2 Ağustos 2017 Çarşamba

Türkiye’nin Kürdistan Bağımsızlık Referandumuna Bakışı


Giriş
Uzun süredir beklenen bir gelişme geçtiğimiz gün açıklandı[1] ve Irak’a bağlı Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Mesut Barzani, yaptığı açıklamada, bağımsız Kürdistan devletini kurmak için 25 Eylül 2017 tarihinde bir referandum düzenleyeceklerini tüm dünyaya duyurdu.[2] Referandumun Erbil, Duhok ve Süleymaniye vilayetlerinde yapılacağı, ayrıca statüsü tartışmalı olan Kerkük ve Sincar’da da referandumun düzenleneceği yapılan açıklamalar arasındaydı. Ayrıca referandumda “Bağımsız Kürdistan istiyor musunuz?” şeklinde basit bir “evet-hayır” kararına dayalı tek sorulu bir düzenleme yapılacağı da Iraklı Kürt yetkililerin açıklamalarında belirtilmişti.[3] Hatırlanacağı üzere, ABD’nin askeri müdahalesi sonrasında 2005 yılında yeni anayasası belirlenen federal Irak Devleti’nde, Kerkük ve diğer bazı bölgelerin akıbeti ve statüsü ilerleyen yıllarda yapılacak bir referanduma bağlanmış, ancak bu referandum bir türlü yapılamamıştı. Son dönemde IŞİD terör örgütünün yaptığı katliamları bahane eden Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ise, Kerkük’te de kontrolü eline geçirmiş ve Kürdistan bayrağını Kerkük’e dikmişti.[4] Bu gelişme, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından eleştirilmiş ve Kürt yönetimine tepki gösterilmişti.[5] Türkiye ve dünyadan gelen bazı tepkilere rağmen, Kürt lider Barzani referandumdan geri adım atmayacaklarını ve bu konuda kararlı olduklarını açıkladı.[6] Hatta Barzani, The Washington Post gazetesinde yayınlanan makalesinde görüşlerini Amerika Birleşik Devletleri kamuoyu ve dünyayla paylaştı ve referandumun bölgeye barış getireceğini iddia etti.[7] Bu yazıda, Kürdistan bağımsızlık referandumunun ilanı ardından Türkiye’nin gösterdiği tepkileri özetlemeye çalışacak ve Türkiye’nin seçeneklerini masaya yatıracağım.  

Türkiye’nin Tepkisi
Bağımsızlık referandumunun ilan edilmesinin ardından Türkiye’den ilk resmi açıklama T.C. Dış İşleri Bakanlığı’ndan geldi. Bakanlık, referandumu “vahim bir hata” olarak değerlendirerek, bu konuyu endişeyle ve yakından takip ettiklerini açıkladı.[8] Bakanlık, bu konudaki resmi görüşlerini Irak merkezi ve Kürdistan bölgesel yönetimine ilettiklerini de belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, ilerleyen günlerde yaptığı açıklamalarda bu gelişmeye tepki gösterdi ve Irak’ın toprak bütünlüğüne vurgu yaparak, Irak’ın bölünmesine ve bağımsız Kürdistan’ın kurulmasına karşı olduklarını açıkça belirtti.[9] Dikkat çeken bir gelişme ise, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik’in Dış İşleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan daha farklı bir açıklama yaparak, “Devlet kurmak herkesin hakkı; eğer bir Kürt Devleti kurulursa, Türkiye boykot uygulamaz” sözleriyle dikkatleri ve şimşekleri üzerine çekmesiydi.[10] Türkiye’den bu konudaki en sert resmi tepki ise Temmuz ayındaki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) sonrasında yapılan açıklamada görüldü. Açıklamada, 25 Eylül’de Kürdistan’da yapılacak referanduma ilişkin olarak, “Kararın, hukuken ve fiilen uygulanamayacağı, bu teşebbüsün vahim bir hata olduğu ve istenmeyen sonuçlar doğuracağı belirtilmiştir” denildi.[11] Son olarak, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan “Kürt bölgesinde referandum siyasi ve hukuki olarak yanlış bir karar” şeklinde bir açıklama geldi.[12]

Türkiye’nin tepkilerinin bir değerlendirmesi yapıldığında, bu tepkilerin elbette Irak merkezi hükümeti kadar sert olmadığı, ancak Türkiye’nin Irak’ın bölünmesine ve Kürdistan’ın kurulmasına resmi olarak karşı çıkmaya halen devam ettiği görülmektedir. Lakin Türkiye’de, Cumhurbaşkanı Erdoğan da dâhil olmak üzere, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bazı açıklamaları dışında bu konuya çok sert bir tepki gösterilmemesi, aslında Türkiye’nin referandum ve bağımsız Kürdistan konusunda sanıldığı kadar endişeli olmadığını düşündürmektedir. Zira Türkiye, her zaman B ve C planları da yapabilen bir devlettir ve kendisine bağımlı halde ve Mesut Barzani gibi iyi ilişkiler kurduğu bir liderin Başkanlığında kurulacak bir bağımsız Kürdistan’ın Ankara açısından sanıldığından çok daha az siyasi riskler taşıması gayet mümkün gözükmektedir. Bu konuyu, Türkiye’nin politika opsiyonlarının değerlendirildiği bölümde yeniden tartışmaya açacağım.

Türkiye’nin bu gelişmeler karşısındaki tepkisini değerlendiren Rusya Şarkiyat Enstitüsü Arap ve İslam Araştırmaları Merkezi çalışanı Boris Dolgov’a göre de, Türkiye’nin bu konudaki tepkileri henüz belirsizdir ve Ankara, iyi ilişkilerinin olduğu Barzani yönetimiyle ilişkileri bir anda koparacak noktaya gelmeyebilir.[13] Deneyimli uluslararası gazeteci Cengiz Çandar ise, bu noktada birkaç hususa dikkat çekmektedir. Öncelikle Kürdistan’ın Irak’ın Şii bölümüyle Türkiye arasında bir tampon bölgesi işlevi görebileceğine dikkat çeken Çandar, ayrıca Barzani’nin PKK karşıtlığı ve Türkiye yönetimiyle yakın ilişkilerini de Ankara’nın son dönemde farklılaşan politikasındaki anahtar unsurlar olarak sıralamaktadır.[14] Hakikaten de, İslamcı ve otoriter eğilimleriyle Erdoğan’ın Kürt kopyası olarak nitelendirilebilecek Mesut Barzani ve partisi KDP (Kürdistan Demokratik Partisi), referandum kampanyası döneminde adeta Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) seçim propagandalarını taklit etmiş ve “tek millet, tek devlet, tek ülke” sloganıyla Kürt bağımsızlığına ve birliğine vurgu yapmıştır.[15] Barzani ve Erdoğan’ın Nakşibendi kardeşliği ve Türkiye ve Irak Kürdistan’ının başta petrol ticareti olmak üzere yakın ekonomik ilişkileri de düşünüldüğünde, Türkiye’nin bu konudaki tepkileri pekâlâ geçici ve ılımlı olabilir.

Türkiye’nin Seçenekleri
Bu noktada, Türkiye’nin seçeneklerini de açıkça belirtmek gerekir. Türkiye, bu konjonktürde 4 farklı strateji geliştirebilir ve bu yönde hareket edebilir:
  • Kürdistan’ın bağımsızlığına açıkça karşı çıkmak ve diplomatik baskı ve istihbarata ve askeri önlemlere dayalı tedbirlerle bu süreci bizzat durdurmak.
  • Kürdistan’ın bağımsızlığına açıkça karşı çıkmak, fakat bu konudaki tepkileri diplomatik düzeyde bırakarak ikili ilişkileri bozmamak ve bu süreci engelleyebilecek tepkileri Irak ve İran gibi bölgesel aktörlerden beklemek.
  • Kürdistan’ın bağımsızlığı karşısında nötr bir görüntü sergilemek ve süreci Kürt halkıyla birlikte diğer bölgesel aktörler (Irak, İran) ve büyük güçlerin (ABD, Rusya) kararına bırakmak.
  • Kürdistan’ın bağımsızlığına destek olmak.

Türkiye’nin şu anda takip ettiği politikanın daha çok ikinci seçeneğe uygun olduğu görülmektedir. Bu, Türkiye’nin IŞİD terörü ve iç politikada yoğun bir gündemle meşgul olduğu da düşünülürse, akıllı bir strateji olabilir. Zira diğer seçenekler, bu seçeneğe kıyasla çok daha maliyetli gözükmektedir. Birinci seçenek, Türkiye’yi Kürtlerin gözünde olumsuz bir aktör konuma getirebilir ve uluslararası kamuoyunda da Türkiye’nin olumsuz algılanmasına neden olabilir. Bu seçenek, kuşkusuz beraberinde güvenlik risklerini de gündeme getirecektir. Üçüncü seçenek, Türkiye’nin iç kamuoyunda Kürdistan bağımsızlığı konusunda hiçbir tepki verilmemesi nedeniyle zor günler geçirmesine neden olabilir ve hükümeti de zora sokabilir. Dördüncü seçenek ise, hem iç kamuoyu, hem de Irak ve İran gibi bölgesel aktörlerle ilişkiler konusunda Ankara’yı zor duruma düşürebilir. İkinci seçeneğe bakıldığındaysa, bunun Türkiye’ye birçok kapıyı aralayabileceği görülmektedir. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmak ve Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı çıkmak, fakat bu süreci durdurmak için aktif çaba içerisine girmemek, Türkiye’nin aslında kimseyle arasını bozmadan süreci devam ettirebileceği ideal bir senaryo sunmaktadır. Bu sayede Kürtlerle ilişkiler bozulmayacak ve bağımsızlığın kazanılması durumunda kısa sürede ikili ilişkiler daha da geliştirilebilecektir. Keza bölgesel aktörlerle ilişkiler de bu şekilde bozulmayacak; zira Irak’ın toprak bütünlüğü ve İran’ın hassasiyetleri görmezden gelinmeyecektir. Bu şekilde, eğer Arapların ya da İran’ın bir şekilde bu sürece engel olması durumdaysa, zaten statüko devam edecektir.

Bağımsız Kürt Devleti Kurulursa
Bağımsız Kürt Devleti bu sürecin sonunda kurulursa, Türkiye’nin bu yeni devletle ilişkilerinde iki temel seçeneği olacağı söylenebilir. Bu devleti henüz kurulma aşamasında diplomatik ve ekonomik baskılarla boğmaya çalışmak, klasik milliyetçi Türk devlet aklına uygun bir strateji olarak ilk akla gelen seçenektir. Ancak ABD, İsrail ve Avrupa devletlerinin desteği durumunda, bu devlet, Türkiye’nin desteği olmadan da ayakta kalabilir ve Türkiye’nin istikrarına karşıt bir unsura dönüşebilir. Zira Erbil yönetimi, böyle bir durumda ilk adımını ABD’ye vereceği askeri üslerle atacak ve kendi konumunu güçlendirmeye çalışacaktır. Bir diğer seçenek ise, bu devletle ilişkileri hızla geliştirmek ve bu yeni devleti Türkiye’ye siyasi ve ekonomik açıdan entegre ederek, Kürdistan’ın Türkiye lehine adımlar atmasını sağlayabilmektir. Bu noktada, Ankara, Kürdistan’ı kendi Kürt Sorunu’nu çözmek için bir araç olarak bile kullanabilir. Bu devletin özerk statüde Türkiye’ye katılması da, Türkiye’nin Atatürk döneminde Hatay politikasında izlediği stratejinin güncel bir versiyonu olarak akıllara gelebilir. Rusya, ABD ve Çin gibi büyük devletlerin federatif yapıda ve kendi içlerinde özerk ya da federal bölgeleri olduğu da düşünülürse, Orta Doğu coğrafyasında Türkiye’nin ayakta kalabilmesinin yolu bu şekilde daha esnek bir yönetim tarzından geçiyor olabilir. Ancak bunlar, henüz sadece bir fikir egzersizi olarak değerlendirilmeli ve Türk resmi politikasında muhalefet partileriyle ve toplumla uzlaşı sağlamadan köklü bir değişikliğe gidilmemelidir. Kürdistan’ın kurulamaması durumunda ise, zaten herşey olduğu gibi devam edecektir ve Türkiye, bugüne kadar alışık olduğu çizgiyi devam ettirecektir. Bu nedenle, bu seçenek daha risksiz ve başarı şansı daha yüksek olarak değerlendirilebilir.

Sonuç
Sonuç olarak, 25 Eylül 2017’de yapılacak olan Kürdistan bağımsızlık referandumunun bölgede bir hareketlilik yaratacağı kesindir. Türkiye’nin bu konuda izlemesi gereken en doğru strateji, kanımca çok köşeli ve sert tepkiler vermekten ziyade, bu sürecin sonuçlarını beklemek ve süreci en doğru şekilde yönetebilmektir. İç politikadaki hatalarına karşın, bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümete güvenmek gerekir; zira bu gibi meseleler, parti politikalarının ve ideolojik farklılıkların üzerinde ve daima ulusal çıkarlar perspektifinde değerlendirilmelidir. Ayrıca Ankara, Büyük Kürdistan konusunda da son derece dikkatli olmaya devam etmeli ve uyanık olmalıdır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ





Hiç yorum yok: