9 Mart 2023 Perşembe

Dünyanın En Büyük Ekonomileri: Güncel Durum ve Gelecek Projeksiyonu

 

Ekonomik güç, günümüz dünyasında diğer tüm güç türlerine açılan kapı hüviyetindedir. Ekonomik gücü kısıtlı olan bir ülkenin diğer alanlardaki kapasitesi ne kadar yüksek olursa olsun, bu gücünü koruyabilmesi ve ilerletebilmesi mümkün değildir. Bu anlamda, ekonomik gücü ölçen pek çok farklı parametre olsa da, en yaygın kullanılan kriter, toplam gayrisafi milli hasıladır (GDP). Bu yazıda, 2022 yılı itibarıyla dünyanın en büyük ekonomilerini ve bu konuda 2030 ve 2050 yıllarına dair uzman ekonomistler tarafından yapılan projeksiyonları özetleyeceğim.

Dünyanın en büyük ekonomisi, tahtı biraz sarsılmaya başlasa da, halen Amerika Birleşik Devletleri'dir (ABD). Yaklaşık 25 trilyon dolarlık bir ekonomik büyüklüğü olan ABD, bu alanda birkaç yıl daha zirvede kalacak; ancak ilerleyen yıllarda Çin Halk Cumhuriyeti (Çin) ve Hindistan gibi milyarlık nüfusa sahip ülkeler tarafından çok büyük ihtimalle geçilecektir. Zira daha şimdiden 18 trilyon doların üzerinde büyüklüğe sahip olan ekonomisiyle ve 1,4 milyarlık devasa nüfusuyla, Çin, yakın gelecekte ABD'yi geçecek ve hızla aradaki farkı açacaktır. Hindistan da, henüz daha alt sıralarda yer almasına karşın, yakın gelecekte çok büyük bir ekonomi olacaktır. Mevcut gidişat devam ederse, 2030'a gelindiğinde Çin, 2050 yılına gelindiğinde de Hindistan, ABD'nin önüne geçmiş olacaktır. Bu şekilde, Washington, ekonomik büyüklük olarak önce ikinciliğe, sonra da üçüncülüğe düşecekse de, kuşkusuz, dünya siyasetindeki ağırlığı sürecektir. 

Daha şimdiden 18 trilyon doların üzerinde olan ve halen gelişen ekonomisiyle, Çin Halk Cumhuriyeti (Çin) ise, artan ekonomik gücüne paralel olarak, muhtemelen her alanda daha güçlü ve etkili olacaktır. Yakın gelecekte dünyanın en büyük ekonomisi olması beklenen Çin, ABD'nin engellemeleri ve tahriklerine kapılmadan yolunda devam edebilirse, bu alanda uzun vadede Hindistan dışında hiçbir ciddi rakibi olmayan tekel bir devlete bile dönüşebilir. Ancak ABD'nin sorunları askerileştirme riski ve Çin'in de dış ticarete bağımlı olması, Pekin adına sorun yaratabilecek hususlardır.

Yaklaşık 4,5 trilyon dolarlık ekonomisiyle şu an için dünyada üçüncü sırada bulunan Japonya ise, yapılan bazı projeksiyonlara göre, 2030'a gelindiğinde Hindistan'ın ve Brezilya'nın ardından beşinci sıraya düşecek, 2050 dolaylarında ise sekizinci sıraya kadar gerileyecektir. Artan yaşlı nüfusu ve azalan cazibe merkezi konumuyla, Japonya, 1980'lerde ulaştığı zirvenin çok gerisinde kalmıştır. Ancak yüksek teknolojisi sayesinde, Japonya, daha çok uzun süre ilk onda kalmayı başaracaktır.

Yaklaşık 4 trilyon dolarlık ekonomisiyle şu an dördüncü sırada bulunan Almanya da, 2030 dolaylarında yedinciliğe, 2050 dolaylarında ise muhtemelen dokuzunculuğa gerileyecektir. Göçmen dostu bir ülke olan Almanya, Avrupa'da nüfusu istikrarlı olarak artan az sayıdaki ülkeden birisidir. Küresel rekabette tek başına bir şansının olmadığını bilen Berlin, Avrupa Birliği (AB) projesine de sahip çıkarak, Brüksel merkezli siyasetiyle iddiasını sürdürse de, devasa nüfuslu ülkelerle rekabet edebilmesi kuşkusuz kolay değildir.

Yaklaşık 3,5 trilyon dolarlık ekonomisiyle şu an beşinci sırada olan Hindistan ise, 2030'a gelindiğinde üçüncü, 2050 dolaylarında ise dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olacaktır. Hindistan da, aynı Çin gibi, nüfus avantajı sayesinde ekonomik büyüklükte hızla ilerlese de, elbette devasa nüfusun iç istikrar anlamında sorunlar yaratabildiği de hesaba katılmalıdır. Yine de, Avrupa yüzyılı olan 19. yüzyıl ve Amerikan yüzyılı olan 20. yüzyılın ardından 21. yüzyılın Asya yüzyılı olacağı da düşünülürse, Hindistan'ın büyük potansiyeli küçümsenmemelidir.

3,2 trilyon dolarlık büyük ve gelişmiş bir ekonomisi olan ve şu an için ekonomik büyüklük sıralamasında altıncı sırada yer alan Birleşik Krallık (İngiltere) ise, 2030 dolaylarında ilk ondaki yerini korusa da, muhtemelen 2050'ye gelindiğinde artık en büyük on ekonomi arasında yer almayacaktır. Birleşik Krallık, hem coğrafi, hem de demografik olarak eski büyük güç konumuna dönme imkânı olmayan bir ülkedir. Bu sebeple, Londra, Washington ve Brüksel ile yakın ilişkiler geliştirmekte ve dünya siyaseti ve ekonomisindeki merkezi rolünü sürdürmeye gayret etmektedir.

Benzer şekilde, 2,8 trilyon dolarlık ekonomisiyle şu an yedinci olan Fransa da, 2030'a gelindiğinde ilk onda kalmayı başarsa da, 2050'ye gelindiğinde çok büyük ihtimalle ilk onun dışında kalacaktır. Fransa için de Birleşik Krallık gibi bir durum söz konusu olup, ancak Londra'dan farklı olarak, Paris, Berlin'e benzer şekilde AB içerisinde bir gelecek kurarak küresel rekabette tutunmayı ummaktadır. Nitekim AB üyesi ülkelere tekil olarak değil, AB'nin bütünü olarak bakılırsa, Brüksel'in ekonomik olarak ABD ve Çin'le birlikte zirvede yer aldığı görülecektir. Fransa ve AB'nin bu iddialarını koruyabilmeleri adına da, en makul seçenek, Türkiye'nin küresel rekabetin iyice kızışacağı 2030'lara gelindiğinde AB üyesi yapılması olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak Avrupa ülkelerinin genelinde, bilhassa da Fransa'da, böyle bir gelecek vizyonu ve planlaması eksiktir.

2,2 trilyon dolarlık ekonomisiyle mevcut düzende sekizinci sırada bulunan Kanada da, ilerleyen yıllarda ilk ondaki konumunu koruyamayacak ülkeler arasındadır. Elbette Birleşik Krallık, Fransa ve Kanada gibi Batılı ülkelerin ekonomik büyümedeki temel sorunları, bu ülkelerde nüfus artışının yavaş, hatta hiç olmamasıdır. Bu ülkeler, bu sorunu beyin göçü ve işgücü göçü yoluyla kısmen kapatabilseler de -ki bu konuda özellikle Almanya başarılı bir örnektir-, Batılı ülkeler, ABD haricinde bu konuda sürekli geriye gitmektedirler. Bu ülkelerdeki göçmen karşıtı aşırı sağ akımlar da, doğruyu söylemek gerekirse, bu ülkelerin küresel rekabet edebilirliklerine zarar veren çizgidedirler.  Zira Batılı ülkeler için en kritik husus, rekabet edebilir işgücünün ve iç talebin artırılmasıdır.

2 trilyon doların üzerinde büyük bir ekonomisi olan ve şu an için dokuzuncu sırada yer alan Rusya Federasyonu (Rusya) ise, gelecek projeksiyonlarında en bilinmez ve zor ülke olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun sebebi ise, savunma sanayisi ile birlikte Rusya'nın ekonomik gücünü sağlayan iki temel unsurdan biri olan enerji projelerindeki belirsizliktir. Gazprom gibi bir dünya devi yaratan Rusya, Ukrayna işgali sebebiyle son dönemde Batı ülkeleri tarafından ağır ekonomik yaptırımlara uğramakta ve ekonomisi zor günlerden geçmektedir. Bunu Çin'le yapılan anlaşmalarla kapatmaya çalışan Rusya, enerji kaynaklarını iyi değerlendirebilirse, kuşkusuz, yükselen ekonomilerin bulunduğu Asya kıtasında yer alması sayesinde gücünü koruyabilir. Ancak muazzam doğal kaynaklarına rağmen sınırlı nüfusu nedeniyle, Rusya'nın da ekonomik olarak gerileyen bir güç olması daha akla yatkın bir senaryodur.

2 trilyon dolara yakın oldukça büyük bir ekonomisi olan ve şu an için dünyadaki en büyük onuncu ekonomi durumundaki AB üyesi İtalya da, dış politikada çok dikkat çeken bir ülke olmamasına karşın, ekonomik gücünü muhafaza eden bir kıta Avrupası devletidir. Fakat sanayileşmiş olmasına karşın nüfus ve jeopolitik konum itibarıyla kendi başına bir bölgesel güç olması pek mümkün olmayan Roma da, doğal olarak AB çatısı altında rekabete devam etmektedir. Bu, kuşkusuz, tüm Avrupa ülkeleri için en makul seçenektir ve AB dışında kalan bir İtalya'nın küresel rekabette iddialı konumda kalabilmesi pek akla yatkın bir seçenek değildir.

2 trilyon dolara yakın ekonomisiyle şu an için on birinci sıradaki İran İslam Cumhuriyeti (İran) de, günümüzde dünyadaki önemli ekonomik ve siyasi merkezlerden birisidir. Yakın gelecekte uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin sonucu olarak nükleer silahlara erişmesi halinde bölgesel güce dönüşmesi beklenen Tahran, buna karşın otoriter/teokratik siyasi sistemiyle iç karışıklıklara ve Batı müdahalelerine çok açık bir ülke konumundadır. İran'ın bir avantajı ise, hem Batı, hem de Doğu'yu bilmesidir.

1,9 trilyon dolarlık ekonomisiyle şu an için dünyanın en büyük on ikinci ekonomisi olan Brezilya ise, geleceği daha parlak gözüken ülkelerden birisidir. Nüfus gücü de olan Brezilya'nın, bu gelişimini sürdürmesi halinde, 2030'lar ve 2050'lerde ilk beşte yer alması beklenmektedir.

1,7 trilyon dolarlık ekonomisiyle bir Asya kaplanı olan ve dünyanın en büyük on üçüncü ekonomisi durumundaki Güney Kore, kuşkusuz, büyük bir başarı hikâyesidir. Ancak demokratik bir rejim olmasına karşın Asya'daki artan rekabette Japonya'ya benzer şekilde giderek geride kalan Seul'ün de, 2030'lar ve 2050'lerde gerilemesine kesin gözüyle bakılmaktadır.

1,7 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğü olan bir diğer devlet olan Avustralya da, geçen yıllarla birlikte gücü azalacak olan bir Batılı devlettir. Her ne kadar Okyanusya kıtasında yer alsa da Batılı bir devlet olan Avustralya, şu an için dünyanın en büyük on dördüncü ekonomisi olmasına karşın, yakın gelecekte bölgesindeki devasa nüfuslu ülkeler (Çin, Hindistan, Endonezya) karşısında ekonomik olarak gerilemeye mahkumdur.

1,4 trilyon dolarlık kayda değer bir ekonomisi olan Meksika ise, şu an için on beşinci sırada bulunsa da, geleceği daha parlak görünen devletler sınıfındadır. Yapılan ekonomik projeksiyonlar, Meksika'nın 2030'lar ve 2050'lerde ilk onda olacağını göstermektedir. Meksika'nın NAFTA üyeliği ve artan nüfusu ise en büyük avantajlarıdır.

1,4 trilyon dolara yakın ekonomisiyle İspanya ise, diğer AB ülkelerine benzer şekilde gerileyecek ülkeler ligindedir. Şu an için on altıncı sırada bulunan İspanya'nın 2030'larda bir ihtimal ve 2050'lerde kesin olarak ilk yirmide olmaması beklenmektedir.

1,3 trilyon dolara yakın ekonomisiyle on yedinci sırada yer alan Endonezya da, gelecekte güçlenecek ülkeler safındadır. 280 milyonluk nüfusuyla emek yoğun bir üretim merkezi olan Endonezya, 2030'larda ilk onu zorlayacak, 2050'lerde ise ilk beşte yer alacak önemli bir devlettir.

1 trilyon dolarlık kayda değer bir ekonomisi olan Suudi Arabistan da, günümüzde on sekizinci sırada olan önemli bir ekonomik güçtür. Ancak Riyad'ın da gelecekte öneminin ve etkisinin azalması beklenmelidir; zira petrol kaynaklarına dayalı bir ekonomisi olan Körfez monarşisi, küresel rekabette sadece bu şekilde başarılı olamaz.

1 trilyon dolara yakın ekonomisiyle büyük bir başarı örneği olan ve on dokuzuncu sırada yer alan Hollanda da, kısıtlı nüfusuna rağmen, şu an için on sekizinci büyük ekonomi durumuna yükselmiş bir Avrupa devletidir. Hollanda, kuşkusuz hiçbir zaman devasa nüfuslu ülkeler veya dev ekonomilerle rekabet edemez; ancak teknolojisi ve dış ticaret odaklı modeliyle, hep üst sıralarda kendisine yer bulmayı başarabilir.

850 milyon dolarlık ekonomisiyle ilk 20'de kendisine zorlukla yer bulabilen Türkiye Cumhuriyeti (Türkiye) ise, genç ve artan nüfusuna karşın, otoriterleşen rejimine toplumun bazı kesimlerinin duyduğu tepki kaynaklı olarak artan siyasal istikrarsızlık, doğal afetler, terörizm ve komşu devletlerle sorunlu ilişkiler gibi ciddi risk ve sorunları olan bir ülkedir. Türkiye, bu sorunları aşar ve ekonomisini raya sokarsa, yakın geçmişte olduğu gibi ilk 16-17'de yer alabilir. Türkiye ile rekabet halinde olan ülkeler ise, 21. sıradaki Tayvan, 22. sıradaki İsviçre ve 23. sırada Polonya'dır. Özellikle AB üyesi olabilen bir Türkiye, küresel rekabette kesinlikle daha başarılı olabilir. Türk lirasının değer kaybının önlenmesi de, hiç şüphesiz, Ankara'nın sıralamadaki yerini yükseltecektir. Türkiye'nin en büyük avantajı ise, çalışkan ve aza tamah etmesini bilen ve bu konuda Batılı halklardan çok daha vatansever ve fedakâr olan Türk halkıdır. Ancak son dönemde siyasal ve ekonomik istikrarsızlık yaşayan Türkiye, bu şekilde beyin göçü ile yetişmiş işgücünü kaybetmeye devam ederse, yakın gelecekte ilk 20'nin bile dışında kalabilir. Türkiye'deki ciddi bir sorun da, Tarih ekolü ve milliyetçi düşüncenin ağır basması nedeniyle, ekonomik aklın akademide ve devlet yönetiminde gelişmemiş olmasıdır.

Sonuç olarak, birçok ekonomik analiz ve öngörüye dayalı olarak yapılan bu analizden de görülebileceği üzere, geleceği parlak olan ülkeler daha çok Asya'da yer alan ve Batılı anlamda demokratik rejime tam olarak sahip olmayan devletlerdir. Bunlar arasında Çin ve Hindistan en çok dikkat çekenler olsa da, Meksika, Brezilya ve Endonezya gibi ülkeleri de ciddiye almak gerekir. Batı dünyasının bu değer kaybı ve küçülmesi, kuşkusuz, dünyada demokrasiyi savunanlar için alarm verici bir gelişmedir. Bununla mücadele edebilmenin yolu ise, Batılı demokrasilerin iş birliği ve demokrasi cephesini genişletmeleridir. Bu anlamda, Brezilya, Meksika, Türkiye, Endonezya ve Hindistan gibi ülkelerin demokrasiler ligine katılması, kuşkusuz, büyük bir kazanım olacaktır. Bir diğer önemli husus da, Avrupa'daki göçmen karşıtı siyasi parti ve liderlerin yasaklanması gereğidir. Zira bu akımlar, farkında olmadan, Batı'nın tüm cazibesini ve rekabet edebilirliğini azaltmaktadırlar. Ucuz işgücü bulamayan ve nüfusu gerileyen Batılı ekonomiler, iç tüketim ve dış ticarette küçülmeye mahkumdurlar. Bu bağlamda, paradoksal bir şekilde, milliyetçi gözüken aşırı sağ akımlar, aslında küresel rekabette ülkelerine zarar veren konumdadırlar. 

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

KAYNAKÇA


Hiç yorum yok: