Her ne kadar Türk-Amerikan ilişkilerinin geçmişi Osmanlı dönemine kadar dayandırılabilse de, çağdaş dünyada iki ülkenin ilişkilerinin bir düzene girmesi İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk gelir. Bu doğrultuda II. Dünya Savaşı’nın ardından Stalin’in Türkiye’ye yönelik tehditleri nedeniyle Türkiye ABD’ye ve Batı bloğuna yakınlaşmak istemiş, 5 Nisan 1946’da Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini ABD’nin ünlü Missouri zırhlısının İstanbul’da getirmesi iki ülke arasındaki yakınlaşmanın başlangıcı kabul edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye-ABD ilişkileri, her iki ülkenin de ulusal güvenlik politikaları çerçevesinde tanımlanan ortak çıkarlar üzerine kurulmuştur. Türkiye’nin NATO üyesi olmasıyla başlayan ve askeri, siyasi ve ekonomik düzeyde iki ülkenin çok yakın ilişkiler geliştirdiği bu dönemi inceleyenler, genellikle ilişkilerin asimetrik yapısı ve ABD’nin Türkiye iç siyasetinde oynadığı roller nedeniyle bu dönemi ciddi şekilde eleştirmektedir. Bu dönemde Sovyet tehdidine karşı oluşturulan ortak güvenlik stratejileri, Soğuk Savaş koşullarında yaşanan dalgalanmalardan etkilenmiş, Türk-Yunan sorunları ve Kıbrıs meselesiyle zaman zaman ikili ilişkilerde gelgitler yaşanmıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesi iki ülke arasındaki ilişkilerde başlarda bir varoluşsal krize ve duraklamaya neden olmuşsa da, Körfez Savaşı sırasında üstlendiği önemli roller ve sonrasındaki gelişmeler her şeye rağmen Türkiye’nin ABD için jeopolitik önemini yeni dünya düzeninde de koruduğunu göstermiştir. Son yıllarda Türkiye’nin komşu ülkelerle olan ilişkileri ve bölge ülkelerinin kendi içlerinde yaşadıkları sorunlar, ABD’nin güvenlik stratejisinde öncelikli konular olarak yer almış ve Türkiye gerek stratejik önemi, gerekse siyasi ve ekonomik sorunlarıyla Amerikan dış politikasının ve ulusal güvenlik stratejisinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Ancak son yıllarda ikili ilişkilerde yaşanan bazı sorunlar ve olaylara paralel olarak Türkiye’de inanılmaz yüksek düzeylerde Amerikan karşıtlığı yani anti-Amerikanizm’in[1] olması dikkat çekicidir.[2]
Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihte iki defa çok ciddi şekilde sarsıldığı söylenebilir. Bunlardan ilki Kıbrıs’ta yaşanan 1963-1964 olayları sırasında ABD’nin tarafsızlık yerine açıkça Yunanistan’a yakın bir tavır içinde bulunmayı tercih etmesidir. Kıbrıs olayları sırasında ABD Başkanı Johnson’un Başbakan İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta Türkiye’nin elindeki Amerikan silahlarının Kıbrıs’ta kullanılmasını men ettiğini ve Türkiye’ye bu yüzden yapılması muhtemel bir Sovyet saldırısında, NATO anlaşmasının işlemeyeceğini bildirmesi ile başlayan kriz, İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de onun içinde yerini alır” açıklamasıyla basına da yansımıştır. Türkiye’nin 1964’ten itibaren Sovyetler ile ilişkileri düzeltme arayışlarına da yol açan tartışmalar, o zamana kadar ciddi bir sorun yaşanmayan ilişkilerde gerginlik yaratmış ve anti-kapitalist ve anti-emperyalist sol öğrenci hareketlerinin de etkisiyle iki ülke birbirinden askeri değilse bile, siyasal alanda uzaklaşmıştır. Türkiye’nin Amerika’ya rağmen yaptığı 1974 tarihli Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası doruk noktasına çıkan bu kriz, Türkiye’ye 1970’lerde ciddi bir ambargo uygulanması sonucuna yol açmıştır. 12 Eylül sonrası ise ABD ile ilişkilerin düzeldiği görülmektedir. İki ülke arasındaki ikinci büyük kriz ise, ABD’nin Irak işgalinin hemen öncesinde ve ABD tüm planlarını bu doğrultuda yapmışken, 1 Mart 2003’te TBMM’de Amerikan askerlerinin Türkiye topraklarından geçmesini öneren tezkerenin reddedilmesiyle başlamıştır. Bu olaydan birkaç ay sonra Süleymaniye’deki Türk birliklerine saldıran Amerikan ordusu Türk askerlerini esir almış, “çuval olayı” olarak adlandırılan bu olay sonrası Türkiye’de Amerikan karşıtlığı doruk noktasına çıkmıştır. Son yıllarda yaşanan ve Washington kaynaklı olduğu düşünülen “ılımlı İslam”[3] ve “özgür Kürdistan”[4] tartışmalarının da iki ülke ilişkilerine çok ciddi zarar verdiği görülmektedir. Türkiye’de yaygın kamuoyu görüşü, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile Türkiye’yi bölmeye çalıştığı ve “ılımlı İslam” rejiminin aslında Amerikan yanlısı ve Atatürk ideallerinden uzaklaşan bir Türkiye’nin kurulması anlamına geldiği şeklindedir.
[1] Anti-Amerikanizm’in Türk popüler kültüründeki yansımalarını inceleyen bir makale için bakınız; Ozan Örmeci. 2008. Popüler Kültür, Ankara: Elips Kitap.
[2] Bu konuda bir makale için, Örmeci, Ozan. 2010. “Extreme Anti-Americanism in Turkey”. Caspian Weekly, Erişim Tarihi: 24.02.2011, Erişim Adresi: http://en.caspianweekly.org/component/content/article/41-articles/3331-extreme-anti-americanism-in-turkey.html.
[3] Amerikalı ünlü devlet adamı ve diplomat Richard Holbrooke, AKP’nin 22 Temmuz 2007 seçimlerindeki büyük zaferi sonrasında Türkiye ve Malezya’yı iki “ılımlı İslam” ülkesi olarak tanımlamış ve buna seküler hassasiyetleri yüksek kesimlerden ciddi tepkiler yükselmiştir. Bakınız; Today’s Zaman, Erişim Tarihi: 24.02.2011, Erişim Adresi: http://www.todayszaman.com/tz-web/detaylar.do?load=detay&link=123449.
[4] Bu tabir ve buna uygun olarak çizilmiş bir bölünmüş Türkiye haritası, emekli bir Amerikan askeri olan Ralph Peters tarafından Armed Forces Journal adlı dergide yayınlanan makalesinde kullanılmıştır. Makale ve burada yayınlanan harita Türkiye’de infial yaratmıştır. Bu makale için bakınız; Peters, Ralph. 2006. “Blood Borders, How A Better Middle East Would Look”, Armed Forces Journal, Haziran 2006, Erişim Tarihi: 24.02.2011, Erişim Adresi: http://www.armedforcesjournal.com/2006/06/1833899/.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder