Giriş
25 Eylül 2017 tarihinde yapılacak Kürdistan bağımsızlık referandumu öncesinde Ankara’nın Erbil’e yönelik tepkisi giderek sertleşiyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son iki hafta içerisinde üslubunu hızla değiştirmeye ve Kürt yönetimine referandum konusunda açıktan gözdağı vermeye başladı. Dahası, Erdoğan, Birleşmiş Milletler toplantısı için gittiği New York’ta, ABD Başkanı Donald Trump’la görüşmesinden sonra bu konuda iki ülke arasında mutabakat olduğunu açıkladı.[1] ABD Savunma Bakanı James Mattis de daha önce referandum konusunda erteleme önermiş ve referanduma karşı olmamalarına karşın, IŞİD’le mücadelenin ön planda olduğu bu dönemde bunu gerçekleştirmenin doğru olmayabileceğini söylemişti.[2] Önemli dünya güçlerinden olan Rusya ise, resmi olarak referanduma karşı çıkmasına ve Irak’ın toprak bütünlüğünü desteklemesine karşın[3], bir yandan da Rosneft aracılığıyla Irak Kürtlerine bağımsızlık referandumu öncesinde yardım elini uzatmakta ve bu yönetimle yeni doğalgaz anlaşmaları yapmak istemektedir.[4] Zaten dünyada İsrail dışında bu referanduma açıktan destek veren bir ülke olmadığı görülüyor.[5] Buna karşın, bağımsızlık referandumuna gösterilen tepkiler de -Türkiye ve kısmen İran dışında- o kadar sert değildir. Nitekim Güneri Civaoğlu da ABD’nin bu konudaki tepkisini “caydırıcı” bulmadığını yazmıştır.[6] Hatta öyle ki, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağlı olduğu Irak’ın Başbakanı Haydar Abadi (İbadi) bile, referandum kararına saygı duyduklarını, ancak bunu desteklemediklerini söylemekle yetinmiştir.[7] Son olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden de Kürt yönetimine bir uyarı yapılmıştır.[8] Ancak bu uyarıların Kürt yönetimini ve Kürt lider Mesut Barzani’yi referandumu iptal etme veya erteleme konusunda ikna edemediği düşünülüyor. Bugün erkene çekilerek yapılacak olan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı ve sonrasında TBMM’nin yarın Irak ve Suriye tezkeresi için toplanacak olması ise, Türkiye’nin Kuzey Irak’a referandum öncesinde bir askeri müdahale yapabileceği intibasını uyandırıyor. Bu yazıda, Kürt referandumuna ve bağımsızlığına karşı çıkmanın artı ve eksilerini değerlendirmeye çalışacağım.
Irak’ta Kürtler ve Araplar yol ayrımında mı?
Arka Plan
Türkiye’nin Kuzey Irak
(Kürdistan) Bölgesel Yönetimi’nin 25 Eylül’de yapacağı bağımsızlık
referandumuna karşı çıkmasını izah edebilmek için, Türkiye’nin Irak Savaşı veya
İkinci Körfez Savaşı sonrasında takip ettiği dış politikayı incelemek lazım.
İlginçtir ki, Irak Savaşı’na ABD’nin teklifine karşın 1 Mart 2003 tezkeresini
reddederek bizzat katılmayan ve Kuzey Irak’taki “de facto” Kürt otonom bölgesinin
devletleşmesi yolunda ilk tavizi veren Ankara, daha sonra da Irak Kürtlerinin
uluslaşmasını ve devletleşmesini teşvik eden bir politika gütmüştür. Öyle ki,
Ankara, Kürt lider Mesut Barzani’ye daima ve haklı olarak silahlı terör örgütü PKK
karşısında destek vermiş ve Erbil ile Irak merkezi hükümetinin inisiyatifi
dışında ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmiştir. Erbil ile imzalanan enerji
anlaşmaları ve bu bölgeye Türk işadamlarının yaptığı yatırımlar[9],
bunun en somut kanıtıdır. İşler öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, Mesut Barzani
Türkiye’de 2012 yılında düzenlenen Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)
Kongresi’nde “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları eşliğinde alkış
yağmuruna bile tutulmuştur.[10]
Hatta Barzani, bu yıl içerisinde Türkiye’de yapılan Başkanlık referandumu
sürecinde de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisine destek vermiştir.[11] Bu
anlamda, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Irak Savaşı sonrasında takip ettiği
politikalar, Irak Kürtlerinin uluslaşması ve devletleşmesini teşvik eden bir
çizgidedir. Sami Kohen de bu konuda Türkiye’nin ikircikli ve son günlerde
değişen politikasına dikkat çekmiştir.[12] Dolayısıyla,
bu sürecin ardından günümüzde gelinen noktada gösterilen sert tepkiler, ya iç
kamuoyunda biriken öfkeyi almak için tasarlanan suni bir hamle, ya da dış
politikada ciddi bir kırılma göstergesidir.
Alternatifler
Uluslararası krizlerde
devletlerin kullanabilecekleri çeşitli enstrümanlar vardır. İlk hamle, hiç
kuşkusuz diplomasi ve “diplomatik baskı”dır. Ankara, son 10 günde bu konuda
ciddi bir atak içerisindedir ve dünya kamuoyunu bu konuda yönlendirmeye
çalışmaktadır. Bu konuda başarılı bazı adımlar atılsa da, genel görüş
Ankara’nın geç kaldığı şeklindedir. İkinci önemli politika unsuru ise “ekonomik
yaptırımlar”dır. Ankara’nın Habur Sınır Kapısı’nı kapaması ve Erbil
yönetiminden petrol almayı kesmesi, kuşkusuz Irak Kürtlerini ekonomik açıdan
çok zor duruma düşürecek ve insani trajedilere bile yol açabilecektir. Ancak bu
politikanın da -daha sonra açıklayacağım üzere- çeşitli artı ve eksileri
vardır. Üçüncü bir politika seçeneği ise, “askeri müdahale”dir. Ancak
Türkiye’nin sınırları dışında ve garantör haklarının olmadığı bir ülkede
gerçekleşen bir referandum süreci nedeniyle askeri müdahale yapması, kuşkusuz
ciddi riskler doğuracaktır. Türkiye, bu noktada 1926 Ankara Antlaşması’nı
gündeme getirebilir ve Kıbrıs Cumhuriyeti örneğinde olduğu gibi Irak üzerinde
de toprak bütünlüğü konusunda garantör hakları olduğunu iddia edebilir.[13]
Nitekim Türk Dış İşleri’nin emekli mensupları, genelde bu yönde tavır
sergilemektedirler. Ancak Milletler Cemiyeti zamanında yapılan bu anlaşmanın
ardından Irak’ta rejim defalarca değişmiştir. Bu anlamda, anlaşmanın bugün ne
kadar geçerli olduğu konusu uluslararası hukukçuların tartışması gereken ilginç
bir durumdur. Dahası, Türkiye’nin 2003 sonrasında izlediği dış politika bu
görüşe zıt olduğu için, bu durumu izah etmek yabancı başkentlerde oldukça zor
olabilir.
Müdahale Olur Mu?
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin
25 Eylül’de yapılacağını açıkladığı bağımsızlık referandumuna bir hafta kala, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Habur Sınır Kapısı’na yakın bölgede tatbikat başlatmıştır.[14] Türkiye’nin
Kuzey Irak’a ilerleyen günlerde bir askeri müdahale yapıp yapmayacağı konusu
şimdilerde gündemdedir. CFR Türkiye ve Ortadoğu uzmanı Amerikalı analist Steven
Cook, Ankara’nın referanduma tepki göstermesine karşın Erbil’e yönelik bir
askeri müdahalede bulunmasını beklemediğini yazmıştır.[15] SETA
uzmanı Ufuk Ulutaş ise, önümüzdeki günlerde bir askeri müdahale seçeneğinin
yadsınamaz olduğunu belirtmektedir.[16] Göktürk
Tüysüzoğlu ise, Ulutaş’tan çok Cook’un görüşüne destek vermiş ve “Türkiye’nin
mevcut şartlar dâhilinde kapsamlı bir askeri operasyon yapmasının beklenmemesi
gerektiğini” yazmıştır.[17] Şu
an için daha makul gözüken seçenek, Türkiye’nin Suriye’de IŞİD ve PYD önceliklerinin
olması ve dünya kamuoyunda fazla tepki çekmemek adına Irak’a bir askeri
müdahale yapılmamasıdır. Anlaşıldığı kadarıyla, bunun yerine, Habur Sınır
Kapısı’nın kapatılması ve ekonomik izolasyonlar gibi daha mutedil tedbirler
uygulanacak ve olası bir Kürt Devleti’nin daha bebekken boğulmasına gayret
edilecektir. Ancak bu politika da son derece riskli ve dünya kamuoyunda olumsuz
algılanabilecek bir yöntem olacaktır.
Artılar
Bu süreçte uygulanacak ekonomik
yaptırımlar ve askeri müdahalenin elbette bazı olumlu sonuçları olabilir.
-
Kürdistan Yönetimi’ne bölgenin büyük devletinin Türkiye
olduğunun hatırlatılması ve ekonomik yaptırım veya askeri müdahale ile
bağımsızlık sürecinin engellenmesi, kuşkusuz Türkiye iç kamuoyundaki tepkileri
azaltacak ve Türkiye’nin askeri caydırıcılığını yeniden gözler önüne
serecektir.
-
Türkiye’nin Irak’ta sergileyeceği tavır, Suriye’de de
kantonlaşmaya ve özerkliğe doğru yol alan Kürtlere bir gözdağı olabilir ve
onların da ilerleyen aylarda daha temkinli adımlar atmalarına neden
olabilir. Zira Suriye Kürtleri, kendi
kontrollerindeki bölgelerde şimdilerde bir yerel seçim yapmakta ve hızla
özerklik yolunda adımlar atmaktadırlar.[18]
-
Türkiye’nin uzun süredir ihmal ettiği Türkmenlere
ulaşmak ve onların haklarını korumak yönünde bir söylem geliştirmesi, bu halkın
zor durumunu gündeme getirebilir ve durumlarında bazı iyileşmeler sağlayabilir.
-
Türkiye iç kamuoyunda bu bölgeye yapılacak bir askeri
müdahale ile yeniden bir birlik havası yaratılabilir.
Eksiler
Bu sürecin eksileri de son derece
fazladır.
-
Öncelikle Türkiye’nin dünya kamuoyunda demokratik bir
referandum sürecine engel olan baskıcı bir aktör olarak algılanması ciddi bir
risktir. Türkiye, zaten son yıllarda kendi halkına karşı yaptığı insan hakları
ihlalleri ile gündemde olan bir ülkedir. Buna bir de Irak Kürtlerine yönelik
baskı ve müdahaleler eklenirse, Türkiye’nin Batı kamuoyundaki imajı iyice kötü
duruma gelebilir. Zira dış politikada “unilateral” (tek taraflı) adımlar atmamak, günümüzde oldukça önemli
bir husus haline gelmiştir.
-
Ekonomik yaptırım veya askeri yöntemlerle Irak Kürtleri’nin
zor duruma sokulması, Türkiye’nin Kürtlerle olan duygusal bağlarını
zedeleyebilir. Hatta Türkiye Kürtleri ve bizzat AK Parti seçmeni ve üyesi olan
Kürtler de bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi politikalarıyla karşı
karşıya gelebilirler. Nitekim daha önce AK Parti Batman İl Başkanı Diyaettin
Uçar’ın, bağımsızlık referandumuna ilişkin, “Biz ve bölge il başkanlıkları
referandumda 'evet'i destekliyoruz” dediği basına yansımıştır.[19] AK
Parti Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu da “Referanduma karşı çıkmamız
yanlış, Kerkük’ün Kürtlerde kalması daha iyi” açıklamasını yaparak AK Parti’nin
Kürt kanadının görüşünü açıkça göstermiştir.[20] Bu
nedenle, bu süreçte AK Parti’nin bir Türkiye partisi olma vasfını kaybetme
riski bile mevcuttur. Daha önemlisi ise, Türkiye’nin Kürtlerle duygusal
bağlarının kopmasının orta ve uzun vadede Türkiye’nin Kürt Sorunu’na ve diğer
bölge ülkelerinde yaşayan Kürtlerle olan ilişkilerine olumsuz yansıyabilecek olmasıdır. Bu
durumda, Türkiye, Suriye ve Irak’ta terör örgütlerine katılımlar artabilir ve
Türk askeri ve vatandaşlarına yönelik terör saldırıları yeniden başlayabilir.
-
Darbe girişimi sonrası Cerablus Operasyonu ile biraz
olsun moral toplayan ama ciddi bir personel sıkıntısı çeken Türk Silahlı
Kuvvetleri, böyle bir operasyonda ağır kayıplar verilmesi ve dünya kamuoyundan
destek alınamaması durumunda zor duruma düşebilir. Cerablus Operasyonu’nda
Türkiye’ye yönelik tepkiler sınırlı olmuştur; zira TSK’nın karşısında daha çok herkesin
terör örgütü olarak gördüğü IŞİD ve kısmen de PYD-YPG vardır. Ancak Kuzey Irak’ta
daha meşru, kısmen demokratik ve Ankara’ya düşman olmayan bir bölgeye
saldırılırsa, bu, TSK’nın itibarını da ciddi şekilde zedeleyebilir.
- Türkiye, böyle bir operasyon sonrasında, aslında diplomasi ve müzakere ile kendisine bağlı ve küçük bir Kürdistan ile durumu kurtarabilecekken, Kürtlerle tamamen zıtlaşmasının neticesinde Büyük Kürdistan’a giden yolu -istemeden- açabilir. Irak Kürtlerine referandum sonrasında destek verilmesi, bu ülkeyi ekonomik olarak ve siyaseten Ankara'ya bağlı ve adeta Türkiye güdümündeki bir ülke (veya bölge) yapabilecekken, şimdi Türkiye’nin askeri müdahalesinin olması durumunda, Barzani ve diğer Kürt liderler otomatik olarak Türkiye karşıtı siyaset yapmaya başlayacaklardır. Bu, üzerinde ciddi düşünülmesi ve tartışılması gereken bir husustur. Zira bölgeye sık sık giden biri olarak gözlemim, Türkiye kamuoyunda yansıtılanın aksine, Irak Kürt yerel siyasetinde Talabani’nin partisi (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ve Goran hareketinin güçlerinin sınırlı olduğu ve onların da bir savaş durumunda kendi halklarına karşıt tavır alamayacağı yönündedir. Bu anlamda, son yıllarda daima Barzani ve KDP (Kürdistan Demokratik Partisi) ile yakın işbirliği yapan Ankara, yeni durumda bölgedeki tüm Kürt müttefiklerini kaybedebilir ve Kürt unsurlarını devletleşme ve uluslaşma yolunda daha da teşvik etmek durumunda kalabilir.
- Türkiye, böyle bir operasyon sonrasında, aslında diplomasi ve müzakere ile kendisine bağlı ve küçük bir Kürdistan ile durumu kurtarabilecekken, Kürtlerle tamamen zıtlaşmasının neticesinde Büyük Kürdistan’a giden yolu -istemeden- açabilir. Irak Kürtlerine referandum sonrasında destek verilmesi, bu ülkeyi ekonomik olarak ve siyaseten Ankara'ya bağlı ve adeta Türkiye güdümündeki bir ülke (veya bölge) yapabilecekken, şimdi Türkiye’nin askeri müdahalesinin olması durumunda, Barzani ve diğer Kürt liderler otomatik olarak Türkiye karşıtı siyaset yapmaya başlayacaklardır. Bu, üzerinde ciddi düşünülmesi ve tartışılması gereken bir husustur. Zira bölgeye sık sık giden biri olarak gözlemim, Türkiye kamuoyunda yansıtılanın aksine, Irak Kürt yerel siyasetinde Talabani’nin partisi (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ve Goran hareketinin güçlerinin sınırlı olduğu ve onların da bir savaş durumunda kendi halklarına karşıt tavır alamayacağı yönündedir. Bu anlamda, son yıllarda daima Barzani ve KDP (Kürdistan Demokratik Partisi) ile yakın işbirliği yapan Ankara, yeni durumda bölgedeki tüm Kürt müttefiklerini kaybedebilir ve Kürt unsurlarını devletleşme ve uluslaşma yolunda daha da teşvik etmek durumunda kalabilir.
Sonuç
Sonuç olarak, kanımca Türkiye, izlediği
dış politika ile Kürdistan bağımsızlık referandumuna giden yolu isteyerek ve
bilerek açmış bir ülkedir. 2007-2017 döneminde izlenen Irak ve Kürt
politikasının bu sonucu doğuracağı açıktır ve zaten o dönemde de birçok uzman
ve genç akademisyen bu durumu ifade etmişlerdir. Şimdi suyun akışını tersine
çevirmeye çalışmak yerine, yeni koşullara koşut güncel politikalar belirlemek, bana göre Büyük Atatürk’ün dünya görüşüne daha uygun bir tavır olacaktır.
Zira bence Atatürk’ün en önemli siyasi mirası, ünlü yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na
söylediği “O zaman donar kalırız” sözünde gizlidir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan
ÖRMECİ
1 yorum:
I would like to thank you for the efforts you have made in writing this article.I would like to thank you for the efforts you have made in writing this article.
potaup
Yorum Gönder