Kishore Mahbubani (1948-)[1], Singapurlu ünlü bir diplomat ve akademisyendir. Hint asıllı bir aileden gelen Mahbubani, ülkesi Singapur’da uzun yıllar boyunca Dışişleri Bakanlığı’na bağlı bir diplomat olarak çalışmış ve ülkesi adına Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği gibi üst düzey görevlerde bulunmuştur. Mahbubani, Ocak 2001-Mayıs 2002 döneminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Başkanlığı görevini de icra etmiştir. Diplomatlığı süresince akademik kariyerine de devam eden Mahbubani, Singapur Ulusal Üniversitesi’ne (National University of Singapore) bağlı Lee Kuan Yew Okulu’nda (Lee Kuan Yew School of Public Policy) Dekanlık yapmış ve Kamu Politikaları Profesörü olmuştur. 1991-1992 döneminde Harvard Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde (Center for International Affairs) araştırmacı olarak da çalışan Singapurlu diplomat ve akademisyen, halen Singapur Ulusal Üniversitesi’nin Asya Araştırmaları Enstitüsü’nde ders vermeye devam etmekte ve İtalya’daki Bocconi Üniversitesi’nin de mütevelli heyetinde yer almaktadır.
Kishore Mahbubani
Kishore Mahbubani, son yıllarda yazdığı popüler kitaplarla da adından söz ettirmektedir.[2] Can Asians Think? Understanding the Divide Between East and West (Steerforth, 2001), Beyond The Age of Innocence: Rebuilding Trust between America and the World (Perseus Books Group, 2005), The New Asian Hemisphere: The Irresistible Shift of Global Power to the East (PublicAffairs, 2008), The Great Convergence: Asia, the West, and the Logic of One World (PublicAffairs, 2013), Can Singapore Survive? (Straits Times Books, 2015), The ASEAN Miracle: A Catalyst for Peace (Ridge Books, 2017) ve Has the West Lost It? A Provocation (Penguin Books, 2018) gibi önemli eserleri olan Mahbubani, son olarak 2020 yılının Mart ayında PublicAffairs basımı yeni kitabı Has China Won? The Chinese Challenge to American Primacy (Çin Kazandı Mı? Amerikan Önceliğine Çin Meydan Okuması) adlı popüler eserini yayınlamıştır.[3]
Mahbubani, 2015 yılı Nisan ayında Harvard Üniversitesi’ne bağlı Harvard Kennedy School’un Politika Enstitüsü’nde (Institute of Politics at Harvard Kennedy School)[4] “What Happens When China Becomes Number One?” (Çin Bir Numara Olduğunda Neler Yaşanacak?) başlıklı bir konuşma yapmıştır. Bu yazıda, Mahbubani’nin bu konuşması özetlenecek ve geçen yıllar içerisinde konuşmanın güncelliğini kaybedip kaybetmediği analiz edilecektir.
Mahbubani’nin konuşması
Deneyimli diplomat Kishore Mahbubani, konuşmasına Çin Halk Cumhuriyeti (kısaca Çin) ile Amerika Birleşik Devletleri (kısaca ABD) arasında 2008 küresel finansal krize kadar oluşan ekonomik bağımlılığı anlatarak başlamaktadır. Mahbubani’ye göre, bu döneme kadar ABD hazine bonolarını satın alan ve bu ülkeye yoğun mal satışı gerçekleştiren Çin, ABD ile karşılıklı bağımlılık ilişkisinin kurulmuş olmasından son derece memnundur. Hatta krizin ilk aylarında bile Başkan George W. Bush’un Pekin’e özel bir heyet göndermesi ve ikili ilişkileri geliştirmek istemesi dikkat çekici bir gelişme olmuştur. Ancak aynı yıl içerisinde Temmuz ayında Amerikan Merkez Bankası-FED’in QE1 programını uygulamaya sokarak piyasaya müdahale etmesi ve para basarak bono alımını mümkün hale getirmesi, Çinlilerde ABD ile karşılıklı bağımlılığın bozulabileceği endişesinin oluşmasına yol açmıştır.
Mahbubani’nin ABD-Çin finansal ilişkileri açısından üzerinde durduğu ikinci önemli konu, ABD’nin federal yasalarını ülke dışında da uygulaması (extraterritoriality of laws) sonucunda, HSBC ve Standard Chartered gibi bankaların da kendi ülkelerinin yasalarını bozmamalarına karşın İran’la yapılan ticarete karışmaları bağlamında ABD tarafından maddi cezalara tabi tutulması hususu olmuştur.
Mahbubani’nin üzerinde durduğu üçüncü ve son önemli konu ise, ABD’nin özellikle Rusya ile olan ikili ilişkilerinde uluslararası işlemlerde yabancı para cinsinden elektronik fon transferi için standart sağlayan SWIFT (Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication/Dünya Bankalar Arası Finansal Telekomünikasyon Derneği) sistemini siyasal amaçlarla kullanması ve Rusya’yı sistemden çıkarmakla tehdit etmesidir (ki Ukrayna krizi sonrasında bu yapılmıştır).
Bu üç örnekten yola çıkarak, Mahbubani, daha sonra Çin’in ekonomik liderliğinde neler yaşanabileceğine dair analizini yapmaya başlamakta ve ilk olarak Çin Komünist Partisi (ÇKP) tarafından yönetilmesine karşın, Çinli -liderlerin Lenin, Stalin ve Kruşçev gibi liderlerin aksine- komünist sistemin üstünlüğünü ispatlamaya çalışmadıklarını vurgulamaktadır. Peki öyleyse Çinli liderlerin motivasyonunu sağlayan nedir? Mahbubani’ye göre, Çinli liderlerin yegane amacı ve motivasyon kaynakları Çin medeniyetini -Utanç Yüzyılı’nın olumsuz anılarını silerek- yeniden canlandırmak/ihya etmektir. Bu bağlamda, Mahbubani, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2014 yılı Mart ayında yaptığı UNESCO konuşmasında vurguladığı temel hedeflerin; (1) Çin toplumunun yenilenmesi, (2) ülkenin refaha kavuşması, (3) ulusun gençleştirilmesi (rejuvenation) ve (4) Çin halkının mutluluğunu sağlamak gibi amaçlardan oluşan “Çin rüyası”nı gerçekleştirmek olduğunu söylemektedir. Bu noktada, Mahbubani, Batılıların, Çin Komünist Partisi’nin tek parti yönetimine dayalı Çin sistemini çökerterek çok partili demokrasiye geçilmesi isteğinin de gerçekçi olmadığını ima ederek, Çin’in çok partili demokratik hayata geçmesi durumunda Çin dış politikasının çok daha milliyetçi, iddialı ve saldırgan olabileceğini iddia etmektedir. Bu açıdan, Mahbubani, ÇKP’nin milliyetçiliği dizginleyerek küresel sisteme büyük bir fayda sağladığının da altını çizmektedir. Dolayısıyla, deneyimli diplomata göre, ÇKP’nin kendi yolunda ve ekonomiyi önceleyerek dönüşmeye devam etmesi tüm dünya ve küresel sistem açısından olumlu bir durumdur.
Daha sonra ABD-Çin ilişkilerine değinen Mahbubani, ABD-Çin ilişkilerinin istikrarlı şekilde geliştiğini vurgulamakta ve normalde ekonomide ikinci durumda olan ülkenin birinci durumda olan ülkeyi geçmesi halinde -ki satın alma paritesi (PPP) bağlamında Çin ABD’yi birkaç yıl önce geçmiştir- ikili ilişkilerin çok daha gergin hale gelebileceğini düşünmektedir. Bu noktada, Kishore Mahbubani, ABD’nin Çin’e olan yaklaşımını yapıcı bulmakta ve Bill Clinton döneminden başlayarak ABD’nin Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) katılmasına izin vermesi ve Tayvanlı liderlerin bağımsızlık arzularını dizginlemesi bağlamında Pekin’le ilişkileri bozmamaya gayret ettiklerini söylemektedir. Mahbubani, ayrıca ABD’nin 275.000 Çinli öğrenciyi üniversitelerinde eğiterek, dünyanın 1 numaralı ekonomik gücünün yeni elitlerini yetiştiren ülke olduğunu da sözlerine eklemektedir. Mahbubani, Çin tarafının da ABD ile ilişkilerde yapıcı davrandığını belirterek, 7 Mayıs 1999’da NATO’nun Yugoslavya’yı bombalaması sırasında ABD’nin Belgrad şehrindeki Çin Büyükelçiliği’ni vurduğunu hatırlatmakta, ancak bu olaya Çinlilerin abartılı tepkiler vermediklerini söylemektedir.
Konuşmasının son bölümünde Çin’in dünyanın en büyük ekonomisi olduğunda nasıl davranacağı sorusuna odaklanan Mahbubani, ABD’nin yıllar öncesinde Çin’in küresel sistem için sorumlu bir ortak (responsible stakeholder) olmasını teşvik ettiğini, ancak bizzat kendisinin verdiği üç finansal örnekten de yola çıkarak son dönemde bu şekilde davranmadığı/algılanmadığını vurgulamaktadır. ABD’nin zaman zaman tek taraflı (unilaterally) davrandığını ve küresel sistem aleyhine kararlar alabildiğini düşünen Singapurlu diplomat, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında kendisinin kurduğu uluslararası kuruluşları önemsemeyerek yanlış yönde ilerlediğini belirtmektedir. Çin’in de ABD gibi davranması durumunda küresel sistemin çok olumsuz bir noktaya gelebileceğini ima eden deneyimli konuşmacı, ABD eski Başkanlarından Bill Clinton’ın bir sözünden yola çıkarak, kurallara dayalı uluslararası düzeni ve uluslararası kuruluşları korumak gerektiğini ifade etmektedir. Bunun ABD'nin lehine de olacağını düşünen konuşmacıya göre, ABD, artık kendisinin 2, Çin’in 1 numara olacağı bir dünya düzenini düşünmeye ve buna hazırlık yapmaya başlamalıdır.
Mahbubani’nin 2015 yılında yaptığı bu konuşma güncelliğini korumakla birlikte, geçen yıllar içerisinde, ABD’nin, Mahbubani’nin istemediği şekilde giderek Çin karşıtı söylem ve politikalara yönelmeye başladığı ve ikili ilişkilerdeki istikrarın bozulduğu görülmektedir. Nitekim Barack Obama döneminde “Pivot to Asia” hamlesini başlatan Washington, Donald Trump döneminde Çin karşıtı söylem ve eylemlerini arttırmış, Joe Biden döneminde de bu politikalara devam etmektedir. Ancak ABD, bu politikaları yalnız icra etmeyerek, Batılı müttefiklerini de Çin karşıtı blokta yer almaya ikna etmeye çalışmaktadır. Öyle ki, Çin’le ilişkiler konusunda en ılıman yaklaşıma sahip Batılı devletler olan Avustralya ve Birleşik Krallık’ta bile son yıllarda “Çin tehdidi” söylemi ve algısı güç kazanmaktadır. Uygurların durumu, Hong Kong protestoları ve Tayvan Sorunu gibi Çin merkezli sorunlar Batılı basın-yayın kuruluşları ve düşünce/araştırma merkezlerinde sıklıkla yazılmakta ve Pekin, bu yayınlarda daima sert şekilde eleştirilmektedir. Ayrıca, Washington merkezli bu politikalar ve Covid-19 pandemisi sonucunda Çin’in ekonomik büyümesinde de son dönemde ciddi bir yavaşlama olduğu görülmektedir. Son dönemde ABD’nin Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya’yı öncelediği bir gerçek olmakla birlikte, Çin’e karşı olan tavrını yumuşatmadığı da QUAD ve AUKUS girişimleriyle ortaya çıkmaktadır ki, Avrupa güvenliği için kurulan NATO’nun bile son dönemde Çin’le ilişkileri değerlendirmeye almaya başlaması dikkat çekici bir durumdur. Bu nedenle, Mahbubani’nin konuşmasının 2015 yılı için geçerli olmakla birlikte, günümüzdeki durumun/gidişatın bu yönde olmadığı belirtilebilir. Yine de, bu durumun ne kadar stabil kalacağı da bilinmediği için, Mahbubani gibi farklı sesleri dinlemekte daima fayda vardır.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Kishore_Mahbubani.
Web sitesi için; https://mahbubani.net/.
[2] Kitapları için bakınız; https://www.amazon.com/Kishore-Mahbubani/e/B000APJQWS/.
[3] Bakınız; http://politikaakademisi.org/2020/06/16/kishore-mahbubaniden-has-china-won-the-chinese-challenge-to-american-primacy/.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder