmiştir. Akıncı'ya göre, 2015 yılındaki jet krizi ise Türkiye adına bir hatadır ve bu olaydan sonra Rusya'da bir süre Türk karşıtlığı yükselişe geçmiş, ancak karşılıklı çabalarla kısa sürede durum düzeltilebilmiştir. Üçüncü olarak, Halil Akıncı, iki ülke siyasileri ve diplomatlarının karşılıklı çıkar (menfaat) yaratmak şeklinde bir ilke doğrultusunda hareket ederek, ilişkileri üst seviyeye çıkarabildiklerini ve karşılıklı menfaatler sayesinde ilişkilerde kopuşun önlenebildiğini söylemiştir. Ancak Akıncı'ya göre, Batı'da Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya'ya yönelik olumsuz bakış ve ambargoların arttığı bir dönemde, ekonomisi Batı'ya çok bağımlı olan Türkiye'nin seçenekleri sınırlı olabilecektir. Bu anlamda, Sayın Büyükelçi, Rusya'nın Ukrayna politikasının iki ülke ilişkilerinde yaratabileceği ciddi sıkıntıları ima etmiştir. Akıncı, Rus diplomasisinin de Türk diplomasisi gibi son derece güçlü ve sofistike olduğunu da sözlerine eklemiştir. Son olarak, Akıncı, Suriye konusunun Rusya için bir nüfuz, Türkiye için ise terör örgütleri PKK-PYD-YPG-IŞİD nedeniyle bir "ulusal güvenlik" meselesi olduğunu vurgulayarak, Moskova'nın Ankara'ya daha anlayışlı yaklaşması gerektiğini samimiyetle söylemiştir.
Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçilik Müsteşarı Doç. Dr. Aleksander Sotniçenko'nun Konuşmasından Satırbaşları
Birinci oturumda yer alan ve ikinci oturumu yöneten Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçilik Müsteşarı akademisyen Doç. Dr. Aleksander Sotniçenko, akademik olarak Ortadoğu ve Türkiye çalışan bir Rus araştırmacı ve diplomat olarak ülkemizi iyi çalıştığını ve çok iyi tanıdığını belirtirken, iki komşu devletin tarihte birbirlerine yakın komşu olmaları sebebiyle bazı sorunlar yaşamalarının çok doğal olduğunu, ancak günümüzde şartların çok farklı olduğunu söylemiştir. Her iki ülkenin de Roma emperyal geleneğinden kaynaklanan büyük medeniyetler olduğunu vurgulayan Sotniçenko, Roma, İstanbul ve Moskova'nın bu geleneği yansıtan başkentler olduğunu söylemiştir. Buna karşın, iki ülke arasında etnik (Slav vs. Türk), dini (Ortodoks Hıristiyan vs. Hanefi İslam) farklılıklara dikkat çeken Rus konuşmacı, yine de karasal (kıta) imparatorluk geleneği bağlamında iki ülkenin de birbirlerine benzer ve örneğin bir deniz imparatorluğu olan İngiltere'den farklı medeniyetler olduğunu ifade etmiştir. Sotniçenko, her iki ülkenin de ayrıca çok kültürlü, çok etnikli ve çok dinli olmalarının toplumsal zenginlik sağladığını vurgulamıştır.
Doç. Dr. Aleksander Sotniçenko
Konuşmasının son bölümünde, Batılıların Türk ve Rus halklarını daima kendi "öteki"leri olarak gördüklerini kaydeden Sotniçenko, Batılılar tarafından dışlanan ve horgörülen bu iki devlet arasındaki iş birliğinin çok önemli ve gerekli olduğunu vurgulayarak, gelecek adına umutlu konuşmuştur. Sotniçenko, soru-cevap bölümünde kendisine yöneltilen Rusya'nın Moskova'da PYD ofisi açtığı şeklinde soruya ise, bu konuda Rus ve Türk basınında çıkan haberleri görünce araştırma yaptığını, ancak bunun gerçek olmadığını öğrendiğini söylemiş ve Rusya'nın Suriye'de Türkiye ile iş birliğine açık olduğunu vurgulamıştır.
Prof. Dr. Hasret Çomak'ın Vurguları
Programın açılış ve birinci oturumunda yer alan İstanbul Kent Üniversitesi İİSBF Dekanı ve emekli üst düzey asker Prof. Dr. Hasret Çomak ise, iki ülke arasında ulaşılan Montrö dengesi ve karşılıklı uyum ve anlayış sayesinde Karadeniz'in diğer bölgelerden farklı olarak bir "barış denizi" olabildiğinin ve bu konuda iki ülke arasındaki iş birliğinin devam etmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Çomak, iki ülke arasındaki ilişkileri geleceğe taşımak ve üçüncül (dışsal) faktörlerden kaynaklanan sorunları aşabilmek adına da, İstanbul ve Antalya veya Ankara'da Türkçe, Rusça ve İngilizce eğitim verecek ve hükümetlerarası anlaşmalarla kurulacak iki yeni üniversitenin kurulmasının faydalı olacağını söylemiştir.
Sonuç
Sonuç olarak, İstanbul Kent Üniversitesi'nde 21 Mayıs 2024 tarihinde düzenlenen "Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında Uluslararası Türk-Rus İlişkileri Çalıştayı", öğrenciler ve bu konuda çalışan akademisyenler için çok faydalı bir bilimsel/diplomatik etkinlik olmuş ve iki ülkede de diplomatik ve akademik çevrelerin sorunların farkında ancak ilişkileri geliştirme niyetinde olduklarının anlaşılması bağlamında önemli bir mesaj niteliği taşımıştır. Özellikle emekli Türk diplomat Halil Akıncı ve Rusya Başkonsolosu Andrey Buravov'un konuşmaları, diplomatik bazı hususları da içermiş ve son derece öğretici ve faydalı olmuştur. Ayrıca tüm konuşmacılar ve katılımcılar ilişkileri germek ya da bozmak değil, geliştirmek ve sorunları düzeltmek noktasında uyumlu bir görünüm sergilemişler, ancak risklere de dikkat çekmişlerdir.
Bu bağlamda, bu konuda çalışan bir akademisyen olarak, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un kısa süre önce yaptığı Rusya'nın Ukrayna'da Odessa'ya saldırması durumunda ülkesinin Ukrayna'ya asker göndereceği açıklaması ve yine ABD'den gelen bazı açıklamalar dikkate alındığında, Rusya'nın Ukrayna'ya askeri üstünlüğünü kabul ettirip ülkenin doğusundaki Rusça konuşan nüfusun güvenliğini sağladıktan sonra, Ukrayna'nın tarafsız ve Rusya ile uyumlu bir devlete dönüştürülmesi hususunda diplomatik çabalara ağırlık vermesinin tüm dünya ve bilhassa da Türkiye adına daha faydalı olacağını söyleyebilirim. Zira zıtlaşmanın çok uzaması ve ilişkilerin çatışma durumuna dönüşmesi halinde, NATO üyesi olan Türkiye, önceki anlaşmaları gereği, Rusya ile dostane ilişkilerini bozmak durumunda kalabilir. Bunun yaşanmasını istemeyen Ankara, Moskova'yı bu konuda daha sağduyulu hareket etmeye davet etmektedir ki, ABD'de birkaç ay sonra yapılacak Başkanlık seçimlerinde Rusya'ya sempatiyle bakan adayın (Donald Trump) favori durumunda olması da dikkate alındığında, Ukrayna'da krizin herkesi memnun edecek bir formülle sonuçlandırılması gayet mümkündür. Burada kritik husus ise, Rusya'ya saygı duyulması ve bu ülkeye bir nefret objesi ya da sıradan bir devlet gibi muamele edilmemesidir. Bu anlamda, Ukrayna yönetimi, geçmişteki hatalarından ders almalı ve Batı ile Rusya arasında bir tür köprü olarak hareket edebilecek yeni bir siyasete yelken açmalıdır.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder