Uzunca bir süre ABD Dış İşleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapan Brookings Enstitüsü uzmanı Amanda Sloat[1], ünlü Foreign Affairs dergisinde 30 Temmuz 2018 tarihinde “How to Save the U.S.-Turkey Relationship” (Türk-Amerikan İlişkileri Nasıl Kurtarılır?) başlıklı bir yazı yazmıştır. Bu makalede, bu yazı Türkçe’ye çevrilerek özetlenecek ve burada işlenen bazı fikirler tartışılacaktır.
Amanda Sloat
Amanda Sloat’a göre; son yıllarda
siyasal sistemi otoriterleşen ve dış politikada bazı tartışmalı adımlar atan
Türkiye karşısında, Washington, bir süredir “stratejik sabır” (strategic patience) politikası uygulamakta
ve ikili sorunları Türk siyasal liderliğiyle görüşerek/çalışarak çözmeye
çalışmaktadır. Ancak yazara göre, Ankara, Washington’ın sabır ve iyi niyetine
karşılık göstermemekte ve ABD’nin hassasiyetlerini hiçe saymaktadır. Bu konuda
en bilinen örnek, terör suçları nedeniyle yıllarca hapiste, şimdilerde de ev
hapsinde tutulan Amerikalı rahip Andrew Brunson’dır. Sloat’a göre, Brunson
konusunda iki ülke arasında devam eden görüşmeler sonuçsuz kalırsa, ABD,
sorunları diplomasiyle çözme yönteminden vazgeçecek ve Türkiye’ye karşı
ekonomik kozlarını oynamaya başlayacaktır.
Sloat, Ankara ile Washington
arasında son yıllarda birçok sorunun ortaya çıktığını belirtmektedir. Türkiye
için en önemli sorun, ABD’nin Suriye Kürtlerine ve özellikle de YPG-PYD gibi
PKK’nın Suriye kolu olduğu düşünülen gruplara verdiği destektir. Ankara,
Suriye’nin kuzeyinde -Irak’ın kuzeyine benzer şekilde- özerk bir Kürt
bölgesinin kurulmasından endişe etmekte ve bunun kendi güvenliğini ve toprak
bütünlüğünü olumsuz anlamda etkileyebileceğinden korkmaktadır. Washington ise,
PYD-YPG’nin IŞİD’le mücadele açısından faydalı gruplar olduğunu düşünmektedir.
Bir diğer önemli mesele, 2016 yılında Türkiye’de gerçekleşen 15 Temmuz askeri
darbe girişimi karşısında ABD ve Avrupalı ülkelerin tepkisizliğinin Türkiye’de
büyük tepkilere neden olmasıdır. Nitekim Türk hükümetince darbeyi örgütlemekle
suçlanan İslam âlimi ve FETÖ terör örgütü lideri Fethullah Gülen, yıllardır
ABD’de Pensilvanya’da ikamet etmektedir. Ankara, Gülen’in darbeyle olan bağı
konusunda Washington’a kutularca belge gönderdiğini ifade etmesine karşın,
Amerikalı yetkililer, bunların yeterli derecede güçlü suç delilleri olmadığını
ve bu nedenle Gülen’in Türkiye’ye iade edilemeyeceğini belirtmektedirler. Ayrıca
bu konuda Türk yetkililerle defalarca teknik görüşmeler yapılmış ve ABD’deki
Gülen okulları da bu süreçte inceleme altına alınmıştır.
Bu gelişmeler nedeniyle, ABD,
artık Türkiye’nin ne derece güvenilir bir ortak olduğunu sorgulamaktadır. Zira
darbe girişimi sonrasında bu olay adeta bir bahane olarak kullanılmış ve Gülen
sempatizanları başta olmak üzere Türkiye’deki hükümete muhalif tüm gruplar
bürokrasiden temizlenmiştir. Oldukça uzun süren OHAL döneminde on binlerce kişi
hapse atılmış ve yine binlerce kişi yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştır. Türk
hükümetinin Andrew Brunson olayında gösterdiği tepkiler de, ABD’yi, Türkiye’nin
rehine diplomasisi (hostage diplomacy)
uyguladığı konusunda ikna etmiştir. Washington, Türkiye’nin Rusya’dan S-400
hava savunma sistemi satın alması konusunda da ikna olmuş değildir ve buna
karşılık olarak Türkiye’nin birçok NATO ülkesiyle birlikte ürettiği F-35’lerin
Ankara’ya teslimatı konusunda pürüzler çıkarmaktadır.
Donald Trump’ın ABD Başkanı
seçilmesi sonrasında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başlarda,
Barack Obama dönemindeki sorunların unutulacağını ve ikili ilişkilerde yeni ve
temiz bir sayfanın açılacağını ummuştur. Ancak Trump yönetimi de Obama
dönemindeki birçok uygulamaya devam etmiş ve bu yöndeki politikaların ABD’nin
devlet politikası olduğunu göstermiştir. 2017 yılında Türkiye’deki -ABD
vatandaşı olmayan- bazı diplomatik görevlilerinin tutuklanması üzerine, ABD,
Türk vatandaşlarının vize başvurularını durdurmuştur. Ankara’nın başka
tutuklama olmayacağı sözleri sonrasında, vize işlemleri yeniden başlatılmıştır.
Türkiye’nin 2018 Ocak ayında YPG’ye yönelik Afrin’deki hamlesi sonrasında ise,
iki ülkenin askerleri arasında silahlı çatışma riski gündeme gelmiştir. Risklerin
artması üzerine, ABD’nin o dönemdeki Dış İşleri Bakanı Rex Tillerson, Türk yetkililerle
uzun görüşmelerde bulunmuştur. Ayrıca ABD tarafı, Türkiye’ye Rus yapımı S-400
yerine Patriot hava savunma sistemlerinin satışını önermiş ve Münbiç’teki YPG
kuvvetlerinin geri çekilmesi konusunda da bir uzlaşı sağlanmıştır. Tillerson
sonrasında Mike Pompeo da bu çabaları sürdürmüştür.
Bunların yanı sıra, ABD Başkanı
Donald Trump, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupa ülkelerinde
ve uluslararası medya kuruluşlarında sıklıkla eleştirilen politikalarını asla
eleştirmemeye dikkat etmiş ve hatta Erdoğan’ı 2017 yılındaki tartışmalı anayasa
referandumu ve bu yıl içerisindeki Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında arayarak
tebrik etmiştir. Trump ve Başkan Yardımcısı Mike Pence’in tek susmadıkları konu
ise, kendileri için büyük önem taşıyan Amerikalı pastör Andrew Brunson’ın
Türkiye’de hapis tutulması olmuştur. Bu olay, muhafazakâr tabanın sesi olan
Trump-Pence ikilisi ve iktidardaki Cumhuriyetçi Parti için büyük önem
taşımaktadır. Bu nedenle, ABD Kongresi’nde Türkiye karşıtlığı hızla artmış ve
Türkiye’ye yönelik cezalandırıcı önlemler alınması teklif edilmeye
başlanmıştır. Nitekim bu olay sonrasında F-35’lerin Türkiye’ye teslimatının
geciktirilmesi konusunda Kongre’de bir gelişme yaşanmıştır. Ayrıca İran’a
yönelik yaptırımları delmek noktasında, -Reza Zarrab ve Hakan Atilla olayıyla
bağlantılı olarak- Türk devlet bankası Halkbank’a ABD tarafından büyük bir ceza
verilmesi de halen gündemdedir.
Bu tabloya bakıldığında; Amanda
Sloat’a göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD karşısındaki eli zayıftır. Her ne
kadar Türkiye’nin jeopolitik konumu, NATO üyeliği ve ABD ile yakın ilişkileri
bir kopmayı şimdilik engellese de, yaşanan sorunlar konusunda bir çözüm
bulunamaması durumunda, Washington, Ankara’ya karşı duruşunu sertleştirebilir.
Ancak Türkiye’nin çabaları olumlu yönde olursa, sorunlar kısa sürede
çözülebilir. Aynı şeyi aslında Türkiye Almanya ile de yaşamıştır. Ancak
Türk-Alman gazeteci Deniz Yücel’in serbest bırakılması ve OHAL’in
sonlandırılmasının ardından, Almanya ile ilişkiler hızla düzelme sürecine
girmiştir. ABD ile ilişkiler de, Türkiye isterse, benzer yönde ilerleyebilir.
Türkiye, bu konuda çok esnek bir ülke olduğunu, 2015 yılında Türk hava sahasını
ihlal eden bir Rus jetinin vurulması nedeniyle savaş ve kopma noktasına gelen
Rusya ile ilişkilerini çok kısa sürede toparlayabilmesiyle ispat etmiştir.
Bunların dışında, Türkiye
ekonomisi son birkaç ayda çok zor bir durumdadır ve ABD ile ilişkileri bozmak
Ankara’nın lehine değildir. Enflasyon, son 15 yılın en yüksek seviyesi olan
yüzde 15’lere ulaşmıştır. Türk lirası, dolar ve avro karşısında son birkaç ayda
yüzde 30’un üzerinde değer kaybetmiştir. Türkiye’deki birçok büyük holding,
döviz borçlarının bir anda çok artması nedeniyle iflasın eşiğine gelmiş
durumdadır. Cari açık ve artan işsizlik rakamları da diğer önemli ekonomik
sorunlar olarak belirtilebilir. Hukuk devletinin ortadan kalkması, yargı
bağımsızlığının olmaması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabinesinin uluslararası
kamuoyunda zayıf bulunması da yazara göre diğer önemli sorunlardır. Tüm bunlar
ışığında, Amanda Sloat, Amerikan hükümetinin herşeye rağmen Erdoğan’a
cezalandırma yerine işbirliği önerdiğini, ama Erdoğan’ın fırsatları
değerlendirmeyerek Amerikan tarafının sabrını tükettiğini düşünmektedir. Yazar,
diplomatik çözüm için halen vakit olduğunu, ancak bunun başarılamaması
durumunda Türkiye ekonomisinin çok zora gireceğini ve ikili ilişkilerin de
kopma noktasına geleceğini belirtmektedir.
Amanda Sloat’un makalesi
değerlendirildiğinde; Amerikalı olan yazarın haliyle olaylara ABD
perspektifinden baktığını ve hiçbir konuda kendi ülkesinin hatalarının
olabileceğini düşünmediğini belirtmek mümkündür. Bu, aslında tüm Amerikalı
analist ve yazarlarda son yıllarda Türkiye konusunda görülmeye başlanan (Erdoğan’ın
Batı dünyasında sevilmeyen bir lider olmasının da etkisiyle) tehlikeli bir
eğilimdir. Türkiye’deki rejimin demokratik niteliklerinin zayıf olduğu şüphe
götürmez bir gerçektir; ancak bu durum Türkiye’nin yaşadığı olağanüstü koşullar
(PKK ve IŞİD terörü, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi vs.) ve ülkenin
sosyoekonomik ve sosyokültürel seviyesinin düşük olmasıyla alakalıdır. Dahası,
bu durum Amerikalılardan çok Türk vatandaşlarını olumsuz yönde etkilemektedir.
Nitekim demokrasi, bugüne kadar neredeyse hiç istisnasız zengin ve Batılı
ülkelerin rejimi olagelmiştir. Bir diğer önemli sorun, Amerikalıların Türk
psikolojisini hiç anlayamamalarıdır. Şerefli bir millet olan Türkler, inatlaşma
ve tehditler başladığı durumda asla geri adım atmayan yapıdadırlar. İlginç bir
şekilde, ABD ile zıtlaşma, Türkiye’nin ekonomisi kötüye gitmesine karşın
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın popülaritesini arttırmaktadır. Bu nedenle, ABD,
Türkiye ile ilişkilerde tehdit dilini bir kenara bırakmalıdır. Rahip Andrew Brunson
konusunda ise, ABD, adaletin gecikmesi nedeniyle haklıdır; ancak bu durum Brunson’a
özgü değildir, nitekim Türkiye’de mahkeme kapısına düşen herkes senelerce bekletilmektedir.
Bu konunun en kısa sürede çözüme ulaştırılması herkesin yararınadır. Ayrıca
elbette tüm sorunların bir anda çözülmesi beklenemez; ancak Türkiye’nin
Suriye politikasını kendi başına dizayn ettiği algısı, son yıllarda Washington
ve Avrupalı başkentlerce yayılmaya çalışılan hatalı bir argümandır. Türkiye,
Batılı müttefikleriyle (ABD, Fransa, İngiltere) birlikte Suriye’de insani
kaygıları öne alan bir politika izlemiş, ama bu politika Rusya ve İran nedeniyle başarıyla
sonuçlanmamıştır. Bu durumdan en çok zararı da -milyonlarca göçmene bakmak
zorunda kalması nedeniyle- zaten bizzat Türkiye görmüştür. Bu nedenle,
Türkiye’nin Suriye’de terörizme destek veren bir ülke olarak yansıtılması
hatalıdır. YPG-PYD konusunda da -IŞİD yok edildiğine göre- Türkiye’nin hassasiyetleri haklıdır; ancak tüm
bölge halkının ve Kürtlerin düşman olarak görülmemesi ve Suriye’de olası bir
Kürt özerkliğinin Türkiye’nin aleyhine olmayacağının anlatılabilmesi de son
derece önemlidir. Somut konuşmak gerekirse; son dönemde krize giren Türkiye
ekonomisi, Suriye’de silahların susması durumunda özellikle inşaat sektöründe
Kürt bölgesinde önemli roller üstlenebilir ve bu durum Türkiye’yi ekonomik
açıdan düzlüğe çıkarabilir. Ancak bunun için Türkiye’ye bazı somut garantiler
verilmesi (Suriye’nin ve Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda) gerekmektedir. Türkiye ile ABD’nin bu konuda uzlaşmaları
insani açıdan da çok gereklidir; zira aksi takdirde, Suriye rejimi, -İran ve
Rusya desteğiyle- Sünni muhalif gruplar ve Kürtlere yönelik ilerleyen günler,
aylar ve yıllarda büyük katliamlar yapabilir. Türkiye’nin demokratik seviyesi
son dönemde düşse de, sonuçta Türkiye ile ABD, insan hakları konularını
önemseyen ve canice hareketler karşısında tepki gösteren devletlerdir. ABD’nin
Erdoğan fobisinden kurtulması da bence yeni dönemde son derece gereklidir; zira
12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında Türkiye’nin kültürel kodları
değiştirilmiş ve ılımlı İslami yapıda yeni bir toplum ve devlet yaratılmıştır. Böyle
bir düzen ve toplumun ortalamasını en iyi temsil eden kişi -ABD’de nasıl bu
kişi Donald Trump ise- Türkiye’de de Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bu konuda kararı
Türk halkına bırakmak gerekir. Bir diğer önemli konu ise Rusya ile
ilişkilerdir. Türkiye, Rusya karşısında, jet krizi sonrasında -Johnson Mektubu
döneminde olduğu gibi- ABD ve NATO müttefiklerince yalnız bırakılmıştır. Dahası,
Türkiye’nin Rusya’ya özellikle doğalgaz alanında büyük bir bağımlılığı söz
konusudur. Bu, kısa sürede değiştirilebilecek birşey değildir. Türkiye ile ABD’nin,
bu nedenle, ilişkileri germek yerine, uzun vadede Türkiye’nin Rusya’dan çok
Avrupa Birliği ve ABD’ye yakın olması ve enerji sorununu çözmesi konusunda ortak
planlar geliştirmesi gerekir. Ayrıca Rusya ile Batı dünyası arasında da ilerleyen
yıllarda -Suriye sorununun sona ermesinin ardından- yeniden bir yakınlaşma
dönemi başlayabilir. Son olarak, halen dünyanın tek süpergücü olan ABD’nin
kendinden ve Türkiye’nin Batı müttefikliğinden şüphe etmesi yersizdir; ABD,
birçok konuda tarihinin en güçlü dönemindedir ve Çin’in yükselişi gibi
gelişmelere rağmen, Soğuk Savaş dönemine kıyasla çok iyi durumdadır. Bu
nedenle, ABD ve Batı dünyası açısından Türkiye’nin Rusya-İran-Suriye-Çin’den
oluşan Doğu bloğuna (ki bu blok içerisinde de birçok rekabet ve çıkar çatışması
söz konusudur) kaybedilmesi gibi bir risk henüz yoktur; ancak doğalgaz
bağımlılığı elbette ciddi bir meseledir ve bu konuda şimdiden başlayarak çok
ciddi çalışmalar yapılması gerekmektedir.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder