Doç. Dr. Segâh Tekin, İstanbul doğumludur. Orta öğrenimini İstanbul Adnan Menderes Anadolu Lisesi’nde, lisans eğitimini Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde bölüm birincisi ve fakülte üçüncüsü olarak tamamladı. Bir süre ABD’de bulundu. Konya Sanayi Odası bünyesinde yürütülen Avrupa Birliği projelerinde Uzman ve Koordinatör olarak çalıştı. Bu süreçte Türkiye’de ve Belçika’da çeşitli eğitim programlarına katıldı. Yüksek Lisans eğitimini Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde “Etik ve İnsani Müdahale: Söylem, Mitler ve Gerçekler” adlı tez çalışması ile, TÜBİTAK 2211 programıyla desteklenen doktora eğitimini de yine aynı bölümde, Prof. Dr. Birol Akgün’ün danışmanlığında hazırladığı “Brezilya’nın Dış Politikası: Gelenek ve Değişim” başlıklı çalışmasıyla tamamladı. Doktora tez araştırması için YÖK Doktora Araştırma Bursu ile altı ay Brezilya São Paulo Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. Doktora eğitimi süresince Türkiye, Almanya ve Brezilya’da çeşitli konferans, çalıştay ve eğitim programlarına katıldı. Doktora tezi, 2017 yılında Der Yayınevi tarafından aynı adla kitap olarak da basıldı. Çeşitli akademik dergilerde yayınları, kitap bölümleri ve tebliğleri bulunmaktadır. “Dünya Siyasetinde Latin Amerika” kitap serisinin editörleri arasındadır. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir (Doç. Dr.). Başlıca akademik araştırma alanları; Amerika çalışmaları, Portekizce konuşan ülkeler ve Uluslararası İlişkiler’de din ve insani meselelerdir. İngilizce, İspanyolca ve Portekizce bilmektedir.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Sayın hocam merhaba, mülakat önerimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Öncelikle, ülkemizde meydana gelen deprem felaketinin ardından Latin Amerika ülkeleri de Türkiye’ye yardım için büyük gayret gösterdiler. Bu dayanışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doç. Dr. Segâh Tekin: Yaşadığımız deprem felaketinin ardından, tüm Türkiye ve yurtdışındaki vatandaşlarımız gibi dünyanın farklı ülkelerindeki çok sayıda kişinin kalbi de depremzedeler ve ülkemiz için attı. Türkiye’nin yaptığı uluslararası yardım çağrısı, çok sayıda ülkenin gönderdiği arama kurtarma ve sağlık ekipleri, yardım malzemeleri ve doğrudan mali desteklerle cevap buldu. Ülkemizin içinde bulunduğu üzüntülü süreçte sağlanan yardımlar ve destek mesajlarının her biri anlamlı olmakla beraber, Latin Amerika’dan gelenler, yakın geçmişte gelişen siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel ilişkilerin binlerce kilometre uzakta Türkiye’ye değerli dostlar kazandırdığını gösteriyor. Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Meksika, Venezuela, El Salvador, Küba, Kosta Rika gibi ülkeler yardım faaliyetleri kapsamında Türkiye’ye hızlı biçimde profesyonel ekipler ve arama-kurtarma köpekleri yola çıkarken, bu ülkeler tıbbi malzemeler, jeneratör, gıda ve araç gereç göndermeye devam ediyorlar. Bu süreçte, Latin Amerika’nın farklı ülkelerindeki Büyükelçiliklerimiz ve TİKA ofisleri yardım kampanyaları düzenleyerek bölgede yaşayan vatandaşlarımızın ve bulundukları ülke halkının bağışladıkları ihtiyaç malzemelerini Türkiye’ye ulaştırıyorlar. Kosta Rika Dışişleri Bakanı Arnoldo André Tinoco, ülkesi adına taziye iletmek ve dayanışma göstermek için 16 Şubat’ta Türkiye’yi ziyaret etti ve mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile bir araya geldi. Depremden yalnızca günler önce Arjantin Dışişleri Bakanı Santiago Cafiero ve Latin Amerika ve Karayipler Parlamentosu Başkanı Silvia del Rosario Giacoppo, Türkiye’yi ziyaret ederek Bakan Çavuşoğlu ile görüşmüştü. Depremin ardından, Bolivya, Uruguay ve Perulu yetkililer de Türkiye’ye taziyelerini iletti. Halihazırda büyük çaplı orman yangınlarıyla mücadele eden ve diğer ülkelerden yardım talep etmek durumunda kalan Şili dahi, Türkiye’ye yardım niyetini açıkladı. Türkiye’yi binlerce kilometre uzaktaki Latin Amerika ile birleştiren ve bu dayanışmanın ortaya konmasını sağlayan hiç şüphesiz yardımlaşma duygusu olsa da, Türkiye’nin Latin Amerika ve Karayipler açılımının sağladığı yakınlaşma sürecinin önemi yadsınamaz. Bu sürecin, Türkiye ve bölge ülkeleri arasındaki siyasi, diplomatik ve ekonomik ilişkileri artırırken, Türkiye’yi uzaklardaki bu dost ülkelere yakın kıldığını ve insani ilişkileri de geliştirdiğini üzücü bir olay neticesinde tecrübe etmiş olduk.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Brezilya seçimleri uluslararası kamuoyunda oldukça ses getirdi. Beklendiği üzere seçimi solcu aday Lula da Silva kazansa da, aşırı sağdan gelen önceki Devlet Başkanı Jair Bolsonaro’nun aldığı yüksek oy ve özellikle Brezilya milli futbol takımının önemli oyuncuları ile Brezilya güvenlik bürokrasisinin Bolsonaro’ya verdiği açık destek çeşitli endişelere sebep oldu. Üstelik seçimin ardından Bolsonaro yanlılarınca Kongre’ye bir baskın da yapıldı. Brezilya’daki bu kutuplaşmanın ve Bolsonaro’ya verilen desteğin maddi temeli nelerdir? Irkçı ve yabancı karşıtı düşünceler demokratik rejimlerde nasıl bu kadar popüler olabiliyor? Bu konuda ABD etkisinden söz edilebilir mi?
Doç. Dr. Segâh Tekin: Başkent Brasília’daki kamu binalarına yönelik baskın, ister istemez bir Donald Trump hayranı olan eski Devlet Başkanı Bolsonaro’nun taraftarlarının Washington’daki Kongre Binası baskınından etkilendiklerini gösteriyor. Bununla beraber, Brezilya’nın aşırı sağı olarak takdim edilen Bolsonaro’nun ve taraftarlarının yaklaşımının, ırkçı ve yabancı düşmanı diğer ülke aşırı sağlarından farkları bulunuyor. Öncelikle, tarihsel olarak bir göçmen ülkesi olan Brezilya’daki kamusal düzen yabancıların dışlanması üzerine kurulu değildir ve Bolsonaro döneminde bunun anlamlı biçimde değiştiğini söyleyemeyiz. Ülke içinde ırkçılık meselesine gelirsek, Brezilya toplumunun güncel değerlendirmelere göre yarıdan fazlasının Afrikalı kökleri var. Bolsonaro’nun taraftarları da yalnızca beyaz ırk mensuplarından oluşmuyor. Daha çok Bolsonaro’nun kendi liderliğini İşçi Partisi (PT) karşıtlığı üzerine kurguladığını ve gerek kazandığı önceki seçimde gerekse kaybettiği son seçimde, PT karşısında kazanma ihtimali olan tek aday olarak, PT’yi iktidarda görmek istemeyen farklı kesimlerin oylarını toplayabildiğini düşünüyorum. Demokrasi meselesine gelirsek, Brezilya’nın 1889’da İmparatorluktan Cumhuriyete geçişi bir askeri darbeyle gerçekleşmişti. 1964-85 yılları arasındaki doğrudan askeri yönetime kadar da ülkede ordunun siyasal hayata ve seçimlere çok sayıda müdahalesi oldu. 1985’te de ancak kontrollü denebilecek biçimde iktidar sivil siyasetçilere devredildi. 1980’lerden itibaren ise, ülke, çeşitli ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunlarla karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla, konsolide olmuş bir demokrasiden net şekilde söz etmemiz mümkün değil. Yani son dönemde yaşanan gelişmeler ABD’deki olayları anımsatsa da, Brezilya’yı kendi dinamikleri içinde değerlendirmemiz doğru olur.
Doç. Dr. Segâh Tekin
Doç. Dr. Ozan Örmeci: 2000’lerin başında Hugo Chavez ve Evo Morales gibi popülist ve popüler solcu liderlerle sembolleşen Latin Amerika solu, kısa süreli bir düşüşün ardından yeniden yükselişe geçmiş gözüküyor. Sizce ikinci “pembe dalga” gerçekten de kalıcı olabilecek mi? Kıtada hangi ülkelerde sola yönelik eğilim artıyor?
Doç. Dr. Segâh Tekin: Arjantin, Şili ve Brezilya’da solun yeniden seçilişi, Bolivya’da askeri darbe sürecinin ardından solun tekrar iktidara gelişi, pembe dalganın dönüşünü düşündürdü. Fakat burada çeşitli ayrımlara gitmek gerekiyor. Öncelikle, birinci pembe dalga liderleri ve ideolojik hedefleri arasında dışarıdan benzerlikler fazla görünse de önemli farklılıklar vardı. Dolayısıyla, Arjantin’in Peronist geleneğini temsil eden Kirchnerler, Venezuela’nın otoriter Chavez’i ve küresel ölçekte bir lider olarak nitelendirebileceğimiz Lula, birbirinden farklıydı. Kıtayı yeniden sola itenin yapısal ekonomik ve toplumsal sorunlar olduğunu, yeni veya yeniden seçilen sol görüşlü Devlet Başkanlarından da bu konuda çaba beklendiği görülüyor. Fakat sorunların ülkeden ülkeye değişkenliği, önümüzdeki günlerde ikinci pembe dalganın başarısı veya başarısızlığından ziyade liderler düzeyinde gündeme gelecektir. Şili ve Peru’nun anayasal haklar ve toplumsal sınıflar ve ırklar arası uyum sorunları, Brezilya’da çevre, doğal kaynakların sürdürülebilirliği ve yerli toplulukların korunması, Arjantin için ekonomi ve bölgedeki çoğu ülke için şehir güvenliği sorunlarıyla ilgili olumlu gelişmeler yeni dalga için belirleyici olacak. Birinci pembe dalganın şansı, 2000’lerin ilk yıllarındaki küresel ekonomik büyüme ve Çin’in hızla gelen ekonomik varlığından yararlanmaları ve bu ekonomik başarı ivmesini kamu harcamalarına, sosyal destek programlarına aktarabilmeleriydi. Ne yazık ki, pandeminin süregelen toplumsal ve ekonomik etkileri ve Ukrayna’daki savaşın bölgedeki tarım sektörüne yansımaları yeni pembe dalga liderlerinin farklı zorluklarda mücadele etmelerini gerektiriyor.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türkiye, Latin Amerika ülkeleri açısından antipatik veya hasmane algılanmayan ama pek de bilinmeyen bir ülke. Bu kıtadaki ülkelerle ilişkilerimiz siyasi-diplomatik, ekonomik ve kültürel açılardan ne düzeyde? Hangi ülkelerle ilişkilerimiz daha ön plana çıkıyor? İleride Latin Amerika’nın Türk Dış Politikası’ndaki önemi sizce artabilir mi? Bu konuda Türk dizileri ve futbol diplomasisi gibi unsurların etkisini de sizden öğrenmek isteriz.
Doç. Dr. Segâh Tekin: Latin Amerika’nın ülkemiz için gelecekteki yerini ekonomik ilişkilerin arttığı, siyasal ilişkilerin ise özellikle uluslararası kuruluşlar nezdinde belirli gelişmeler karşısında ortak hareket etmeyi de içerecek şekilde genişlediği bir yapıda görüyorum. Bu süreç içinde bazı gelgitler yaşanıyor; doğal olarak yaşanacaktır ve Türkiye’nin açılım politikasının ötesinde bazı bölge ülkeleriyle kalıcı ortaklıklar kurmakta olduğu kanaatindeyim. Günümüz dünyasında bilinmeyen ülke tanımı giderek önemini kaybediyor. Halkların karşılıklı olarak birbirlerini daha yakından tanımaya başladıkları bir dönemdeyiz. Fakat Latin Amerika ülkelerindeki Türk dizileri fırtınası ve bölgedeki fan gruplarının Türk oyuncuları sıkı biçimde takip etmeleri, Türkiye’nin ve Türkçe’nin bölgedeki bilinirliğini daha fazla artırıyor diyebiliriz. Dizilerin yeni bölümleri, belki de bazı sahneler bilemiyorum, Türkiye’de yayınlanır yayınlanmaz İspanyolca ve Portekizce altyazılarıyla internette dolaşmaya başlıyor. Depremin ardından da bölge basınında ve sosyal medyada Türkiye’de yaşananları önemseyen, destekleyici yayınlar yer aldı. Futbol da, benzer şekilde, toplumları yakınlaştırıyor. Latin Amerika futbolla meşhur olduğu için, futbol dünyasının çabaları ister istemez dikkat çekiyor. Türkiye liglerinde oynayan veya geçmişte oyuncu veya teknik direktör olarak ülkemizde bulunmuş olanlar da hem şahsen, hem de yardım göndermeyi teşvik eden açıklamalarıyla deprem sonrası ülkemize önemli destek verdiler. Gerek dizilerin popülerliğinde, gerekse Türk oyuncuların hayranlarının ve sporcuların yaşadığımız acıyı paylaşma biçimleriyle kendilerini Türkiye’ye çok yakın hissettiklerini anlayabiliyoruz ki bunun çok değerli olduğunu düşünüyorum.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Latin Amerika ülkeleri genelde "ABD’nin arka bahçesi" olarak değerlendiriliyor. Oysa bu kıtaya Çin ve Rusya’nın da eskiden beri yoğunlaşan ilgisi mevcut. Üstelik tarihsel, ekonomik ve kültürel olarak da halen bazı Avrupa ülkelerinin etkisinden söz edilebilir. Sizce bu kıtadaki güç mücadelesinde hangi uluslararası aktörler ön plana çıkıyor?
Doç. Dr. Segâh Tekin: Arka bahçe meselesinin kalıplaşmış, zihinlerde yer etmiş fakat hatalı bir tanımlama olduğu düşüncesindeyim. Özellikle Latin Amerika’nın geneli için tarihsel olarak dahi belirleyici değil. Daha doğrusu, Soğuk Savaş döneminde ABD başka bölgelere müdahil olduğu gibi Güney Amerika’ya müdahildi. Günümüzde ise, Çin ve Rusya’nın ekonomik etkisi artarken, Ukrayna’daki savaş Rusya’yı biraz geriye itti. Çin’in ekonomik etkisinin azalmasıysa beklenemez. Aynı zamanda iç sorunlarına rağmen güçlenen bir Latin Amerika var. Ayrıca coğrafi uzaklık bölgeyi bir yandan izole ederken, bir yandan da daha bağımsız kılıyor. Dolayısıyla, ABD, Çin, Rusya ve Güney Amerika’da toprağı olan tek yabancı ülke olan Fransa gibi güçlerin bölgede etkin olma çabaları var. Türkiye gibi ilişkilerini geliştirmek isteyen ülkeler de var ama sadece güç mücadelesiyle tanımlanacak zayıf bir Latin Amerika’dan söz edemeyiz. Burada ekonomik güç ve bölgede yer almak isteyen ülkelerin Latin Amerika’ya ekonomik anlamda ne katabilecekleri ve hangi ülkeden bağımsız hareket etmelerine yönelik tehdit algılamayacakları önemli olacaktır.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türkiye’de Latin Amerika çalışmaları ne düzeyde? Bu alanda çalışmak isteyen gençlere neler tavsiye edersiniz?
Doç. Dr. Segâh Tekin: Ülkemizde Latin Amerika çalışmaları ilerleme gösteriyor; bölgeyle ilgili Türkçe kaleme alınmış kitaplar, kitap bölümleri ve makalelerin sayısı artıyor. Yüksek lisans ve doktora tezleri düzeyinde de ilginin arttığını gözlemliyorum. Bununla beraber, konuyla ilgilenen gençlere Türkçe literatürle sınırlı kalmayıp, bölgenin tarihsel, siyasal ve ekonomik gelişimine yönelik temel kitapları okumalarını ve özellikle doktora düzeyindeki araştırmacılar için bölgede konuşulan dillerden birini öğrenmelerini tavsiye ederim.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Bu güzel sohbet için size teşekkür ediyor ve başarılarınızın devamını diliyoruz.
Röportaj: Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 16.02.2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder