Giriş
Shangri-La Diyaloğu (Shangri-La Dialogue-SLD), İngiltere-Londra merkezli köklü bir düşünce kuruluşu olan Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü-IISS'nin (International Institute for Strategic Studies) 2002'den bu yana Singapur'da Shangri-La Oteli'nde düzenlenmesi sebebiyle bu şekilde adlandırılan çok önemli ve prestijli bir siyasi platformdur. Asya'nın gelişen güvenlik zorlukları konusunda ilgili devletlerin Devlet Başkanları, Bakanları ve üst düzey yetkilileriyle birlikte iş dünyası ve sivil toplum liderleri ve güvenlik uzmanlarını bir araya getiren SLD, her sene önemli zirvelere ev sahipliği yapmakta ve bu şekilde uluslararası siyaset ve ekonomiye dair önemli gelişmelerin tartışıldığı Davos Dünya Ekonomik Forumu, Münih Güvenlik Konferansı, Chatham House, Valdai Kulübü ve CFR gibi bir marka platform olma yolunda ilerlemektedir.
2025 yılı Shangri-La Diyaloğu toplantısı 30 Mayıs-1 Haziran 2025 tarihlerinde yine Singapur'da düzenlenirken, bu yılki etkinliğe Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un konuşması ve Macron'dan sonra yine önemli bir konuşma yapan ABD (Amerika Birleşik Devletleri) Savunma Bakanı Pete Hegseth'in çıkışları damga vurmuştur. Bu yazıda, önce Macron'un konuşması ana hatlarıyla özetlenecek, daha sonra da Hegseth'in konuşmasındaki mesajlar değerlendirilecektir.
Macron'un 2025 Shangri-La Diyaloğu Konuşması: Uluslararası Hukuk ve Değerler Vurgusu
Son dönemde iç siyasetten ziyade küresel ekonomi, küresel siyaset ve Avrupa Birliği'nin geleceğine dair yaptığı konuşmalarla gündem olan Emmanuel Macron, Shangri-La Diyaloğu toplantısında da önemli mesajlar vermiş ve gündem yaratmayı başarmıştır. 2025 yılı Asya turunun Vietnam ve Endonezya'dan sonraki son durağı olan Singapur'da İngilizce olarak yaptığı konuşmada, Fransa Cumhurbaşkanı, ülkesi Fransa'nın da bir Pasifik ülkesi olduğunu ve denizaşırı toprakları sayesinde bu bölgede halen boy gösterdiğini hatırlatarak, bölgede vatandaşları ve askerleri olan Fransa'nın Asya Pasifik siyasetinde söz hakkı olduğunu vurgulamaktadır. Çoklu krizler döneminde iş birliğinin önemine vurgu yapan Macron, uluslararası hukuk ilkeleri konusunda çifte standart yaklaşımların Batı dünyasının ve uluslararası kurumların güvenilirliğini zedelediğini vurgulamakta ve bu konuda Rusya-Ukrayna Savaşı ve Gazze trajedisi gibi olayları örnek göstermektedir.
Macron, Ukrayna konusunda Rusya'ya yönelik tepkilerinin Rusya karşıtlığından kaynaklanmadığının altını çizerek, bu konuda ilkeli durulmazsa dünyanın geri kalanında da birçok devletin jeopolitik gereklilikler nedeniyle başka ülkelerin topraklarına saldırabileceğini ve bu durumun da uluslararası sistemi temelinden sarsacağı konusunda ciddi uyarılarda bulunmaktadır. Bu anlamda, Macron, Ukrayna'nın toprak bütünlüğü ve egemenliğini korumanın bir Avrupa güvenliği meselesi değil, bir uluslararası sistem gerekliliği olduğunu hatırlatmaktadır. Fransız Cumhurbaşkanı, Gazze'de aylardır yaşanan büyük trajedinin de benzer şekilde uluslararası hukuk ve ilkelerini hiçe sayan büyük bir sorun olduğunu vurgulayarak, Filistin Devleti'nin Fransa tarafından tanınabileceğini ima eden ifadeler kullanmaktadır. Hamas'ın terörist yöntemlerine karşı çıkmakla ve uluslararası hukuku savunmanın birbiriyle uyumlu olduğunu vurgulayan Macron, uluslararası sistemi korumanın çok gerekli olduğunu hatırlatmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyük acıların ardından kurulan küresel veya uluslararası sistem ve kurumlarını (en önemlisi kuşkusu Birleşmiş Milletler) riske atan sorumsuz yaklaşımları eleştiren Emmanuel Macron, bu tarz yaklaşımların ekonomik refah ve istikrarı olumsuz etkilediğini belirterek, daha sonra sözü ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki jeopolitik rekabete de sözü getirmekte ve bu konuda Fransa'nın duruşunu şöyle izah etmektedir: Fransa, ABD'nin tarihsel bir dostu ve müttefikidir ve zaman zaman Çin'le rekabete dayalı ilişkiler içerisine girebilmektedir. Ancak Fransa aynı zamanda Avrupa ve Hint Pasifik için "stratejik özerklik" talep eden bir devlettir ve ABD veya diğer bir büyük devletle iş birliğini savunması, kesinlike bağımlılığı kabullenmesi anlamına gelmemektedir. Bu anlamda, konuşmasında Charles de Gaulle'e de bilhassa vurgu yapan Macron, Gaullist dış politikayı çağrıştıran, Avrupacı ve çok kutuplu siyasal sistem fikirlerini uyandıran bir tonda konuşmasına devam etmektedir.
Avrupa ve Asya'nın benzer zorluklarla karşı karşıya olduğunu belirten Macron, ilk olarak her iki kıtada da sınırları güçle değiştirmek isteyen revizyonist devletlere karşı diğer devletlerin iş birliği yapması gerektiğini vurgulamaktadır. İkinci olarak terörizm konusuna değinen Fransa Cumhurbaşkanı, her iki kıtada da benzer sorunların olduğunu anımsatmaktadır. Üçüncü olarak Avrupa ve Asya'da bugüne kadar istikrarın korunmasını sağlayan ittifakların güvenilirliğinin zedelenmesini önemli bir sorun olarak öne çıkaran Macron, dördüncü önemli sorun olarak da nükleer çoğalmayı belirtmekte ve İran nükleer programını zikretmektedir. 1991'de sınırlarının tanınması karşılığında Rusya'ya nükleer başlıkları iade eden eski Sovyet ülkelerinin günümüzde Ukrayna Savaşı nedeniyle Moskova'ya yönelik büyük bir tehdit algısı geliştirdiklerini söyleyen Macron, Kuzey Kore'nin Çin'in engellemeye yanaşmadığı nükleer programının da Asya'da benzer riskler yarattığını vurgulamaktadır. Bu konuda Rusya ve Çin'in tutumlarını eleştiren Macron, bu durumun Asya ve Avrupa'da büyük bir nükleer yayılma veya çoğalmaya (nuclear proliferation) neden olabileceğini ima etmektedir.
Daha sonra sözü NATO'ya getiren Macron, bugüne kadar Kuzey Atlantik'in güvenliği için kurulan bu askeri alyansın Asya'ya yayılmaması konusunda hassas davrandığını, ancak Çin'in, şimdilerde Rusya'ya destek amacıyla Ukrayna Savaşı'na asker gönderen ve Avrupa güvenliğine yönelik tehdit oluşturmaya başlayan Kuzey Kore konusundaki pasif tutumu nedeniyle günümüzde bunun bir mantık zeminine oturmaya başladığını ima etmektedir. Bu şekilde, Fransa'nın ABD'den farklı olarak Çin'i otomatik olarak bir hasım olarak görmediğini belirten Macron, buna karşın Tayvan ve Kuzey Kore vurguları ile Çin rejimine yönelik eleştirel yaklaşımını da gözler önüne sermektedir. Macron, konuşmasına bu şekilde devam etmekte ve önemli mesajlar vermektedir.
ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth'in Konuşması: Çin'e Yönelik Açık Husumet
ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth ise, Macron'dan sonra yaptığı konuşmada, Çin konusunda Fransa Cumhurbaşkanı'ndan çok daha sert bir ton benimseyerek, öncelikle Başkan Donald Trump yönetiminde ülkesi ABD'nin "güç yoluyla barış" (peace through strength) ilkesiyle hareket ettiğini vurgulamaktadır. ABD'nin bölge ülkeleriyle iş birliğine açık olduğunu belirten Hegseth, ABD'nin stratejik rakip olarak gördüğü Çin'i sindirmek için bölgede (Asya Pasifik veya Hint Pasifik) caydırıcı askeri güce ulaşmaya çalıştıklarını belirtmektedir. Savunma Bakanlığı olarak Başkan Trump'ın düşüncelerini hayata geçirmeye çalıştıklarını belirten Hegseth, ABD'nin askeri harcamalarda yaptığı/yapacağı büyük atılımı vurgulamakta ve ABD'nin askeri kapasitesini hızlı bir şekilde arttıracağını ilan etmektedir. Düşmanlarının bu durumdan rahatsız olacakları için artık daha dikkatli davranacaklarını belirten Hegseth, bu şekilde caydırıcılık sağlayacaklarını vurgulamakta ve önceki Demokrat Joe Biden yönetimini Afganistan skandalı ve 7 Ekim Hamas saldırısı nedeniyle suçlamaktadır. Bu bağlamda, Hegseth, sınır güvenliği ve kayıtdışı göçmenler konusunu da güvenlikleştirerek, bunun ülkesi ABD'ye yönelik sessiz bir istila olduğunu iddia etmektedir.
Pete Hegseth
Daha sonra Çin'le ilişkiler konusuna geçen Pete Hegseth, ABD'nin müttefiki olan Avrupa ülkelerini de askeri harcamalarını arttırması konusunda harekete geçirmeye çalıştığını belirterek, komünist Çin'in Batı dünyası için büyük bir tehdit olduğunu söylemektedir. ABD'nin Asya Pasifik'te kalıcı olacağını da ısrarla vurgulayan Hegseth, ancak geçmişte ülkesinin uyguladığı rejim değişikliği ve ulus inşası politikalarının hatalı olduğunu kabul etmekte ve Başkan Trump yönetiminin bu hataları tekrarlamayacağını söylemektedir. Singapur Devlet Başkanı Lee Kuan Yew'i de öven Hegseth, ABD'nin artık ahlaki değil, çıkarlara dayalı Realist bir dış politika izleyeceğini herkese açıkça ilan etmektedir. Daha sonra sözü Çin'e getiren Pete Hegseth, ülkesinin Çin halkı ve medeniyetine büyük saygı duyduğunu belirterek, asla Çin'le düşmanlık arayışında olmadıklarını, ama Çin'in bölgedeki hegemon devlet olma girişimlerinin karşısına durmaya devam edeceklerini söylemektedir. Bu konunun acil ve önemli olduğunu belirten Hegseth, Çin'in neden uluslararası güvenlik ve barışa tehdit oluşturduğuna dair görüşlerini açıklamaktadır. Hegseth, Çin'in 2027'de Tayvan'ı işgal etmek için hazırlandığını da sözlerine eklemekte ve buna karşı duracaklarını açıkça söylemektedir. Bu şekilde, Hegseth, ABD ile Çin arasında oluşan yüksek gerilimi açık bir şekilde ilan etmektedir. Nitekim Hegseth'in konuşması sonrasında Çin'den gelen resmi tepkiler de durumun Pekin tarafından anlaşıldığını göstermektedir.
Sonuç
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un uluslararası kuruluşların ve hukukun meşruiyetini hatırlatan konuşması, bunun çökmesi durumunda ABD ile Çin gibi büyük devletler arasındaki rekabetin ne düzeye varabileceğini ispatlayan Pete Hegseth'in konuşmasıyla birlikte düşünüldüğünde, bizce uluslararası sistemin geleceğine dair riskler konusunda bize yol gösterici olmalıdır. Eğer Gazze, Ukrayna, Keşmir, Tayvan ve Kıbrıs'tan başlayarak uluslararası sorunların barışçıl şekilde çözümlenmesi konusunda harekete geçmezsek, karşılacağımız şey yalnızca daha fazla çatışma ve savaş olacaktır. Eğer çocuklarımız için istediğimiz gelecek buysa, elbette bunda bir sorun yoktur. Ancak barışçıl, demokratik ve özgür bir gelecek istiyorsak, kuşkusuz uluslararası kurumları ayakta tutmalı ve uluslararası hukuku işler hale getirmeliyiz. Bunun için de işe Gazze'den başlamak gerekmektedir.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder