6 Kasım 2024 Çarşamba

2024 ABD Başkanlık Seçimleri: Trump Geri Dönüyor...

 

Giriş

Tüm dünyanın gözlerinin kilitlendiği 60. Amerika Birleşik Devletleri (kısaca ABD) Başkanlık seçimleri ve bununla eşzamanlı olarak yapılan ABD Kongresi'nin iki kamarası -435 üyeli Temsilciler Meclisi'nin tamamı ve 100 üyeli Senato'nun üçte biri (33)- için federal seçimler 5 Kasım 2024 tarihi itibariyle büyük olaylar yaşanmadan sona erdi. Seçimler sonucunda, Cumhuriyetçi Parti adayı ve 45. ABD Başkanı (2017-2021) Donald Trump, bir kez daha ABD Başkanı seçildi. Bu yazıda, seçimlerle ilgili bazı kritik bilgi ve yorumlarımı sizlerle paylaşacağım.

Yeni Başkan Donald Trump 

6 Kasım sabahında seçim sonuçlarının netleşmeye başlamasının ardından, Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump'ın, seçim öncesinde en kritik 7 seçim bölgesi olarak işaret edilen salıncak eyaletlerden "Rust Belt" adı verilen Wisconsin, Michigan ve Pennsylvania (Pensilvanya) gibi eyaletlerde ve yine "Sun Belt" adı verilen Nevada, Arizona, North Carolina (Kuzey Karolina) ve Georgia gibi eyaletlerde Kamala Harris'ten çok daha başarılı bir performans gösterdiği ve anketlerdeki beklentileri de aşarak iki dereceli seçim için daha fazla sayıda seçilmiş delegenin desteğini sağlamayı başardığı anlaşıldı. Öyle ki, Trump, kısmi favori gösterildiği Nevada, Arizona, North Carolina (Kuzey Karolina), Georgia ve Pennsylvania (Pensilvanya) eyaletlerinin yanı sıra Michigan ve Wisconsin'de de beklentileri aşarak yarışı önde bitirmeyi başardı. Trump, 2016'da Başkanlığı ilk kez kazandığı seçimlerde bile geride kaldığı toplam oyda da Harris'i geçerek, seçimi rahat bir şekilde önde tamamladı ve kafada herhangi bir soru işareti bırakmayacak şekilde 47. ABD Başkanı seçildi. Henüz sayım işlemleri bazı seçim bölgelerinde devam ettiği için kesin sayı belirtilemese de, Trump'ın "Electoral College" sisteminde kazanmak için gerekli 270'ün çok üzerinde ve 300'ü aşan bir delege desteğine ulaşacağını öngörebiliriz. Trump, toplam oyda da 72 milyonu aşarak 67 milyon civarında gezinen Harris'i büyük farkla geçecek gibi gözüküyor. 

ABD Kongresi Seçimlerinde Durum

2024 federal seçimleri öncesinde ABD Kongresi'nde Senato'da bağımsız Senatörlerin de desteğiyle 51-49'luk kılpayı bir Demokrat Parti üstünlüğü bulunmakta, Temsilciler Meclisi'nde ise 220-212 şeklinde zayıf bir Cumhuriyetçi Parti hâkimiyeti vardı. 2024 federal seçimleri sonrasında ise Senato'daki durum Cumhuriyetçi Parti lehine, Temsilciler Meclisi'ndeki durum da yine Cumhuriyetçiler lehine anlamlı bir şekilde değişti. Bu şekilde, ABD'nin yasama meclisi olan ABD Kongresi'nde de Cumhuriyetçilerin kısmi bir üstünlüğü oluştu ve Başkan Trump'ın yeni dönemde istediği politikaları uygulama konusunda eli rahatladı. ABD siyasal sistemi açısından özellikle Senato'nun kritik atamalarda yetkili meclis olduğunu belirtmekte fayda var. Bu noktada Cumhuriyetçiler ve Trump'ın başarısının yalnızca Başkanlık seçimiyle alakalı olmadığı ve kırmızı dalganın tüm seçimlerde görüldüğü de sözlerimize eklenebilir. 

Olası Sonuçlar

Donald Trump'ın Başkan seçilmesinin kuşkusuz ABD siyasal sistemi ve dış politikası bağlamında çok ciddi etkileri olacak ve ABD'nin küresel gücü nedeniyle bu sonuçlar diğer ülkeleri de fazlasıyla etkileyecektir.

Öncelikle ABD iç politikası bağlamında bakıldığında, Trump'ın Hıristiyan dindar toplulukları, milliyetçileri ve beyaz erkek nüfusu istihdam etme/kayırma yönünde adımlar atması ve özellikle kayıt dışı göçmenlere yönelik sert politikalar uygulaması beklenmektedir. Bilhassa feministler, solcular/Marksistler, "woke" kültürü savunucuları ve liberallere karşı antipati beslediği bilinen Trump, bu şekilde ABD'de federal işlerde sağcı ve aşırı sağcı unsurları tercih edecek ve bir anlamda yeni bir "kulturkampf" (kültür savaşı) başlatarak muhafazakâr ve milliyetçi unsurları güçlendirmeye gayret edecektir. Trump'ın Başkan Yardımcısı olarak muhafazakâr kimliğiyle öne çıkan J.D. Vance'i seçmesi de bu bağlamda önemli bir göstergedir. Seçim sürecinde uğradığı bir suikast girişiminden sağ kurtulan Trump, bu bağlamda yeni dönemde rövanşist mantıkla oldukça sert uygulamalara da yönelebilir. Bu ise, kuşkusuz, zaten ortadan ikiye yarılmış ve fazlasıyla kutuplaşmış durumda olan Amerikan toplumunu daha da gerecek ve çok ciddi iç güvenlik riskleri yaratacaktır. Ancak daha iyimser bir yorum yapmak gerekirse, bir iş insanı olan ve ikinci kez seçildiği için bir daha aday olamayacak olan Trump'ın bu döneminde iç politikada daha sakin ve bütünleştirici bir siyasal söylem benimsemesi ve bu yönde politikalar geliştirmesi de ihtimal dahilindedir.

Bir iş insanı olan Başkan Trump, ekonomiyi canlandırmak için ise yurt dışına yatırım yapan Amerikan firmalarını düşük vergiler ve teşviklerle yeniden ABD'ye çekmek yönünde adımlar atacaktır. İlk döneminde pandemiye kadar ekonomide iyi bir performans göstermeyi başaran Trump, bu konuda yine başarılı olabilirse kuşkusuz kendisinden sonra da Cumhuriyetçi Parti'nin iktidarda kalabilmesinin yolunu açacaktır.

Dış politika bağlamında ise, hiç şüphesiz, "Amerika'yı yeniden büyük yapmak" (Make America Great Again-MAGA) için yola çıkan Trump'ın diplomasi ve ekonomi politikasında küresel çıkarlardan ziyade Amerikan halkının ve devletinin ulusal çıkarlarını önceleyen, dış politikada çok taraflılık yerine tek taraflı uygulamaları yaygınlaştıran, benzer şekilde ikili ilişkilerde lider diplomasisi odaklı ve al-ver mantığıyla çözüm ve uzlaşıya odaklanan bir üslup ve yöntem benimsemesi -ilk Başkanlık dönemi de incelendiğinde- daha olasıdır. Trump'ın demokrasi ve insan hakları konularında da seçici davranacağı ve bu konuda müttefiklerini fazla sıkıştırmayacağı iddia edilebilir. Ancak ABD'ye hasım ülkelerin insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda, Trump, bu konuları sıklıkla gündeme getirecektir.

Trump'ın seçim kampanyası döneminde belirttiği şekilde Rusya-Ukrayna Savaşı'nı bitirmek için Moskova'ya ve Rus lider Vladimir Putin'e bazı tavizler vermesini ve Ukrayna'ya silah desteğini azaltarak Zelenski yönetimini tavizler içeren bir uzlaşıya zorlamasını beklemek bence yeni dönemde yerinde olacaktır. Bu bağlamda, Trump, NATO müttefikleri ve ABD ile özel ilişkileri olan Birleşik Krallık (İngiltere) ve etkili Avrupalı devletleri (Almanya, Fransa, Polonya vs.) Rusya konusunda ikna etmek zorunda kalacaktır ki, NATO'nun bu savaşa çok angaje olduğu da düşünüldüğünde Trump'ın işi o kadar da kolay değildir. Ancak ABD'nin NATO içerisindeki lider konumu da düşünüldüğünde, diğer Batılı ülkeler için ABD'ye "bandwagoning" (eklemlenme) etkisinin yaşanmasını beklemek kesinlikle akıl dışı olmayacaktır. Ek olarak, Trump, Avrupa Birliği'ne doğrudan karşıt tavır almasa da, kuşkusuz Avrupa'daki milliyetçi ve küreselleşme karşıtı grupları yeni dönemde ön planda tutmaya ve özellikle AB içerisinde ABD karşıtı bir çatlak oluşmasını engellemeye çalışacaktır. Avrupa ülkelerinin askeri harcamalarını yükseltmeleri ve ABD'den yoğun silah alımı yapmaları da Trump'ın muhtemel bir hedefi olacaktır.

Ancak Rusya ile ilişkileri kısmen yumuşatma eğiliminde olan Trump'ın, Çin (Halk Cumhuriyeti) ve İran (İslam Cumhuriyeti) gibi ülkelerle ilişkilerinde ise Joe Biden dönemine kıyasla çok daha sert ve şahin bir üslup ve yöntem benimsemesi kesin gibidir. İlk döneminde Kasım Süleymani'nin öldürülmesi gibi sansasyonel bir eylem yapan Trump'ın -İsrail'e verdiği koşulsuz desteğin de etkisiyle- İran konusunda bir bölgesel savaşa neden olmayacak şekilde daha sert politikalar benimsemesi akla yatkın bir ihtimaldir. Ancak İsrail destekli Amerikalı İran şahinleri, Trump'ı nükleer silahlara ulaşma arifesindeki İran'a karşı büyük bir bölgesel savaşa sürüklemek konusunda kuşkusuz baskı yapacaklardır. Lakin ilk dönemindeki savaş karşıtı tutumu da düşünüldüğünde, Trump'ın bu konuda direnmesi daha akla yatkın bir durumdur. Trump'ın ilk döneminde yanında görev yapan ve İran konusunda çok şahin duruşları olan Mike Pompeo ve John Bolton gibi isimlerin bu dönemde görev alıp almayacakları da henüz belirsizdir.

Trump, İbrahim Anlaşmaları'nın devamı niteliğinde İsrail'in bölgedeki Arap devletleri ve Türkiye ile arasını düzeltmesi ve normalleşmesi konusunda da adımlar atabilir. Bu bağlamda kritik ülke ise kuşkusuz Suudi Arabistan'dır. Trump, Gazze'de yaşanan büyük trajediye karşın, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman aracılığıyla bu ülkenin İsrail'le ilişkilerini normalleştirmesi için yeni dönemde düğmeye basabilir. Trump, ilk Başkanlık döneminde ilan ettiği ve damadı Jared Kushner'in hazırladığı iddia edilen "Asrın Anlaşması" (Deal of the Century) planını da yeniden gündeme getirerek Filistin Sorunu'nu tamamen İsrail lehine çözmeye ve Filistinlileri Gazze'den göndermeye çalışabilir. Bu ise, kuşkusuz, Müslüman ülkelerde ciddi direnç ve tepkiyle karşılanacaktır. Ayrıca iç savaş ve terör olaylarının yaşandığı Müslüman ülkelerden ABD'ye girişlerin yasaklanması da Trump'ın ilk döneminde uyguladığı ve bu dönemde de uygulaması muhtemel bir politikadır. Meksika sınırındaki sert uygulamalar (Meksika Duvarı) ve narko-terör gruplarına karşı mücadele de Trump Başkanlığı döneminde büyük ihtimalle yeniden gündeme gelebilir.

Trump, Çin'le ilişkiler konusunda da kendi ilk döneminde başlatılan ve Biden döneminde sürdürülen "decoupling" (dekuplaj) ve "de-risking" (riskleri azaltma/riskten arındırma) politikalarını daha da ivmelendirecektir. Bu bağlamda ABD'de Çin'i en ciddi rakip olarak gören devlet aklının Demokrat veya Cumhuriyetçi yönetimler açısından bir değişiklik göstermeyeceğini söylemek mümkündür. Ancak nispeten daha ılımlı söylem ve eylemleri olan Biden yönetimine kıyasla, Trump yönetimi, bu konularda çok daha sert ve atak davranabilir ve bu da ABD-Çin ve Çin-Batı bloku ilişkilerini gerebilir. Bu bağlamda kritik husus ise Tayvan Sorunu'dur. Pekin açısından yaşamsal nitelikte olan ve ABD'nin "tek Çin politikası" uyarınca aslında Çin'e hak verdiği bu konuda, Trump, provokasyonlardan uzak durarak geçmişteki Nixon-Kissinger yönetimlerini örnek alabileceği gibi, çok daha sert ve saldırgan üslup ve yöntemler de benimseyebilir. Bu da kuşkusuz Pasifik'te ABD-Çin rekabetini körükleyebilir.

Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında ise, Trump'ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la kişisel dostluğu ve güçlü liderleri sevmesi nedeniyle ilişkilerde aşama sağlayabilmesi mümkündür. Trump'ın, özellikle Türkiye'ye F-16 satışı, CAATSA yaptırımlarının kaldırılarak Türkiye'nin F-35 programına yeniden ortak yapılması, PKK ile ilişkileri olan Suriye'deki Kürt milis grupları PYD/YPG'ye desteğin kesilmesi, Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin Yunan-Rum ikilisine karşı sağlam duruşu karşısında daha tarafsız ve kayıtsız kalınması ve Türkiye'nin iç işlerine karışılmaması gibi konular üzerinden Ankara ile ilişkileri güçlendirmesi gayet mümkündür. Ancak Trump'ın, Başkanlığının ilk döneminde yaşanan Rahip Brunson krizi örneğindeki gibi, Türkiye içerisinde gayrimüslim nüfusa ve Amerikan müttefiklerine yönelik olumsuz uygulamalar ve İsrail'in güvenliğine yönelik tehdit ve saldırılar karşısında Türkiye'ye çok sert tepkiler vermesi de yüksek olasılıktır. Bu nedenle, Türkiye'nin yeni dönemde özellikle İsrail'le ilişkiler bağlamında benimseyeceği politikalar da ikili ilişkilerde belirleyici olacaktır. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ilkeli ve kararlı duruşu ve Türk halkının genel eğilimleri de düşünüldüğünde, Trump'ın Başkanlığı döneminde İsrail konusunda iki tarihsel müttefikin uzlaşmasının zor olduğunu söylemek mümkündür.

Sonuç

Sonuç olarak, Donald Trump ve Cumhuriyetçiler, Joe Biden'ın beklentilerin altında kalan 4 yıllık Başkanlığı ve benzer şekilde Kamala Harris'in sönük geçen Başkan Yardımcılığına tepkilerin de etkisiyle, 2024 Başkanlık seçimlerinde üstün bir başarı göstermiş ve ABD siyasetinde kırmızı duvarı yeniden inşa etmeyi başarmışlardır. Ek olarak, 2004'teki George W. Bush zaferinden (John Kerry karşısında) beri ilk kez bir Cumhuriyetçi Parti Başkan adayı Demokrat adaydan toplam oyda daha fazla oy almayı başararak 20 yıl sonra bir ilki gerçekleştirmiştir. Bu durum, kuşkusuz, Amerika'nın kendisine özgü siyasal kültürü, tarihi ve iç politika özellikleri ve yakın dönemde yaşanan siyasal ve sosyoekonomik gelişmelerden kaynaklanmaktadır. Neticede çok yoğun göç alan, çeşitli entegrasyon sorunlarının yaşandığı ve bireysel silahlanmanın serbest olmasının da etkisiyle silahlı şiddet eylemlerinin ve suç olaylarının çok yaygın olduğu bir ülke olan ABD'de, bunlara yönelik toplumsal tepkiler zaman zaman yükselebilmekte ve bu da Trump gibi güvenlik politikalarını öncelik haline getiren sağ popülist liderleri cazip hale getirebilmektedir.

Trump, bunun yanı sıra bir "celebrity" olmasının da avantajını kullanmakta ve siyasi açıdan her zaman doğru kabul edilmeyen ancak Amerikan halkına çoğu zaman komik gelen üslubuyla da ilgi odağı olmayı başarmaktadır. Seçim kampanyası döneminde Trump'ın bir suikast girişiminden sağ kurtulması da bence onun "demokrasi şampiyonu" olarak havarileşmesine büyük katkı sağlamış ve neticede benim beklediğim ve açıkça yazdığım şekilde Trump yeniden Başkan seçilmiştir. Zaten Trump da, Başkan seçileceği anlaşılmaya başlayınca yaptığı konuşmada bu suikast girişimine atıfta bulunmuş ve "Tanrı'nın hayatını bir sebeple bağışladığını" söyleyerek kendisi için mesiyanik bir siyasal lider havası yaratmıştır.

Ayrıca bu seçimde bir kez daha görülmüştür ki, anket firmaları Trump seçmenlerini saptamakta/ölçmekte çoğu zaman yetersiz kalmakta ve siyasal doğruculuk nedeniyle kamuoyu araştırmalarında Trump'a oy vereceğini söyleyemeyen geniş bir kitle, sandık başına gittiğinde ise kolaylıkla Trump'a yönelebilmektedir. Bu anlamda, Amerikalı akademisyen ve araştırmacıların bilimsel yöntemlerini gözden geçirmeleri ve geliştirmeleri yeni dönem için yerinde bir tercih olabilir.

Son söz, bundan sonra dileğimiz, Trump yönetiminin Türk-Amerikan ilişkilerinde krizler başta olmak üzere tüm diplomatik sorunlarda barışçıl yollarla çözüm yöntemleri geliştirmesi ve Gazze'deki insanlık dramına karşı bir an önce  bir siyasal çözüm bulmasıdır. Ancak bu konuda Trump'ın İsrail'e çok yakın duruşu nedeniyle büyük beklentiler içerisine girmek hatalı olabilir. Yine de, Erdoğan-Trump ikilisinin kimyasına dair umut beslemek hayalcilik olmayacaktır. Çözüm parametreleri ise bence önceki Birleşmiş Milletler (BM) kararlarına ve mevcut güç dengelerine dayalı olursa, sorunlara kalıcı çözüm geliştirebilmek mümkün olacaktır.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

Prof. Dr. Ozan Örmeci ABD Seçimlerini Farklı Medya Kuruluşlarında Yorumladı

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, 6 Kasım tarihinde Sözcü Tv, Tvnet ve Haberler.com gibi farklı haber kanalları ve platformlarında 2024 ABD Başkanlık seçimlerini yorumladı.



5 Kasım 2024 Salı

Dünyada Demokrasilerin Durumu ve Otoriter Rejimlerden Demokrasiye Geçiş Modelleri

 

Giriş

Otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş, Siyaset Bilimi branşının Karşılaştırmalı Politika alanında Batı merkezli üniversitelerde çok ciddiye alınan ve sıklıkla bilimsel araştırmalara konu olan bir meseledir.

Özellikle 1990'ların başında Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku'nun yıkılmasıyla birlikte birçok yeni ve bağımsız devletin ortaya çıkması ve geçmişte totaliter/otoriter rejimlerle yönetilen bu devletlerin yeni dönemde demokrasi yönünde adımlar atmalarıyla bu konu daha da popüler hale gelmiştir. Bu bağlamda, genel bir yorum yapmak gerekirse, Avrupa kıtasındaki totaliter/otoriter rejimler Avrupa Birliği'nin (kısaca AB) ve Amerika Birleşik Devletleri'nin (kısaca ABD) maddi ve stratejik destekleri sayesinde, yetişmiş insan gücüne sahip olmalarının avantajlarını da kullanarak, demokratik rejimlere kolaylıkla geçiş yapabilmişlerdir. Çin ve Rusya gibi otoriter/totaliter siyasal gelenekten gelen etkili ve güçlü ülkelere daha yakın olan devletlerde ise -çoğu zaman-, demokratikleşme veya demokrasiye geçiş süreci genelde çok daha sorunlu olmuş ve ya bir ileri-iki geri adımlarla çalkantılı bir seyir izlemiş, ya da otoriter veya totaliter sistemlerin yeniden farklı bir şekilde kurumsallaşmasıyla neticelenmiştir.

Günümüzde Demokrasilerin Durumu

Günümüzde artan kutuplaşma, milliyetçilik, popülizm ve otoriter/totaliter rejimlerin yönetim başarısı nedeniyle demokratik gerileme yaşandığı bir vakıa olsa da, bu konuda otorite kabul edilen Freedom House (Özgürlük Evi) kuruluşunun güncel raporuna göre, dünyadaki toplam 195 resmi devletten 110'u demokrasi kabul edilmektedir. Türkiye de dahil 85 devlet ise seçimli demokrasi kategorisinde değerlendirilmemektedir.

The Economist'e göre dünyada demokrasinin durumu

Kaynak: https://www.statista.com/chart/18737/democracy-index-world-map/

Yukarıda yer alan ve bu konuda bir diğer önemli otorite kabul edilen The Economist'in verilerine dayanan tablo incelendiğinde, lacivert ve mavi olarak gösterilen demokratik rejimlerin daha ziyade Kuzey Amerika, Avrupa ve Okyanusya kıtalarında yoğunlaştığı görülmektedir. Ayrıca mavi ve yeşil renkteki kusurlu demokrasiler de Güney Amerika kıtasında yoğun olarak yer almaktadır ki, bu ülkelerin gelecekte tam demokrasiye veya pekişmiş demokrasiye geçme ihtimalleri mevcuttur. Melez ve otoriter/totaliter rejimler ise mor ve kırmızı tonları ile gösterilmektedir ki, bu rejimlerin de daha ziyade Ortadoğu, Asya ve Afrika kıtalarında/bölgelerinde yoğunlaştığı ortadadır. Bu bağlamda denilebilir ki, demokrasi büyük ölçüde bir Anglo-Sakson ve Avrupalı Hıristiyan rejimi olarak kalmaya devam etmektedir.

Ancak Japonya, Güney Afrika ve Güney Kore gibi ülkeler -ki bunlara kusurlu demokrasi olarak Hindistan, Brezilya, Arjantin, Moğolistan, Namibya ve Endonezya gibi devletler de eklenebilir- demokratikleşmenin farklı coğrafyalarda ve otoriter/totaliter devletlere yakın veya onlarla yakın ilişki içerisindeyken de gelişebileceğinin ispatlanması bağlamında değerlidir. Nitekim Çin'in komşusu Moğolistan'daki demokratik pekişme, BRICS kurucularından Brezilya'da ve yine etkili bir Latin Amerika demokrasisi olan Şili'de demokrasiyi ve özgürlükleri ABD'ye yakın aşırı sağcı siyasal akımlar ve liderlerin (Şili'de ABD destekli darbeci ve faşist Augusto Pinochet rejimi ve Brezilya'da otoriter eğilimli Bolsonaro hükümeti) değil, ABD ve Batı Bloku'na daha mesafeli siyasal akımların (Brezilya'da Lula da Silva, Şili'de Amerikan karşıtı sol parti ve liderler) savunması ve Namibya'da giderek gelişen demokratik rejim, Batı menşeli demokratikleşme teorisindeki çelişkileri ortaya koyması bağlamında oldukça önemlidir. Yine ABD ve Birleşik Krallık gibi ülkelerin yakın geçmişte Güney Afrika'daki apartheid rejimi veya günümüzde İsrail'in yaptıkları insanlık dışı uygulamalar karşısında sessiz kalmaları da, Batı demokrasilerinin makyajının aktığı önemli örnekler olarak tarihe geçmiştir/geçmektedir.

Otoriter Rejimlerden Demokrasiye Geçiş Modelleri

Otoriter ya da totaliter sistemlerden çok partili demokratik bir siyasal sisteme geçiş olgusu, Siyaset Bilimi’nin Karşılaştırmalı Politika alanında en çok araştırılan meselelerin başında gelmektedir. 1950 yılında Türkiye’de yaşanan dönüşüm gibi başarılı örnekleri olsa da, aslında demokrasiye geçiş son derece riskli bir olgudur ve genellikle olağan dönemlerde başarıyla sonuçlanmamaktadır. Bu bölümde, Prof. Dr. Ergun Özbudun’un Türk Siyasal Hayatı adlı kitabındaki bazı görüşlerinden yola çıkarak demokrasiye geçiş modellerini açıklamaya çalışacağım.

Öncelikle, demokrasiye geçiş konusunda üç temel model olduğunu belirtmekte fayda var. İlki, ruptura adı verilen ve yürürlükteki kurumsal düzenlemelerden ani bir kopuşu temsil eden modeldir. Bu modelde, mevcut sistemin çöküşü ardından yeni ve demokratik bir rejim kurulur. Sovyetler Birliği’nin dağılması ardından Rusya Federasyonu’nun kurulması buna bir örnektir. Yine Almanya ve İtalya’da faşist rejimlerin İkinci Dünya Savaşı’nda alınan mağlubiyetlerin ardından çökmesinin neticesinde bu ülkelerde kurulan çok partili demokrasiler bu modele uygun örneklerdir. Devrim yoluyla demokrasiye geçişler de (örneğin Çekoslovakya’daki Kadife Devrim) bu modele uygun örneklerdir. İlginç bir şekilde, askeri darbeler sonrasında da çok partili demokratik hayata geçilebilir. Türkiye’de 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında yaşanan ve Cumhuriyet tarihinin en özgürlükçü metinlerinden olan 1961 anayasası ile neticelenen demokratik dönüşüm ve yine Portekiz’de 1974’teki Karanfil Devrimi (temelde halk destekli bir askeri darbedir) sonrasında yaşanan hızlı demokratikleşme süreci, bu açıdan oldukça ilginç örneklerdir. Bu model, hızlı dönüşümü içermesi nedeniyle bazı aksaklıklara da yol açabilir. Ancak halkta büyük öfke birikimine yol açmış iktidarların olması durumunda, bu model kaçınılmaz hale gelebilir.

İsmet İnönü

İkinci model, reforma adı verilen ve iktidar sahiplerinin bilerek ve isteyerek kendi kontrollerindeki devleti reform yoluyla çok partili demokrasiye hazır hale getirmeleri sonucunda ortaya çıkan demokratik geçiştir. Belki de en ideal model olan bu olgu, genelde otoriter, totaliter veya diktatoryal yönetimlerin demokrasiye sıcak bakmaması nedeniyle nadiren başarılı şekilde gerçekleşebilir. Bu bağlamda, Türkiye’de İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde CHP’nin tek partili yönetiminden Demokrat Parti’nin iktidara geldiği çok partili sisteme geçilmesi, büyük ve tarihi bir başarıdır. Nitekim çok partili siyasal hayata geçiş için gerekli yasal altyapı oluşturulduktan sonra, Milli Şef İsmet İnönü, 12 Temmuz Beyannamesi olarak adlandırılan 1947 yılındaki ünlü konuşmasıyla tarafsız bir Cumhurbaşkanı olarak davranmaya başlamış ve DP’nin iktidar yolunu açmıştır.

Üçüncü model ise, pactada (pakt yoluyla sözleşmeli geçiş) adı verilen ve bir ülkedeki iktidar sahiplerinin güç dengelerinin kendi aleyhlerine değiştiğini görerek bir anlaşma yoluyla iktidarı başka bir güce devretme modelidir. İspanya’daki General Franco dönemi ardından yaşanan çok partili demokrasiye geçiş süreci (Transición Demócratica) bunun en mükemmel örneğidir. Yeni bir Kurucu Meclis’in seçilmesi ve otoriter yönetimde ısrarcı olanların tasfiyesini içeren bu süreç, İspanya’da da hiç de kolay olmamış ve bu dönemde bir Avrupa ülkesi olan İspanya’da başarısız bir askeri darbe girişimine bile şahit olunmuştur.

Pactada ve özellikle de reforma modelleri açısından kritik bir unsur da ılımlılar ve radikallerle alakalıdır. Ilımlılar, siyasette köktenci ve hızlı bir dönüşümden yana olmayan ve aşırılıklara karşı olan kişiler olarak tanımlanabilirler. Bu bağlamda, liberalizm, sosyal demokrasi ve muhafazakâr demokrasi günümüzdeki en önemli ılımlı ideolojilerdir. Radikaller ise, bir görüşe sıkı sıkıya bağlı ve çok sert değer yargıları olan kişileri kastetmek için kullanılır. Günümüzdeki radikal ideolojiler ise, faşizm, komünizm ve İslamcılık olarak sıralanabilir. Demokrasiye geçiş süreçlerinde her iki tarafta da (iktidar ve muhalefet) ılımlı aktörlerin olması bir avantajdır. Bu noktada karşımıza şöyle bir tablo çıkar:

İKTİDARDA ILIMLILAR vs. MUHALEFETTE ILIMLILARDEMOKRASİ
İKTİDARDA RADİKALLER vs. MUHALEFETTE ILIMLILAROTORİTERLEŞME
İKTİDARDA ILIMLILAR vs. MUHALEFETTE RADİKALLERDEVRİM
İKTİDARDA RADİKALLER vs. MUHALEFETTE RADİKALLERİÇ SAVAŞ

Sonuç

Türkiye'de yeni dönemde demokrasiye geçiş, sivil anayasa ve Kürt Sorunu'nun çözüme kavuşturulması gibi hususlardan bahsedilirken, akılcı bir çaba, bu konuda daha önce diğer ülkelerde yaşanan örnekleri incelemek ve mümkünse her iki tarafta da ılımlıların hâkim olacağı bir siyasal sistemi kurgulamak olacaktır. Türkiye için bence en uygun model pactada olarak belirmektedir ki, yeni dönemde siyasetin kurallarının belirlenmesi için üç büyük partinin (AK Parti, CHP ve MHP) ve Kürt muhalefetinin de katılımıyla sivil bir anayasa yapılarak yeni düzenin kurulması ve sonrasında anayasa referandumu ile birlikte demokratik bir seçimle düzenin geleceğine karar verilmesi bence son derece doğru, akılcı ve barışçıl bir geçiş sürecini sağlayabilir. Aksi durumda ise, muhalefetin radikal unsurlarının da etkisiyle iktidarı bırakmak istemeyen veya bırakmaya cesaret edemeyen otoriter eğilimli yönetim ve iktidarı devrimci bir geçişle ve önceki döneme kin güderek devralmak isteyen devrimci muhalefetin çarpışmasından çok sert bir siyasal iklimin ortaya çıkacağını ve bunun Türkiye'yi birçok zorluğa sürükleyeceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Bu zıtlaşma durumunda ise, Türkiye'nin, iktidarın çökmesi halinde demokrasiye hızlı şekilde geçebileceği gibi, iktidarın gücünü koruması halinde daha koyu bir otoriterliğe geçmesi de mümkündür ki, Türkiye'nin Batı dünyası ile sorunlu ilişkileri ve Rusya ve Çin gibi ülkelerle gelişen ekonomik ve siyasi ilişkileri de bu trendi güçlendirmektedir. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

KAYNAKÇA

3 Kasım 2024 Pazar

Prof. Dr. Ozan Örmeci, 2024 ABD Başkanlık Seçimlerini Sözcü Tv'de Yorumladı

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci 3 Kasım 2024 tarihinde Sözcü Tv'de Gülinay Selçuk'un sunduğu haber programına katıldı ve 2024 ABD Başkanlık seçimlerine ilişkin görüşlerini paylaştı.

2 Kasım 2024 Cumartesi

2024 ABD Başkanlık Seçimi Tahmini: Pensilvanya’yı Alan Seçimi Kazanır

 

Giriş

5 Kasım 2024 Salı günü yapılacak olan 60. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanlık seçimleri, tüm dünyanın ilgisini çeken büyük bir demokratik şölen olsa da, hiç şüphesiz, ABD’de son yıllarda yaşanan büyük kutuplaşma ortamı nedeniyle, çok yakın geçmesi beklenen seçimin ardından yaşanabilecek olumsuz gelişmeler nedeniyle birçok kişide ciddi endişeler mevcuttur. Bu yazıda, 2024 ABD Başkanlık seçimi sonuçlarına dair öngörü ve tahminlerim yer alacaktır. Elbette, bunlar ABD’deki ciddi kamuoyu araştırma şirketlerinin yaptığı araştırmaların ve önceki seçimlerin sonuçlarına dayanmaktadır.

ABD Seçim Sistemi

Kendisine özgü iki dereceli ve “Electoral College” (Seçmenler Heyeti) adı verilen bir seçim sistemi olan ABD’de, 51 farklı eyalet ve seçim bölgesinden seçilen 538 ikinci derece seçmen veya delegenin çoğunluğunun desteğini sağlayan aday Başkan seçilmektedir. Bu nedenle, 270 sayısına ulaşmak, seçimi kazanmak anlamına gelmektedir.[1]

Bu bağlamda, çok delege sayısına sahip Kaliforniya/California (54), Teksas/Texas (40), Florida (30) ve New York (28) gibi eyaletler çok önem kazansa da, ABD’deki yerleşik siyasal kültür ve siyasal kutuplaşma ortamında, aslında bu eyaletlerin seçim tercihleri Florida dışında değişmemekte ve California ve New Yorklular daima Demokrat adaylara, Teksaslılar da daima Cumhuriyetçi adaylara oy vermektedirler. Florida’da ise dönem dönem Demokrat adaylar ön plana çıkabilse de, son dönemde Kübalı göçmenlerin de etkisiyle Cumhuriyetçiler daha avantajlı durumdadır. Teksas’da da Demokratlar son yıllarda ciddi bir atılım yapsalar da, halen Cumhuriyetçi üstünlüğünün süreceği öngörülmektedir.

2024 Başkanlık Seçimleri Öngörüleri

2024 ABD Başkanlık seçim sonuçlarını doğrudan etkileyebilecek ve tercihleri seçimden seçime değişebilen Amerikalıların deyimiyle “salıncak eyaletler” veya “swing states” şunlardır:

  1. Arizona (11): önceki seçimde 10.000 oyla Biden,
  2. Georgia (16): önceki seçimde 13.000 oyla Biden,
  3. Michigan (15): önceki seçimde 150.000 oyla Biden,
  4. Nevada (6): önceki seçimde 34.000 oyla Biden,
  5. North Carolina (16): önceki seçimde 74.000 oyla Trump,
  6. Pennsylvania (19): önceki seçimde 82.000 oyla Biden,
  7. Wisconsin (10): önceki seçimde 21.000 oyla Biden.

Bu eyaletlerde yapılan kamuoyu yoklamalarının ortalamasına bakıldığında ise, Arizona, Georgia, Nevada ve North Carolina’da Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’ın, Michigan ve Wisconsin’de ise Demokrat Parti adayı Kamala Harris’in bariz üstünlük sağladığı görülmektedir. 7. ve en kritik eyalet durumuna gelen Pennsylvania/Pensilvanya’da ise, güncel anketlerdeki farklar yüzde 0,2-0,5 düzeyinde Trump lehine olsa da[2], bunun araştırmanın hata payı kapsamına girdiği de düşünüldüğünde, bu eyaleti kimin kazanabileceğini tahmin etmek kolay değildir. Bu nedenle, iddialı bir şekilde denilebilir ki, bu seçimde Pensilvanya’yı kazanan aday seçimi de kazanacaktır. Birkaç hafta önce Başkan adayı ve eski Başkan Trump’ın bu eyaletteki bir mitinginde suikast girişimine uğradığı da düşünülürse[3], Pensilvanya’nın ne derece sembolik ve önemli hale geldiği tartışılmaz bir gerçekliktir.

Bu doğrultuda adayların olası oy toplamlarına baktığımızda, şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktadır:

  1. Alabama – Trump (9)
  2. Alaska – Trump (3)
  3. Arizona – Trump (11)
  4. Arkansas – Trump (6)
  5. California – Harris (54)
  6. Colorado – Harris (10)
  7. Connecticut – Harris (7)
  8. Delaware – Harris (3)
  9. District of Columbia – Harris (3)
  10. Florida – Trump (30)
  11. Georgia – Trump (16)
  12. Hawaii – Harris (4)
  13. Idaho – Trump (4)
  14. Illinois – Harris (19)
  15. Indiana – Trump (11)
  16. Iowa – Trump (6)
  17. Kansas – Trump (6)
  18. Kentucky – Harris (8)
  19. Louisiana – Trump (8)
  20. Maine – Harris (4)
  21. Maryland – Harris (10)
  22. Massachusetts – Harris (11)
  23. Michigan – Harris (15)
  24. Minnesota – Harris (10)
  25. Mississippi – Trump (6)
  26. Missouri – Trump (10)
  27. Montana – Trump (4)
  28. Nebraska – Trump (5)
  29. Nevada – Trump (6)
  30. New Hampshire – Harris (4)
  31. New Jersey – Harris (14)
  32. New Mexico – Harris (5)
  33. New York – Harris (28)
  34. North Carolina – Trump (16)
  35. North Dakota – Trump (3)
  36. Ohio – Trump (17)
  37. Oklahoma – Trump (7)
  38. Oregon – Harris (8)
  39. Pennsylvania – ? (19)
  40. Rhole Island – Harris (4)
  41. South Carolina – Trump (9)
  42. South Dakota – Trump (3)
  43. Tennessee – Trump (11)
  44. Texas – Trump (40)
  45. Utah – Trump (6)
  46. Vermont – Harris (3)
  47. Virginia – Harris (13)
  48. Washington – Harris (12)
  49. West Virginia – Trump (4)
  50. Wisconsin – Harris (10)
  51. Wyoming – Trump (3)

Donald Trump: 260

Kamala Harris: 259

Dolayısıyla, 270’e ulaşmak için iki aday için Pennsylvania’yı kazanıp 19 ikinci derece seçmenin desteğini almak gerekmektedir ki, bu da “Pensilvanya’yı alan seçimi kazanır” hipotemize kaynaklık eden görüştür.

Sonuç

Sonuç olarak, 2024 ABD Başkanlık seçimleri kıyasıya geçecek olup, toplam oyda Kamala Harris’in kazanması daha yüksek olasılık olsa da, seçimi hangi adayın kazanacağını büyük ihtimalle Pensilvanya’daki birkaç bin seçmenin vereceği tercih belirleyecektir. Ancak elbette ABD’nin yoğun göç alan bir ülke olmasının da etkisiyle ismi zikredilen 7 salıncak eyalet, hatta kısmen Florida’da bile her zaman sürpriz ihtimali mevcuttur. Bu nedenle, sandığa yoğun katılımı teşvik edebilmek adaylar için en kritik husustur.

Jill Stein

Bir diğer önemli konu da bağımsız adayların ana akım adaylardan oy çalabilmesi riskidir ki, ABD Yeşiller Partisi’nin (GPUS) adayı ve Müslüman ve aşırı sol seçmenlere hitap eden Jill Stein’ın başarılı olması durumunda, Demokrat aday Kamala Harris’in bazı kritik eyaletlerde ciddi oy kaybına uğrama ve bu eyaletleri az farkla Trump'a kaptırma ihtimali mevcuttur. Buna karşın, ABD seçimlerini daima isabetle tahmin eden ünlü siyaset bilimci Allan Lichtman’ın son görüşü, seçimi az farkla da olsa Kamala Harris’in kazanacağı yönündedir.[4] Eğer bu tahmin doğrulanırsa, Kamala Harris, ABD’nin 47. ve ilk kadın Başkanı seçilecektir.

Sonsöz, hangi aday seçilirse seçilsin, mevcut kutuplaşma ortamında ABD'yi zor günler ve kritik kararlar beklemektedir. Bizim dileğimiz ise, ABD'nin de diğer birçok devlet gibi kendi iç sorunlarını çözen ve dünya barışına ve bilimine katkı yapan bir devlet olmasıdır. 

Kapak fotoğrafı: https://today.usc.edu/harris-vs-trump-debate-usc-experts-available-for-comment/

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] Detaylar için bakınız; https://www.archives.gov/electoral-college/allocation.

[2] Bakınız;

[3] Bakınız; https://politikaakademisi.org/2024/07/15/donald-trumpa-suikast-girisimi/.

[4] https://www.usatoday.com/story/news/politics/elections/2024/10/30/historian-allan-lichtman-predicts-harris-win/75939976007/.