27 Nisan 2020 Pazartesi

Doç. Dr. Ozan Örmeci'den E-Konferans: "Son Dönemde Türkiye-İngiltere İlişkileri"


İstanbul Gedik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 27 Nisan 2020 tarihinde Zoom programı üzerinden İstanbul Gedik Üniversitesi öğrencilerine yönelik "Son Dönemde Türkiye-İngiltere İlişkileri" adlı söyleşiye katıldı. Aşağıda söyleşi/konferansta sunulan metni bulabilirsiniz.

15 Nisan 2020 Çarşamba

İkinci UPA Webinar'ı: "Koronavirüs Salgınının Ekonomi ve Siyasete Olan Etkileri"


Uluslararası Politika Akademisi (UPA) ikinci webinar’ını “Koronavirüs Salgınının Ekonomi ve Siyasete Olan Etkileri” konu başlığıyla 13 Nisan 2020 tarihinde düzenledi. Aşağıda webinar’a katılan konuşmacıların verdiği röportajları bulabilirsiniz.

Konuşmacı Listesi (sırayla): Doç. Dr. Ozan Örmeci, Anıl Kemal Aktaş, Doç. Dr. Armağan Öztürk, Doç. Dr. Mine Afacan Fındıklı, Doç. Dr. Şebnem Udum, Dr. Deniz Tansi, Dr. Elsever Salmanov, Doç. Dr. Masamichi Iwasaka, Dr. Mher Sahakyan, Dr. Michael Wutrich, Dr. Zeynep Yanaşmayan, Erkan Bayır, Esma Bunjaku, Madina Smailova, Mourad Belkahla, Nisa Mammadova, Prof. Dr. Abdülkadir Çevik.


9 Nisan 2020 Perşembe

UPA Birinci Webinar'ı: "Koronavirüs Salgınının Siyasi ve Ekonomik Etkileri"


Uluslararası Politika Akademisi (UPA) birinci webinar'ını "Koronavirüs Salgınının Siyasi ve Ekonomik Etkileri" konu başlığıyla 7 Nisan 2020 tarihinde düzenledi. Aşağıda webinar'a katılan konuşmacıların verdiği röportajları bulabilirsiniz.

Konuşmacı Listesi (sırayla): Doç. Dr. Ozan Örmeci, Dr. Sina Kısacık, Temmuz Yiğit Bezmez, İlker Yıldız, Dr. Deniz Tansi, Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, Dr. Beata Piskorska, Prof. Dr. Hüseyin Gül/Doç. Dr. Hakan Mehmet Kiriş, Serkan Üzbek, Dr. Selim Sezer, Prof. Dr. Ghadir Golkarian, Dr. Aurélien Denizeau, Prof. Dr. Ata Atun, Dr. Hasibe Şahoğlu, Dr. Theano Kalavana, Doç. Dr. Ozan Örmeci/Oğuzhan Manioğlu.

5 Nisan 2020 Pazar

Prof. Dr. Ahmet Talimciler ile Mülakat


İzmir Bakırçay Üniversitesi  öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ahmet Talimciler, 1970 İzmir-Karşıyaka doğumludur. 1994 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünden mezun olan Talimciler, “Türkiye’de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi” (1998) başlıklı teziyle yüksek lisansını, “Türkiye’de Futbol ve İdeoloji İlişkisi” (2005) adını taşıyan çalışmasıyla da doktorasını Ege Üniversitesi'nde tamamlamıştır. Tezinden üretilen Türkiye’de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi adlı çalışması 2000 yılındaki Milliyet gazetesinin Sosyal Bilimler ödülüne layık görülen akademisyen, birçok başka kitaba da imzasını atmıştır.[1] T24 internet sitesi için köşe yazıları[2] yazmaya devam eden Talimciler, Türkiye’de futbol-siyaset ilişkisi üzerine akademik anlamda yazıp-çizen az sayıda kişiden biri olarak dikkat çekmektedir. Talimciler'in kitapları arasında Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu, Futbol Yazıları ve Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Taraftarlık gibi eserler de bulunmaktadır. 

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Ahmet hocam bize vakit ayırdığınız için teşekkürler. Korona virüsünün hayatımızı en olumsuz anlamda etkilediği alanlardan birisi de sanırım spor ve özellikle de futbol oldu. Futbol maçlarını ve programlarını izlemeyi özleyen futbol taraftarları, Türk futbol camiasından gelen haberlerle de sarsıldı. Neyse ki, şimdiye kadar hastalık tanısı konulan kişilerin hiçbirinden olumsuz bir haber gelmedi. Siz bu olaydan da yola çıkarak, Türkiye’de futbolun önemini ve hayatımızdaki yerini nasıl değerlendirirsiniz?

Prof. Dr. Ahmet Talimciler: Bütün sportif etkinlikler ile birlikte futbolun da durması, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bir anlamda şok etkisi yarattı. Çünkü söz konusu bu alan, aynı zamanda insanlığın gündelik hayatının biçimlenmesinde son derece önemli bir yere temas ediyor. Futbol, dünyanın en çok izlenilen ve kitlelerin en fazla beğenisini toplayan spor dalı olma özelliğine sahip. Futbolu özgül kılan yan ise, tüm dünyanın ortak bir paydası olabilme başarısıdır. Bu açıdan, İngiltere’de ortaya çıkmış olmasına karşın, tüm dünyada oynayanların kendisinden bir şeyler bulduğu ve oyuna bir şeyler katabildiği için de daha fazla ilgiye mazhar olabilmiş bir alandır. Türkiye için ise, futbol, 19.yüzyılın sonunda Osmanlı Devleti'nde başlayan modern spor hareketinin lokomotifi olmuş ve bu özelliğini Cumhuriyet ile birlikte sürdürmüştür. Bugün futbol, gerek izlenme ve takip edilme oranlarıyla, gerekse de ülke gündemine oturabilme potansiyeliyle diğer bütün spor branşlarının üzerinde bir konumda bulunmaktadır. Çünkü futbol aracılığıyla, aynı zamanda bireysel kimliklerimizin birer gösterenine kavuşma olanağına da sahip olmaktayız. Futbolun bu kadar çok sevilmesinin iktidarların gözünden kaçabilmesi mümkün değildir ve kaçmamıştır zaten. Ülkemiz açısından da futbol ve siyaset, bu topraklarda oynanmaya başlandığı ilk andan itibaren ideolojik bir pozisyon arz etmiştir. Bu yüzden, özellikle 1980 sonrası değişen dünya koşullarında futbolun ülkemiz içerisinde adeta bir ana yemek gibi sunulmak suretiyle kitlelerin ilgisinin başka alanlara kaydırılmasına vesile olduğunu söyleyebiliriz. Ki bu durum halen de devam etmektedir.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Dünyada Türkiye gibi futbola bir spor branşının ötesinde önem atfeden birçok ülke mevcut. Brezilya ve Arjantin ilk aklıma gelen örnekler. Bu ülkelerin ortak özellikleri, halen daha gelişmeye devam eden ülkeler olmaları ve sosyal eşitsizliklerin üst seviyelerde olması. Bu ülkelerin dışında, gelişmiş Avrupalı ülkelerden de İtalya, İspanya, İngiltere gibi futbolun öneminin neredeyse ilk saydığım ülkelere yakın derecede önemli olduğu örnekler var. ABD gibi gelişmiş bir ülkede ise, futbol arka sıralarda gelen bir spor branşı durumunda. Siz bu duruma baktığınızda, futbolun küresel jeopolitiği hakkında ne gibi tespitlerde bulunabilirsiniz?

Prof. Dr. Ahmet Talimciler: Haklısınız bu söylediklerinizde; azgelişmişlik ve futbol arasında yakın bir ilişki söz konusu olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde futbolun yanına başka spor branşları da eklenebilmektedir. ABD örneği kendi içerisinde çok farklı bir spor anlayışını ve kültürünü barındırmaktadır ve kıta Avrupa’sından büyük ölçekte başka bir doğrultuda yol almıştır. Buna karşın, son 25 yıl içerisinde televizyon ve sponsorluk ilişkileri çerçevesinde geliştirilen ve "endüstriyel futbol" olarak isimlendirilen yeni futbol anlayışı ile birlikte durum bambaşka bir nitelik kazanmıştır. Futbol, bu yeni haliyle küreselleşme sürecinin en önemli aktörlerinden bir tanesi haline dönüşmüştür. Tüm dünyada futbolcular küresel futbol dünyasının yıldızları olabilme adına Şampiyonlar Ligi denilen televizyon showunun parçası olmak için yarışmaktadırlar. Futbol, bu yeni görünümüyle giderek daha fazla finansal bir görünüm kazanmış olup, artık tamamıyla metalaşmış bir alana dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm süreci ise, başta stadyumların yeniden yapılanması olmak üzere medya, kulüpler, futbolcular, teknik ekip ve tabii ki taraftarların da farklılaşmalarına yol açmıştır. Taraftarlar, yerlerini hızla müşteri olarak nitelendirilen yeni izler kitleye bırakmışlardır. Ve burada belirleyici olan tüketim örgüsü içerisinde kulüple kurulan bağlantılardır.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Korona virüsü nedeniyle halkların yaşam kalitesi ve sağlık hizmetlerinin kalitesinin tartışma konusu olduğu bir dönemde, bazı ülkelerde (örneğin İtalya), futbolcuların aldıkları yüksek ücretler de eleştiri konusu yapılmaya başlandı. Sizce bu durum doğru mu, futbolcuların yaşadıkları zorlukları da düşündüğümüzde, bu tarz sosyal tepkileri nasıl değerlendirmek lazım?

Prof. Dr. Ahmet Talimciler: İçinden geçmekte olduğumuz zor zamanlarda bu tartışmaların yaşanması son derece doğal. Buna karşın, futbolun bu kadar çok ön plana çıkmasına yol açan asıl husus ise korona virüsünden çok futbolda dönen para miktarının her geçen yıl biraz daha fazla büyümüş olmasıdır. Endüstriyel futbol bir iş koludur ve burada profesyonellik üzerinden yürütülen pazarlanma faaliyetleri aracılığıyla futbolcuların özellikle de yıldız futbolcuların görünürlükleri kadar marka haline dönüştürülmeleri de belirleyicidir. Örneğin İtalya’da futbolcuları eleştirenler aynı zamanda Cristiano Ronaldo gibi bir figürün içinden çıktığı topluma ilişkin sosyal sorumluluk örneği uygulamalarını da alkışlamaktadırlar. Çünkü yeni dönem beraberinde futbolcuların da, aktörlerin de, şarkıcıların da, kısacası bütün ünlülerin içinden çıktıkları topluma borçlarını ödemelerini daha fazla görmeyi talep ediyor. Bunu yapanlar alkışlanırken, diğerleri eleştiri bombardımanına tutuluyorlar. Bu açıdan, ülkemizdeki futbolcuların yardım yapmak konusunda bir hayli geç kaldıklarını ve birer sivil toplum kuruluşu olması gereken kulüplerin de gerçek anlamda sivil yanlarını harekete geçiremediklerini belirtmeliyiz.

Prof. Dr. Ahmet Talimciler'in en önemli eserlerinden biri olan 'Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi' adlı eser

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Sizi bulmuşken futbol-siyaset ilişkisine değinmeden geçmek olmaz. Türkiye ve dünyada futbol ile siyaset arasında nasıl bir ilişki var? Siyasetin futbolu araçsallaştırması ya da futbolun politize olarak siyaset dünyasına yön vermesi bağlamında önemli örnekler nelerdir?

Prof. Dr. Ahmet Talimciler: Birkaç soru önce aslında kısa bir giriş yaptım bu duruma dair. Burada söylediklerimi biraz daha açmanın tam sırası. İktidarlar açısından futbol, kitlelere ulaşmanın bir aracısı olması kadar onları var olan sorunlardan uzaklaştırmada kullanılabilecek bir enstrüman niteliğini de taşımakta. Futbol ile kurduğunuz bağ sayesinde çok geniş bir yayılım alanına hitap edebilme gücünü elde ediyorsunuz ve bu bağlantıdaki kitlenin gündelik sorunlardan uzaklaşmasının önünü de bu vesile ile açabiliyorsunuz. En bilinen örnekler üzerinden gidecek olursak, Franco İspanya’sında Kral'ın takımı olan beyaz şimşekler bir başka ifadeyle Real Madrid ile Katalan halkının takımı Barcelona arasındaki mücadele bugün halen El Classico adı altında devam ediyor. Katalanların bağımsızlık taleplerinin gündeme taşınmasında belki de en çok, ayrıldıkları takdirde Barcelona kulübünün nerede oynayacağı meselesine vurgu yapılıyor. Bu talebi destekleyen Gerard Piqué gibi futbolcuların İspanyol milli takımı içerisindeki yerleri sorgulanıyor. Bir diğer örnek, yine bir diktatör olan Salazar’ın Portekiz’idir. Benzer örnekleri bu kez az gelişmiş ülkelerdeki askeri darbelerde görürüz ki, Arjantin 1978 Dünya Kupası sırasında yaşananlar bu açıdan son derece ilginçtir. Dünyanın en büyük futbolcularından bir tanesi olan Hollandalı Johan Cruyff, Arjantin’de yapılacak olan Dünya Kupası'nı insan hakları ihlalleri yüzünden katılmamış ve ülkesi finalde ev sahipi takıma kaybetmiştir.

Buradan ülkemize bir geçiş yapabiliriz, benzer biçimde, 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştirenler, futbol aracılığıyla kitlelerin terörden uzaklaşması için Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine futbol sahaları açmışlar ve bu yöredeki kulüpleri devlet eliyle desteklemişlerdir. Cunta lideri ve sonradan 7. Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren’in talimatıyla birinci ligde takımı olmayan Ankara ili, yapılan bir düzenleme ile Ankaragücü takımıyla temsil edilmeye başlanmıştır. Turgut Özal’ın politik lig olarak adlandırılan üçüncü ligin kuruluşuyla başladığı ve futbolun özerkleştirilmesine yaptığı katkılar ile sürdürdüğü gelişmelerin arkasında da, futbolun kitlesel gücünü iyi anlamasının büyük etkisi bulunmaktadır. Benzer şekilde, AKP (AK Parti) iktidarında kendisi de eski bir futbolcu olan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da futbolla yakından ilgilenmiş ve futbolun kitlesel ilgisini her daim elinde tutmayı başarmıştır. Futbol-siyaset ilişkisini ülkemiz açısından iyi anlayabilmek adına iki örnek vermenin yerinde olduğu kanaatindeyim. Bunların başında, futbol kulüplerinin kötü yönetilmeleri sonrasında ortaya çıkan mali tablonun düzeltilmesi için Maliye Bakanlığı ve Başbakanlarla yaptıkları görüşmelerin gazetelere yansıyış biçimlerine bakılabilir. Bu görüşmelere giden kulüp yetkilileri, söz konusu isimlere imzalı formaları takdim ederler. Bugün ülkemizdeki futbolcu kazançlarına uygulanmakta olan vergi miktarı % 10-15 seviyesindedir ve bu miktarı da kulüpler ödemektedir. Buna karşın, bu oran Avrupa’nın pek çok ülkesinde % 35-50 düzeyinde gerçekleşmektedir. İkinci örnek olay ise, özellikle seçim dönemlerinde miting alanlarına giden siyasal parti liderlerinin gittikleri şehirlerin takımlarının atkılarını boyunlarına dolamaları ve böyle konuşmalarını sürdürmeleridir. İzmir gibi bir kente gelen liderleri için ise farklı takımların logolarının bir arada bulunduğu atkılar yapılmaktadır.

Futbol, siyasal çekişmelerin ve ayrışmaların da yansıtıldığı bir alan görünümüne sahip bulunduğu için son derece etkili bir mecradır. Ülkemizde Gezi Parkı Olayları ile başlayan ve ardından yaşanan gelişmelerde stadyumlar sık sık protestoların ve tartışmaların merkezi olmuştur. Burada atılan "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" sloganları ile söylenilen İzmir Marşı, sık sık politik olarak nitelendirilmiş ve tartışmalar daha da alevlenmiştir. Öte yandan, iktidarın yakın ilgisine mazhar olan Osmanlıspor ve Başakşehir gibi kulüplerin konumları ve yaşanan tartışmalarda dikkat çekicidir. Bizim gibi ülkelerde, futbol, gündelik toplumsal tartışmaların ve siyasal gelişmelerin yansımakta olduğu adeta bir turnosol kağıdı işlevini yerine getirmektedir.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkürler. Yayınlarınızın ve başarılarınızın devamını dilerim.

Prof. Dr.  Ahmet Talimciler: Ben çok teşekkür ederim, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

 Tarih: 05.04.2020

[1] Kitaplarına buradan ulaşılabilir; https://www.iletisim.com.tr/kisi/ahmet-talimciler/5721.
[2] Bakınız; https://t24.com.tr/yazarlar/ahmet-talimciler.

4 Nisan 2020 Cumartesi

İngiliz İşçi Partisi'nde Yeni Dönem


2019 Aralık ayında yapılan genel seçimlere Jeremy Corbyn liderliğinde iddialı olarak giren, ama seçim sonucunda yüzde 32,1 oyda kalarak bekleneni veremeyen İngiliz İşçi Partisi (Labour Party), yeni liderini bugün (4 Nisan 2020) seçti. Genel Başkan adaylarının belirlenmesinin ardından 24 Şubat 2020 tarihinde başlayan oylama sürecine parti üyeleri (ki seçim sonrasında partiye 114.000 yeni üye katılmıştır), partiyle bağlantılı işçi sendikaları ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının üyeleri ve yaklaşık 15.000 kadar olan partinin para vererek kaydolan kayıtlı destekçileri katılabildiler. Korona virüsünün yarattığı olağanüstü koşullar nedeniyle biraz sönük geçen Labour liderlik yarışını favori aday olarak gösterilen Sir Keir Starmer kazandı. Liderlik yarışında Rebecca Long-Bailey ve Lisa Nandy'i geride bırakan Starmer, böylelikle Jeremy Corbyn sonrasında İşçi Partisi'nin yeni Genel Başkanı oldu. Angela Rayner de, partinin yeni Genel Başkan Yardımcısı seçildi. Peki İşçi Partisi'nin yeni Genel Başkanı olarak Keir Starmer kimdir ve siyasi eğilimi nasıl değerlendirilebilir?

Keir Starmer

1962 Londra doğumlu olan Sir Keir Starmer, emekçi ve sol görüşlü bir aileden gelmektedir. Öyle ki, Starmer'ın adı olan Keir bile, İşçi Partisi'nin kurucu babalarından olan Keir Hardie'den kaynaklanmaktadır. Leeds Üniversitesi'nde Hukuk eğitimi alan Starmer, Hukuk alanındaki lisansüstü eğitimine daha sonra Oxford Üniversitesi'nde devam etmiştir. 1987 yılında avukat olarak profesyonel meslek yaşamına atılan Starmer, Doughty Street Chambers üyesi olarak insan hakları konusunda yaptığı çalışmalarla ilerleyen yıllarda meslektaşları arasında sivrilmeyi başarmıştır. 2008 yılında o dönemde Başsavcı olan Patricia Scotland'ın önerisiyle Kraliyet Savcılık Servisi (Crown Prosecution Service) Başkanlığına getirilen Keir Starmer, görev yaptığı dönemde (2008-2013) yaşanan bazı tartışmalı polis olaylarında dengeli tavrıyla devlet karşıtı algılanmamaya özen göstermiş ve kolluk kuvvetleri mensuplarını suçları ispatlanmadığı sürece korumaya gayret etmiştir. 2014 yılında İşçi Partisi'nden siyasete atılan Starmer, 2015 genel seçimlerinde Greater London'a bağlı Holborn ve St Pancras seçim bölgesinden milletvekili seçilmeyi başarmıştır. Bu seçimlere Ed Miliband Genel Başkanlığında son derece iddialı giren, ancak sandıkta beklediğini bulamayan İşçi Partisi'nde seçim sonrasında başlayan liderlik yarışında da adı geçen Starmer, buna rağmen siyasi tecrübesizliğini öne sürerek liderlik yarışına dahil olmamıştır. Bu dönemde, Starmer, Genel Başkanlık seçiminde Jeremy Corbyn'in ardından ikinci olan Andy Burnham'ı desteklemiştir. Seçimin ardından yeni Genel Başkan Jeremy Corbyn tarafından Gölge İçişleri Bakanlığı görevine atanan Starmer, 2016 yılında ise Corbyn'i protesto ederek bu görevinden istifa etmiştir. Ancak aynı yıl içerisinde, Starmer, gölge Brexit Bakanı olarak görev yapmayı kabul etmiştir. Bu görevinde Brexit yanlısı bir siyasi duruş göstermeyen ve AB üyeliğini savunmaya devam eden Keir Starmer, özellikle anlaşmasız Brexit'in risklerine dikkat çekmiş ve ilerleyen süreçte de eleştirilere rağmen "ikinci referandum" önerisini desteklemiştir. Evli ve iki çocuk babası olan Starmer, 2014 yılında ülkesinde adalet sistemine yaptığı hizmetlerden dolayı "Sir" unvanına hak kazanmıştır.

Angela Rayner

Jeremy Corbyn'in Genel Başkanlıktan ayrılacağını açıklamasının ardından lider adayı olarak ön plana çıkan ve en çok sayıda milletvekilinin desteğiyle (88) lider adayı olan Sir Keir Starmer, genelde eski Başbakan Tony Blair çizgisini savunan İşçi Partililerin dahil olduğu "Blairites" (Blairciler) akımı ile parti içerisinde aşırı sol/sosyalist kanadı temsil eden Jeremy Corbyn çizgisinin (Corbynistas) arasında bir yerde konumlanan sosyal demokrat bir isimdir. Nitekim Starmer, Jeremy Corbyn'in aşırı sol politikalarına mesafeli dursa da, Ulusal Sağlık Hizmeti'ne (NHS) ayrılan bütçenin yükseltilmesi, üniversite harçlarının kaldırılması ve zenginlerden daha yüksek vergi alınması gibi konularda sosyal demokrat çizgiyi savunmaktadır. Starmer, kendisinin "Blairite" veya "Corbynista" olarak adlandırılmasına da karşı çıkmakta ve kendi liderliğini inşa etmeye çalışmaktadır. Starmer, dış politikada da uluslararası hukuka uygun askeri müdahaleleri savunmakta ve dahası, Birleşik Krallık'ın insan hakları ihlalleri yapan ülkelere yönelik silah satışlarını iyi değerlendirmesi gerektiğini düşünmektedir. Keir Starmer'ın siyasi görüşlerinin zaman içerisinde daha da bilinir hale gelmesi beklenmektedir. 

Keir Starmer'ın liderliğinde İşçi Partisi'nin başarı şansını değerlendirmek -hele ki post-Brexit gibi son derece muğlak bir dönemde- oldukça zor bir iş olsa da, geçmişte İşçi Partisi'nin ağır yenilgiler sonrasında defalarca toparlanarak tekrar iktidara geldiğini ve Birleşik Krallık'ta bir partinin hegemonyasının genelde 3-4 genel seçimden ve 10-15 yıldan daha fazla sürmediği düşünüldüğünde, İngiliz sosyal demokratlarının geleceğe umutla bakmamaları için hiçbir neden gözükmüyor. Ancak bunun için Starmer'ın tartışmalı konularda partisinin çizgisini netleştirmesi ve Birleşik Krallık halkına sorunların neden kaynaklandığını iyi anlatması gerekiyor. Bir diğer mesele de, İşçi Partisi'nin geleneksel olarak güçlü olmasına rağmen son dönemde güç kaybettiği İskoçya ve Midlands gibi bölgelerde yeniden güçlenmesini sağlamak olarak belirtilebilir.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

KAYNAKÇA