27 Haziran 2010 Pazar

Üç Tarz-ı Siyaset



-->
-->
Türkçülük akımının ünlü teorisyenlerinden Yusuf Akçura’nın 1904 yılında kaleme aldığı “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesinin üzerinden 106 yıl geçmesine karşın, kanımca 33 sayfalık bu kolay anlaşılır makale birçok yönden güncelliğini korumaktadır. Elbette Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminde devleti kurtarmak için denenen üç farklı politika olan İslamcılık (Pan-İslamizm), Türkçülük (Pan-Türkizm) ve Osmanlıcılık ideolojilerinin Akçura tarafından artı ve eksileriyle son derece nesnel bir şekilde incelendiği bu ünlü eserin, günümüz koşullarıyla oldukça farklı olan o günün koşulları ve bu koşullara göre şekillenen zihniyetleri incelediği bir gerçektir. Ancak günümüzde de o günün koşullarıyla önemli farklılıklara rağmen ülkemizdeki siyasal, etnik ve dini tartışmaların üç temel görüş ekseninde -İslamcılık (Pan-İslamizm), Türkçülük (Pan-Türkizm) ve Atatürkçülük (Kemalizm)- şekillendiğini iddia etmek mümkündür. Bu yazıda bu üç temel görüşü nesnel bir şekilde incelemeye çalışarak hangisinin Türkiye açısından daha faydalı olabileceğini araştıracağım.



1-) İslamcılık: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve onun dayandığı siyasal olarak kolay yönlendirilebilir, niteliksiz ve edilgen olsa dahi bazı kültürel değerleri sıkı sıkıya sahiplenmesi bakımından ideolojik olarak nitelendirilebilecek olan muhafazakâr tabanın ideolojisi kabul edeceğimiz İslamcılık görüşü; dünyanın süper gücü olarak kalmayı amaçlayan ancak Çin, Rusya gibi ülkelerin hızlı yükselişleriyle sarsılan Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak işgali sonrası hızla güçlenen İran ve Şii kuşağına karşı Türkiye’yi Sünni kuşağın lideri olarak tasarlaması sebebiyle son yıllarda ülkemizde oldukça güçlenmiş, “a la mode” hale gelmiştir. DSP-MHP-ANAP koalisyonunun Irak işgalinin hemen öncesinde 2002 yılında dağıtılarak başa Adalet ve Kalkınma Partisi’nin getirilmesi ve bu partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi’nce tescillenmesine karşın yurtdışından 2009 yılına kadar büyük destek almış olması bu noktada İslamcılık görüşünün emperyal çevreler tarafından da desteklendiğinin önemli bir kanıtıdır. Ancak 2009 yılından başlayarak dış çevrelerden aldığı desteğe ve içeride laik kesim ve kurumlara yönelik anti-demokratik ve totaliter uygulamalarına yeterince tepki gösterilmemesine güvenerek İslamcılık dozunu gerek yurtiçi, gerek yurtdışında (Sudan lideri El Beşir’e, İran’da hileli seçimlerle iktidarda kalan Ahmedinejad’a ve Hamas’a verilen ölçüsüz destek) hızla arttıran AKP’nin son dönemde Batı dünyası (İran meselesinde Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yalnız kalması) ve İsrail’le yaşadığı krizler bu ideolojinin yakın gelecekte yaşayacağı düşüşü işaret etmektedir. Dahası Atatürk Türkiyesi’nin yaptığı seküler reformlar sayesinde Türkiye toplumunun önemli ölçüde modernleştiği ve sekülerleştiği hesaba katılınca İslamcılık ideolojisinin toplumu birleştirici bir unsur haline dönüşmesi son derece zor gözükmektedir. Zira Türkiye toplumunun önemli bir bölümünü (yaklaşık yüzde 20-30) oluşturan şehirli, iyi eğitimli ve seküler Cumhuriyet değerlerine inanan orta sınıf mensupları İslamcılık ideolojisine daima mesafeyle yaklaşmakta ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kutuplaştırıcı liderliği sandıktan 1. parti çıkması açısından kendisine faydalı olmasına karşın, onarıcı temellere dayanmadığı için daima ülkede ikili bir yapıya, düalizme yol açmakta ve dolayısıyla Türkiye’nin gücünü azaltmaktadır. Bu konuda önemli tespitleri olan Prof. Dr. Sencer Ayata da yaptığı bazı televizyon konuşmalarında AKP’nin İslamcı çizgisi nedeniyle ülkenin en iyi eğitimli ve en yetenekli kesimlerinin ülkeye yeterince iyi hizmet edemediğine dikkat çekmektedir. İslamcılık görüşünün ülke içerisinde özellikle feodal yapının ağır bastığı Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kürtlerle ilişkilerinde bir noktaya kadar başarılı olduğu gözlemlenmesine karşın (din-çimento iddiası), Türkiye Cumhuriyeti devletinin esasını oluşturan laiklik ve Türk milleti anlayışlarıyla çelişen unsurlarının bulunması bu ideolojiyi daha da zayıf hale getirmektedir. İslamcılık’ın kadınlarla, Alevilerle ve gayrimüslim nüfusla olan ilişkileri de daima problemli olacağı için bu ideolojinin ülke içerisinde bütünlüğü sağlaması zordur. İslamcılık ideolojisinin Batı’dan gelen desteğinin de kesilmekte olması ve anti-demokratik rejimleri bulunan ancak ekonomik açıdan gelişmiş Arap devletlerindeki karar alıcıların Türkiye’nin İslam dünyasındaki liderliğine şüpheyle hatta olumsuz yaklaşması bu görüşü zayıflatan bir diğer nedendir. Dahası 20. yüzyıl başlarında özellikle II. Abdülhamid döneminde ve 1. Dünya Savaşı’nda uygulanmaya çalışılan Pan-İslamizm’in o dönemde bir hilafet kurumu olmasına karşın başarısız olduğu düşünülürse, günümüzde bir halifelik makamı da olmayan Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi iç meselelerinden (ekonomik kriz, terör ve etnik ayrılıkçılık, siyasal İslam-laiklik tartışmaları) fırsat bulup İslam dünyasına liderlik edebileceğini düşünmek hayalcilikten de öte bir saflıktır.



2-) Türkçülük: 19. yüzyıl sonlarında önce Macaristan ve Rusya gibi yabancı ülkelerde, daha sonra da Yusuf Akçura, Ziya Gökalp ve İsmail Gaspıralı düşünürlerin ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ndeki bazı siyasilerin çalışmalarıyla Anadolu coğrafyasında filizlenen Türkçülük düşüncesi; Osmanlı Devleti’nin çökmesi sonrası tarih sahnesinden silinme noktasına kadar gelen ancak yine de Anadolu’da önemli sayılabilecek bir alanı kontrol altına almayı başaran Türklerin ve Türk devletinin o dönemki askeri, siyasal ve ekonomik gücünün (Atatürk’ün üstün liderliğine karşın) zayıf olması sebebiyle hiçbir zaman ciddi bir popüler siyasal akım ve proje haline dönüşememiş, anti-komünist mücadele (!) içerisinde devletten büyük destek görmesine karşın 1990’lara kadar bu akımı temsil eden Milliyetçi Hareket Partisi’nin kemik oyu yüzde 8 düzeyinde kalmıştır. Ancak özellikle Batı’nın da kaşımasıyla 1980’lerden beri terör yoluyla güçlenen Kürtçülük ideolojisi ve ayrılıkçı Kürt hareketi son yıllarda Anadolu coğrafyasında kendisine karşıt olan Türkçülük’ün de tavan yapması sonucunu yaratmış, MHP 1999 seçimlerinde yüzde 19 gibi tarihinin en yüksek oyunu almış, bugünlerde de yüzde 14-15 gibi yüksek bir kemikleşmiş oy potansiyeline sahip hale gelmiştir. Türkçülük ideolojisinin 1900’lerin başlarında olduğu gibi bugün de gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel Anadolu Türkleri ve Orta Asya Türkleri arasındaki uzak mesafeler ve dahası Anadolu ve Orta Asya Türklüğü arasındaki ciddi kültürel farklılıklardır. Yine de büyük bir Rus imparatorluğu olan Sovyetler Birliği’nin yıkılmış olması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkmenistan gibi ülkelerle ve Irak Türkmenleri ve Uygur Türkleri gibi sosyal gruplarla giderek artan ilişkilerinin bulunması Türkçü hayallerin somut olarak incelendiğinde şansını arttıran faktörlerdir. Ancak geçmişte uzun süren savaşlardan çok yorgun ve zayıf çıkan Anadolu’nun acizliği ve araya Sovyet bloğunun girmesiyle gerçekleşmesi imkânsız hale gelen Türkçülük projesinin; günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti devletinin iç meselelerinin zorluğu ve dünyanın yeni süper güçleri olmaya aday Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu gibi ülkelerin Orta Asya Türkleri coğrafyasındaki önemli konumları nedeniyle gerçekleşmesi büyük bir ütopyadan öteye gidememektedir. Elbette bu yönde olumlu ve daha cesur adımlar atılarak özellikle Azerbaycan, KKTC ve Irak Türkmenleri gibi dil ve kültür açısından Anadolu Türklerine çok yakın gruplarla ve bu grupların devletleriyle entegrasyona yönelik girişimlerde bulunulabilir ve bu yönde başarılar kazanılabilir. Ancak Türkçülük düşüncesinin temel devlet politikası haline gelmesi hala mümkün gözükmemektedir. Türkçülük ideolojisinin iç politikada da birleştirici bir unsur haline gelmesi oldukça zordur. Türkiye’nin 2000’lerden bu yana kimlik politikalarına prim tanıyan entelektüel akımların etkisiyle giderek artan bir etnik duyarlılığa sahip önemli bir nüfusunun bulunması, özellikle de hızla artan Kürt milliyetçiliği nedeniyle Türkçülük’ün Anadolu’da bütünleştirici bir ideoloji olması pek mümkün görünmemektedir. Zira Türkçülerin Kürt meselesinde çözüm önerileri ortaya koyabilmeleri oldukça zordur. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, halen on yıllardır tasfiye edilmesine karşın devletin resmi anayasal görüşü olan Atatürk milliyetçiliğinin İslamcı, liberal ve neo-liberal sol akımlarca çökertilmesi durumunda Anadolu coğrafyasında etnik Türk kimliğe sahip on milyonlarda ılımlı milliyetçilik ve Atatürkçülüğün yerini muhtemelen Türkçülük alacak ve yükselen Kürtçülük’ün de etkisiyle Anadolu’da çok ciddi bir etnik çatışma ihtimali gündeme gelecektir. Bu durumda Türkçülük’ün belki de binlerce insanın ölümüyle sonuçlanabilecek bu tehlikeli ortam sonrasında kendini bir süre kabul ettirmesi mümkün olabilir. Ancak uzun vadede Türkçülük’ün devletin temel referans ideolojisi haline gelmesi ve Anadolu’daki kitleleri bütünleştirebilmesi olanaklı gözükmüyor.



3-) Atatürkçülük: Osmanlı Devleti’nin son döneminde Yusuf Akçura’nın da incelediği üç ideoloji olan İslamcılık, Türkçülük ve Osmanlıcılık’ın başarısız olmaları sonrası doğal bir sentez olarak Anadolu’da ortaya çıkan ve Atatürk milliyetçiliği ve laiklik gibi temel değerlere dayalı Atatürkçülük veya Kemalizm dediğimiz ideoloji bugün hala bu üç temel görüş içerisinde en güçlü akım olarak karşımıza çıkmaktadır. Öncelikle Kemalizm’in bütünleştirici olabilmesini sağlayacak en önemli faktör Kemalizm’in 60 yıllık tasfiye sürecine karşın bugün kısmen hala Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye Cumhuriyet anayasası ve Türk hukuk sistemi gibi önemli kurum ve mevzilerde temel referans noktası olmasıdır. Dolayısıyla Kemalizm’in kurumlar açısından diğer ideolojilere kıyasla önemli bir avantajı bulunmaktadır. Dahası Kürt meselesi ve İslam-laiklik tartışmaları konusunda daha yumuşak ve halkı kucaklayıcı bir Kemalizm’in halk nezdinde de başarı kazanması diğer ideolojilere kıyasla daha kolaydır. Zira Kemalizm’in ırka dayanmayan yurttaşlık esası, Türkçülük’ün aksine Kürt meselesinde halkla bütünleşebilmesinin önünü açabilir. Kemal Kılıçdaroğlu gibi Kürt kökenli olduğu iddia edilen (bu noktada Soner Yalçın’ın iddiaları Kılıçdaroğlu’nun Türkmen olduğu yönündedir) ve öyle bilinen bir kimsenin CHP’nin başına geçmiş olması, Kemalizm’in eşitlikçi yurttaşlık anlayışının anlaşılmasında Barrack Obama’nın ABD Başkanı seçilmesine benzer bir kolaylaştırıcı faktör haline gelebilir. Kemalistlerin Atatürk’ün Milli Mücadele döneminde yaptığı gibi dindar kesimle kuracağı diyalog ve bu noktada halkı bütünleştirecek olan bazı olumlu adımlar atılması Kemalizm’in bu diğer ayrıştırıcı hususta da İslamcılar ve Türkçülere kıyasla daha başarılı olabileceğini göstermektedir. Bunun için de Kemalistlerin Atatürk örneğinde olduğu gibi Prof. Dr. Vamık Volkan’ın deyimiyle “onarıcı liderlik” yapabilecek ve toplumun farklı kesimlerini kucaklayabilecek bir lidere ihtiyaçları vardır. Kemal Kılıçdaroğlu şimdilik bu nitelikte bir lider olabileceği yönünde olumlu sinyaller vermektedir. Kemalizm’in en büyük avantajı ise doğru bir dış politika vizyonu belirlenmesi durumunda uluslararası ilişkiler olacaktır. Türkçülük ve İslamcılık’ın romantik hayallerinin gerçekleşmesinin zorluğu, bu ideolojilerin aşırı ideolojik yapıları nedeniyle dış politikada gereken pragmatizmden yoksun oluşları ve Türkiye’nin bu idealler peşinde koşması durumunda dış dünya ile yaşayacağı ciddi sıkıntılar göz önüne alınırsa, İslam dünyası ya da Türk dünyası liderliğinden ziyade kendi iç (terör, Kürt meselesi, ekonomik kriz, İslam-laiklik tartışmaları vs.) ve dış meselelerini (sözde soykırım iddiaları, KKTC’nin durumu, Kuzey Irak yerel yönetimi ve PKK’nın durumu) çözmeye yönelmiş ve dışarıda da çok boyutlu dış politikasında kendi ulusal çıkarlarını gerçekçi bir temelde ve cesur şekilde koruyan bir Türkiye, dış politikada daha güçlü ve saygın bir aktör haline gelebilir. Kültürel olarak da Atatürkçülük bugün hala daha iyi eğitimli orta-üst sınıflar ve sanatçı-entelijensiya çevreleri açısından daha tanıdık ve istenilir bir hedef olduğu için bu üç görüş içerisinde başarı kazanma ve toplumu bütünleştirme şansı olan tek ideoloji Atatürkçülük olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ozan Örmeci

1 yorum:

efsane sözler dedi ki...

Yusuf Akçura ile ilgili araştırma yaparken tesadüfen geldiğim sitenizde okuduğum bu makale içerisinde kısmen doğru tespitler olmasına rağmen oldukça kısır , güdük ve ideoloik.