23 Nisan 2011 Cumartesi

Abdullah Gül



2007 yılından bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı olarak görev yapan Abdullah Gül ilginç bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş günü ve Türk siyasal tarihi için çok önemli bir sembol olan 29 Ekim 1950’de Kayseri’de dünyaya gelmiştir. Gül’ün doğum tarihinin bir diğer ilginç özelliği ise 1950 yılının 14 Mayıs’ında Türkiye Cumhuriyeti devletinin hileli 1946 seçimleri sonrası ilk kez hilesiz ve düzgün bir demokratik seçim yapması ve seçim sonucunda 27 yıllık tek parti iktidarının ardından Demokrat Parti iktidarının kurulmasıdır. Böyle anlamlı bir yıl ve günde doğan Gül’ün yaşamı ve siyasi kariyeri de Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal tarihinde önemli izler bırakacaktır. Bu yazıda Abdullah Gül’ün hayatını, kişisel özelliklerini ve siyasal eğilimlerini incelemeye çalışacağım.
29 Ekim 1950’de Kayseri’de sabah babasının ifadesiyle ezan vakti doğan Abdullah Gül’ün isminin başta Cumhuriyet Bayramı’nda doğması sebebiyle Cumhur olması düşünülmüştü. Özellikle Gül’ün dayısı bu isimde ısrar ediyordu. Ancak Gül’ün babaannesinin anne ve babasından daha önceden “erkek olursa ismi Abdullah olacak” şeklinde bir söz aldığı ortaya çıkınca Abdullah isminde karar kılındı. Fakat Can Dündar’ın deyimiyle “Cumhur ismini alamayan çocuk 57 yıl sonra Cumhur’un başına geçecekti”. Abdullah Gül’ün ailesi Kayseri’nin köklü ailelerinden birisiydi. Ailenin önceki kuşaklarında birçok imam bu bölgede görev yapmıştı. Abdullah Gül’ün babası olan Ahmet Hamdi Gül 1926 doğumlu bir torna ustasıydı. Kayseri Hava İkmal Komutanlığı’nda atölye şefi olarak çalışan Ahmet Hamdi Bey dayısının kızı Adeviye Hanım’la 1949 yılında evlendi. Adeviye Hanım da Kayseri’nin köklü ailelerinden Satoğulları’na mensuptu. Evlilikten bir yıl sonra dünyaya gelen Abdullah Gül ailenin ilk çocuğu ve göz bebeğiydi. Her iki ailenin de ilk torunu olan küçük Abdullah’a bu nedenle özel bir ihtimam ve sevgi gösteriliyordu. Annesi ve babasının aktardıklarına göre küçük Abdullah son derece saygılı, sevecen ve mülayim bir çocuktur. Abdullah’ın ardından ailenin bir kız ve bir erkek çocuğu daha olacaktı. Yazları Erciyes’in gölgesindeki bağ evinde geçiren ailenin çocukları arkadaşlarıyla beraber birdirbir ve uzuneşek oynarlar, toprak ve doğayla haşır neşir olurlardı. Gül ailesinin küçük mensuplarının en sevdikleri akşam aktivitesi ise açık hava sinemasında kovboy filmleri seyretmekti. Abdullah Gül eğitimine 1957 yılında Gazi Paşa İlkokulu’nda başladı. 27 Mayıs İhtilali gerçekleştiğinde henüz 10 yaşında olan küçük Abdullah olayları anlayamasa da öğretmeninin Demokrat Parti iktidarı aleyhine anlattıklarıyla irkiliyordu. Ancak öğretmeninin anlattıklarının tersi niteliğindeki ailesi ve akrabalarının da anlattıklarıyla henüz o yaşlarda küçük Gül’de Demokrat Parti sempatisi oluşuyordu. Muhafazakâr bir kent olan Kayseri’de o yıllardan başlayarak sağ gelenek çok güçlüydü ve Gül ailesi Yassıada duruşmalarını her gün radyodan dinlerdi. Bu dönemlerde küçük Gül’ün ilk siyasal sosyalleşmesi yaşanıyordu. Bu yıllarda Gül ailesinin bir diğer önemli aktivitesi ise her yaz bir süreliğine aile büyüklerini (büyükbabası ve dayısı) görmek için kara trenle İzmir’e gitmeleriydi. 3. sınıf sonrası gittiği İzmir’de yaz tatilinin ardından da kalan küçük Abdullah ilkokul 4. sınıfı İzmir’de Kemal Reis İlkokulu’nda okudu. Beşinci sınıfta ise yeniden Kayseri’de Gazi Paşa İlkokulu’na döndü ve buradan 1962 yılında oldukça iyi bir not ortalamasıyla mezun oldu. O yıllarda hayat boyu dostluklarını sürdüreceği arkadaşlarıyla futbol oynamayı çok seven küçük Abdullah, bir yandan da babasından Kuran okumayı öğrenmişti. Daha sonraları Kuran kursuna da giden küçük Gül yine de ailesi tarafından İmam Hatip Okulu’na gönderilmedi. Şiir kitapları yayınlayan dedesi, yüksek öğrenim görmüş birçok aile büyüğü olan Abdullah da iyi ve modern bir eğitim görmek ve makine mühendisi olmak istiyordu. Ticarete yatkınlığının ölçülmesi açısından aile tarafından dedesinin dükkânında gazoz sattırılmaya çalışılan küçük Abdullah, utangaçlığı nedeniyle bu işte başarılı olamayınca onun için Kayseri’de önemli bir gelenek olan ticaret kapıları kapandı. Bu nedenle aile Abdullah’ın eğitimine devam etmesini istedi.
Abdullah Gül 29 Ağustos 1962’de Kayseri’de Nazmi Toker Ortaokulu’na kaydoldu. Gül ortaokuldan 1965 yılında mezun oldu. O liseye başlarken siyaset sahnesinde yeni ve genç bir siyasetçi olan Süleyman Demirel basamakları hızla çıkıyor ve 1965 seçimlerindeki büyük başarısıyla Başbakan oluyordu. Halaoğlu Mehmet Tekelioğlu ile beraber o yıl Kayseri’de düzenlenen mitinglere katılan Gül, Adalet Partisi (AP) mitinginde destek, Türkiye İşçi Partisi (TİP) mitinginde ise protesto için bulunuyordu. Abdullah Gül 1965 sonbaharında Kayseri Lisesi’ne başladı. Osmanlı’dan miras kalan taş bir binada eğitim veren Kayseri Lisesi o dönem Anadolu’nun en itibarlı ve iyi eğitim veren devlet okullarından birisiydi. 20 yıl önce Gül’ün oturacağı o sıralarda Turgut Özal da oturmuştu. Sadettin Bilgiç, Turhan Feyzioğlu, Osman Bölükbaşı ve Korkut Özal da diğer ünlü Kayseri Lisesi mezunları arasındaydı. Lisede gözlük takmaya başlayan Abdullah Gül, o nedenle arkadaşları tarafından “dört göz” diye çağrılmaya başlamıştı. Kayseri Lisesi o yıllarda karma eğitim veren bir lise olmasına karşın, Kayseri’nin tutucu atmosferi nedeniyle kız çocukları liseye pek gönderilmiyordu. Bu nedenle Abdullah Gül’ün sınıf arkadaşları arasında tek bir kız öğrenci dahi yoktu. Hayatın içerisinde kızların olmadığı o ortamda erkek öğrenciler ve genç Abdullah için de en önemli meşgale futboldu. Amcasının etkisiyle çocukluğundan beri fanatik bir Beşiktaşlı olan Gül, okul takımında da futbol oynuyordu. Genç Abdullah’ın görevi ise kalecilikti. O yılların Abdullah Gül’ün hayatında ve siyasal sosyalleşmesinde en önemli iz bırakan olayı ise ünlü İslamcı şair ve fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek’in Kayseri’ye gelmesiydi. Büyük Doğu Fikir Kulübü’nün kurucusu ve muhafazakâr hareketin fikri lideri olan Kısakürek bir konferans için geldiği Kayseri’de büyük bir coşkuyla karşılanmış, babasının konferansa götürdüğü genç Abdullah Gül de usta şairden etkilenerek Büyük Doğu hareketine katılmıştı. İslamcı yayınları öncelikle takip eden genç Gül bu dönemde farklı kaynaklardan da besleniyor, Varlık Yayınları’nın eserlerini ve dünya edebi klasiklerini okuyarak kendisini geliştiriyordu. Kayseri Lisesi’nde edebiyat ve siyasetle iyice tanışan genç Abdullah, o dönem çok etkilendiği Necip Fazıl’a bir mektup dahi yazıyor ve İslam davasına olan hizmetleri nedeniyle kendisine olan hayranlık ve bağlılığını belirtiyordu. 1968 yılında tüm dünyada ve Türkiye’de Gül’ün hiç hazzetmediği sol hareketler patlamışken, Abdullah Gül üniversite eğitimi için İstanbul’un yolunu tutuyordu. İlk olarak Merkezi Sistem Sınavı için Ankara’ya giden ve bu şehri ilk kez gören genç Abdullah, sınav sonrası İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanıyor ve akrabası Mehmet Tekelioğlu ile beraber ilk kez İstanbul’a gidiyordu. Tanımadığı bu büyük kentte kendisini güvensiz hisseden genç ve muhafazakâr Gül hemen Kayseri Yurdu’na gitti ve orada tanıdıklarını buldu. Sırada ise İstanbul’u keşfetmek ve Beşiktaş maçlarına gitmek vardı. İki ay sonra Hukuk Fakültesi’nden İktisat Fakültesi’ne yatay geçiş yapan Gül, o yıl İstanbul’da gerçekleşen büyük ve olaylı 6. Filo gösterilerini tertipleyen sol öğrenci gruplarına karşı “Müslüman Türkiye” diye slogan atan sağ gruplara kendisini yakın hissediyordu. Ancak Necip Fazıl ve Büyük Doğu etkisiyle o yıllarda Necmettin Erbakan liderliğinde partileşen Milli Nizam Partisi ve Nizam hareketine mesafeliydi. Bu yıllarda Milli Türk Talebe Birliği’ne (MTTB) üye olan Gül, aynı zamanda İstanbul Milliyetçiler Derneği’ne de kayıt oluyordu. Aynı dönemde MTTB’nin tertiplediği “Kıbrıs Türk’tür” ve “Komünizmi telin” mitinglerine katılan Gül, MTTB çatısı altında tiyatro, sinema ve fotoğrafçılık kulübü faaliyetleri yürütüyordu. İstanbul Üniversitesi’nde MTTB temsilcisi ve yöneticisi olarak aşırı sol gruplar tarafından mimlenen Gül bu nedenle uzunca bir süre üniversiteye dahi giremedi. Hatta bir takım sol gruplar o yıllarda üniversite içerisinde Gül’ün resimlerini dahi dağıtarak kendisini hedef seçtiklerini gösteriyorlardı. O dönemde taşlı sopalı kavgaların yerini yavaş yavaş bıçaklı, tabancalı terör faaliyetleri alıyor ve bir gün kendisine silah doğrultulan Abdullah Gül soğukkanlılığı sayesinde canını güç bela kurtarabiliyordu. Necip Fazıl’ın “kanunları gerebildiğiniz kadar gerin ama kanunları koparmayın” sözünü daima aklında tutan genç Gül bu nedenle aktivist bir öğrenci olmasına karşın silahtan uzak durdu ve belki de bu sayede bu fırtınalı yılları kazasız atlatmayı başardı. Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan’ın arkadaşlıkları da bu dönemde başlıyor ve MTTB’nin öğretim başkanı olan Erdoğan ile Gül MTTB çatısı altında ortak çalışmalar yapıyorlardı. 12 Mart muhtırası sonrası sola “balyoz” indirilirken, sağ örgütler başta MTTB olmak üzere devletçe korunuyor ve güçlenmeleri sağlanıyordu. Ancak o günlerde Fatih’teki Vakıflar Yurdu’na yapılan baskında MTTB’liler de gözaltına alındı. Götürülenler arasında Abdullah Gül de vardı. Sorgu sonrası serbest bırakılan Gül, böylelikle günlerce işkenceli sorgulardan geçirilen solcu öğrencilerden farklı olarak polisten paçayı ucuz kurtarmıştı. Akrabası Mehmet Tekelioğlu ve arkadaşı Rıfat Bestceli ile beraber yurttan ayrılıp bir bekâr evine çıkan Gül, Fındıkzade’de bir bodrum katında yaşadılar. MTTB Turizm Müdürlüğü’nde de çalışan Gül, Avrupa’daki gençlik kamplarına öğrenci gönderiyordu. Kızlı-erkekli bu gezilerden bir tanesine kendisi de katılan Gül, otobüsle Almanya’ya gitti ve sonra trenle Londra’ya geçerek burada bir gençlik kampında arkadaşlarıyla birlikte çilek topladı. İlk kez gittiği Avrupa’dan çok etkilenmişti. Bu arada her sene MTTB ile düzenli olarak katıldıkları Çanakkale anma törenlerinde Gül mihmandarlık da yapıyordu. 1973 yılında böyle bir anma töreninde ilk kez büyük bir kitle önünde üniversite gençliği adına bir konuşma yaptı.
Abdullah Gül İstanbul’da siyasal faaliyetlerine devam ederken babası da boş durmuyordu. Babası 1973 genel seçimlerinde Erbakan’ın başında olduğu Milli Selamet Partisi’nin (MSP) Kayseri milletvekilleri adayları arasına girmiş ve son sıradan aday olmuştu. Abdullah Gül 1973’te babası, 1975’te de Senato kısmi yenileme seçimlerinde Recai Kutan için Kayseri’de seçim kampanyaları yürütüyor, hatta 1975’te ilk kez halk önünde bir siyasi parti adına konuşma da yapıyordu. Bu yıllarda Gül’ün bir diğer önem verdiği uğraşı ise Büyük Doğu Yayınevi’nde Necip Fazıl’ın “Çile” adlı kitabını yayına hazırlamasıydı. Bu süreçte Necip Fazıl’la yan yana çalıştı ve hayranı olduğu yazarı yakından tanıdı. O dönemde Bakırköy’de daha iyi bir eve taşınan Gül, bu evde Kısakürek’i ağırlama şansına da sahip oldu. Abdullah Gül 1969’da girdiği İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden ancak 1975’te mezun olabildi. Aynı fakültede başladığı doktora çalışmaları için burslu olarak iki yılını İngiltere’de geçirdi. Bu dönemde sonraları ünlü bir gazeteci olacak Fehmi Koru ile birlikte Londra’da ve Exeter Üniversitesi’nde bulundu. Abdullah Gül 1983’te doktorasını tamamlayarak İstanbul Üniversitesi’nden Doktor ünvanını aldı. Sakarya Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nün kuruluşunda çalıştı ve aynı bölümde ekonomi dersleri verdi. 1989’da uluslararası ekonomi dalında Doçent oldu. 1983-1991 yılları arasında merkezi Cidde’de olan İslam Kalkınma Bankası’nda ekonomist olarak çalıştı. Refah Partisi ile girdiği siyasal yaşantısında 1991-2007 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde beş dönem Kayseri Milletvekili olarak hizmet verdi. 1991-1995 yılları arasında TBMM’de Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliği yaptı. 1991-2001 yılları arasında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyesi olarak Konsey’in Kültür, Tüzük, Siyasi ve Ekonomik Kalkınma komitelerinde çalıştı. 1995-2001 yılları arasında TBMM’de Dışişleri Komisyonu’nda üye olarak görev yaptı. 1996’da kurulan 54. Hükümet’te Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü olarak görev aldı. 2000 yılında Fazilet Partisi içerisinde genç siyasetçilerin oluşturduğu ve gelenekçi Erbakan ekibine karşı mücadele veren Yenilikçi Hareket’e liderlik etti ve Fazilet Partisi Kongresi’nde genel başkan adayı oldu. Ancak kongrede Erbakan’ın desteklediği sağ kolu Recai Kutan’a az bir oy farkıyla yenilerek genel başkanlık şansını kaçırdı. 2001’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşunda rol alan öncülerden oldu. Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. 2001-2002 yılları arasında NATO Parlamenterler Meclisi üyeliği yaptı. 2002’de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde 10 yıl aralıksız sürdürdüğü başarılı çalışmalarından dolayı kendisine “Pro merito” madalyası ve “Sürekli Onursal Üye” ünvanı verildi. 18 Kasım 2002’de Başbakan olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 58. Hükümeti’ni kurdu. Kısa Başbakanlık döneminde Irak, Kıbrıs gibi zor meselelerle yüzleşti, ekonomide Acil Eylem Planını uygulamaya koydu. Irak krizi sırasında önemli bir işlev gören Irak’a Komşu Ülkeler Süreci’nin başlamasına öncülük etti.2003-2007 yılları arasında 59. Hükümet döneminde Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. Aynı zamanda Terörle Mücadele Yüksek Kurulu, Reform İzleme Grubu ve Avrupa Birliği Müzakere Heyeti Başkanlığı görevlerini yürüttü. Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde Avrupa Birliği reform süreci hızlandırıldı ve 3 Ekim 2005’te Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri resmen başladı. Hem Batı dünyası hem de Türk ve İslâm Dünyası’yla ilişkiler geliştirildi, komşu ülkelerle dostluk bağları takviye edildi ve uluslararası kuruluşlarda aktif görevler üstlenildi. Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı sıfatıyla Mayıs 2003’te Tahran’daki İslam Konferansı Örgütü Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda yaptığı ve İslam dünyasına reform çağrısında bulunduğu konuşma, hem Doğu’da hem de Batı’da büyük yankı uyandırdı. 4 Nisan 2007 tarihinde Cumhurbaşkanlığına aday olan Abdullah Gül, seçim sürecinin yaşanan büyük Cumhuriyet mitingleri, e-muhtıra süreci ve “367 hadisesi” sonrası yarı kalması neticesinde yapılan 22 Temmuz seçimlerinde partisinin (AKP) büyük bir zafer elde etmesi sayesinde 28 Ağustos 2007 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Hayrünnisa Gül ile evli olan Abdullah Gül, Ahmet Münir, Kübra ve Mehmet Emre adlı üç çocuk babasıdır.
Abdullah Gül’ün bu biyografik özelliklerinin ardından kişisel özellikleri ve siyasal eğilimleri üzerinde biraz yoğunlaşalım. Abdullah Gül’ün tüm siyasal kariyeri ve yaşamı incelendiğinde en önemli özelliğinin Gül’ün yeni şartlara uyum sağlama ve değişebilme konusunda her politikacıda görülmeyecek derecede başarılı olmasıdır. Büyük Doğu gibi en yerli ve Batılılaşmaya en eleştirel yaklaşan entelektüel bir hareket içerisinden yetişen Gül, 1990’ların sonları ve 2000’li yılların başlarından itibaren koşulların ve dünya düzeninin gereklilikleri ve partisinin kendisine verdiği sorumluluklar doğrultusunda bir nevi Türkiye’nin Batı ittifakını koruyan bir kişi olarak ön plana çıkmıştır. Muhalefetin kimi isimleri tarafından “iyi polis-kötü polis oyunu” olarak tabir edilen siyasal denklemde Recep Tayyip Erdoğan Batı’ya karşı Türkiye’nin meydan okuyan, katı, soğuk ve tepeden bakan yüzü olarak ortaya çıkarken, Abdullah Gül tamtersi bir şekilde son yıllarda Türkiye’nin adeta Batı’ya açılan penceresi olmuştur. Bu nedenle Gül’e 2010 yılında İngiltere Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Chatham House tarafından ve İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in elinden “yılın devlet adamı” ödülü de verilmiştir.[1] 1990’ların ortalarında Refah Partisi milletvekili olarak yaptığı bir Meclis konuşmasında Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği imkânsız bulduğunu ve buna gönülsüz olduğunu Prof. Dr. Erol Manisalı’dan alıntı yaparak ifade eden Gül, 2000’li yıllarda AKP iktidarı döneminde Orta Doğu’yu önceleyen politikalar sonrası yaşanan “eksen kayması” tartışmalarında ise hükümet çevreleri içerisinde AB üyeliği konusunda en istekli isim olarak ön plana çıkmıştır. Elbette boşluk kaldırmayan bir uğraş, bilim ve belki de bir sanat dalı olan siyaset açısından Gül’ün bu tavrı pragmatik olarak değerlendirilebilir. Ancak Gül’ün 1990’lı yılların sonlarından itibaren değiştirdiği siyasal söylemi ve siyasal tercihleri incelendiğinde bunun basit bir faydacı tavır olmadığı ve Gül’ün son derece bilinçli bir şekilde Türkiye’nin Batı ittifakı (NATO, Avrupa Konseyi) ve AB üyeliği için çaba gösterdiği görülebilecektir. Bu anlamda “gömlek değiştirme” söylemlerine karşın Türkiye’nin Batı ittifakına kuşkuyla yaklaştığı düşünülen bazı liderlerden farklı olarak Gül’ün kendisini koşullara koşut olarak yeniden yapılandırdığı ve Türkiye’nin çok ihtiyacı olan dengeleyici güç olarak siyaset sahnesinde önemli bir yer edindiği gözden kaçmamaktadır. Ayrıca Gül’ün siyasetten gelme bir Cumhurbaşkanı olarak seçildikten sonra gerçekleştirmeye çalıştığı değişim ve dönüşüm de dikkat çekicidir. Bunlar Gül’ün demokratik siyasette oldukça gerekli olan koşullara uyum sağlayabilme yeteneğinin ispatlarıdır.
Abdullah Gül’ün kişisel özellikleri ve siyasal kimliği incelendiğinde çok belirgin olan bir diğer özelliği ise farklı siyasal çevrelerden kişilerle ve farklı toplumsal katmanlarla çok iyi ilişkiler kurabilmesine olanak veren sempatik ve sıcakkanlı yapısıdır. Gençliğinde anti-komünist sağ öğrenci grupları içerisinde aktif olarak yer almış Gül, yıllar içerisinde olgunlaşmış ve kutuplaştırıcı siyasal anlayıştan uzaklaşarak farklı çevrelerden dostlar edinmiştir. Gül’ün kendisi gibi bir Kayseri milletvekili olan rahmetli sosyal demokrat politikacı ve eski Dış İşleri Bakanımız İsmail Cem’le olan dostluğu bu açıdan önemli bir göstergedir. Refah Partisi ve Milli Görüş geleneğinden gelen bir siyasetçi olan Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da yaptığı açıklamalarla farklı toplumsal kesimlerde sempati yaratmayı başarmıştır. Gül’ün Başbakan Erdoğan’ın aksine kendisine yönelik eleştirilere daha hoşgörüyle bakması ve söylemleriyle insanları rencide etmemeye özen göstermesi Gül’ün bu alanda başarılı olmasını sağlamıştır. Ayrıca zaman zaman iktidar kaynaklı aşırıya kaçan ve demokrasi sınırlarını zorlayan talep ve söylemlere karşı Gül yaptığı makul açıklamalarla demokrasinin çökeceğinden endişe eden milyonların gönlüne su serpmiştir. Üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasının ardından bazı köktenci kesimlerin desteklediği, dinle de çelişen şekilde ilkokula başörtüsüyle girilmesi çabaları üzerine eşi Hayrünnisa Gül hanımefendi ile birlikte verdiği tepki Gül’ün son dönemde yaptığı en akıllarda kalan açıklamalardandır. İzmir’e yaptığı bir yurt gezisinde kendisine işsiz olduğu için tepki gösteren Sinem adlı genç bir bayana hoşgörülü yaklaşımı da Gül’ün bu konuda dikkatli ve samimi olduğunu ve anlık tepkiler vermediğini göstermektedir. Gül’ün AKP iktidarı döneminde kendisini kuşatılmış hisseden Atatürkçü-sosyal demokrat ve laiklik hassasiyetleri yüksek kesimleri kucaklama amacıyla yaptığı yurt gezileri ve benzer şekilde Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı Güneydoğu Anadolu bölgesindeki çeşitli illere yaptığı ziyaretler kendisinin farklı siyasal çevrelerdeki kredisini arttırmıştır. Bugün birçok siyasetçiden farklı olarak -tabii ki biraz da konumunun etkisiyle- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tüm yurt gezilerinde sevgiyle karşılanan ve halktan büyük sevgi ve saygı gören bir lider haline gelmiştir. Milli Görüş gibi yüzde 20-25’lik bir kemik oyu ve çağdaş dünya düzeni açısından radikal sayılabilecek fikirleri olan bir hareketten yetişmiş bir siyasetçi olan Abdullah Gül için bu tablo elbette büyük bir başarıyı işaret etmektedir. Geçmişte Özal’ın pek başaramadığı ancak Demirel’in oldukça başarılı bir şekilde gerçekleştirdiği siyasetten gelip tarafsız Cumhurbaşkanı olarak kalabilmek hususunda Abdullah Gül de zaman zaman hayal kırıklığı yaratan bazı açıklamaları ve uygulamalarına (özellikle rektör atamaları konusunda zaman zaman Gül’ün sandık sonuçlarını dikkate almaması muhalif basında tepkiyle karşılanmıştır) karşın genel itibariyle oldukça başarılı bir performans göstermiştir.
Abdullah Gül’ün kişisel özellikleri arasında belirgin şekilde hissedilen bir diğer unsur ise Gül’ün kendisini geliştirmek için çaba gösteren azimli ve çalışkan bir insan olmasıdır. Kayseri’de orta gelirli ve muhafazakâr bir aileden yetişen Gül yıllar içerisinde iyi bir eğitim almış, dilini ve görgü, bilgisini geliştirerek dünyaca tanınan bir lider haline gelmiştir. Gül’ün aksanlı olmayan ancak oldukça iyi sayılabilecek bir İngilizce ile çeşitli uluslararası toplantılar ve televizyon programlarında yaptığı konuşmalar Türk ve dünya basınında dikkat çekmiş ve övgü toplamıştır. Seçkin bir aileden gelmeyen Gül için bunları başarmak kolay olmamıştır. Büyük Doğu ekolünden ve Refah Partisi milletvekilliğinden gelen bir insan için Chatham House “yılın devlet adamı” ödülünü alacak seviyeye çıkabilmek ve İngiltere Kraliçesi’ni protokole uygun şekilde selamlamak küçümsenecek bir olay değildir. Dahası çok daha dar İslamcı bir perspektiften dünyayı algılayan Gül’ün zaman içerisinde dünya görüşünü liberalizm ve sosyal demokrasi gibi ideolojilerle beslediği ve geliştirdiği gözden kaçmamalıdır. Hakikaten de dinsel inanç açısından muhafazakâr eğilimleri bir kenara bakılırsa Gül’ün ekonomik alanda liberal, sosyal-kültürel alanda da sosyal demokrat bir politikacı olduğu dahi düşünülebilir. Bu nedenle Gül’ün kendisini geliştirmek için gösterdiği çaba kendisi değerlendirilirken mutlaka dikkate alınmalıdır.
Türk siyasal hayatında 21. yüzyılda Recep Tayyip Erdoğan’la beraber en ön plana çıkan lider olan Abdullah Gül önümüzdeki yıllarda da Türkiye siyaset sahnesinde ve hatta uluslararası arenada önemli roller oynayacak gibi gözükmektedir. Türkiye siyasetinde son yıllarda yaşanan ve bazı siyasetçilerin de oy uğruna körüklediği inanılmaz sert kutuplaşma ortamının toplumsal kargaşaya dönüşmemesi adına Gül’ün nispeten daha hoşgörülü ve sıcak tavırlarının Türkiye demokrasisine çok önemli katkıları olabileceği açık bir gerçektir.

KAYNAKÇA
- Can Dündar, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Belgeseli”
- T.C. Cumhurbaşkanlığı, “Biyografi”, Erişim Adresi: http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskani/biyografi/, Erişim Tarihi: 23.04.2011.
Ozan Örmeci


Hiç yorum yok: