Giriş
Tüm dünyanın gözlerinin kilitlendiği 60. Amerika Birleşik Devletleri (kısaca ABD) Başkanlık seçimleri ve bununla eşzamanlı olarak yapılan ABD Kongresi'nin iki kamarası -435 üyeli Temsilciler Meclisi'nin tamamı ve 100 üyeli Senato'nun üçte biri (33)- için federal seçimler 5 Kasım 2024 tarihi itibariyle büyük olaylar yaşanmadan sona erdi. Seçimler sonucunda, Cumhuriyetçi Parti adayı ve 45. ABD Başkanı (2017-2021) Donald Trump, bir kez daha ABD Başkanı seçildi. Bu yazıda, seçimlerle ilgili bazı kritik bilgi ve yorumlarımı sizlerle paylaşacağım.
Yeni Başkan Donald Trump
6 Kasım sabahında seçim sonuçlarının netleşmeye başlamasının ardından, Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump'ın, seçim öncesinde en kritik 7 seçim bölgesi olarak işaret edilen salıncak eyaletlerden "Rust Belt" adı verilen Wisconsin, Michigan ve Pennsylvania (Pensilvanya) gibi eyaletlerde ve yine "Sun Belt" adı verilen Nevada, Arizona, North Carolina (Kuzey Karolina) ve Georgia gibi eyaletlerde Kamala Harris'ten çok daha başarılı bir performans gösterdiği ve anketlerdeki beklentileri de aşarak iki dereceli seçim için daha fazla sayıda seçilmiş delegenin desteğini sağlamayı başardığı anlaşıldı. Öyle ki, Trump, kısmi favori gösterildiği Nevada, Arizona, North Carolina (Kuzey Karolina), Georgia ve Pennsylvania (Pensilvanya) eyaletlerinin yanı sıra Michigan ve Wisconsin'de de beklentileri aşarak yarışı önde bitirmeyi başardı. Trump, 2016'da Başkanlığı ilk kez kazandığı seçimlerde bile geride kaldığı toplam oyda da Harris'i geçerek, seçimi rahat bir şekilde önde tamamladı ve kafada herhangi bir soru işareti bırakmayacak şekilde 47. ABD Başkanı seçildi. Henüz sayım işlemleri bazı seçim bölgelerinde devam ettiği için kesin sayı belirtilemese de, Trump'ın "Electoral College" sisteminde kazanmak için gerekli 270'ün çok üzerinde ve 300'ü aşan bir delege desteğine ulaşacağını öngörebiliriz. Trump, toplam oyda da 72 milyonu aşarak 67 milyon civarında gezinen Harris'i büyük farkla geçecek gibi gözüküyor.
ABD Kongresi Seçimlerinde Durum
2024 federal seçimleri öncesinde ABD Kongresi'nde Senato'da bağımsız Senatörlerin de desteğiyle 51-49'luk kılpayı bir Demokrat Parti üstünlüğü bulunmakta, Temsilciler Meclisi'nde ise 220-212 şeklinde zayıf bir Cumhuriyetçi Parti hâkimiyeti vardı. 2024 federal seçimleri sonrasında ise Senato'daki durum Cumhuriyetçi Parti lehine, Temsilciler Meclisi'ndeki durum da yine Cumhuriyetçiler lehine anlamlı bir şekilde değişti. Bu şekilde, ABD'nin yasama meclisi olan ABD Kongresi'nde de Cumhuriyetçilerin kısmi bir üstünlüğü oluştu ve Başkan Trump'ın yeni dönemde istediği politikaları uygulama konusunda eli rahatladı. ABD siyasal sistemi açısından özellikle Senato'nun kritik atamalarda yetkili meclis olduğunu belirtmekte fayda var. Bu noktada Cumhuriyetçiler ve Trump'ın başarısının yalnızca Başkanlık seçimiyle alakalı olmadığı ve kırmızı dalganın tüm seçimlerde görüldüğü de sözlerimize eklenebilir.
Olası Sonuçlar
Donald Trump'ın Başkan seçilmesinin kuşkusuz ABD siyasal sistemi ve dış politikası bağlamında çok ciddi etkileri olacak ve ABD'nin küresel gücü nedeniyle bu sonuçlar diğer ülkeleri de fazlasıyla etkileyecektir.
Öncelikle ABD iç politikası bağlamında bakıldığında, Trump'ın Hıristiyan dindar toplulukları, milliyetçileri ve beyaz erkek nüfusu istihdam etme/kayırma yönünde adımlar atması ve özellikle kayıt dışı göçmenlere yönelik sert politikalar uygulaması beklenmektedir. Bilhassa feministler, solcular/Marksistler, "woke" kültürü savunucuları ve liberallere karşı antipati beslediği bilinen Trump, bu şekilde ABD'de federal işlerde sağcı ve aşırı sağcı unsurları tercih edecek ve bir anlamda yeni bir "kulturkampf" (kültür savaşı) başlatarak muhafazakâr ve milliyetçi unsurları güçlendirmeye gayret edecektir. Trump'ın Başkan Yardımcısı olarak muhafazakâr kimliğiyle öne çıkan J.D. Vance'i seçmesi de bu bağlamda önemli bir göstergedir. Seçim sürecinde uğradığı bir suikast girişiminden sağ kurtulan Trump, bu bağlamda yeni dönemde rövanşist mantıkla oldukça sert uygulamalara da yönelebilir. Bu ise, kuşkusuz, zaten ortadan ikiye yarılmış ve fazlasıyla kutuplaşmış durumda olan Amerikan toplumunu daha da gerecek ve çok ciddi iç güvenlik riskleri yaratacaktır. Ancak daha iyimser bir yorum yapmak gerekirse, bir iş insanı olan ve ikinci kez seçildiği için bir daha aday olamayacak olan Trump'ın bu döneminde iç politikada daha sakin ve bütünleştirici bir siyasal söylem benimsemesi ve bu yönde politikalar geliştirmesi de ihtimal dahilindedir.
Bir iş insanı olan Başkan Trump, ekonomiyi canlandırmak için ise yurt dışına yatırım yapan Amerikan firmalarını düşük vergiler ve teşviklerle yeniden ABD'ye çekmek yönünde adımlar atacaktır. İlk döneminde pandemiye kadar ekonomide iyi bir performans göstermeyi başaran Trump, bu konuda yine başarılı olabilirse kuşkusuz kendisinden sonra da Cumhuriyetçi Parti'nin iktidarda kalabilmesinin yolunu açacaktır.
Dış politika bağlamında ise, hiç şüphesiz, "Amerika'yı yeniden büyük yapmak" (Make America Great Again-MAGA) için yola çıkan Trump'ın diplomasi ve ekonomi politikasında küresel çıkarlardan ziyade Amerikan halkının ve devletinin ulusal çıkarlarını önceleyen, dış politikada çok taraflılık yerine tek taraflı uygulamaları yaygınlaştıran, benzer şekilde ikili ilişkilerde lider diplomasisi odaklı ve al-ver mantığıyla çözüm ve uzlaşıya odaklanan bir üslup ve yöntem benimsemesi -ilk Başkanlık dönemi de incelendiğinde- daha olasıdır. Trump'ın demokrasi ve insan hakları konularında da seçici davranacağı ve bu konuda müttefiklerini fazla sıkıştırmayacağı iddia edilebilir. Ancak ABD'ye hasım ülkelerin insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda, Trump, bu konuları sıklıkla gündeme getirecektir.
Trump'ın seçim kampanyası döneminde belirttiği şekilde Rusya-Ukrayna Savaşı'nı bitirmek için Moskova'ya ve Rus lider Vladimir Putin'e bazı tavizler vermesini ve Ukrayna'ya silah desteğini azaltarak Zelenski yönetimini tavizler içeren bir uzlaşıya zorlamasını beklemek bence yeni dönemde yerinde olacaktır. Bu bağlamda, Trump, NATO müttefikleri ve ABD ile özel ilişkileri olan Birleşik Krallık (İngiltere) ve etkili Avrupalı devletleri (Almanya, Fransa, Polonya vs.) Rusya konusunda ikna etmek zorunda kalacaktır ki, NATO'nun bu savaşa çok angaje olduğu da düşünüldüğünde Trump'ın işi o kadar da kolay değildir. Ancak ABD'nin NATO içerisindeki lider konumu da düşünüldüğünde, diğer Batılı ülkeler için ABD'ye "bandwagoning" (eklemlenme) etkisinin yaşanmasını beklemek kesinlikle akıl dışı olmayacaktır. Ek olarak, Trump, Avrupa Birliği'ne doğrudan karşıt tavır almasa da, kuşkusuz Avrupa'daki milliyetçi ve küreselleşme karşıtı grupları yeni dönemde ön planda tutmaya ve özellikle AB içerisinde ABD karşıtı bir çatlak oluşmasını engellemeye çalışacaktır. Avrupa ülkelerinin askeri harcamalarını yükseltmeleri ve ABD'den yoğun silah alımı yapmaları da Trump'ın muhtemel bir hedefi olacaktır.
Ancak Rusya ile ilişkileri kısmen yumuşatma eğiliminde olan Trump'ın, Çin (Halk Cumhuriyeti) ve İran (İslam Cumhuriyeti) gibi ülkelerle ilişkilerinde ise Joe Biden dönemine kıyasla çok daha sert ve şahin bir üslup ve yöntem benimsemesi kesin gibidir. İlk döneminde Kasım Süleymani'nin öldürülmesi gibi sansasyonel bir eylem yapan Trump'ın -İsrail'e verdiği koşulsuz desteğin de etkisiyle- İran konusunda bir bölgesel savaşa neden olmayacak şekilde daha sert politikalar benimsemesi akla yatkın bir ihtimaldir. Ancak İsrail destekli Amerikalı İran şahinleri, Trump'ı nükleer silahlara ulaşma arifesindeki İran'a karşı büyük bir bölgesel savaşa sürüklemek konusunda kuşkusuz baskı yapacaklardır. Lakin ilk dönemindeki savaş karşıtı tutumu da düşünüldüğünde, Trump'ın bu konuda direnmesi daha akla yatkın bir durumdur. Trump'ın ilk döneminde yanında görev yapan ve İran konusunda çok şahin duruşları olan Mike Pompeo ve John Bolton gibi isimlerin bu dönemde görev alıp almayacakları da henüz belirsizdir.
Trump, İbrahim Anlaşmaları'nın devamı niteliğinde İsrail'in bölgedeki Arap devletleri ve Türkiye ile arasını düzeltmesi ve normalleşmesi konusunda da adımlar atabilir. Bu bağlamda kritik ülke ise kuşkusuz Suudi Arabistan'dır. Trump, Gazze'de yaşanan büyük trajediye karşın, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman aracılığıyla bu ülkenin İsrail'le ilişkilerini normalleştirmesi için yeni dönemde düğmeye basabilir. Trump, ilk Başkanlık döneminde ilan ettiği ve damadı Jared Kushner'in hazırladığı iddia edilen "Asrın Anlaşması" (Deal of the Century) planını da yeniden gündeme getirerek Filistin Sorunu'nu tamamen İsrail lehine çözmeye ve Filistinlileri Gazze'den göndermeye çalışabilir. Bu ise, kuşkusuz, Müslüman ülkelerde ciddi direnç ve tepkiyle karşılanacaktır. Ayrıca iç savaş ve terör olaylarının yaşandığı Müslüman ülkelerden ABD'ye girişlerin yasaklanması da Trump'ın ilk döneminde uyguladığı ve bu dönemde de uygulaması muhtemel bir politikadır. Meksika sınırındaki sert uygulamalar (Meksika Duvarı) ve narko-terör gruplarına karşı mücadele de Trump Başkanlığı döneminde büyük ihtimalle yeniden gündeme gelebilir.
Trump, Çin'le ilişkiler konusunda da kendi ilk döneminde başlatılan ve Biden döneminde sürdürülen "decoupling" (dekuplaj) ve "de-risking" (riskleri azaltma/riskten arındırma) politikalarını daha da ivmelendirecektir. Bu bağlamda ABD'de Çin'i en ciddi rakip olarak gören devlet aklının Demokrat veya Cumhuriyetçi yönetimler açısından bir değişiklik göstermeyeceğini söylemek mümkündür. Ancak nispeten daha ılımlı söylem ve eylemleri olan Biden yönetimine kıyasla, Trump yönetimi, bu konularda çok daha sert ve atak davranabilir ve bu da ABD-Çin ve Çin-Batı bloku ilişkilerini gerebilir. Bu bağlamda kritik husus ise Tayvan Sorunu'dur. Pekin açısından yaşamsal nitelikte olan ve ABD'nin "tek Çin politikası" uyarınca aslında Çin'e hak verdiği bu konuda, Trump, provokasyonlardan uzak durarak geçmişteki Nixon-Kissinger yönetimlerini örnek alabileceği gibi, çok daha sert ve saldırgan üslup ve yöntemler de benimseyebilir. Bu da kuşkusuz Pasifik'te ABD-Çin rekabetini körükleyebilir.
Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında ise, Trump'ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la kişisel dostluğu ve güçlü liderleri sevmesi nedeniyle ilişkilerde aşama sağlayabilmesi mümkündür. Trump'ın, özellikle Türkiye'ye F-16 satışı, CAATSA yaptırımlarının kaldırılarak Türkiye'nin F-35 programına yeniden ortak yapılması, PKK ile ilişkileri olan Suriye'deki Kürt milis grupları PYD/YPG'ye desteğin kesilmesi, Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin Yunan-Rum ikilisine karşı sağlam duruşu karşısında daha tarafsız ve kayıtsız kalınması ve Türkiye'nin iç işlerine karışılmaması gibi konular üzerinden Ankara ile ilişkileri güçlendirmesi gayet mümkündür. Ancak Trump'ın, Başkanlığının ilk döneminde yaşanan Rahip Brunson krizi örneğindeki gibi, Türkiye içerisinde gayrimüslim nüfusa ve Amerikan müttefiklerine yönelik olumsuz uygulamalar ve İsrail'in güvenliğine yönelik tehdit ve saldırılar karşısında Türkiye'ye çok sert tepkiler vermesi de yüksek olasılıktır. Bu nedenle, Türkiye'nin yeni dönemde özellikle İsrail'le ilişkiler bağlamında benimseyeceği politikalar da ikili ilişkilerde belirleyici olacaktır. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ilkeli ve kararlı duruşu ve Türk halkının genel eğilimleri de düşünüldüğünde, Trump'ın Başkanlığı döneminde İsrail konusunda iki tarihsel müttefikin uzlaşmasının zor olduğunu söylemek mümkündür.
Sonuç
Sonuç olarak, Donald Trump ve Cumhuriyetçiler, Joe Biden'ın beklentilerin altında kalan 4 yıllık Başkanlığı ve benzer şekilde Kamala Harris'in sönük geçen Başkan Yardımcılığına tepkilerin de etkisiyle, 2024 Başkanlık seçimlerinde üstün bir başarı göstermiş ve ABD siyasetinde kırmızı duvarı yeniden inşa etmeyi başarmışlardır. Ek olarak, 2004'teki George W. Bush zaferinden (John Kerry karşısında) beri ilk kez bir Cumhuriyetçi Parti Başkan adayı Demokrat adaydan toplam oyda daha fazla oy almayı başararak 20 yıl sonra bir ilki gerçekleştirmiştir. Bu durum, kuşkusuz, Amerika'nın kendisine özgü siyasal kültürü, tarihi ve iç politika özellikleri ve yakın dönemde yaşanan siyasal ve sosyoekonomik gelişmelerden kaynaklanmaktadır. Neticede çok yoğun göç alan, çeşitli entegrasyon sorunlarının yaşandığı ve bireysel silahlanmanın serbest olmasının da etkisiyle silahlı şiddet eylemlerinin ve suç olaylarının çok yaygın olduğu bir ülke olan ABD'de, bunlara yönelik toplumsal tepkiler zaman zaman yükselebilmekte ve bu da Trump gibi güvenlik politikalarını öncelik haline getiren sağ popülist liderleri cazip hale getirebilmektedir.
Trump, bunun yanı sıra bir "celebrity" olmasının da avantajını kullanmakta ve siyasi açıdan her zaman doğru kabul edilmeyen ancak Amerikan halkına çoğu zaman komik gelen üslubuyla da ilgi odağı olmayı başarmaktadır. Seçim kampanyası döneminde Trump'ın bir suikast girişiminden sağ kurtulması da bence onun "demokrasi şampiyonu" olarak havarileşmesine büyük katkı sağlamış ve neticede benim beklediğim ve açıkça yazdığım şekilde Trump yeniden Başkan seçilmiştir. Zaten Trump da, Başkan seçileceği anlaşılmaya başlayınca yaptığı konuşmada bu suikast girişimine atıfta bulunmuş ve "Tanrı'nın hayatını bir sebeple bağışladığını" söyleyerek kendisi için mesiyanik bir siyasal lider havası yaratmıştır.
Ayrıca bu seçimde bir kez daha görülmüştür ki, anket firmaları Trump seçmenlerini saptamakta/ölçmekte çoğu zaman yetersiz kalmakta ve siyasal doğruculuk nedeniyle kamuoyu araştırmalarında Trump'a oy vereceğini söyleyemeyen geniş bir kitle, sandık başına gittiğinde ise kolaylıkla Trump'a yönelebilmektedir. Bu anlamda, Amerikalı akademisyen ve araştırmacıların bilimsel yöntemlerini gözden geçirmeleri ve geliştirmeleri yeni dönem için yerinde bir tercih olabilir.
Son söz, bundan sonra dileğimiz, Trump yönetiminin Türk-Amerikan ilişkilerinde krizler başta olmak üzere tüm diplomatik sorunlarda barışçıl yollarla çözüm yöntemleri geliştirmesi ve Gazze'deki insanlık dramına karşı bir an önce bir siyasal çözüm bulmasıdır. Ancak bu konuda Trump'ın İsrail'e çok yakın duruşu nedeniyle büyük beklentiler içerisine girmek hatalı olabilir. Yine de, Erdoğan-Trump ikilisinin kimyasına dair umut beslemek hayalcilik olmayacaktır. Çözüm parametreleri ise bence önceki Birleşmiş Milletler (BM) kararlarına ve mevcut güç dengelerine dayalı olursa, sorunlara kalıcı çözüm geliştirebilmek mümkün olacaktır.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ