14 Ocak 2025 Salı

2025 Almanya Federal Seçimleri

 

Giriş

"Trafik lambası koalisyonu" olarak da adlandırılan üçlü koalisyon (SPD-Yeşiller-FDP) hükümetinin 2024 yılı sonlarında dağıldığı Almanya'da, ülkedeki yeni hükümeti belirleyecek olan federal seçimler 23 Şubat 2025 tarihinde yapılacaktır. Ülkede, Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle Almanya'nın enerji ihtiyacını Rusya-dışı alternatif kaynaklardan karşılamak için yüksek maliyetlere katlanması ve askeri harcamalarını arttırması gibi sebeplerle yaşanan ekonomik durgunluk, seçimler öncesinde kimi çevrelerce "neo-Nazi" olarak nitelendirilen aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin yükselmesine dair korkuları tetiklemekte ve bu nedenle seçimleri kritik hale getirmektedir. Bu yazıda, 2025 Almanya federal seçimleri değerlendirilecektir.

Seçimler Öncesinde Partilerin Durumları

Federal seçimlere koalisyon hükümetinin beklenmedik bir şekilde dağılması nedeniyle biraz moralsiz olarak giren Almanya'nın iki köklü ve büyük merkez partisinden birisi olan merkez sol SPD, buna karşın partinin geleneksel sol oyları toplamayı başaran güçlü örgütü ve Başbakan Olaf Scholz'un Maliye Bakanı olarak 2018-2021 döneminde Başbakan Angela Merkel liderliğindeki CDU-SPD hükümetinde Almanya halkıyla kurduğu güven ilişkisi gibi dayanak noktalarını korumaktadır. Lakin Almanya'da Şansölye Scholz liderliğindeki üçlü koalisyon hükümetinin özellikle 2022 yılı dördüncü çeyreğinden itibaren Alman halkı için çok önemli olan ekonomik büyüme konusundaki zayıf performansı, sosyal demokrat partiyi bu seçimde Alman seçmenleri için daha az cazip bir tercih haline getirerek partinin oy oranlarında kısmi bir düşüşe neden olacak gibi gözükmektedir. Buna karşın, SPD, AfD'nin yükselişi nedeniyle CDU'lu bir hükümette ideal koalisyon ortağı haline gelerek iktidarını kısmen koruyabilir.

Almanya'da iktidarı zaman zaman SPD'ye kaptırsa veya SPD ile paylaşsa da, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzende ülkede en uzun süre iktidar olmayı başarmış Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) ise, Bavyera bölgesindeki Katolik küçük ortağı CSU (Hıristiyan Sosyal Birlik) ile birlikte bu seçimlere çok daha iddialı girmekte ve iyi hazırlanmaktadır. Nitekim 2022'den beri partinin yeni Genel Başkanı durumundaki deneyimli siyasetçi ve avukat Friedrich Merz, zaman zaman tepki yaratan açıklamalarına karşın, bu seçimlerde partisini iktidara taşıyacak gibi gözüken etkili bir siyasi liderdir. Merz, 2024 seçimleri sonrasında ABD'de iktidara gelen Donald Trump yönetiminin popülist sağ çizgisiyle de uyumlu hareket edebilecek bir isimdir.

Seçimlerde etkili olabilecek bir diğer parti ise, koalisyonlar yoluyla 1990'lardan beri zaman zaman Almanya'da iktidar ortağı olmayı başaran Yeşiller Partisi'dir (Bündnis 90/Die Grünen). Son yıllarda Genel Başkan, Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Robert Habeck ve Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock gibi etkili yeni liderler yetiştirmeyi başaran Yeşiller, bu şekilde ilk kez Joschka Fischer sonrasında yeni liderleriyle Almanya siyasetinde kalıcı bir aktör olmayı başardığını ispatlamıştır. Yeşiller, 2025 seçimleri sonucunda koalisyon hükümeti formüllerinde yine etkili bir parti haline gelebilir. Son dönemde fazlasıyla ABD yanlısı ve Transatlantikçi bir çizgiye yönelen parti, Rusya ve Çin'e yönelik eleştiriler bağlamında Washington'daki yeni yönetimin de ilgisini çekebilecek bir partidir.

Bu seçimlerde çıkış yapması beklenen yeni bir parti ise, geçtiğimiz yıl Sol Parti'den (Die Linke) ayrılan Sahra Wagenknecht, Amira Mohamed Ali, Christian Leye ve Lukas Schön gibi isimler önderliğinde kurulan Sahra Wagenknecht Birliği'dir (BSW). Avrupa şüphecisi ve sol-milliyetçi çizgideki parti, Rusya ile ilişkilerde de Yeşiller, CDU ve SPD'ye kıyasla daha dengeli bir pozisyon almasıyla dikkat çekmektedir. Partinin karizmatik kadın lideri Sahra Wagenknecht, ülkesi Almanya'da tanınan ve sevilen bir siyasetçidir.

Almanya siyasetinin diğer bilinen partileri liberal çizgideki ve Christian Lindner liderliğindeki FDP (Hür Demokratlar) ile aşırı sol çizgideki ve Jan van Aken-Heidi Reichinnek'in eşbaşkanlığındaki Sol Parti'nin ise bu seçimde pek başarılı olmaları beklenmemektedir. Bunun temel sebebi, FDP'nin koalisyon hükümeti döneminde tepkileri üzerine çekmesi ve Almanya'da partinin liberal tabanının geleneksel olarak zayıf olmasıdır. Sol Parti ise, SPD'nin yerini koruması ve yeni kurulan BSW'nin popülaritesi nedeniyle bu seçimde ciddi oy kaybına uğrayacak gibi gözükmektedir.

Bu seçimler öncesinden adından en çok söz ettiren ve yükselişinden en korkulan parti ise, genelde aşırı sağ çizgiyle ifade edilen kadın Genel Başkan Alice Weidel liderliğindeki AfD'dir. 2013'ten beri faal olan parti, 2017 ve 2021 federal seçimlerinde oy oranını yüzde 10'ların üzerine taşımış ve 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de yüzde 16'ya yakın oyla ülkedeki en büyük ikinci parti olarak Almanya'da Naziliğin hortladığına dair korkuları tetikleyecek ölçüde başarılı bir performans sergilemiştir. Parti, bununla da yetinmeyerek, 2024 yılı Eylül ayında yapılan Thüringen eyalet seçimlerini kazanma başarısı göstermiş ve iddiasını ortaya koymuştur. Ancak AfD'nin iktidara gelmesinin AB üyesi diğer devletlerin hükümetleri ve halklarınca istenmemesi, partinin seçimde başarı elde etse bile iktidara gelmesini zorlaştıran bir faktördür. Zira AB'nin en önemli üyelerinden olan Almanya için, ulus-üstü bu yapının bileşenlerinin iradesi iç siyasette de giderek önem kazanmaktadır.

Almanya'da Son Dönemde Yaşanan Olaylar

Almanya'da federal seçimler öncesinde yaşanan bazı önemli olaylar, seçim sürecine etki edebilecek ölçüde halk ilgisine mazhar olmuş ve Alman basın-yayın organlarınca günlerce işlenmiştir. Bunlardan ilki, 20 Aralık 2024 tarihinde Almanya'nın Magdeburg şehrinde gerçekleşen ve Suudi Arabistan göçmeni/vatandaşı bir doktor tarafından yapıldığı anlaşılan Noel Pazarı baskını terör saldırısıdır. Başta olayın İslamcılık motifli bir saldırı olduğu düşünülünce ve saldırganın göçmen bir Suudi olduğu anlaşılınca, olayın göçmen ve Müslümanlar konusunda çok sert bir duruşu olan AfD partisine daha da yarayacağı ve oy oranını katlayacağı endişesi belirmiştir. Ancak yapılan araştırmalar sonucunda, 5 kişinin ölümüne ve 200'den fazla kişinin yaralanmasına yol açan ve büyük travma yaratan olayın failinin aslında İslam karşıtı ve daha fazla göçmeni Almanya'da istemeyen bir aşırı sağcı olduğu belirlenmiş, bu da, Almanya'da AfD'nin daha da güçlenmesini önleyebilecek bir gelişme olarak insanlara rahat nefes aldırmıştır. 

Bir diğer önemli ve olumsuz gelişme ise, ABD Başkanı Donald Trump'ın Hükümet Verimliliği Bakanı olarak seçtiği Tesla ve X'in sahibi ünlü ve çılgın iş insanı Elon Musk'ın yayınladığı çeşitli mesajlar ve demeçleriyle AfD'ye destek vermesi oldu. AfD'yi "Almanya'yı kurtarabilecek tek parti" olarak nitelendiren ve AfD lideri Alice Weidel ile ortak yayınlara katılan Musk, bu şekilde Almanya’nın iç istihbarat kurumu Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın (Verfassungsschutz) yayınladığı seçimlere müdahale raporlarına da dahil olarak, Berlin için yeni bir tehdit kaynağı haline geldi. Rapor, Rusya ve ABD'deki Musk gibi etkili kişilerin Almanya seçimlerine müdahil olmalarını eleştirmekte ve ABD'deki yeni yönetimin Almanya'yı da kendisine uygun şekilde dizayn etmeye çalıştığı görüşünü işlemektedir.

Almanya'da yaşanan bir diğer önemli güncel siyasi/diplomatik gelişme ise, Yeşiller Partisi'nden Dışişleri Bakanı olan Annalena Baerbock'un yaşanan hızlı devrim süreci sonrasında Suriye'de fiili Devlet Başkanı haline gelen Ahmed el Şara'yı ziyaret etmesi ve yeni yönetimle ilişkileri geliştirmek yönünde cesur adımlar atması oldu. Ziyaret, Colani olarak da bilinen el Şara'nın -inancı gereği- Baerbock'un elini sıkmak istememesi yönüyle Almanya ve dünya basınında magazinsel bir gündem de yarattı.

Bir diğer güncel gelişme ise, ABD ve Almanya'da aşırı sağın yükselişinden hoşnut olmayan Başbakan Scholz'un, ABD Başkanı Donald Trump'ın NATO üyelerine bütçelerinin yüzde 5'i düzeyinde savunma harcamaları yapmalarını tembihlemesine gösterdiği tepki oldu. NATO kriteri olan yüzde 2'lik harcama düzeyini savunan Scholz, bu şekilde ülkesinin büyük bir ekonomik külfet altına gireceğini de ifade etti.

Son olarak, AfD'nin yükselişi nedeniyle Almanya'da yeniden gündem maddesi haline gelen Nazi diktatörü Adolf Hitler'in aslında bir komünist olduğunu iddia eden AfD lideri Alice Weidel'in açıklamaları ülkede büyük bir tartışma yaratmış ve seçime yönelik ilgiyi arttırmıştır. 

Anketler

Seçim öncesinde önemli bir konu haline gelen seçim anketleri, sandıktan sağın ağır basacağı sonuçların çıkacağını, ancak yeni hükümetin büyük ihtimalle CDU liderliğinde bir koalisyon olacağını düşündürmektedir.

Financial Times haberine göre Almanya'daki siyasi partilerin Ocak 2025 itibariyle oy oranları

Financial Times tarafından verilen güncel bir haberdeki oy oranlarına göre, CDU/CSU seçimi yüzde 31,2 düzeyinde oyla ilk sırada önde tamamlayacak, AfD ise yüzde 19,8 civarında rekor oyla ikinci parti olacaktır. SPD, yüzde 15,7 oyla ancak üçüncü olabilirken, diğer partilerden Yeşiller yüzde 13,5, BSW yüzde 5,2, FDP yüzde 4,1 ve Sol Parti yüzde 3,3 düzeyinde kalacaklardır. Yüzde 5 seçim barajı nedeniyle, bu partilerden FDP ve Sol Parti'nin bu seçimde Bundestag'da temsil edilememe ihtimalleri yüksek gözükmektedir.

Financial Times hesaplamalarına göre koalisyon ihtimalleri

Böyle bir ortamda, CDU lideri Friedrich Merz'in Nazi dönemini çağrıştıran söylemleri nedeniyle Almanya'ya büyük zarar verdiğini düşündüğü AfD ile koalisyona kapıları ilkesel olarak kapatması nedeniyle, seçim sonrasında CDU-SPD "büyük koalisyon" ihtimali ağırlık kazanırken, diğer bir ihtimal de CDU-SPD-Yeşiller üçlü koalisyonudur. CDU-Yeşiller koalisyonu da bir ihtimal hükümet kurmak için yeterli olabilecektir. Son olarak, FDP'nin seçim barajını aşması halinde bu parti de koalisyon formüllerine üçüncü parti olarak dahil olabilir. 

Amerikalı etkili bir dijital gazete olan Politico'nun 10 Ocak 2025 tarihi itibariyle ilan ettiği bulguları da Financial Times ile benzeşmektedir. Öyle ki, CDU/CSU yüzde 31, AfD yüzde 21, SPD yüzde 16, Yeşiller yüzde 14, BSW yüzde 5, FDP yüzde 4 ve Sol Parti yüzde 3 düzeyinde oy alacaklardır. 

İngiliz The Guardian gazetesi de, 13 Ocak 2025 tarihi itibariyle beklenen sonuçları; CDU/CSU yüzde 31,6, AfD yüzde 19,6, SPD yüzde 15,8, Yeşiller yüzde 13,4, BSW yüzde 5,2, FDP yüzde 4 ve Sol Parti yüzde 3,4 olarak açıklamıştır. 

Euronews'ün Ocak 2025 tarihli haberinde verilen rakamlar da diğer anket çalışmalarıyla benzer niteliktedir ve hemen hemen aynı oy oranlarını içermektedir.

Sonuç

Sonuç olarak, hem Türkiye'nin ikili ticarette çok önemli bir ortağı olması, hem en büyük ticaret ortağımız AB'nin en büyük ekonomik gücü olması, hem de milyonlarca Türk'ün yaşaması nedeniyle Türkiye için kilit ülkelerden birisi olan Almanya'da, 2025 federal seçimleri, kıyasıya bir demokratik yarışa sahne olacaktır. Seçimleri CDU'nun kazanması ve Friedrich Merz'in Başbakan olması beklense de, AfD'nin yükselişinin durdurulabilmesi ve solu SPD, Yeşiller ve BSW ile iyi performans göstererek Almanya demokrasisinin dengesini koruması gibi hususlar da dikkatle takip edilmesi gereken önemli parametreler olacaktır. 

Kapak fotoğrafı: CDU lideri Friedrich Merz ve SPD lideri Olaf Scholz

Kaynak: Financial Times

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

13 Ocak 2025 Pazartesi

Prof. Dr. Serhat Erkmen Mülakatı: Suriye'nin Geleceği

 

Prof. Dr. Serhat Erkmen, 1975 İstanbul doğumludur. Erkmen, 1998’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 2001’de Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden yüksek lisans derecesini ve 2008’de doktora derecesini elde etti. 2009-2018 yılları arasında Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, daha sonra da 2018-2024 döneminde Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalışan Serhat Erkmen'in temel çalışma alanları; Ortadoğu sorunları, Irak, Suriye ve terörizm üzerine odaklanmaktadır. Erkmen, akademik çalışmalarının yanı sıra Pros & Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörü'dür. Ek olarak, Prof. Dr. Serhat Erkmen'in çoğu Irak'taki siyasal yapı ve şiddet olgusu, Suriye iç savaşı, ayrılıkçı terör örgütleri ve din motifli terör örgütleri hakkında olmak üzere çok sayıda yayımlanmış akademik makaleleri, köşe yazıları, analizleri, görüş yazıları ve raporları bulunmaktadır.

En Sevilen Siyasi İçerikli Şarkılar


Giriş

Hayatın her alanını kapsayan siyaset, doğal olarak insan yaratıcılığı ve duygularının en iyi ifade edildiği sanat dallarından birisi olan müzikte de etkisini göstermekte ve dünyanın her ülkesi ve bölgesinde asırlardır siyasi içerikli müzik yapıtları üretilmektedir. Bu durum, müzik endüstrisinin geliştiği ve başlı başına bir sektör haline geldiği Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Birleşik Krallık ve bazı Avrupa ülkelerinde son birkaç on yıldır daha da önem kazanmış ve 1950'lerden itibaren müzik ve müzikal alanda öne çıkan bazı akım, eser ve isimler, siyasete yön vermeye dahi başlamışlardır. Ülkemiz Türkiye'de de bu konuda çok başarılı örnekler olmuştur. Bu yazıda, ABD ve Türkiye özelinde siyasal hayata yön veren ve siyasal gelişmelerle örtüşen müzikal akımlara dair bazı fikirler işlenecek ve daha sonra uluslararası alanda çok popüler olmuş siyasal şarkılar listelenecektir.

ABD Örnekleri: 1960'lar ve 1970'lerde Rock ve 1980'lerde Disco Akımları

Kısaca anımsatmak gerekirse, 1960'lardan başlayarak ABD'de patlayan ve Avrupa ve tüm dünyayı da etkisi altına alan rock müzik ve buna bağlı olarak gelişen protest alt kültür, ABD'nin bu dönemde dahil olduğu Vietnam Savaşı ile birleşince, ortaya Woodstock festivalleriyle simgeleşmiş çok güçlü bir siyasal miras bırakmış ve savaş karşıtlığı ve barış düşüncesi ABD başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde bir yaşam tarzı haline gelmiştir. Bunu tetikleyen de dönemin önemli bazı rock müzik yıldızlarının (Bob Dylan, Joan Baez, Jimi Hendrix, Joe Cocker, Janis Joplin, The Rolling Stones, Pink Floyd, The Hollies, Jefferson Airplane ve John Lennon vs.) eserleri, yaşam tarzları ve siyasal içerikli açıklamaları olmuştur.

Bir diğer ilginç örnek ise, 1980'lerde Sovyetler Birliği'nin sosyoekonomik ve sosyokültürel olarak tıkandığı dönemde, ABD'de Hollywood'un hayata geçirdiği gençlik filmleri projeleri ve benzer şekilde ABD merkezli olarak gelişen disco/funk müzik ve buna bağlı olarak oluşan tüketim kültürünün tüm dünyayı adeta Amerikanlaştırması (serbest piyasa ve bireysel özgürlüklerin artan önemi) ve McDonaldization veya "Golden Arches Theory" (Altın Kemerler Teorisi) adı verilen yaklaşım doğrultusunda, komünizm ve kitle merkezli düşünce biçimlerinin bireyler tarafından daha az desteklenir hale gelmesi olmuştur. Tesadüfi değildir ki, ABD ve birey odaklı bu yeni alt kültürün kültür savaşlarını kazanması neticesinde, 1990'ların başında Sovyetler Birliği dağılmış ve komünizm ideolojisi ideal bir devlet modelinden daha ziyade bir entelektüel/akademik ilgi alanı haline gelmiştir. Bu dönemi sembolize eden bazı önemli müzik efsaneleri ise; Bee Gees, KC and the Sunshine Band, ABBA, Donna Summer, Chic, Kool & the Gang, Michael Jackson, Village People, Gloria Gaynor, Diana Ross, Boney M, Stevie Wonder, Giorgio Moroder ve Sister Sledge olarak örneklendirilebilir.

1990'larda ABD'nin Soğuk Savaş'ı kazanarak tek kutuplu yeni dünya düzenini ilan ettiği dönemden itibaren ise, tüm ulusal şöhretlerin ABD'de şansını deneyerek uluslararası başarı peşinde koştukları ve ABD/İngiltere eksenli müzik endüstrisinin artık dev bir sektöre dönüştüğü yeni ve daha organize bir dönemden söz edilebilir. Bu dönemlerde ise; Michael Jackson, Madonna, Nirvana, Mariah Carey, Prince, Red Hot Chili Peppers, Celine Dion, Whitney Houston, Janet Jackson, Ricky Martin, Shakira, Britney Spears, Christina Aguilera, Spice Girls, Justin Timberlake, Justin Bieber, Jennifer Lopez, Tupac Shakur, Eminem, Rihanna, Adele ve Taylor Swift gibi müzik fenomenleri ve onların toplumlara yön veren siyasal etkilerinden (bireyselleşme, tüketim, özgürlük talebi vs.) bahsetmek abes olmaz.

Türkiye Örnekleri: 1960'lar ve 1970'lerde Arabesk ve Anadolu Rock

Ülkemiz Türkiye'den örnek vermek gerekirse ise; köyden kente göçün yoğunlaştığı 1960'lardan itibaren şehre eklemlenmekte zorluk yaşayan şehir çeperlerinde yaşayan yeni kentlilerin yaşadığı zorlukların sesi haline arabesk müzik dalının efsane bazı isimleri (Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur ve İbrahim Tatlıses), Meral Özbek'in "arabesk kültürü" adını verdiği yeni bir sosyolojik fenomeni tetikleyen ve bunu anlamlandıran bir nitelik kazanacak kadar ülke siyasetini etkilemiştir.

Benzer şekilde, 1970'lerde Barış Manço, Erkin Koray, Üç Hürel, Cem Karaca, Ersen ve Dadaşlar, Edip Akbayram ve İlhan İrem gibi efsanevi sanatçılarla sembolleşen Türkiye'nin kurucu iradesini yansıtan Cumhuriyet Halk Partisi'nin Bülent Ecevit önderliğinde Anadolu kültürü ve halkıyla yeniden bütünleşme çabası, modern değerlerle yerli ve milli değerlerin bir sentezinin hem sanatsal, hem de siyasal alanda örtüştüğü ve başarılı sonuçlar üretmiş bir diğer örnek olarak dikkat çeker.

Daha güncel örnekler vermek gerekirse, Kürt siyasal hareketinin yükselişe geçtiği 1980'ler ve 1990'larda efsaneleşen Kürt asıllı Türk protest müzik yıldızı Ahmet Kaya'nın inanılmaz ticari başarısı ve siyasi etkisinden bahsetmemek olmaz. Kaya, adeta bir nesle Kürtlerin varlığını kabul ettirmeyi başardığı gibi, Kürt vatandaşlarımıza Türkçe şarkılar söyleterek aslında Türkçe'nin Kürt nüfus arasında öğrenilmesini de tetiklemiş ve olumlu etkilemiştir. Benzer şekilde, protest müzik sanatçısı Zülfü Livaneli'nin de milyonları bütünleştirebilen ölümsüz eserleri bu noktada hatırlanmalıdır. Bu bağlamda, 1990'larda Türkiye'nin Gümrük Birliği üyeliği süreciyle birlikte Avrupa tarzı bir piyasa ekonomisine dönüşmesiyle yükselişe geçen Türkçe pop müzik sektöründen söz etmek de yerinde olacaktır. Nitekim Yonca Evcimik'in "Abone" şarkısıyla başlayan ticarileşme ve popülerleşme süreci, 1990'lar ve 2000'lerde altın yılların başlamasına vesile olmuş, ancak Türkiye'nin giderek demokratik kalitesinin düştüğü ve milliyetçilik/İslamcılık sarmalına sıkıştığı 2010'ların ikinci yarısından itibaren düşüşe geçmiştir. Son olarak, Almanya'da yaşayan gurbetçi Türklerin sorunlarına dikkat çeken rap tarzlarıyla bir dönem efsane haline gelen Cartel grubundan da Türkiye odaklı ve siyasi içerikli bir müzik fenomeni olarak bahsetmek yerinde olacaktır.

Tarihe Geçen Siyasi İçerikli Şarkılar

Şimdi tarihe geçmiş bazı siyasi içerikli şarkılara birlikte göz atalım. Caz müziğin efsane isimlerinden Billie Holiday'in 1939'da seslendirdiği "Strange Fruit" şarkısı, Amerikalı komünist bir Yahudi olan Abel Meeropol'un şiirinden uyarlanmış ve halen tarihin en güçlü ırkçılık karşıtı eserlerinden birisi kabul edilen bir başyapıttır. Afrikalı Amerikalıların ırkçılarca linç edildiği ve hatta Ku Klux Klan (KKK) gibi yapıların siyahileri yakarak öldürdüğü bir dönemde kaydedilen eser, aynı zamanda oldukça cesur ve öncü bir yapıt olarak da övgüyü hak etmektedir.

Amerikalı folk müzik efsanesi Pete Seeger'ın 1940'larda seslendirdiği "We Shall Overcome", dönemin sembol eserlerinden biri olmuş ve o dönemlerde yeni gelişmeye başlayan Amerikan sivil haklar siyasetinin sesi olmuş çok önemli bir çalışmadır.

Afrikalı Amerikalı önemli bir yıldız olan Sam Cooke'un 1964 tarihli şarkısı "A Change Is Gonna Come" da, o dönemde Dr. Martin Luther King ile özdeşleşen sivil haklar mücadelesinin sesi olmuş çok önemli bir eser olarak tarihe geçmiş ve siyasi mesajlarıyla da dikkat çekmiştir. Eser, sanatçının ABD'deki ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadelesine dair deneyimlere dayalı olarak bestelenmiştir.

Afrikalı Amerikalı efsaneleşmiş sanatçılardan bir diğeri olan Aretha Franklin'le özdeşleşen 1967 tarihli "Respect" şarkısı da, zaman içerisinde bir feminist manifesto niteliği kazanmış ve cinsiyetler arası siyasi ve toplumsal eşitlik talebiyle ABD başta olmak üzere birçok ülkede çok popüler hale gelmiştir.

Rock and Roll'un kralı ve genelde siyasi içerikli şarkı üretmeyen Elvis Presley'in 1969 tarihli hiti "In The Ghetto" parçası da, sanatçının az sayıdaki siyasi içerikli bestesinden biri olarak sivrilmiş ve çok sevilmiştir. Şarkıda, ABD'de yaşanan ekonomik eşitsizlik ve zorluklara dikkat çekilmiştir. 

Siyasi içerikli şarkı denince akla gelen ilk eser ise, kuşkusuz The Beatles sonrası daha politize müziğe yönelen ünlü İngiliz müzisyen John Lennon'ın 1971 tarihli "Imagine" adlı eseridir. Bir tür "barış manifestosu" olarak yorumlanabilecek eser, tüm dünyada halen en çok bilinen şarkılardan birisidir. Agnostik içeriğiyle de dikkat çeken eser, tüm zamanların belki de en güçlü siyasi mesajlarını içermektedir.

Gil Scott-Heron'un seslendirdiği yine 1971 tarihli "The Revolution Will Not Be Televised", ABD'de 1960'ların sonları ve 1970'lerde gelişen protest kültür ve devrimci hareketleri sembolize eden çok önemli bir diğer eserdir. Eserde, dönemin tüketim alışkanlıkları ve kapitalizm öğeleri de eleştirilmektedir.

Yine 1971 tarihinde Amerikalı ünlü folk müzik yıldızı Johnny Cash ve eşi June Carter tarafından kaydedilen ve aslen kilise çıkışlı bir gospel müzik eseri olan "Old-Time Religion" şarkısı ise, Hıristiyan muhafazakâr kitlelerin dine özlemlerini yansıtan farklı türde bir siyasi içerikli beste olarak ayrışmakta ve dikkat çekmektedir.

1978 tarihli Gloria Gaynor hiti "I Will Survive" da, disco çağını çok iyi yansıtan hoş melodisinin yanı sıra, zaman içerisinde önemli bir siyasal güç haline gelen Amerikalı eşcinsel (gay) komünitesinin milli marşı haline gelmiş çok ilginç bir siyasal içerikli çalışmadır.

1979 tarihli ve İngiliz rock grubu Pink Floyd imzalı "Another Brick in the Wall" şarkısı da, siyasi içerikli müzik eserleri arasında müstesna bir konuma sahip olan ve özellikle eğitim sektörünü hedef alan özgün yaklaşımıyla dikkat çeken çok değerli bir klasiktir. Şarkıda, grubun lideri Roger Waters imzası vardır.

İrlanda'dan çıkan rock müzik efsanesi U2'nun -grubun beyni- Bono tarafından seslendirilen 1983 tarihli "Sunday Bloody Sunday" parçası ise, İngiltere Ordusu ile Kuzey İrlanda aktivistleri arasında 1972'de yaşanan Kanlı Pazar olayını ve genel olarak Kuzey İrlanda'nın hak mücadelelerini yansıtan çok önemli bir siyasal eserdir.

"The Boss" (Patron) lakaplı Amerikalı müzik efsanevi Bruce Springsteen'in 1984 tarihli "Born In The USA" şarkısı ise, Vietnam gazilerinin ve Amerikalı beyaz işçi sınıfının isyanına tercümanlık edebilmiş bir diğer çok önemli siyasal içerikli müzik klasiğidir.

"USA for America" kısa adıyla bilinen ve Amerikalı efsanevi sanatçıların bir araya gelmesiyle oluşan grubun 1985 yılında kaydettiği "We Are The World" parçası ise, beste ve güftesi dönemin büyük yıldızları Michael Jackson ve Lionel Richie tarafından yapılmış ve ABD'nin Afrika'daki açlık sorunlarına yönelik büyük bir kampanyasının sözcülüğünü üstlenmiş çok önemli bir yardım şarkısıdır.

1988 tarihli Guyanalı-İngiliz şarkıcı Eddy Grant hiti Gimme Hope Jo'anna da, neşeli melodisi altında çok sarih bir Güney Afrika'daki ırkçı/ayrımcı apartheid rejimi eleştirisi barındıran başarılı bir örnek ve hoş bir klasiktir. Şarkı, Mandela'nın siyasi mücadelesinin başarıya ulaştığı döneme de denk gelmiş ve büyük bir popülarite yakalamıştır.

Alman rock müzik grubu Scorpions'ın 1990 tarihli hit şarkısı "Wind of Change" ise, iki Almanya'nın birleşmesi ve Soğuk Savaş'ın bitişini müjdeleyen çok önemli bir siyasi şarkı olarak tarihçe geçmiştir. Sovyetler Birliği'nin Gorbaçov döneminde Glasnost ve Perestroika politikalarıyla değişime yöneldiği bir zamanda değişim ruhunu yansıtan eser, halen en çok beğenilen ve tanınan siyasi şarkılardan biri olarak büyük bir başarı kazanmıştır.

1991 tarihli pop müziğin kralı Michael Jackson'ın seslendirdiği "Black or White" şarkısı da, ırkçılık eleştirisini nazik bir şekilde işleyen hoş bir pop müzik çalışması olarak müzikseverlerin hafızasında yer etmiştir. Şarkının, dönemin ünlü çocuk aktörü Macaulay Culkin'li klibi de çok beğenilmiştir.

Afrikalı Amerikalı protest rap müzik yıldızı Tupac (2Pac) Shakur'un 1992 tarihli "Changes" şarkısı ise, 1990'larda da kısmen halen devam eden ABD'deki ırkçılık konusuna ve ABD'nin savaş eksenli dış politikasına göndermeler yapan çok önemli bir siyasal içerikli müzik yapıtıdır. Şarkıda, ilginç bir şekilde, henüz Afrikalı Amerikalı bir Başkan seçilmediği de vurgulanarak, Barack Obama'nın gelişi öncesinde bu durumdan yakınılmaktadır.

Aslen 1979 tarihli bir Village People şarkısı olan ama daha çok 1993 yılında İngiliz synthpop ikilisi Pet Shop Boys tarafından versiyonuyla tanınan "Go West" parçası ise, SSCB'nin dağıldığı ve ABD ile Batı blokunun zaferini ilan ettiği 1990'ların başında patlamış çok önemli bir siyasal içerikli şarkıdır. Şarkıda, Batı değerlerine duyulan büyük güven ve bunun parçası olarak hissedilen özgüven yansıtılmaktadır.

Yine popun kralı Michael Jackson'ın seslendirdiği 1995 tarihli "They Don't Care About Us" parçası da, gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinin sorunlarına dikkat çeken ve Brezilya'da yoksul halkla birlikte çekilen klibiyle olay yaratan önemli bir çalışmadır.

Sonuç

Sonuç olarak, daha ziyade ABD eksenli olarak gelişen müzik endüstrisinin büyük gücü ve etkisi nedeniyle daha ziyade Afrikalı Amerikalıların hak mücadelelerini konu alan popüler siyasal içerikli müzik türleri, ABD ve dünyanın geri kalanında çok etkili olmaya devam etmekte ve kitleleri politik olarak da etkileyebilmektedir. Bu anlamda, sanatın gücü, zaman zaman uluslararası siyasete yön verebilen önemli bir parametre olarak değerlendirilebilir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

12 Ocak 2025 Pazar

Prof. Dr. Ozan Örmeci, Sözcü Tv Yayınında Suriye'deki Gelişmeleri Yorumladı

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, 12 Ocak 2025 tarihinde Sözcü Tv'de yayınlanan "Gülinay Selçuk'la Haber Bülteni" yayınına bağlanarak Suriye'de yaşanan gelişmeleri Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri bağlamında yorumladı.

11 Ocak 2025 Cumartesi

Imdb.com’a Göre En Beğenilen Siyasi Filmler

 

Giriş

Hayatın her alanını kapsayan siyaset, doğal olarak 7. Sanat olarak bilinen sinemada da etkisini göstermekte ve siyasi içerikli birçok sinema yapıtı üretilmektedir. Bu bağlamda, sinema sanatının doğup geliştiği 20. yüzyılın başlarından günümüze kadar birçok siyasi içerikli ve Siyaset Bilimi branşının da konusu olabilecek değerli görsel yapımlar üretilmiştir. Bu yazıda, Imdb.com’un izleyici oylamalarına dayalı olarak oluşan listesi[1] doğrultusunda, izleyiciler tarafından en beğenilen siyasi filmler konuları bağlamında değerlendirilecektir.

İlk 20 Film

Imdb.com listesinin başında, 2010 tarihli ve dört Oscar ödüllü “The King’s Speech” (Zoraki Kral) filmi[2] yer almaktadır. ABD-Birleşik Krallık ortak yapımı olan filmin yönetmeni Tom Hooper, önemli oyuncuları ise Colin Firth, Geoffrey Rush ve Helena Bonham Carter’dır. Tesadüf değildir ki, filmin konusu, her daim siyasetin önemli bir konusu olan Birleşik Krallık (İngiltere) siyasi yapısı ve bu yapının halen önemli bir bileşeni olan İngiliz Kraliyet ailesidir. Tamamen gerçek olaylara dayanan film, babası Kral V. George'un ölümünün ardından, ilerleyen aylarda VI. George olarak tahta çıkacak olan Frederick Arthur George’un (Colin Firth), ağabeyi Kral VIII. Edward'ın Amerikalı Wallis Simpson ile evlenebilmek için 11 aylık Krallığı sonrasında tahttan feragat etmesi sonrasında yaşadığı kişisel zorluklara odaklanmaktadır. Zira İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından yalnızca üç yıl önce tahta oturan yeni Kral’ın önemli bir engeli vardır; VI. George, halka hitap edebilmek için, çocukluğundan beri başına dert olan kekemeliğini yenmek zorundadır. Yeni Kral’ın bu sorunu aşması ve onu Kraliyet makamına hazırlamak için harekete geçen İngiliz Devleti, Avustralya’dan ünlü bir konuşma terapisti olan Lionel Logue’u (Geoffrey Rush) Londra’ya getirir. Bu sayede, Kraliçe II. Elizabeth’in babası da olan Kral, ülkesinin en zorlu günlerinde halka iyi hitap edebilmek için kekemelik sorununu aşmak için azimle çalışmaya başlar.

Listenin ikinci sırasında 2012 tarihli ve üç Oscar ödüllü “Argo” (Operasyon: Argo) filmi[3] yer almaktadır. Ünlü aktör Ben Affleck’in yönetmen ve başrol oyuncusu olarak sivrildiği film, yine tamamen gerçek olaylara dayanmakta olup, yakın tarihin önemli siyasal hadiselerinden olan 1979 İran İslam Devrimi’ni konu almaktadır. Öyle ki, Şah Rıza Pehlevi’nin devrildiği İran Devrimi’nin en hararetli günlerinde, Şii radikal devrimciler başkent Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği binasına girip 52 Amerikalı’yı rehin alırlar. O hengamede kaçmayı başaran 6 Amerikan vatandaşı ise Kanada Büyüklçiliği’ne sığınır ve orada kurtarılmayı beklemeye başlarlar. Her an yakalanma ve öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya olan Amerikalı rehineler, nihayetinde acar CIA uzmanı Tony Mendez’in (Ben Affleck) Amerikan vatandaşlarını kurtarmak amacıyla kurguladığı bir film çekim operasyonu ile kurtarılacaklardır.

Listenin üçüncü sırasında 2013 tarihli ve tam beş dalda Oscar adayı olmuş “The Wolf of Wall Street” (Para Avcısı) filmi[4] bulunmaktadır. Yine gerçek olaylardan uyarlanan filmin yönetmeni ünlü rejisör Martin Scorsese, başrol oyuncuları ise Leonardo di Caprio, Jonah Hill ve Margot Robbie’dir. Filmde, Jordan Belfort ismindeki (Leonardo di Caprio) adlı hırslı ve genç bir Amerikalı borsacının, 1990’larda, ABD’nin tek süper güç olarak kaldığı ve Wall Street borsasının görkemli günlerini yaşadığı dönemde yalnızca borsadaki hisse senetlerini al-sat yaparak çok zengin ve görkemli bir hayata sahip olabilmesi resmedilmektedir.

Dördüncü sırada yer alan 2024 yapımı “The Apprentice” (Çırak) filmi[5], 45. ve 47. ABD Başkanı Donald Trump’ın gençlik günlerine odaklanmaktadır. Ali Abbasi tarafından yönetilen filmde Trump’ı Sebastian Stan canlandırmaktadır. Genç Trump'ın 1970'ler ve 1980'lerde New York'ta yaşayan gayrimenkul zengini bir iş insanı olarak kariyerinin incelendiği film, güncel önemi sebebiyle de dikkat çeken çok yeni bir yapımdır.

Beşinci sırada yer alan 1999 tarihli ve bir dalda Oscar adayı olmuş Alexander Payne filmi “Election” (Seçimler)[6], Matthew Broderick ve Reese Witherspoon’un başrolde oldukları ve bir okulda yaşanan seçim süreci özelinde siyasetin doğasına dair önemli tespitler içeren ilginç ve özgün bir yapıttır.

Listede altıncı olan 1995 tarihli ve bir dalda Oscar adayı Rob Reiner filmi “American President” (Amerikan Başkanı)[7], Michael Douglas, Annette Bening, Martin Sheen ve Michael J. Fox gibi ünlü oyuncu kadrosuyla dikkat çeken ve film için yaratılan kurgusal bir ABD Başkanı olan Andrew Shepherd’ın (Michael Douglas), çevre araştırmaları yapan lobici bir kadına (Annette Bening) aşık olmasının ABD siyasal sistemi ve seçim öncesinde parti siyasetinde yarattığı sorunlara dikkat çekerken, arka planda siyasi sisteme dair önemli bilgiler de sunmaktadır. Bu bağlamda, filmin, o yıllarda gündeme gelen Bill Clinton-Monica Lewinsky aşk skandalı nedeniyle de büyük ilgi gördüğü düşünülebilir.

Listede yedincilik elde eden 1993 tarihli ve bir dalda Oscar adayı olmuş Ivan Reitman filmi “Dave” (Bir Günlük Başkan)[8], Kevin Kline, Sigourney Weaver ve Frank Langella’dan oluşan güçlü oyuncu kadrosu ve yine Beyaz Saray ve ABD Başkanı’nın hayatını resmetmesiyle ilgi toplamış ve hafızalarda yer edinmiş bir filmdir. Filmde, Başkan’ın dublörü olarak Gizli Servis tarafından tutulan Dave’in (Kevin Kline) Başkan’ın yerini doldurma çabası sürecinde yaşadığı zorluklar esprili bir şekilde yansıtılmaktadır.

Listede sekizinci sırada yer alan 2000 yapımı “Thirteen Days” (Yakın Tehlike)[9], Roger Donaldson’ın yönettiği ve yine gerçek olaylardan uyarlanan bir yakın tarih filmidir. Filmde, dünyayı ABD ile SSCB arasında yaşanabilecek bir nükleer savaşın eşiğine getiren 1962 tarihli Küba Füze Krizi döneminde Amerikan yönetiminin yaşadığı zorluklar ve süreçler anlatılmaktadır. Başrolde Başkan John F. Kennedy rolünde Bruce Greenwood oynarken, ünlü aktör Kevin Costner da bu süreçte Başkan’ın karar alma sürecine etki eden Başkan Sekreteri Kenny O'Donnell rolündedir.

En iyi siyasi filmler Imdb.com listesinde dokuzuncu sırada yer alan 1994 tarihli Hugh Wilson filmi “Guarding Tess” (Gönülsüz Koruma)[10], Shirley MacLaine ve Nicolas Cage'in başrollerini paylaştıkları pek bilinmeyen bir yapımdır. Filmdeki kurgusal senaryoya göre, Doug Chesnic (Nicolas Cage), geleceği parlak genç bir Amerikan Gizli Servis ajanıdır. Yeni görevi ise, eski ABD Başkanlarından birinin dul eşini korumaktır. Ancak ilk bakışta Chesnic için rahat ve kolay gibi görünen bu görev, kaprisli ve detaycı dul eski first-lady Tess Carlisle'la (Shirley MacLaine) tanışınca, dünyanın en zorlu işlerinden birine dönüşür.

Listenin onuncu basamağında, üç dalda Oscar adayı olmuş 1993 tarihli Wolfgang Petersen filmi “In the Line of Fire” (Ateş Hattında)[11] yer almaktadır. Kurgusal bir hikâyeye dayanan filmde, Gizli Servis mensubu Frank Horrigan (Clint Eastwood), geçmişte Başkan John F. Kennedy’yi suikastten korumada başarısız olmuş kıdemli bir ajandır. 30 yıl sonra bir katil dönemin Başkanı’nı öldürmek ve Horrigan’ı da beraberinde götürmekle tehdit edince, Horrigan için kendini affettirme şansı da doğar. Psikopat katil (John Malkovich), ajan Horrigan ile telefonda alay ederek, önüne serdiği ipuçlarıyla oynayarak, onu hayatta kalabileceği gerilimi yüksek bir zeka savaşının içine çeker...

On birinci basamakta kendisine yer edinen 1998 tarihli “Primary Colors” (Kirli Yarış)[12], Mike Nichols tarafından yönetilen bir diğer Beyaz Saray-ABD Başkanı kurgusal gösterimidir. İki dalda Oscar adayı olan filmde, ünlü aktör John Travolta’nın canlandırdığı Demokrat siyasetçi Jack Stanton, kendisini Başkanlık yarışının içinde bulunca karısı Susan Stanton (Emma Thompson) ile sorunlar yaşamaya başlar.

On ikinci sırada kendisine yer bulan iki Oscar ödüllü 2012 tarihli Steven Spielberg filmi “Lincoln”[13], ABD’yi iç savaş sürecinde adeta yeniden kuran Abraham Lincoln’ün (Daniel Day-Lewis) köleliği kaldırmak için verdiği büyük siyasi mücadeleyi konu edinmektedir. Yakın tarihli film, Amerikan tarihi kadar kölelikle mücadele bağlamında diğer ülkelere de örnek teşkil ettiği için büyük ilgi görmüş ve özellikle usta aktör Day-Lewis’in müthiş performanslarının bir yenisini göstermesine vesile olmuştur.

Imdb.com üyelerinin oylarıyla en iyi on üçüncü siyasi film olarak seçtikleri 2010 tarihli Robert Redford filmi “The Conspirator” (Suikast)[14], Başkan Abraham Lincoln suikastında suçlanan tek kadın komplocu ve ABD federal hükümeti tarafından idam edilen ilk kadın olan Mary Surratt'ın (Robin Wright) hikâyesini anlatmaktadır. Oscarlı usta oyuncu ve yönetmen Robert Redford'un yönetmenliğinde kotarılan yapımın diğer önemli ismi ise genç aktör James McAvoy’dur.

On dördüncü sırada yer alan 2013 tarihli yapım “The Butler” (Başkanların Hizmetkârı)[15], Lee Daniels tarafından yönetilen gerçek bir öyküye dayanmakta ve Beyaz Saray'daki kahya olarak görev süresi boyunca 8 Başkan değiştiren ve ABD’deki önemli insan hakları hareketlerine, Başkanlara yönelik suikastlere, Vietnem Savaşı’na ve daha pek çok önemli olaya tanıklık eden Cecil Gaines’in (Forest Whitaker) yaşamına odaklanmaktadır. Bu bağlamda elbette Amerikan siyasal sistemi ve ABD dış politikası gibi izleyicilerin merak ettikleri hususlar da arka planda işlenmektedir.

1972 tarihli ve listede on beşinci sırada kendisine yer bulan Michael Ritchie filmi “The Candidate” (Aday)[16], ünlü aktör Robert Redford’un bütün karizmasıyla seçimi kazanması zor bir tür “underdog” Senatör adayı olarak bakılan genç bir siyasetçiyi canlandırdığı hoş bir filmdir. Bir Oscar ödülü de kazanan film, Amerikan siyasetinin önemli unsuru olan seçim, halkla ilişkiler ve kampanya yönetimi gibi süreçlere değinmektedir.

On altıncı basamakta bulunan 2000 tarihli “The Contender” (Zirve Mücadelesi)[17], iki dalda Oscar adaylığı kazanmış Rod Lurie imzalı bir siyasal gerilim filmidir. Jeff Bridges, Joan Allen ve Gary Oldman’lı müthiş kadrosuyla dikkat çeken film, Başkan Yardımcısı’nın vefatı üzerine bir anda bu konuma yükselen bir kadın Senatör olan Laine Hanson’ın (Joan Allen) yaşadığı zorluklara odaklanan ilginç bir Amerikan siyaseti yansımasıdır.

Listede on yedinci sırada yer alan “The Ides of March” (Zirveye Giden Yol)[18], 2011 tarihli ve Oscar adaylığı kazanmış ilginç ve sürükleyici bir siyasal yapımdır. Ünlü aktör George Clooney’nin yönetmen ve başrol oyuncusu olduğu filmde, Başkan Mike Morris’in (George Clooney) kampanya basın sözcüsü olan Stephen Myers’ın (Ryan Gosling) Morris’e sadık biçimde var gücüyle çalışırken birden politik bir skandalın içene doğru çekildiğini fark etmesi ve bu fırsatı kullanarak kendisinin ön plana çıkması resmedilmektedir. Amerikan siyasetinin yırtıcı ve skandallara dayalı yapısının yansıtıldığı filmde Paul Giamatti, Philip Seymour Hoffman, Marisa Tomei, Jeffrey Wright ve Evan Rachel Wood gibi önemli yıldızlar rol almaktadır.

On sekizinci sırada, 1976 tarihli ünlü bir yapıt olan “All The President’s Men” (Başkanın Bütün Adamları)[19] filmi bulunmakttadır. Dört dalda Oscar ödülü kazanan filmin yönetmeni Alan J. Pakula, başrol oyuncuları ise Robert Redford ve Dustin Hoffman’dır. Film, tamamen gerçek olaylara dayanmakta ve Watergate Skandalı olarak bilinen ve ABD eski Başkanı Richard Nixon’ı istifaya zorlayan siyasi krizi resmetmektedir. Carl Bernstein ve Bob Woodward adlı iki Washington Post gazetecisinin (Robert Redford ve Dustin Hoffman) Başkan’ın siyasi muhaliflerini gizlice dinlettiğinin açığa çıkmasıyla başlayan krizi tamamen siyasi gerçekler temelinde anlatan film, Amerikan demokrasisinin bu önemli dönüm noktalarından birisini resmeden çok başarılı bir filmdir.

On dokuzuncu en beğenilen siyasi film statüsündeki 1975 tarihli Sydney Pollack filmi “Three Days of Condor” (Akbabanın Üç Günü)[20], bu türün favori oyuncusu Robert Redford’u Faye Dunaway ve Max von Sydow’la bir araya getiren Oscar adayı olmuş bir diğer unutulmaz yapımdır. Kurgusal filmde, CIA ajanı Joseph Turner (Robert Redford), ’Condor’ kod adıyla istihbarat ve bilgi edinme amacıyla basılmış her türlü materyali okumakla görevlendirilmiştir. Ancak zaman içerisinde sevgilisi de dahil olmak üzere çevresindeki çalışma arkadaşları tek tek öldürülür. Condor da bu şüpheli ölümlerin sırrını araştırırken CIA ile ilgili saklı gerçeklerin de peşine düşer...

Listede ilk yirmide yer alan son film olan 2017 tarihli “Darkest Hour” (En Karanlık Saat)[21], iki Oscar ödüllü ve Joe Wright tarafından yönetilmiş başarılı bir siyasi tarih filmidir. Ünlü aktör Gary Oldman’ın unutulmaz İngiliz Başbakan Winston Churchill’in İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşadığı zorlukları canlandırdığı film, listeye üst sıralarda girebilmiş ABD-dışı ve İngiltere eksenli bir film olarak dikkat çekmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak, Imdb.com verileri temelinde oluşan ilk 20 listesi değerlendirildiğinde; sitenin ABD merkezli olmasının da etkisiyle en beğenilen siyasi filmlerin daha çok ABD ve kısmen de İngiltere (Birleşik Krallık) eksenli olduğu, üst sıralardaki filmlerin neredeyse tamamının Hollywood yapımı olduğu, Avrupa sinemasının başarılı örneklerinin –İngiltere haricinde- üst sıralara yükselemediği, sinemaseverlerin özellikle ABD Başkanlarının özel hayatları, karar alma süreçleri ve siyasi krizler gibi konuları izlemeyi sevdikleri, bilhassa 1970’lerde komplo ve istihbarat temalı filmlerin çok tutulduğu, ünlü aktör Robert Redford’un türün has oyuncusu olduğu ve ABD siyasal tarihinde icraatları veya skandallarıyla iz bırakan ABD Başkanlarının (Lincon, Nixon, Clinton, Trump vs.) Hollywood’da tutulduğu gibi temel bazı tespitler yapılabilir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] Bakınız; https://www.imdb.com/list/ls096665760/.

[2] https://www.imdb.com/title/tt1504320/.

[3] https://www.imdb.com/title/tt1024648/.

[4] https://www.imdb.com/title/tt0993846/.

[5] https://www.imdb.com/title/tt8368368/.

[6] https://www.imdb.com/title/tt0126886/.

[7] https://www.imdb.com/title/tt0112346/.

[8] https://www.imdb.com/title/tt0106673/.

[9] https://www.imdb.com/title/tt0146309/.

[10] https://www.imdb.com/title/tt0109951/.

[11] https://www.imdb.com/title/tt0107206/.

[12]https://www.imdb.com/title/tt0119942/.

[13] https://www.imdb.com/title/tt0443272/.

[14] https://www.imdb.com/title/tt0968264/.

[15] https://www.imdb.com/title/tt1327773/.

[16]https://www.imdb.com/title/tt0068334/.

[17] https://www.imdb.com/title/tt0208874/.

[18] https://www.imdb.com/title/tt1124035/.

[19] https://www.imdb.com/title/tt0074119/.

[20] https://www.imdb.com/title/tt0073802/.

[21] https://www.imdb.com/title/tt4555426/.