18 Ocak 2024 Perşembe

Ünlü Fransız Düşünür Emmanuel Todd'dan Batı Dünyasının Geleceğine Dair Fikirler

Giriş

1951 doğumlu Fransız tarihçi, antropolog, demograf, sosyolog ve siyaset bilimci Emmanuel Todd, sosyal bilimlerin neredeyse her dalıyla yakından ilgilenmiş ve kendi içerisinde tutarlı özgün teoriler geliştirmiş önemli bir bilim insanıdır. Yıllardır Paris merkezli Ulusal Nüfus Etütleri Enstitüsü-INED'de çalışan ve Annales tarih ekolünü devam ettiren Sovyetler Birliği’nin yıkılacağını yıllar öncesinden (1976) öngörmesinin yanı sıra (çocuk ölüm oranlarına dayalı olarak), aile yapısı kavramını merkeze alarak geliştirdiği sosyal teorilerle politik tartışmaları ve jeopolitik olayları çok farklı açılardan yorumlayabilen son derece ilginç bir bilim insanıdır. Todd, son dönemde Batı dünyasının geleceğiyle ilgili karamsar öngörülerde bulunmakta ve bu konuda çok sayıda röportaj vermektedir. Bu yazıda, bu röportajlardan yola çıkarak yazarın gelecek öngörüleri değerlendirilecektir.

La Défaite de l'Occident (Batı'nın Yenilgisi)

Batı'nın Çöküşü Mü?

1976 tarihli La Chute finale : Essai sur la décomposition de la sphère soviétique (Son Çöküş: Sovyet Bölgesinin Dağılması) adlı eserinde Sovyetler Birliği'nin yıkılacağını öngören ve şekilde büyük bir şöhrete kavuşan Emmanuel Todd, günümüzde ise Batı dünyasının geleceğine dair karamsar fikirler ortaya atmaktadır. Todd, bu fikirlerini La Défaite de l'Occident (Batı'nın Yenilgisi) adlı yeni eserinde de açıklamaya çalışmıştır. Öncelikle, Ukrayna'nın topraklarını işgal eden Rusya'ya karşı direnerek bir zafer elde edebilmesi konusunda son derece karamsar olan Todd, Batılı ülkelerin günümüzde liberal demokrasiden ziyade liberal oligarşi niteliğinde olduklarını, buna karşın Rusya'nın otoriter bir demokrasi karakteristiği gösterdiğini iddia etmektedir. Bu görüşleriyle Batı dünyasında daha ziyade "Rusya yanlısı Fransız entelektüel" olarak eleştirilen Todd, Batılı ülkelerin ABD'nin silah zoruyla İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir düzene sokulduklarını, ancak bu düzenin ve değerlerinin son yıllarda ahlaki olarak çöktüğünü iddia etmektedir.

Sud Radio adlı radyo kanalında geçtiğimiz gün katıldığı yayında, Emmanuel Todd, öncelikle, Batılı ülkelerin şirketlerini Asya ülkelerini taşımasına benzer şekilde, Ukrayna Savaşı'nda Ukrayna'yı büyük bir cephaneliğe çevirip, ancak kendisi savaşa dahil olmayarak farklı bir politika izlediğini, ancak Ukrayna'ya verilen askeri destek ve Rusya'ya uygulanan ekonomik yaptırımlarla yıkılması beklenen Moskova'nın savaşta mağlup edilemediğini belirtmektedir. Tam tersine, ABD ve NATO'nun Rusya-Ukrayna Savaşı'nda mağlup edildiğini iddia eden Todd, buna gerekçe olarak da Ukrayna Ordusu'na artık yeterli askeri desteğin verilememesini göstermektedir. Daha sonra "Batı" kavramını sorgulayan Todd, Batılı ülkeleri, tarihsel süreçte liberal demokrasiyi ve onun değerlerini yaratan ABD, Fransa ve Birleşik Krallık (İngiltere) gibi ülkeler ve liberal değerlerden ziyade farklı türde modernleşme modelleri yaratan Almanya ve İtalya gibi diğer Batılı ülkeler olarak kategorize etmektedir. Bu bağlamda, Samuel Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması" tezinde öngördüğü gibi bütünleşmiş tek bir Batı medeniyeti olmadığının altını çizen Fransız düşünür, ayrıca din olgusunun da medeniyetin tek kriteri olmadığını ve her ülkede dini kimliğin devlet politikalarına yön veren temel unsur olmadığını vurgulamaktadır.

Daha sonra daha önce de araştırma konusu olan aile yapısı konusuna odaklanan Todd, birçok Batılı ülkede ataerkil aile düzeninin gelişen kadın hakları, feminizm söylemleri ve LGBT hakları nedeniyle bozulduğunu ve bunun toplumsal değerlerin korunması bağlamında çeşitli sorunlara yol açtığına işaret etmektedir. Bu bağlamda, Batı'nın tarihsel olarak yükselişini Max Weber'in ünlü eserine (Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu) atıfla Martin Luther'in başlattığı Reformasyon hareketinin yol açtığı Protestanlık mezhebinin Avrupa kültürüne hâkim olmasıyla açıklayan Todd, Fransa gibi Katolik nüfusu yoğun ülkelerin ise laikleşerek ve Protestan ülkeleriyle eklemlenerek bu süreçte gelişebildiklerini düşünmektedir. Bu bağlamda, yazar, Batılı ülkelerde halkların üreticiden ziyade tüketici pozisyonuna dönüşmelerine de eleştirel yaklaşmaktadır. Bunun, Batılı ülkeleri Batı-dışı ülkelere bağımlı hale getiren bir süreç olduğuna değinen Todd, bu doğrultuda COVID-19 pandemisi döneminde Avrupa'da halkların Çin'de veya Türkiye'de üretilen maskeleri beklemesini görüşlerine somut bir örnek olarak göstermektedir. Bu sürecin Batılı ülkeleri kırılgan hale getirdiğini ifade eden Todd, ayrıca dinin etkisinin azalması ve eşcinsel evlilikleri gibi konularda da Batılı toplumların yaşadığı hızlı dönüşüme dikkat çekmekte, ancak kendisinin bir ahlak rehberi değil, istatistikçi olduğunun altını çizmektedir.

Emmanuel Todd, konuşmasının son bölümünde, Batı dünyasında son dönemde Ukrayna işgali nedeniyle başlayan Rusofobinin rasyonel düşünce altyapısını bozduğunu vurgulamakta ve kendisinin Rus düşmanı/karşıtı (Rusofob) olmadığının altını çizmektedir. Rusya'yı anlamaya çalışan ve Moskova'nın savaşı kaybetmeyeceğine yönelik görüşleri/öngörüleri nedeniyle kendisine tepki gösterilmesini de eleştiren Todd, kendisinin yeni bir Snowden olmadığını ve tam anlamıyla bir Batılı olduğunu da sözlerine eklemektedir. Ayrıca Batı dünyasının Ukrayna Savaşı nedeniyle uyguladığı Rusya karşıtı tavrın dünya genelinde azınlıkta kaldığını yazan Fransız yazar, bazı değerlerin savunulmasını haklı bulmakla birlikte, Ukrayna konusunda krizi provoke edenin Batılı ülkeler olduğunu iddia etmektedir. Bu noktada, yazar, ilginç bir iddia da ortaya atmakta ve zaten kadın hakları konusunda ileri düzeyde olan Batılı ülkelerde gelişen Feminizm akımının evrensel olmadığı ve dünyanın geri kalan ataerkil bölümünde bir anlam teşkil etmediği tespitini yapmaktadır. 

Sonuç

Emmanuel Todd, özgün ve ilginç fikirleriyle her zaman ciddiye alınması gereken bir Batılı düşünürdür. Bu çalışması ve söylemleriyle de, Todd, yine tartışma yaratmayı başarmıştır. Ancak bu noktada yazarın bazı açılardan fazla karamsar olduğunu ve bu kısaca özetlediğim dekadans tezahüründe Batı'nın güçlü taraflarını ve faziletlerini görmezden geldiğini düşünüyorum. Öncelikle, Rusya'nın Ukrayna'da kazandığı askeri başarıyı vurgulayan Todd, ABD ve NATO'nun askeri gücü tükenmiş gibi bir hava yaratmaktadır ki, ABD'nin askeri gücü, tarihinin en yüksek düzeylerindedir. Benzer şekilde, son dönemde hem ABD-Avrupa Birliği arasında NATO aracılığıyla iyi bir uyum yakalanmış, hem de Avrupa'nın kendi savunmasına yönelik bazı girişimler (PESCO gibi) hız kazanmıştır. Bu bağlamda, yazarın karamsar görüşlerini yenilgiyi kabul eden kesin bir sonuç tespitinden ziyade, tehlikeli bir trende dikkat çeken bir ön uyarı olarak okumak bence daha doğru olacaktır. Daha da önemlisi, Rusya, Ukrayna'da savaşı kazandığı takdirde dahi, hem çok ağır kayıplar vererek savaştan yıpranmış çıkmış olacak, hem de savaşın olumsuz etkileri savaş bitince hemen anlaşılmayacaktır. Hatırlanacak olursa, ABD Ordusu da Irak'ta askeri açıdan zafere kısa sürede ulaşmış, ancak sonrasında bu ülkeyi yönetmekte ciddi zorluklarla karşılaşmıştı. Arasına kan giren toplulukların rehabilitasyon süreçlerinin en az bir veya birkaç nesil sürdüğü düşünülürse, Ukrayna'yı daha nötr bir ülke haline getirse bile, Ukraynalıların Rusya'ya yönelik husumetleri hemen bitmeyecek ve Rusya'nın bölgedeki ağırlığını sürdürmesi kolay olmayacaktır. Dahası, Rusya'nın bu tavrından çekinen bölge ülkeleri, artık güvenlik konusunda Moskova'ya daha az güvenecek ve alternatif girişimlerini hızlandıracaklardır. Rusya'nın Putin gibi güçlü ve karizmatik bir liderin yokluğunu ilerleyen yıllarda nasıl gidereceği de Moskova açısından bir diğer ciddi mesele olacaktır. 

Bunlara ek olarak, Batı'nın ekonomik gücünü koruması halinde askeri ve diğer alanlarda da güçlenmesi halen mümkündür ki, Batılı ülkelerin en yoğun göç alan ülkeler olduğu da düşünüldüğünde, Avrupa ülkeleri veya ABD'nin askeri alanda bir zafiyet yaşaması (asker bulmakta zorlanması vs.) gerçekçi bir ihtimal değildir. Ancak adeta Donald Trump'ın Batı'nın kalbi olan ABD'de iktidara dönüşünün sinyallerini veren uyarılar yapan Todd'un haklı olduğu bir unsur, hakikaten de Batı'nın ekonomik ağırlığının küresel ekonomide azalması ve dev Asya ekonomileri (Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore vs.) sayesinde, artık küresel ticaretin merkezinin Asya'ya kaymış olmasıdır. Bu, elbette ABD ve özellikle Avrupa için ciddi bir sorun olmakla birlikte, Batı'nın görece düşüşünü çöküş olarak değerlendirmek için kanımca henüz elde yeterince veri yoktur ve dahası, birçok veri, Batı'nın halen büyük gücünü ortaya koymaktadır. Son olarak, Batılı özgürlük değerleri de, yeri geldiğinde bir dezavantaj değil, avantaj unsuru haline gelebilir. Zira nesiller değişmekte ve değişen nesillerle birlikte değerler de farklılaşmaktadır. Evrensellik iddiasında olan ve tüm dünya çapında geniş bir alana uzanan Batılı ülkeler, bu nedenle her zaman son tahlilde baskıcı otoriter rejimlere karşı daha avantajlıdırlar. Ancak elbette, Todd'un söylediği gibi, Rusya'nın politikalarına eleştirel gözle bakma ile Rusofobi arasında kalınca bir çizgi vardır ki, yazarın da belirttiği gibi, son dönemde bu konuda Batı dünyasında toptancı yaklaşımların olması (sporcuların, sanatçıların, bilim insanlarının hedef alınması vs.), çok hatalı bir eğilimdir.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

Hiç yorum yok: