Giriş
Uzun süredir beklenen bir
gelişme geçtiğimiz gün açıklandı[1] ve Irak’a bağlı Kürdistan
Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Mesut Barzani, yaptığı açıklamada, bağımsız Kürdistan devletini kurmak için 25 Eylül 2017 tarihinde bir referandum düzenleyeceklerini tüm dünyaya duyurdu.[2] Referandumun Erbil, Duhok ve
Süleymaniye vilayetlerinde yapılacağı, ayrıca statüsü tartışmalı olan Kerkük ve
Sincar’da da referandumun düzenleneceği yapılan açıklamalar arasındaydı. Ayrıca
referandumda “Bağımsız Kürdistan istiyor musunuz?” şeklinde basit bir “evet-hayır”
kararına dayalı tek sorulu bir düzenleme yapılacağı da Iraklı Kürt yetkililerin
açıklamalarında belirtilmişti.[3] Hatırlanacağı üzere, ABD’nin
askeri müdahalesi sonrasında 2005 yılında yeni anayasası belirlenen federal
Irak Devleti’nde, Kerkük ve diğer bazı bölgelerin akıbeti ve statüsü ilerleyen
yıllarda yapılacak bir referanduma bağlanmış, ancak bu referandum bir türlü
yapılamamıştı. Son dönemde IŞİD terör örgütünün yaptığı katliamları bahane eden
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ise, Kerkük’te de kontrolü eline geçirmiş ve
Kürdistan bayrağını Kerkük’e dikmişti.[4] Bu gelişme, Türkiye
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından eleştirilmiş ve Kürt yönetimine
tepki gösterilmişti.[5] Türkiye ve dünyadan gelen bazı
tepkilere rağmen, Kürt lider Barzani referandumdan geri adım atmayacaklarını ve
bu konuda kararlı olduklarını açıkladı.[6] Hatta Barzani, The Washington Post gazetesinde
yayınlanan makalesinde görüşlerini Amerika Birleşik Devletleri kamuoyu ve
dünyayla paylaştı ve referandumun bölgeye barış getireceğini iddia etti.[7] Bu yazıda, Kürdistan
bağımsızlık referandumunun ilanı ardından Türkiye’nin gösterdiği tepkileri özetlemeye
çalışacak ve Türkiye’nin seçeneklerini masaya yatıracağım.
Türkiye’nin
Tepkisi
Bağımsızlık referandumunun
ilan edilmesinin ardından Türkiye’den ilk resmi açıklama T.C. Dış İşleri
Bakanlığı’ndan geldi. Bakanlık, referandumu “vahim bir hata” olarak
değerlendirerek, bu konuyu endişeyle ve yakından takip ettiklerini açıkladı.[8] Bakanlık, bu konudaki
resmi görüşlerini Irak merkezi ve Kürdistan bölgesel yönetimine ilettiklerini
de belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, ilerleyen günlerde yaptığı açıklamalarda
bu gelişmeye tepki gösterdi ve Irak’ın toprak bütünlüğüne vurgu yaparak, Irak’ın
bölünmesine ve bağımsız Kürdistan’ın kurulmasına karşı olduklarını açıkça belirtti.[9] Dikkat çeken bir gelişme
ise, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik’in Dış İşleri Bakanlığı ve
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan daha farklı bir açıklama yaparak, “Devlet kurmak
herkesin hakkı; eğer bir Kürt Devleti kurulursa, Türkiye boykot uygulamaz”
sözleriyle dikkatleri ve şimşekleri üzerine çekmesiydi.[10] Türkiye’den bu konudaki en
sert resmi tepki ise Temmuz ayındaki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) sonrasında
yapılan açıklamada görüldü. Açıklamada, 25 Eylül’de Kürdistan’da yapılacak
referanduma ilişkin olarak, “Kararın, hukuken ve fiilen uygulanamayacağı, bu
teşebbüsün vahim bir hata olduğu ve istenmeyen sonuçlar doğuracağı
belirtilmiştir” denildi.[11] Son olarak,
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan “Kürt bölgesinde referandum siyasi
ve hukuki olarak yanlış bir karar” şeklinde bir açıklama geldi.[12]
Türkiye’nin tepkilerinin
bir değerlendirmesi yapıldığında, bu tepkilerin elbette Irak merkezi hükümeti
kadar sert olmadığı, ancak Türkiye’nin Irak’ın bölünmesine ve Kürdistan’ın
kurulmasına resmi olarak karşı çıkmaya halen devam ettiği görülmektedir. Lakin
Türkiye’de, Cumhurbaşkanı Erdoğan da dâhil olmak üzere, MHP lideri Devlet
Bahçeli’nin bazı açıklamaları dışında bu konuya çok sert bir tepki
gösterilmemesi, aslında Türkiye’nin referandum ve bağımsız Kürdistan konusunda
sanıldığı kadar endişeli olmadığını düşündürmektedir. Zira Türkiye, her zaman B
ve C planları da yapabilen bir devlettir ve kendisine bağımlı halde ve Mesut
Barzani gibi iyi ilişkiler kurduğu bir liderin Başkanlığında kurulacak bir
bağımsız Kürdistan’ın Ankara açısından sanıldığından çok daha az siyasi riskler
taşıması gayet mümkün gözükmektedir. Bu konuyu, Türkiye’nin politika
opsiyonlarının değerlendirildiği bölümde yeniden tartışmaya açacağım.
Türkiye’nin bu gelişmeler karşısındaki tepkisini değerlendiren Rusya Şarkiyat Enstitüsü Arap ve İslam Araştırmaları Merkezi çalışanı Boris Dolgov’a göre de, Türkiye’nin bu konudaki tepkileri henüz belirsizdir ve Ankara, iyi ilişkilerinin olduğu Barzani yönetimiyle ilişkileri bir anda koparacak noktaya gelmeyebilir.[13] Deneyimli uluslararası gazeteci
Cengiz Çandar ise, bu noktada birkaç hususa dikkat çekmektedir. Öncelikle
Kürdistan’ın Irak’ın Şii bölümüyle Türkiye arasında bir tampon bölgesi işlevi
görebileceğine dikkat çeken Çandar, ayrıca Barzani’nin PKK karşıtlığı ve
Türkiye yönetimiyle yakın ilişkilerini de Ankara’nın son dönemde farklılaşan
politikasındaki anahtar unsurlar olarak sıralamaktadır.[14] Hakikaten de, İslamcı ve
otoriter eğilimleriyle Erdoğan’ın Kürt kopyası olarak nitelendirilebilecek Mesut
Barzani ve partisi KDP (Kürdistan Demokratik Partisi), referandum kampanyası
döneminde adeta Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) seçim propagandalarını
taklit etmiş ve “tek millet, tek devlet, tek ülke” sloganıyla Kürt bağımsızlığına
ve birliğine vurgu yapmıştır.[15] Barzani ve Erdoğan’ın
Nakşibendi kardeşliği ve Türkiye ve Irak Kürdistan’ının başta petrol ticareti
olmak üzere yakın ekonomik ilişkileri de düşünüldüğünde, Türkiye’nin bu konudaki tepkileri
pekâlâ geçici ve ılımlı olabilir.
Türkiye’nin
Seçenekleri
Bu noktada, Türkiye’nin
seçeneklerini de açıkça belirtmek gerekir. Türkiye, bu konjonktürde 4 farklı
strateji geliştirebilir ve bu yönde hareket edebilir:
- Kürdistan’ın bağımsızlığına açıkça karşı çıkmak ve diplomatik baskı ve istihbarata ve askeri önlemlere dayalı tedbirlerle bu süreci bizzat durdurmak.
- Kürdistan’ın bağımsızlığına açıkça karşı çıkmak, fakat bu konudaki tepkileri diplomatik düzeyde bırakarak ikili ilişkileri bozmamak ve bu süreci engelleyebilecek tepkileri Irak ve İran gibi bölgesel aktörlerden beklemek.
- Kürdistan’ın bağımsızlığı karşısında nötr bir görüntü sergilemek ve süreci Kürt halkıyla birlikte diğer bölgesel aktörler (Irak, İran) ve büyük güçlerin (ABD, Rusya) kararına bırakmak.
- Kürdistan’ın bağımsızlığına destek olmak.
Türkiye’nin şu anda takip
ettiği politikanın daha çok ikinci seçeneğe uygun olduğu görülmektedir. Bu,
Türkiye’nin IŞİD terörü ve iç politikada yoğun bir gündemle meşgul olduğu da
düşünülürse, akıllı bir strateji olabilir. Zira diğer seçenekler, bu seçeneğe
kıyasla çok daha maliyetli gözükmektedir. Birinci seçenek, Türkiye’yi Kürtlerin
gözünde olumsuz bir aktör konuma getirebilir ve uluslararası kamuoyunda da
Türkiye’nin olumsuz algılanmasına neden olabilir. Bu seçenek, kuşkusuz beraberinde güvenlik risklerini de gündeme getirecektir. Üçüncü seçenek, Türkiye’nin iç kamuoyunda Kürdistan bağımsızlığı konusunda hiçbir tepki verilmemesi nedeniyle zor günler geçirmesine neden olabilir ve hükümeti de zora sokabilir.
Dördüncü seçenek ise, hem iç kamuoyu, hem de Irak ve İran gibi bölgesel
aktörlerle ilişkiler konusunda Ankara’yı zor duruma düşürebilir. İkinci
seçeneğe bakıldığındaysa, bunun Türkiye’ye birçok kapıyı aralayabileceği
görülmektedir. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmak ve Kürdistan’ın
bağımsızlığına karşı çıkmak, fakat bu süreci durdurmak için aktif çaba
içerisine girmemek, Türkiye’nin aslında kimseyle arasını bozmadan süreci devam
ettirebileceği ideal bir senaryo sunmaktadır. Bu sayede Kürtlerle ilişkiler
bozulmayacak ve bağımsızlığın kazanılması durumunda kısa sürede ikili ilişkiler daha da geliştirilebilecektir. Keza bölgesel aktörlerle ilişkiler de bu şekilde bozulmayacak; zira
Irak’ın toprak bütünlüğü ve İran’ın hassasiyetleri görmezden gelinmeyecektir.
Bu şekilde, eğer Arapların ya da İran’ın bir şekilde bu sürece engel olması
durumdaysa, zaten statüko devam edecektir.
Bağımsız
Kürt Devleti Kurulursa
Bağımsız Kürt Devleti bu
sürecin sonunda kurulursa, Türkiye’nin bu yeni devletle ilişkilerinde iki
temel seçeneği olacağı söylenebilir. Bu devleti henüz kurulma aşamasında
diplomatik ve ekonomik baskılarla boğmaya çalışmak, klasik milliyetçi Türk
devlet aklına uygun bir strateji olarak ilk akla gelen seçenektir. Ancak ABD,
İsrail ve Avrupa devletlerinin desteği durumunda, bu devlet, Türkiye’nin
desteği olmadan da ayakta kalabilir ve Türkiye’nin istikrarına karşıt bir
unsura dönüşebilir. Zira Erbil yönetimi, böyle bir durumda ilk adımını ABD’ye
vereceği askeri üslerle atacak ve kendi konumunu güçlendirmeye çalışacaktır. Bir
diğer seçenek ise, bu devletle ilişkileri hızla geliştirmek ve bu yeni devleti
Türkiye’ye siyasi ve ekonomik açıdan entegre ederek, Kürdistan’ın Türkiye
lehine adımlar atmasını sağlayabilmektir. Bu noktada, Ankara, Kürdistan’ı kendi
Kürt Sorunu’nu çözmek için bir araç olarak bile kullanabilir. Bu devletin özerk
statüde Türkiye’ye katılması da, Türkiye’nin Atatürk döneminde Hatay
politikasında izlediği stratejinin güncel bir versiyonu olarak akıllara
gelebilir. Rusya, ABD ve Çin gibi büyük devletlerin federatif yapıda ve kendi
içlerinde özerk ya da federal bölgeleri olduğu da düşünülürse, Orta Doğu coğrafyasında
Türkiye’nin ayakta kalabilmesinin yolu bu şekilde daha esnek bir yönetim
tarzından geçiyor olabilir. Ancak bunlar, henüz sadece bir fikir egzersizi
olarak değerlendirilmeli ve Türk resmi politikasında muhalefet partileriyle ve toplumla uzlaşı sağlamadan köklü bir değişikliğe gidilmemelidir.
Kürdistan’ın kurulamaması durumunda ise, zaten herşey olduğu gibi devam
edecektir ve Türkiye, bugüne kadar alışık olduğu çizgiyi devam ettirecektir. Bu nedenle, bu seçenek daha risksiz ve başarı şansı daha yüksek olarak değerlendirilebilir.
Sonuç
Sonuç olarak, 25 Eylül
2017’de yapılacak olan Kürdistan bağımsızlık referandumunun bölgede bir
hareketlilik yaratacağı kesindir. Türkiye’nin bu konuda izlemesi gereken en
doğru strateji, kanımca çok köşeli ve sert tepkiler vermekten ziyade, bu
sürecin sonuçlarını beklemek ve süreci en doğru şekilde yönetebilmektir. İç
politikadaki hatalarına karşın, bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümete
güvenmek gerekir; zira bu gibi meseleler, parti politikalarının ve ideolojik
farklılıkların üzerinde ve daima ulusal çıkarlar perspektifinde
değerlendirilmelidir. Ayrıca Ankara, Büyük Kürdistan konusunda da son derece dikkatli olmaya devam etmeli ve uyanık olmalıdır.
Yrd. Doç. Dr. Ozan
ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder