29 Ekim 2019 Salı

Dr. Aurélien Denizeau ile Söyleşi


Dr. Aurélien Denizeau, doktorasını Paris INALCO - Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Enstitüsü’nden (Institut National des Langues et Civilisations Orientales) almış olan bir Tarih, Jeopolitika ve Uluslararası İlişkiler uzmanıdır. Denizeau’nun doktora tezi, Türkiye’de Siyasal İslam’ın iktidardayken geliştirdiği stratejik doktrin üzerinedir. Araştırmacı, Türkiye’yi düzenli olarak ziyaret etmektedir. Denizeau’nun bilgi sahibi olduğu diğer araştırma konuları; Ortadoğu ve Kafkasya’daki stratejik dengeler, modern Türkiye tarihi, Türkiye-İran ilişkileri ve Türkiye’nin Afrika politikasıdır. Dr. Aurélien Denizeau, aynı zamanda Fransa’nın en ünlü ve prestijli düşünce kuruluşu IFRI – Fransa Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (Institut français des relations internationales) için çalışmaktadır. 

Dr. Ozan Örmeci: Merhaba Aurélien. Birkaç ay önce Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu döneminde Türk Dış Politikası’nı incelediğin doktora tezini INALCO’da başarıyla savundun ve doktora derecesine hak kazandın. 2016’da görevden ayrılmasının ardından baktığımızda, Ahmet Davutoğlu’nun stratejisini nasıl değerlendirebiliriz? Nasıl oldu da “komşularla sıfır sorun” çizgisinden Suriye’de iç savaşta taraf olunan bir noktaya gelindi?

Dr. Aurélien Denizeau: Merhaba Ozan. Bence Davutoğlu’nun iktidarda olduğu dönemdeki stratejisi üç farklı dönemde incelenmeli. İlk olarak 2002-2011 döneminde (özellikle 2007'den sonra), Davutoğlu, Türkiye’yi bölgesinde “merkez ülke” yapmak için serbest ticarete yönelik hamleler yaptı. Bu doğrultuda, komşu ülkelerle ilişkileri geliştirmesi ve Afrika, Ortadoğu, Asya ve Rusya’ya açılması -Avrupa Birliği ile bağlarını koruyarak- gerekiyordu.

Arap Devrimleri (Arap Baharı) sonrasında, Davutoğlu, yeni bir strateji geliştirdi. Bu modelde, Türkiye, isyanların yaşandığı Arap ülkelerine bir model ülke olmaya çalıştı. Bunun için de, Davutoğlu, Müslüman Kardeşler hareketleriyle yakın ilişkiler kurdu. Türkiye, bu tarz oluşumları Tunus, Mısır ve Suriye’de destekledi.

Ancak 2013 yılından itibaren bu yöndeki umutlar azalmaya başladı. Gezi Parkı Olayları Türkiye’nin demokratik model ülke olarak imajını bozarken, Mısır’da bir darbe yaşandı ve Suriye’de de Beşar Esad avantajlı konuma geçmeye başladı. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve danışmanları kontrolü yeniden kendi ellerine aldılar ve Davutoğlu etkisini kaybetti.

“Komşularla sıfır sorun” çizgisinden “model ülke” çizgisine doğru geçerken, Türkiye, bir anda kendisini Ortadoğu'daki sorunların ortasında ve özelikle Suriye'de çatışma içerisinde buldu. Bence Türkler, İngilizler ve Fransızlara benzer şekilde, Beşar Esad’ın iktidardan kolayca düşeceğini bekliyorlardı. Bu hata, sonraki olumsuz gelişmelerin temelini oluşturdu.

Dr. Ozan Örmeci: Yıllardır Türkiye’yi düzenli olarak ziyaret ediyorsunuz. Sizce vatandaşların günlük yaşamı ve Siyasal İslam’ın durumu bağlamında endişe verici gelişmeler var mı?

Dr. Aurélien Denizeau: Aslında Siyasal İslam bağlamında son dönemde ilginç bir çeşitlenme yaşanıyor. Öncelikle AK Parti’de temsil edilen modern ve küreselleşmeye açık bir Siyasal İslam çizgisi varken, eski tip anti-emperyalist Siyasal İslam çizgisi de Saadet Partisi’nde temsil edilmeye devam ediyor. 2009-2011 döneminden itibaren, Siyasal İslamcı gruplar içerisinde Fethullah Gülen hareketi ile AK Parti arasında bir ayrışma yaşanmaya başladı. Hatta zamanla AK Parti içerisinde de farklılaşmalar başladı; bu nedenle Ali Babacan, Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu gibi üst düzey kişiler partilerinden ayrıldılar.

Toplumun İslami pratikleri açısından önemli bir değişim görmüyorum; bence Türkiye’de muhafazakârlaşma günümüzden ziyade daha çok 1980’lerde yaşanmıştı. Hatta günümüzde ülkenizde genç insanlarla konuştuğumda, dinden uzaklaştıkları izlenimine kapılıyorum. Birçok genç, açık şekilde teist (deist) ve agnostik olduklarını söylüyorlar.

İnsanların günlük hayatları bağlamında 2010’dan bu yana gözlemlediğin en temel mesele, elbette ekonomik sorunların artması. Bu, gerçek bir paradoksa işaret ediyor; zira son yıllarda Türkiye’de altyapı koşulları inanılmaz gelişti ve Türkiye ekonomisi halen dinamik, ama bir yandan da insanlar fakirleştikleri algısına sahipler.

Dr. Ozan Örmeci ve Dr. Aurélien Denizeau 28 Mayıs 2019’da İstanbul Gedik Üniversitesi’nde

Dr. Ozan Örmeci: Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği “Barış Pınarı Harekâtı” Fransa’da nasıl algılandı? Fransa bu operasyona neden karşı çıkıyor ve Fransa’nın Suriye’deki belirgin hedefleri nelerdir?

Dr. Aurélien Denizeau: Operasyon, Fransa’da ve dünyada farklı sebeplerle eleştirildi. Fransa’da YPG ve PYD gibi gruplara yönelik güçlü bir sempati var; bunun nedeni, Kobane Savaşı başta olmak üzere IŞİD’e karşı kazandıkları başarılarla ilgili. Fransızlar, PYD’nin yenilmesi durumunda IŞİD’in yeniden güçlenebileceği ve eylemlerine başlayabileceğinden endişe ediyor. Ayrıca PYD’nin kontrolünde cihatçı militanlar var ve bunlar arasında Fransız cihatçılar da mevcut. Fransa’da, PYD’nin bu militanları serbest bırakması durumunda ülkeye dönmelerinden endişe edenler var.

Ayrıca bu konuda Fransa’da farklı bakış açıları mevcut. Örneğin, anti-kapitalist Boyun Eğmeyen Partisi’nin lideri Jean-Luc Mélenchon, açık şekilde PYD ve PKK’ya destek veriyor. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve hükümeti, IŞİD’e karşı PYD ile müttefik durumda; ancak PKK’ya destek vermiyor ve Türkiye ile bir kriz yaşansın istemiyorlar. Ayrıca PYD ile mücadele eden Suriyeli muhaliflere de destek veriyorlar. Bu nedenle, Macron’un net bir pozisyon alması zor oluyor. Milliyetçiler ise bu konuya mesafeli yaklaşıyorlar; Türkiye’ye ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olumsuz yaklaşımlarına karşın, Fransa’nın PYD lehine pozisyon almasını da istemiyorlar. Onlara göre, Suriye’de bir çözüm için Rusya ile müzakere etmek daha mantıklı.

Dr. Ozan Örmeci: François Hollande döneminde yaşanan kısmi ilerlemeye karşın, Nicolas Sarkozy döneminden beri Türkiye-Fransa ilişkilerinde kriz ve polemikler devam ediyor. Cumhurbaşkanları değişse bile, iki ülke arasında kriz ve iki ülke liderleri arasında polemik yaratan konular sorun olmaya devam ediyor. Türkiye-Fransa ilişkilerini geliştirmek için sizce neler yapılmalı?

Dr. Aurélien Denizeau: Nicolas Sarkozy dönemindeki gibi bir kriz noktasında olduğumuzu düşünmüyorum. Sorunlara rağmen, Macron ve Erdoğan diyaloğu sürdürüyor ve ikili ilişkiler için bir işbirliği modeli arayışına devam ediyorlar. Ayrıca ekonomik ilişkiler de hep olumlu yönde ilerliyor.

Buna rağmen, iki ülke arasında gerçekten görüş ayrılıkları yaşanan bazı konular mevcut. Bu bağlamda ilk başta Suriye krizi geliyor. Suriye’de barış olması durumunda, ikili ilişkilerde krizlerin yatıştırılması ve  ilişkilerin düzeltilmesinde kolaylık yaşanabilir. Ayrıca görüş ayrılıkları yaşanan konuları da abartmamak gerek; 1915 olayları (Ermeni Sorunu) önemli bir konu, ama o da sembolik bir mesele ve güncel ilişkileri doğrudan etkilemiyor.

Ayrıca Ankara ile Paris’in işbirliği yapabilecekleri birçok alan mevcut. Örneğin, her iki ülke de ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarına karşı çıkıyor ve ekonomik bir çıkış yolu arıyorlar. Bu bağlamda, iki ülkenin bu duruşlarını savunmak için yakınlaşmaları çıkarlarına uygun gözüküyor. Bunun dışında, Cumhurbaşkanı Macron Rusya’ya yakınlaşmaya çalışıyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Rus lider Vladimir Putin’le çok iyi ilişkileri var. Bunun da ilişkileri kolaylaştırabileceğini düşünebiliriz.

Dr. Ozan Örmeci: Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande 2014 yılı Ocak ayında Türkiye’yi ziyaret etmişti. Sizce Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da ilk döneminde (2017-2022) Türkiye’yi ziyaret edebilir mi?

Dr. Aurélien Denizeau: Buna cevap vermek zor. Ancak bir ziyaret olması mantıklı gözüküyor. Cumhurbaşkanı Macron, iktidarının ilk aylarında Almanya’ya çok güveniyordu; ama sonradan daha şüpheci davranmaya başladı. Macron, Almanya dışında da yeni ortaklar aradığı için, Türkiye ziyareti bu çerçevede düşünülebilir. Suriye krizine bir çözüm bulunması durumunda, bu durum, iki lider arasındaki iletişimi geliştirebilir.

Dr. Ozan Örmeci: Emmanuel Macron’un 2022’de yeniden seçilmesi ihtimalini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dr. Aurélien Denizeau: Bence Macron’un yeniden seçilmek için yüksek şansı var. Macron, eski çatlakları derinleştirerek kendi liberal duruşunu belirginleştirdi ve sağlam hale getirdi. Macron’un siyasal rakiplerinden Jean-Luc Mélenchon ve Marine Le Pen sağ-sol ekseninde bir pozisyon belirlemeye çalışıyor ve büyük sözler söyleyemek istemiyorlar. 2022’deki seçimde, Macron’un Le Pen karşısında ikinci turda yüzde 55 gibi bir oyla yeniden seçileceğini öngörmek mümkün.

Ancak siyasette gelecek hakkında konuşurken ihtiyatlı olmak lazım. Sarı Yelekliler gibi büyük bir krizin çıkması durumunda, bunun Macron’u zayıflatması mümkün. Ayrıca 2017’de Macron’un ortaya çıkması gibi, yeni adayların da çıkabileceğini hesaba katmak lazım.

Dr. Ozan Örmeci: Türkiye siyasetini iyi anlamak için takip ettiğiniz önemli uzman ve analistler kimlerdir?

Dr. Aurélien Denizeau: İdeal olan, farklı analist ve uzmanları okuyarak bir görüşe ulaşmaktır. Fransız düşünce kuruluşlarından Dorothée Schmid ve Didier Billion gibi Türkiye uzmanları ülkeniz hakkında bir görüşe ulaşmamı sağlıyorlar. Türk Dış Politikası konusunda genç bir araştırmacı olan Jana Jabbour kısa süre önce çok ilginç bir teze imza attı. Bayram Balcı’nın da bu konuda çalışmaları var. Ayrıca Ariane Bonzon Türkiye siyasetini çok iyi biliyor ve inceliklerini anlamamızı sağlıyor. Aynı şekilde Tancrède Josseran’ın da İslami hareketlerle ilgili önemli çalışmaları var.

Dr. Ozan Örmeci: Bu röportaj için size teşekkür ediyoruz.

L’Entretien avec Dr. Aurélien Denizeau


Dr. Aurélien Denizeau, chercheur en histoire, géopolitique et relations internationales est titulaire d’un doctorat de l’INALCO en Langue, civilisation et sociétés turques. Sa thèse porte sur la doctrine stratégique de l’islam politique au pouvoir en Turquie, pays où il séjourne régulièrement. Ses recherches portent également sur les équilibres stratégiques au Moyen-Orient et au Caucase, l’histoire de la Turquie contemporaine, les relations turco-iraniennes et la stratégie d’implantation turque en Afrique. Dr. Aurélien Denizeau est aussi un chercheur pour l’IFRI - Institut français des relations internationales, le plus connu think-tank de la France.

Dr. Ozan Örmeci : Salut Aurélien. Tu as terminé tes études doctorales sur la politique étrangère de la Turquie pendant Ahmet Davutoğlu à l’INALCO avant quelques mois. Apres sa démission en 2016, comment on peut analyser la stratégie de Davutoğlu ? Comment la stratégie de « zéro problème avec les voisines » était transformée en une guerre civile à Syrie ou la Turquie était devenue un parti ?

Dr. Aurélien Denizeau : Bonjour Ozan. Je pense que la stratégie d’Ahmet Davutoğlu au cours de ses années au pouvoir doit être analysée en trois temps. Il y a eu une première période, de 2002 (et surtout 2007) jusqu’à 2011, durant laquelle il a développé l’idée d’un « merkez ülke », la Turquie comme centre d’une vaste zone de libre-échange. Cela nécessitait de pacifier les relations avec les pays voisins, et de s’ouvrir à l’Afrique, au Moyen-Orient, à l’Asie, à la Russie, tout en gardant des liens avec l’Union Européenne.

Après les révolutions arabes (le printemps arabe), Ahmet Davutoğlu a développé un nouveau modèle, dans lequel la Turquie pouvait devenir un modèle pour les pays arabes en révolte. Pour cela, elle devait s’appuyer notamment sur la confrérie des Frères Musulmans. Le gouvernement turc a alors soutenu ces derniers en Égypte, en Tunisie et en Syrie.

Mais 2013 a brisé cet espoir. Les événements de Gezi ont abimé le « modèle » démocratique que pouvait représenter la Turquie. Le coup d’État en Égypte a chassé les Frères Musulmans du pouvoir, et Bachar al-Assad a repris l’avantage en Syrie. Recep Tayyip Erdoğan et ses conseillers ont alors repris la situation en main, et Ahmet Davutoğlu a perdu son influence.

C’est en renonçant à la stratégie de « zéro problème » et en préférant celle de « modèle démocratique », en Syrie spécialement, que la Turquie s’est retrouvée impliquée dans le conflit. Je pense que les Turcs (comme les Français ou les Britanniques) s’attendaient à ce que Bachar al-Assad quitte rapidement le pouvoir. Cette erreur de diagnostic a été à l’origine de tous les problèmes rencontrés ensuite.

Dr. Ozan Örmeci : Tu visites la Turquie régulièrement depuis des années. Est-ce qu’il y a une transformation inquiétante concernant l’islam politique et la vie quotidienne des citoyens ? Quelles sont vos remarques sur ce sujet ?

Dr. Aurélien Denizeau : Concernant l’islam politique, le phénomène le plus intéressant de ces dernières années est sa fragmentation en différentes familles. Il y avait déjà une fracture entre l’AKP, qui incarnait un islam modernisé et adapté à la mondialisation, et le Saadet Partisi (Parti de la félicité ou Parti du bonheur), fidèle au discours classique anti-impérialiste et conservateur. À partir de 2009-2011, il y a eu aussi une rupture entre le parti au pouvoir et la confrérie de Fethullah Gülen. Désormais, c’est à l’intérieur même de l’AKP qu’on observe des divisions : le départ ou les critiques de figures comme Ali Babacan, Abdullah Gül ou Ahmet Davutoğlu sont des éléments intéressants à observer.

Personnellement, je n’ai pas constaté de changement important concernant la pratique religieuse : je pense que le retour à une société plus conservatrice date davantage des années 1980 que d’aujourd’hui. Au contraire, quand je parle avec les nouvelles générations de Turcs, j’ai l’impression d’y voir plus de détachement vis-à-vis de la religion… Beaucoup de jeunes Turcs de mon âge, désormais, se disent ouvertement déistes ou agnostiques.

Pour ce qui est de la vie quotidienne des citoyens, le gros changement que j’ai observé au cours des années 2010, c’est bien sûr l’augmentation des problèmes économiques. C’est un vrai paradoxe : les infrastructures se sont développées de façon spectaculaires, l’économie turque est toujours dynamique, mais beaucoup de citoyens ont la sensation d’un appauvrissement.

Dr. Ozan Örmeci et Dr. Aurélien Denizeau à l’Université de Gedik en Mai 28, 2019

Dr. Ozan Örmeci : Comment l’opération de « Source de Paix » est considérée en France ? Pourquoi la France critique l’opération et quelles sont les objectives claires de la France en Syrie ?

Dr. Aurélien Denizeau : Globalement, l’opération a été plutôt critiquée en France, pour des raisons différentes. Il y a en France une forte sympathie envers le PYD et les YPG, car ils sont considérés comme les combattants qui ont battu Da’esh, en particulier lors de la bataille de Kobane. Les Français ont peur qu’en cas de défaite du PYD, Da’esh retrouve sa force et puisse commettre de nouveaux attentats. De plus, beaucoup de militants djihadistes sont prisonniers du PYD. Certains sont des Français. Si le PYD les libère, la France craint qu’ils puissent retourner sur le territoire et constituer un danger.

Cependant, tout le monde n’a pas exactement la même vision. Traditionnellement, les mouvements anti-capitalistes, comme la France Insoumise de Jean-Luc Mélenchon, soutiennent le PKK et le PYD.
Emmanuel Macron et son gouvernement sont alliés au PYD, contre Da’esh, mais ils dénoncent en revanche le PKK et ne veulent pas une crise avec la Turquie. De plus, ils soutiennent aussi les rebelles syriens, qui combattent le PYD. C’est pourquoi Emmanuel Macron a eu du mal à prendre une position claire. Chez les nationalistes, il y a une certaine prise de distance. Ils ont un discours critique envers la Turquie et surtout envers le président Erdoğan, mais ils refusent également que la France s’engage en faveur du PYD. Pour eux, il faudrait plutôt négocier avec la Russie pour essayer de trouver une solution.

Dr. Ozan Örmeci : Sauf un petit progrès pendant la présidence de François Hollande, les relations franco-turques sont encore crise depuis la présidence de Nicolas Sarkozy. Même si les présidents change, les sujets politiques qui créent des problèmes entre les deux pays et aussi des polémiques entre les politiciennes de deux cotés encore continuent. Qu’est-ce qu’on doit faire pour un progrès pour la future des relations franco-turques ?

Dr. Aurélien Denizeau : Je ne sais pas si c’est vraiment pire que sous Nicolas Sarkozy. Globalement, malgré les crises, Emmanuel Macron et Recep Tayyip Erdoğan ont maintenu le dialogue et cherché une forme de coopération. De plus, les relations économiques sont toujours bonnes.

Cependant, il existe de vrais sujets de désaccord, notamment sur la question syrienne. Je pense que si un accord de paix est trouvé en Syrie, les choses pourraient s’apaiser et ça pourrait faciliter la relation entre la France et la Turquie. En effet, à part cette question, il n’y a pas vraiment de sujet majeur d’opposition. Il y a bien des tensions au sujet de 1915, mais c’est un sujet symbolique, qui n’est pas très présent.

De plus, il y a plusieurs domaines dans lesquels Paris et Ankara pourraient coopérer. Par exemple, ils sont tous les deux hostiles aux sanctions américaines contre l’Iran, et cherchent une solution économique. Ils ont donc intérêt à se rapprocher pour défendre cette position. D’autre part, Emmanuel Macron souhaite se rapprocher de la Russie et le président Erdoğan a une bonne relation avec Vladimir Poutine… On peut imaginer que ça facilite les contacts.

Dr. Ozan Örmeci : François Hollande a visité la Turquie en janvier 2014. Est-ce qu’il y aura une visite officielle pendant la présidence d’Emmanuel Macron dans son premier mandat ?

Dr. Aurélien Denizeau : C’est difficile à dire. Mais ce serait en tout cas assez logique. Emmanuel Macron comptait beaucoup sur l’Allemagne dans les premiers mois de sa présidence, mais il semble désormais beaucoup plus méfiant. Il cherche de nouveaux partenaires, et une visite en Turquie pourrait parfaitement s’inscrire dans ce cadre. Cependant, il faudrait pour cela que la crise syrienne ait trouvé une solution, afin de faciliter le contact.

Dr. Ozan Örmeci : Comment vous évaluez la chance de Président Macron pour réélire en 2022 ?

Dr. Aurélien Denizeau : Je pense qu’Emmanuel Macron a plutôt de bonnes chances. Il a bousculé tous les anciens clivages, et il a assumé ouvertement sa posture libérale. Parmi ses adversaires, Jean-Luc Mélenchon et, dans une moindre mesure, Marine Le Pen cherchent à se placer sur un axe « droite-gauche » qui ne veut plus dire grand-chose. Cette incohérence risque de les affaiblir pour 2022. On peut penser qu’Emmanuel Macron sera au second tour face à Marine Le Pen, et qu’il gagnera, avec par exemple 55 % des voix.

Cependant, on ne peut jamais trop prédire l’avenir, surtout en politique. S’il y a une nouvelle grosse crise, comme celle des Gilets Jaunes, il est possible qu’elle affaiblisse considérablement Emmanuel Macron. On ne peut pas exclure non plus l’émergence de nouveaux candidats, qui changeraient les règles du jeu – comme en 2017.

Dr. Ozan Örmeci : Quels sont les analystes et politologues vous considère important pour comprendre la politique de la Turquie ?

Dr. Aurélien Denizeau : L’idéal est de lire plusieurs analyses différentes, pour avoir un regard nuancé. Les chercheurs des centres de recherche, comme Dorothée Schmid ou Didier Billion, permettent une bonne compréhension du pays. Sur la politique étrangère turque, une jeune chercheuse, Jana Jabbour, a fait récemment une thèse très intéressante. Bayram Balcı a également travaillé sur ce sujet, notamment Ariane Bonzon connaît très bien la politique turque et permet de comprendre ses subtilités. Même remarque pour Tancrède Josseran, qui a notamment travaillé sur les mouvements conservateurs turcs.

Dr. Ozan Örmeci : Merci beaucoup pour cet entretien.

22 Ekim 2019 Salı

Kanada'da İkinci Justin Trudeau Dönemi


Kuzey Amerika’nın ABD gölgesinde kalan önemli ülkesi Kanada’da, dün yapılan genel seçimler sonucunda, birinci sırayı, Kanada Liberal Partisi ve onun lideri ve -2015 yılından beri- Başbakan olan Justin Trudeau aldı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile birlikte merkez (liberal) siyaseti temsil ederek başarı kazanan ender siyasetçilerinden olan ve daha çok yakışıklılığı ve sempatikliği ile uluslararası basında adından söz ettiren Trudeau, buna karşın, bu seçimde kısmen oy kaybına uğradı. Zira 2015 genel seçimlerinde, yaklaşık yüzde 39,47 oyla, 338 sandalyeli Kanada Parlamentosu’nda 184 sandalye elde ederek sürpriz bir zafer kazanan ve Stephen Harper ve Kanada Muhafazakâr Partisi’nin 2006-2015 dönemindeki uzun iktidarına son vererek Başbakan olan Trudeau, kesinleşmeyen seçim sonuçlarına göre, bu defa yüzde 33 oy ve 156 sandalye ile yetinmek zorunda kalacak gibi gözüküyor. Bu durumda, Trudeau’nun bir azınlık hükümeti veya koalisyon hükümeti kurması gibi seçenekler karşımıza çıkıyor.

Kesinleşmeyen seçim sonuçları[1]

Diğer partileri değerlendirdiğimizde; seçime Andrew Scheer liderliğinde giren Kanada Muhafazakâr Partisi, 2015 seçimlerinde yüzde 31,89 olan oy oranını yüzde 34,4’e yükseltti ve 122 civarında milletvekili çıkarmayı başardı. Bir diğer önemli parti olan -Hint asıllı Jagmeet Singh liderliğindeki ve sosyal demokrat çizgideki- Yeni Demokrasi Partisi ise, yüzde 15,9 oyla oy kaybına devam etti ve 24 meclis koltuğu ile yetinmek zorunda kaldı. Frankofon Quebec bölgesi merkezli yerel bir parti olan -Yves-François Blanchet liderliğindeki- sol milliyetçi Quebec Bloğu (Bloc Québécois-BQ) ise, bu seçimde halk desteğini arttırarak, yüzde 7,8 oyla 32 sandalye kazanmayı başardı. Elizabeth May liderliğindeki Kanada Yeşiller Partisi de yüzde 6,4 oyla 3 milletvekili çıkarmayı başardı. Parlamentodaki son koltuk ise bağımsız bir aday tarafından kazanıldı.

Trudeau, çocuklarıyla birlikte sandık başında oy kullanırken

Seçim sonuçları, Başbakan Trudeau için bir başarıyı ifade etmesine karşın, kendisinin halk desteğini medyatikliği ölçüsünde koruyamadığını göstermesi açısından bir uyarı olarak da kabul edilebilir. 5 yıllığına bir kez daha seçilen Trudeau, aslında bugüne kadar ekonomik olarak kötü bir performans göstermedi. 2017 yılında Kanada’nın ekonomik büyüme oranını yüzde 4 seviyelerine çıkaran Trudeau, ortalama olarak da yüzde 2’lik bir ekonomik büyüme oranı yakalayarak başarılı bir performans sergiledi. Trudeau, ayrıca oldukça sert bir müzakereci olarak bilinen ve serbest ticaret anlaşmalarına mesafeli yaklaşan ABD Başkanı Donald Trump’ı da NAFTA anlaşmasının yenilenmesi konusunda ikna etmeyi başardı. Meksika’nın da katılımıyla USMCA anlaşması olarak genişletilen bu serbest ticaret anlaşması, buna karşın ABD ve Kanada meclislerinde onaylanmak zorunda.[2] Kadın hakları, azınlık hakları ve göçmen kabulü gibi konularda da mesajları dünya genelinde olumlu algılanan 47 yaşındaki genç siyasetçi, buna karşın geçtiğimiz haftalarda gençken yüzünü siyaha boyamış olarak çektirdiği bir fotoğraf nedeniyle eleştiriler almıştı. Bunu ırkçı bir motifle yapmadığını söyleyen Trudeau, buna rağmen tepkiler üzerine kamuoyundan özür dilemek zorunda kalmıştı.[3]

2016 Ocak-2019 Mayıs döneminde Kanada’nın ekonomik büyüme oranları[4]

Seçim sonrası duruma bakıldığında; sosyal demokrat Yeni Demokrasi Partisi’nin dışarıdan desteği veya olası bir liberal-sosyal demokrat koalisyon formülüyle Trudeau’nun Başbakanlığa devam etmesi en makul formül olarak karşımıza çıkıyor.[5] Ancak Quebec’te milliyetçi oyların yükselişe geçmesi, Kanada için alarm niteliğinde bir gelişme. Sonuç olarak, gelişmeye devam eden ve yeni vatandaşlara ihtiyacı olan bir ülke durumundaki Kanada’yı yurtdışında oldukça başarıyla temsil eden Trudeau’nun Başbakanlığa devam etmesi, bu ülke açısından en iyi seçenek olarak gözüküyor. Ayrıca Trudeau'nun bir siyasetçi olarak başarısı değerlendirilirken unutulmamalıdır ki, onun liderliği öncesinde Kanada'nın iki büyük partisi durumunda Kanada Muhafazakâr Partisi ve Yeni Demokrasi Partisi varken, Trudeau etkisiyle son iki seçimdir Kanada Liberal Partisi ülkenin açık ara en popüler partisi haline gelmiştir. 

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] https://www.bloomberg.com/graphics/2019-canada-election-results/.
[2] https://www.vox.com/2018/10/3/17930092/usmca-mexico-nafta-trump-trade-deal-explained.
[3] https://www.bbc.co.uk/newsround/47218511.
[4] https://www.ceicdata.com/en/indicator/canada/real-gdp-growth.
[5] https://www.latimes.com/world-nation/story/2019-10-21/canada-election-justin-trudeau-andrew-scheer.

17 Ekim 2019 Perşembe

Yeni Kitap-İçi Bölüm: "2002-2017 Döneminde Kıbrıs Sorunu ve Türk Dış Politikası: Gordion Düğümü Henüz Çözülemedi"


İstanbul Gedik Üniversitesi (İGÜN) Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci ile İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi (İZÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Öğretim Üyesi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) enerji politikaları uzmanı Sina Kısacık’ın birlikte yazmış oldukları “2002-2017 Döneminde Kıbrıs Sorunu ve Türk Dış Politikası: Gordion Düğümü Henüz Çözülemedi” adlı kitap-içi bölüm, Doç. Dr. Ömer Kurtbağ ve Dr. Öğretim Üyesi Serkan Kekevi’nin editörlüğünde Berikan Yayınevi tarafından yeni yayımlanan Türk Dış Politikası (2000’li Yıllar) adlı kitapta yayımlandı. Kitap-içi bölüme aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. Ayrıca Türkiye’deki en başarılı genç akademisyenlerin çalışmalarıyla büyük emekler verilerek ve titiz bir çalışma sonucunda yayımlanan bu kitaba da, yine aşağıda belirtilen linkten ulaşabilirsiniz.
Kitap-içi bölüm için:
Kitabı almak için:
Doç. Dr. Ozan Örmeci ve Dr. Sina Kısacık

Türk Dış Politikası (2000’li Yıllar)

16 Ekim 2019 Çarşamba

Quelques Idées sur l’intervention militaire de la Turquie en Syrie


Depuis le 9 octobre, la Turquie mène une opération militaire (opération « Source de paix »-Barış Pınarı) contre les forces kurdes au nord de la Syrie. L’Etat turc aperçoit les milices kurdes de PYD et YPG comme des terroristes et l’extension du PKK, une organisation terroriste Marxiste/Léniniste que la Turquie lutte contre depuis l’année 1984. La Turquie fait des bombardements par ses artilleries et ses F-16 jets et aussi utilise ses commandos en Syrie. L’opération se déroule dans la zone de sécurité (en territoires à l’est de la rivière Euphrate-Fırat) que le président turc Recep Tayyip Erdoğan et le président américain a déjà fait compromis. L’opération « Source de paix » est maintenant entrée dans sa septième journée et l’armée turque fonctionne bien et avance rapidement. Seulement deux soldats turcs ont tué par les terroristes contre approximativement 600 membres de PYD/YPG. L’armée turque a déjà pris le contrôle Ras al-Aïn (Resulayn) et Tal Abyad (Tel Abyad). Maintenant l’armée turque marche vers Manbij (Münbiç) et Ayn el-Arab-Kobané (Kobani). Comme les Etats-Unis ont décidé de se retirer tous ses soldats, la Turquie peut élargir son opération militaire en Syrie. L’Observatoire syrien des droits de l’homme (OSDH) d’autre part souligne les kurdes civils tués non-intentionnellement pendant les bombardements.  Pourtant à cause des obusiers utilisés par les terroristes, 18 turcs civils ont aussi décédés dans une semaine.

La Turquie défend cette opération faisant la référence à l’article 51 de la Charte des Nations Unies.[1] La Turquie était la victime des attaques terroristes organisée par les organisations terroristes en Syrie comme l’Etat Islamique (le Daesh) et le PYD/YPG plusieurs fois. Notamment en 2015 et 2016, il y avait eu des attaques terroristes qui ont bouleversé la Turquie et des centaines des civiles sont décédés à cause de terrorisme. L’Etat syrien n’a pas pu empêcher ces attaques contre la Turquie. En plus, l’Etat syrien a même organisé quelques attaques contre la Turquie pendant la guerre civile.[2] Alors, on peut dire que la légitimité de l’opération « Source de paix » est sûre and vraie. Cependant on doit aussi dire que les attaques contre l’Etat turc organisées par des organisations terroristes n’étaient pas fréquentes comme le passé récent. Le plus grand problème pour la Turquie maintenant est d’être voisin aux milices kurdes que l’état turc considère comme des terroristes. Mais je dois rappeler que la Turquie a fait des entrevues et négociations officielles notamment avec le leader de PYD, Salih Müslim avant quelques années.[3] Alors, la Turquie veut s’assurer ses frontières maintenant par pousser le PYD/YPG vers le sud.  La sortie de forces américaines aussi crée une chance pour la Turquie de remplacer le vacuum du pouvoir en ouest de la Syrie. Mais si la Turquie va essayer de passer plus loin de la zone de sécurité, les réactions contre l’opération militaire d’Ankara peuvent augmenter. Jusqu’à maintenant, les efforts de prendre une décision pour condamner Ankara a été bloqué deux fois par la Russie et une fois par les Etats-Unis. La France, le Royaume-Uni et la Chine ne supporte pas l’opération « Source de paix ». Le président des Etats-Unis Donald Trump aussi critique le gouvernement turc, mais il ferme ses yeux à l’opération pour ne pas perdre la Turquie. Trump aussi menace la Turquie de créer une crise économique comme la crise qu’on a vécue après l’arrestation d’un pasteur américain, Andrew Brunson en 2018. Trump veut la Turquie de négocier et se réconcilier avec les kurdes comme les Etats-Unis soutiennent ces deux cotés contre la Russie, l’Iran et les forces de Bachar al Assad dans la guerre civile en Syrie. La Russie d’autre part ne veut pas perdre la Turquie comme Ankara est l’un des plus grands consommateurs du gaz naturel russe et achetait avant quelques mois des systèmes de missiles de défense S-400. Alors, ces deux pouvoirs tolèrent la lutte d'Ankara contre le terrorisme tant que ça ne transforme pas une lutte contre tous les kurdes ou une invasion de la Syrie. L'Union européenne et la ligue arabe aussi ne donnent pas leur soutien à l’opération militaire d’Ankara. Quelques pays comme l’Azerbaïdjan, le Pakistan, la Hongrie, la République turque de Chypre du Nord (KKTC), le Qatar et l’Espagne d'autre part favorisent la Turquie. Le Conseil turc aussi peut annoncer son soutien pour l’opération « Source de paix » bientôt.

Si on fait une analyse politique concernant la politique intérieure de la Turquie après ces évènements, on peut dire que Président Erdoğan et son parti est maintenant plus populaire et les citoyens turcs ont déjà oublié la crise économique. Cependant la prochaine élection présidentielle va se dérouler en 2023. Alors, l’effet de la crise économique peut être un sujet plus important pendant la campagne électorale comparé au succès de l’armée turque et de Président Erdoğan pendant l’opération « Source de paix ». En plus, tous les partis politiques en Turquie sauf le pro-kurde le HDP (Le Parti démocratique des peuples) ont déclaré support pour l’opération. Il n’y a pas des sondages scientifiques pour le moment; mais il me semble que la majorité des citoyens aussi sont d’accord avec le gouvernement concernant l’opération. Alors, cette aventure militaire peut sauver le Président Erdoğan politiquement.

Concernant la crise syrienne, c’est sûr qu’il y aura des négociations pour le futur de la Syrie et la Turquie peut être plus fort si elle peut organiser, mobiliser et relocaliser les immigrants syriens après cette opération militaire. La Turquie a déjà payé une facture assez chère pour accueillir 4 millions des immigrants syriens dans le pays ; alors Ankara a le droit d’avoir une voix à la table pour le futur de la Syrie. Si la Russie, la Turquie, l’Iran et les Etats-Unis peuvent aider le gouvernement syrien à faire une nouvelle constitution plus démocratique et inclusive après la fin de la guerre civile, alors le président futur de la Syrie peut être élu démocratiquement par les citoyens syriens. Si les syriens vont choisir Bachar al Assad et son parti Baas, ça va dire que le gouvernement turc va automatiquement connaître la légitimité d’Assad.


Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Aucune disposition de la présente Charte ne porte atteinte au droit naturel de légitime défense, individuelle ou collective, dans le cas où un Membre des Nations Unies est l’objet d’une agression armée, jusqu’à ce que le Conseil de sécurité ait pris les mesures nécessaires pour maintenir la paix et la sécurité internationales. Les mesures prises par des Membres dans l’exercice de ce droit de légitime défense sont immédiatement portées à la connaissance du Conseil de sécurité et n’affectent en rien le pouvoir et le devoir qu’a le Conseil, en vertu de la présente Charte, d’agir à tout moment de la manière qu’il juge nécessaire pour maintenir ou rétablir la paix et la sécurité internationales. Source : https://www.nato.int/cps/fr/natohq/official_texts_16937.htm.
[2] https://www.aa.com.tr/en/middle-east/turkey-nabs-key-suspect-of-2013-reyhanli-attack/1252795.[3] https://www.haberturk.com/dunya/haber/996818-pyd-lideri-ankarada.

15 Ekim 2019 Salı

Some Thoughts on Turkey’s Military Operation Towards Syria


Introduction
Turkey’s Operation “Peace Spring” (Barış Pınarı) was initiated by Turkish Armed Forces (TAF) on October 9, 2019 upon the decision taken by Turkish President Recep Tayyip Erdoğan. Accordingly, on Wednesday, starting from 4.30 pm, Turkish artilleries and F-16 jets began to bomb territories occupied by PYD/YPG forces in Syria. Turkey designates these groups as terrorist organizations and offshoots of PKK, a pro-Kurdish Marxist/Leninist group that Ankara fights against since the early 1980s and internationally accepted as a terrorist organization. On Wednesday, starting from 10.00 pm, Turkish Special Forces also began to pass Turkish-Syrian border in order to take control in Syrian cities situated in the eastern part of the Euphrates (Fırat) River and occupied by terrorist groups.

A week after the operation started, Turkish soldiers successfully seized control in Ras al-Ayn (Resulayn) and Tel Abyad. Most recently, Turkish Army also took control of the strategic M4 highway, which connects the Syrian districts of Manbij (Münbiç) and Qamishli (Kamışlı).[1] Turkish Special Forces are now marching towards Manbij (Münbiç) and Ayn al-Arab (Kobani). Almost 600 terrorists were killed according to Turkish sources.[2] However, during the armed clashes between Turkish Army and terrorist groups, two Turkish soldiers were also killed. Unfortunately, due to artillery fire from Syrian soil, 18 Turkish civilians died as well. The operation is conducted within the safe zone (güvenli bölge) that was previously agreed by Turkish President Erdoğan and the U.S. President Donald Trump. Turkish authorities including Foreign Minister Mevlüt Çavuşoğlu claims that Turkey’s aim is limited to conduct the operation within the safe zone. However, upon the decision taken by the United States to remove all troops from Syria (a decision recently announced by U.S. Secretary of State Mark Esper[3]), Turkish incursion into Syria could deepen and include some cities on the western part of the Euphrates River as well. Turkish Defense Minister and former Chief of General Staff Hulusi Akar says that they show utmost attention for the protection of Kurdish and Arab civilians, historical sites, and the environment and that is why they started the operation in the morning.[4] Akar also claims YPG released ISIS terrorists from prison before Turkish soldiers arrived.[5] International press on the other hand is concerned about civilian casualties and new waves of migration from Kurdish villages. [6]

A graph showing Turkey’s military operation

Legality of the Operation
Turkey defends the Operation Peace Spring on the basis of the article 51 of the United Nations (UN) Treaty. This article states that “Nothing in the present Charter shall impair the inherent right of individual or collective self-defense if an armed attack occurs against a Member of the United Nations, until the Security Council has taken measures necessary to maintain international peace and security. Measures taken by Members in the exercise of this right of self-defense shall be immediately reported to the Security Council and shall not in any way affect the authority and responsibility of the Security Council under the present Charter to take at any time such action as it deems necessary in order to maintain or restore international peace and security.” As a member of UN, Turkey has been attacked by ISIS and YPG/PYD terrorists several times before. Moreover, Syrian state forces also conducted some terrorist attacks towards Ankara in the recent past.[7] As the Syrian government is unable to control its own territories, Turkey claims that it has right to interfere and destroy terrorist groups. That is why; the operation seems legal and legitimate unless the UN Security Council adopts a resolution condemning Turkish incursion into Syria. So far, two attempts to condemn and stop Turkish operation were prevented by the U.S., which vetoed the first bill and Russia, which vetoed both of the bills.  However, if the operation deepens and civilian casualties increase, there might a UN Security Council resolution against Turkey. Here, Russia's attitude will be crucial and decisive. 

Reactions against Turkey
U.S. President Donald Trump seems critical of Turkish incursion into Syria with the view that this might turn into a war against all Syrian Kurds. Trump most recently asked for ceasefire and ordered sanctions against Ankara due to escalation of violence.[8] European Union (EU) officials and European leaders and foreign ministers are also critical of Turkish incursion into the Syria as they do not designate YPG/PYD as terrorist groups. Moreover, some European countries started to implement arms embargos against Turkey although they failed to agree on a bloc-wide arms embargo.[9] Arab League also condemned Turkey and described Turkish military involvement in Syria as "invasion".[10] Only Turkish Republic of Northern Cyprus (TRNC), Azerbaijan, Pakistan, Spain, Hungary, Venezuela and Qatar declared support for Operation "Peace Spring".

As far as I am concerned, criticism and anxities about Turkish military operation into Syria do not reflect reality since Turkish soldiers are among the brightest personnel within NATO troops as their previous success in Afghanistan proves. After the military operation, I sincerely believe that Turkish authorities will rebuild Syrian cities and make life conditions much better for Syrian Kurds and all Syrians. In addition, among 4 million Syrian migrants in Turkey, those who want to return to their country will also be helped by the Turkish State. A retired Turkish lieutenant general İsmail Hakkı Pekin claims that Turkish military presence in Syria might last for 7-8 years[11] since return to constitutional order would not be immediate and easy. However, American experience in Iraq shows that defeating a weak army or a terrorist group is much easier than rebuilding a country and bringing order and stability. But I still believe that Turkish Army will provide a new and good example of military involvement in a foreign country by improving life conditions there. In addition, Turkish diplomacy and politicians should do much more to prove the links between PKK and YPG/PYD groups in order to convince its Western allies about the legitimacy of the military move. Moreover, Turkey should be able to gain or create some Kurdish allies in order to prove the world that it is not waging a war against all Kurds, but rather against a terrorist network.

Implications for Turkey’s Domestic Politics
The operation could help President Erdoğan and his Islamist-oriented AK Parti (Justice and Development Party) to consolidate right-wing nationalist and conservative voters and strengthen its alliance with the Turkish nationalist MHP (Nationalist Action Party). Due to economic crisis after the failed military coup attempt in 2016, the support for the government was in decline for a while. The governing party even lost the municipalities of three biggest cities (İstanbul, Ankara, and İzmir) to social-democratic main opposition party CHP (Republican People’s Party) few months ago. But the operation might have a refreshment effect for President Erdoğan and his party as Turkish people seems very happy after the earlier success of the Turkish Army. However, if the operation leads to further economic problems in Turkey, President Erdoğan’s decision might take criticism from some social groups including Kurds, leftists and liberals. So far, except for pro-Kurdish HDP (Peoples’ Democratic Party), all major political parties in Turkey including CHP, MHP and Good Party (İYİ Parti) have supported the military operation and the government's decision.

Conclusion
Finally, I think the international public should be more hopeful about Turkey’s military operation and should trust the Turkish Army whose official ideology is based on Kemalism, a relatively softened version of Turkish nationalism which does not carry racist or ultranationalist elements. Thus, I hope Turkey will be able to gain new Kurdish friends and allies there and will help the Syrian State to make transition into a more democratic constitutional order in a few years.

Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] For details, see; http://www.hurriyetdailynews.com/syria-op-enters-sixth-day-as-turkish-forces-take-control-of-strategic-m4-highway-147476.
[2] https://www.cnnturk.com/video/turkiye/son-dakika-baris-pinari-harekatinda-595-terorist-etkisiz-hale-getirildi.
[3] https://www.nytimes.com/2019/10/13/us/politics/mark-esper-syria-kurds-turkey.html.
[4] https://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/655614.aspx.
[5] https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/akar-operasyon-bolgemizdeki-tek-daes-hapishanesinin-bosaltildigini-gorduk-5388000/.
[6] For an example, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-49984823.
[7] https://www.aa.com.tr/en/middle-east/turkey-nabs-key-suspect-of-2013-reyhanli-attack/1252795.
[8] https://www.theguardian.com/world/2019/oct/14/trump-asks-turkey-for-ceasefire-in-syria-as-violence-spirals-out-of-control.
[9] https://www.dw.com/en/eu-offers-measured-reaction-to-turkeys-offensive-in-syria/a-50819018.
[10] https://www.voanews.com/middle-east/arab-league-condemns-turkeys-syria-incursion-calls-un-action.
[11] https://www.independentturkish.com/node/78076/haber/t%C3%BCrkiyenin-suriye-operasyonu-ne-anlama-geliyor.

14 Ekim 2019 Pazartesi

Birleşik Krallık-AB (Avrupa) İlişkileri


Giriş
Son birkaç yıldır Brexit sürecinde daha da ilginç ve tartışmalı bir konu haline gelen Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği (AB) ile ilişkileri ve genel olarak Avrupa bütünleşmesine yönelik politikası, aslında bu ülkenin köklü dış politika geleneğiyle yakından alakalıdır. Zira bir ada devleti olan Birleşik Krallık, jeopolitik koşulların da etkisiyle, tarih boyunca Avrupa kıtasına her zaman “yakın”, ama aynı zamanda ondan daima bir ölçüde “farklı” olmayı başarmıştır. Bu yazıda, Birleşik Krallık-Avrupa ilişkileri ve Birleşik Krallık’ın Avrupa bütünleşmesine yönelik politikası araştırılacaktır. Bunun için, öncelikle, Britanya İmparatorluğu’ndan günümüze Birleşik Krallık’ın Avrupa kıtası ve Avrupa ülkeleriyle ilişkileri ve Avrupa bütünleşmesine yönelik politikalarına etki eden temel unsurlar incelenecektir. Daha sonra, Birleşik Krallık’ın 1973 yılında AB’ye üye olma süreci ve üye olduktan sonra Birlik içerisinde takip ettiği politikalar analiz edilecektir. Sonraki bölümde, Birleşik Krallık’ın 2016 yılında düzenlenen Brexit referandumu sonucunda Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı alması ardından yaşananlar ve Brexit’in Birleşik Krallık’a olası etkileri araştırılacaktır. Araştırma, bulguların özetlendiği “Sonuç” bölümüyle tamamlanacaktır.

Günümüzde Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği sınırları

İlişkileri Etkileyen Tarihsel Faktörler
Birleşik Krallık’ın tarih boyunca Avrupa ile ilişkisinde birkaç önemli unsur rol oynamıştır. Bunlardan ilki, Britanya’nın kıta Avrupası’nın hemen yanı başında oluşmuş bir ada devleti olmasıdır. İşçi Partisi mensubu siyasetçi ve hukukçu Kenneth Younger, 1964 tarihli makalesinde, Britanya’nın bir ada devleti olması nedeniyle yüzyıllar boyunca yabancı devletlerin işgallerinden uzak kaldıklarını ve bu sayede 1940 yılındaki Londra hava saldırılarına kadar kendi kendine yeterlilik hissinin Britanya halklarında ağır bastığını iddia eder.[1] Yazara göre, adalı olmanın bir diğer ilginç sonucu da, vatandaşların iç politikaya dış politikadan daha büyük önem vermesidir. Bu doğrultuda, Britanya’ya özgü seçmen (oy verme) davranışında iç politika dış politikadan daha büyük önem taşımaktadır; ancak eğitim seviyesi yükseldikçe ve -medyanın da etkisiyle- tüm ülkelerin birbirleriyle bağlantılı olduğu görüşü yayıldıkça, dış politikaya göre -özellikle savaş ve barış konularında- siyasi değerlendirme yapan kişilerin sayısı da giderek artmaktadır.[2] Bir diğer önemli konu ise, ülkelerin dış politikalarını sadece iç kamuoylarına göre değil, dış kamuoyunda oluşan görüşlere göre de şekillendirmek zorunda kalmaya başlamalarıdır.[3] Bu görüşleri yorumlamak gerekirse; İkinci Dünya Savaşı’na kadar büyük ölçüde Avrupa’dan farklı bir kimlik algısı olan Birleşik Krallık siyasal eliti ve halkları, savaş sonrasında dış politikanın da siyasette iç politika kadar önemli olmaya başlaması nedeniyle Avrupa’ya çok daha yoğun bir ilgi göstermiş, ancak ada kimliğini ve görece özerkliğini de daima muhafaza etmek istemiştir. Bu bağlamda, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği üyeliğinde daha imtiyazlı bir pozisyon istemesi ve Brüksel’e egemenlik devri konusunda zorluklar çıkarması, aşırı sağcı/aşırı milliyetçi siyasetin İngiltere’de ağır basmasından ziyade, tarihsel ilişkilerin ve Britanya siyasi kültürünün doğrudan bir sonucudur. Bu bağlamda, İngiliz milliyetçiliği de -Paul Taggart’ın literatüre soktuğu- Avrupa şüpheciliği (Euroscepticism) ve hatta zaman zaman AB karşıtlığından beslenmektedir.[4] Bratberg de, Britanya’nın bir ada devleti olmasının ve Avrupa ile arasında mesafe bulunmasının, bu ülkede bir tür güvenlik kaynağı olarak görüldüğünü yazmıştır.[5] Bu durum, tarihsel gelişmelerle de güçlenen bir algıdır. Örneğin, ünlü İrlandalı-İngiliz muhafazakâr düşünür Edmund Burke, 1790 tarihli Reflexions sur la revolution en France (Reflections on the Revolution in France) adlı eserinde Fransız Devrimi’nin olumsuz etkilerini eleştirirken, entelektüeller arasında ve toplumda Britanya’nın ada olmasının güvenlik ve aşırılıklardan uzak kalmak konularında pozitif rol oynadığı düşüncesini içten içe popülerleştirmiş ve derinleştirmiştir.[6] Bu noktada, günümüzde de Birleşik Krallık’ta iç politikanın öncelikli olması sebebiyle Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılımın çok düşük seviyelerde olduğunu ve Avrupa politikalarının bu ülkede pek de popüler bir konu olmadığını da belirtmek gerekir. Örneğin, 2009 seçimlerinde bu oran yüzde 34,70 iken, 2014’te de ancak yüzde 35,60 olabilmiştir.[7] 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ise yüzde 36,90 oranında kalınmıştır.

Birleşik Krallık’ta Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılım oranları (%)[8]

Birleşik Krallık’ın günümüzde Avrupa kıtası içerisinde yer alan tek toprağı Cebelitarık bölgesidir

Birleşik Krallık-Avrupa ilişkileri açısından ikinci önemli ve temel konu ise, adadaki yönetimin tek bir Avrupa gücünün diğerleri üzerinde hâkimiyet kurarak tüm Avrupa’yı boyunduruğu altına almasına karşı çıkmasıdır. Tarihten bazı örnekler vermek gerekirse; İngiltere’nin Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart’a veya Nazilere karşı çıkmasının temelinde de, Avrupa’nın tek bir devletin boyunduruğu altına girmesini engellemek görüşü vardır. Nazilerin yükselişine “yatıştırma politikası” (appeasement policy) ile karşılık veren Neville Chamberlain ise, bu nedenle, Britanyalı tarihçilerce genelde eleştirilmektedir. Cambridge Üniversitesi çıkışlı ünlü İngiliz tarihçi ve diplomat Charles Webster, 1948 yılında yazdığı bir makalede İngiliz dış politikasının temellerini açıklarken, Avrupa ile alakalı olarak şunları söylemiştir: “Herkes biliyor ki, dış politikamız büyük ölçüde ada olmamıza dayalıdır; bu doğrultuda, deniz gücümüzün korunması, Avrupa ile bağlarımızın devam etmesi, Avrupa’nın tek bir devletin hâkimiyeti altına geçmesinin engellenmesi ve Britanya İmparatorluğu’nu ve Commonwealth’i yaratan ve Avrupa’daki pozisyonumuzu sağlama alan üretici ve tüccarlarımızın korunması dış politikamızın temellerini oluşturur. Bunlara ek olarak, evrensel olarak pek bilinmese de, iki önemli ilkeden daha bahsedilebilir. Bunlar; (1) uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve (2) diğer milletlerin de bizim sahip olduğumuz bağımsızlık ve demokratik değerlere sahip olmasıdır.[9] Bu sözden de anlaşılmaktadır ki, tarihsel olarak Birleşik Krallık’ın Avrupa’ya bakışı, daha çok önemli bir ticari ortak ve benzer siyasal değerlerin paylaşıldığı bir komşu gibidir. Bu bağlamda en önemli politik unsur ise, Londra’nın tüm Avrupa’nın tek bir devletin kontrolü altına girmesini kendi güvenliği açısından riskli görmesidir. Bu, günümüzde de Birleşik Krallık dış politikasını şekillendiren önemli bir unsurdur. Nitekim son yıllarda yükselen Avrupa Birliği’ne karşıtlığın temelinde de, AB sayesinde tüm Avrupa’yı Almanya’nın yönettiği görüşü rol oynamaktadır. Hatırlanmalıdır ki, popüler ve popülist İngiliz siyasetçi Nigel Farage 2014 yılında Avrupa Parlamentosu’nda Yunanistan eski Başbakanı Andonis Samaras’a çıkışırken, Yunanistan ekonomisinin Alman bankalarının kontrolüne geçtiğini ima ederek, Yunanistan ekonomisinin Yunan hükümeti ve halkınca yönetilmediğini söylemiştir.[10] Bu bağlamda, Birleşik Krallık’ın Avrupa stratejisi tarihsel perspektiften değerlendirildiğinde; birlikte yaşama (coexistence) ve denizleri kontrol ederek ve Avrupalı büyük güçleri dengeleyerek Avrupa’yı çevreleme (containment) olarak yorumlanmıştır.[11] Ayrıca, deniz ticareti ve sömürgecilik sayesinde dünya üzerinde büyük bir imparatorluk kuran Britanya, Avrupa kıtasını kendisi için küçük bir coğrafi bölge olarak da görmüş ve değerlendirmiştir. Hatta bu görüşteki Başbakan Anthony Eden, 1952 yılındaki bir konuşmasında, “Britanya’nın hikâyesi ve çıkarları Avrupa kıtasının çok ötesine uzanmaktadır” (Britain’s story and her interests lie far beyond the continent of Europe) demiştir.[12]

AB ülkelerinde yaşayan Birleşik Krallık vatandaşlarının sayısı[13]

Birleşik Krallık-Avrupa ilişkilerinde üçüncü temel mesele, yüzyıllardır ticaret sayesinde gelişen İngiltere’nin, Avrupa kıtasında yer alan ülkeleri önemli ticaret ortakları olarak görmesidir. Bu nedenle, siyasi birlik konusunda sorunlar çıkarmalarına karşın, günümüzde en katı Brexit yanlıları bile Birleşik Krallık’ın Avrupa ülkeleri ile bir şekilde (yeni bir serbest ticaret anlaşması yoluyla veya Avrupa Ortak Pazarı ve Gümrük Birliği içerisinde kalmaya devam ederek) serbest ticarete devam etmesini savunmaktadır. Bunun sebebi ise, ticarette ve siyasal-kültürel alanda İngilizlerle Avrupalıların birçok ortak değeri (demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü vs.) paylaşmaları ve onlarla ticaret yapmayı daha güvenli ve kolay olarak görmeleridir. Şu da unutulmamalıdır ki, Brexit sürecinde de gündeme geldiği üzere, yaklaşık 1,3 milyon Britanyalı günümüzde AB ülkelerinde yaşarken (büyük çoğunluğunu İspanya, Fransa ve İrlanda’da yaşayanlar oluşturmaktadır)[14], 3,6 milyon AB vatandaşı da halen Britanya’da yaşamaktadır.[15] Dolayısıyla, iki taraf arasındaki ticari, siyasi, diplomatik ve sosyokültürel bağlar son derece gelişmiştir. Bu nedenledir ki, Birleşik Krallık’ın yeni Başbakanı Boris Johnson, Brexit kararını, “Avrupa’yı değil, AB’yi terk ediyoruz” (We are leaving the European Union, not Europe) diye izah etmiştir.[16]

William Pitt ve Napolyon dünyayı paylaşıyorlar

Bu üç temel konunun yanı sıra, dördüncü bir unsur olarak Britanya ile bazı Avrupa ülkeleri arasındaki rekabet de bu noktada belirtilmesi gereken önemli bir tarihsel husustur. Bu bağlamda, aynı zamanda en hayran olunan ve en yakın ilişkiler geliştirilen Avrupa ülkesi olmasına karşın, Fransa, 20. yüzyıla kadar daima saygı duyulan ciddi bir rakip olagelmiş ve iki ülke tarihsel süreçte onlarca defa birbirlerine karşı savaşa girmişlerdir.[17] Buna karşın, Napolyon Savaşları (1803-1815) sonrasında iki ülke arasında bir daha hiçbir zaman ciddi bir savaş yaşanmadığını ve rekabet duygusunun giderek köreldiğini de söylemek yerinde olacaktır. Ayrıca, iki ülke, 1800’lerden 1930’lara kadar uluslararası düzene büyük ölçüde birlikte yön vermişler, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda müttefik olmuşlar ve Milletler Cemiyeti’ni 1920’de beraber kurmuşlardır. Almanya’nın 1870’lerden itibaren hızlı yükselişi ise, Fransa dışında Almanya’nın da Britanyalı devlet adamları için büyük bir risk unsuru olarak görülmesine neden olmuştur. Nitekim iki ülke, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nda birbirlerine karşı kıyasıya mücadele vermişler ve iki taraf da bu süreçte milyonlarca insanını kaybetmiştir. Almanya ile İngiltere arasında tarihsel olarak sadece iki savaş yaşanmasına karşın, bu savaşların dünya savaşları olması sebebiyle, İngiliz-Alman rekabeti zamanla İngiliz-Fransız rekabetinin bile önüne geçmiştir. Rusya ve İspanya da tarihsel olarak en çok savaşılan ülkeler arasında yer almaları sebebiyle Britanya’nın diğer tarihsel rakipleri olarak değerlendirilebilir. Buna karşın, Belçika, Yunanistan ve Portekiz de tarihsel İngiliz müttefikleri değerlendirmesine uygun düşen ülkeler olarak sıralanabilir
İngiltere’nin en çok savaştığı ülkeler: Fransa, İspanya ve Rusya ilk sıralarda yer alıyorlar[18]

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Başbakan Winston Churchill, yeni dönemde Londra’nın dış politik vizyonunu ortaya koyan “Üç Halka” (Three Circles) yaklaşımını oluşturmuş ve İngiliz Uluslar Topluluğu’nu (Commonwealth), ABD ile müttefikliği (Transatlantikçilik) ve Avrupa entegrasyonunu (Avrupacılık) Birleşik Krallık’ın üç önemli dış politika eğilimi olarak belirlemiştir. Churchill’in bu döneme dair Avrupa bütünleşmesiyle alakalı en önemli mirası ise, 19 Eylül 1946’da İsviçre’de Zürih Üniversitesi’nde yaptığı “Birleşik Avrupa Devletleri” (United States of Europe) konuşmasıdır.[19] Konuşmada, Churchill, Avrupa medeniyetinin geçmişte başardıklarını övmüş, ancak 20. yüzyıl başlarında Avrupa’ya hâkim olan korkutucu milliyetçi kavgalardan arınmak için Birleşik Avrupa Devletleri’ni kurmanın gerektiğini ifade etmiştir. Avrupa bütünleşmesi konusunda Fransız devlet adamı  Aristide Briand’ın yaptıklarını öven Churchill, konuşmasını “Avrupa ayağa kalkmalı” (Let Europe Arise) sözleriyle tamamlamıştır. Buna karşın, Churchill, başka bir konuşmasında “Avrupa ile birlikteyiz fakat onun bir parçası değiliz” diye bir ifade de kullanmıştır.[20] Bu, çelişen görüşlerden ziyade, Churchill’in özünde bir siyasetçi olması sebebiyle zaman zaman üç farklı dış politik eğiliminden birine ağırlık vermesinden kaynaklanmaktadır. Bratberg ise, Churchill’in “Üç Halka” yaklaşımının Britanya’nın savaş sonrasında yaşadığı öncelikler konusundaki tereddütlerini meşrulaştıran ideolojik bir mistifikasyon olduğunu iddia etmiştir.[21]

Savaş sonrasında Clement Attlee liderliğindeki İşçi Partisi hükümetleri döneminde (1945-1951), Birleşik Krallık, Avrupa bütünleşmesi konusunda isteksiz ve umutsuz davranmıştır. James Allison, bunun nedenlerini; Londra’nın Avrupa entegrasyonunun başarılı olmayacağını düşünmesi ve bu süreçte bazı nahoş gelişmelerle yüzleşmeye hazır olmaması olarak yorumlamıştır.[22] Muhafazakâr Partili Winston Churchill (1951-1955) ve Anthony Eden (1955-1957) dönemlerinde de durum değişmemiş ve ilk Avrupa bütünleşmesi döneminde (1951 Paris Antlaşması ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulması ve 1957 Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurulması süreçlerinde), Londra, dışarıda kalmıştır. Bunun bir diğer önemli sebebi de, 1950’li yılların ortalarında dahi (1955 yılında) Birleşik Krallık’ın dış ticaretinin neredeyse yarısının (yüzde 47,8) Commonwealth ülkeleriyle olmasıdır.[23] Avrupa bütünleşmesinin mimarı kabul edilen Fransız işadamı ve bürokrat Jean Monnet, ilerleyen yıllarda Birleşik Krallık’ın neden Avrupa entegrasyonuna en baştan dahil olmadığını anlayamadığını söylemiş ve bunun sebebini Birleşik Krallık’ın "Britanya İmparatorluğu’nu ve Commonwealth’i koruyabileceği illüzyonu" görüşüyle açıklamıştır.[24] Ayrıca bu dönemde Avrupa-dışı ticari bağları daha güçlü olan İngiliz sermayedarları da, kıta Avrupası ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini geliştirmek konusunda çok hevesli davranmamışlardır.[25] Zira Commonwealth ülkelerinden gelen ucuz hammaddeleri işleyerek diğer ülkelere ticari meta olarak satmak, 19. yüzyıldan itibaren Britanyalı tüccarlar ve firmalar için verimli bir kazanç kapısı haline gelmiştir. Nitekim 1960 yılında, İngiltere, Avusturya, Danimarka, Norveç, Portekiz, İsveç ve İsviçre gibi AKÇT üyesi olmayan Avrupa ülkeleriyle bir araya gelerek EFTA’yı (European Free Trade Association-Avrupa Serbest Ticaret Birliği) kurmuş, ancak bu birlik, AET gibi kalıcı bir yapı haline gelememiştir.[26] Buna karşın, bu dönemde Avrupa ülkeleriyle -Soğuk Savaş koşullarının da etkisiyle- güvenlik alanında NATO çatısı altında yapıcı ve kalıcı ilişkiler kurulduğu belirtilmelidir.

1960 yılına gelindiğinde, dönemin önemli Uluslararası İlişkiler akademisyenlerinden P.A. Reynolds (Philip Reynolds), ülkesinde bazı Bakanlar tarafından Commonwealth ve Avrupa entegrasyonu gibi iki farklı seçenek arasında kalmaları durumunda kesinlikle Commonwealth’i seçecekleri yorumlarının yapıldığını, ancak İngiliz dış politikasının trendinin Avrupa bütünleşmesi yönünde ilerlediği tespitini yapmıştır.[27] Nitekim bu görüşü doğrularcasına, 1961 yılında Muhafazakâr Partili Harold Macmillan hükümeti (1957-1963), Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik için ilk kez başvurmuştur.[28] Piers Ludlow, bu dönemde Macmillan hükümetinin AET üyeliğine başvurmasının sebebini, İmparatorluğunu kaybettiğini anlayan Britanya’nın hemen yanı başında gelişen yeni bir küresel aktörün yükselişi karşısında boş boş durmaması gerektiğini fark etmesi olarak açıklamıştır.[29] Ayrıca, bu dönemde ABD Başkanı John F. Kennedy de Britanya’nın AET üyeliğini desteklemiştir.[30] Bu dönemde müzakerelerde yer alan ve sonradan ülkesinin Başbakanı olan Muhafazakâr Partili Edward Heath ise, 1950’lerde ortaya çıkan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) ile birlikte Birleşik Krallık’ın ihtiyaç ve çekinceleri gözetilmeden oluşmaya başlayan bir birlik olan AET ile müzakerelerde yaşadıkları zorlukları ifade etmiş ve İngiltere’ye adeta “ABD’nin Avrupa’daki Truva atı” olarak bakan[31] Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle’ün olumsuz tavırları nedeniyle o dönemde sinirlendiklerini anımsatmıştır.[32] Nitekim bu yıllarda, De Gaulle, Birleşik Krallık’ın AET üyeliğini engellemek için 1963 ve 1967’de iki defa veto yetkisini kullanmıştır.[33] Charles De Gaulle, Birleşik Krallık’ın AET’ye üye olması halinde topluluğun daha Amerikancı (Transatlantikçi) ve daha az Avrupalı olacağından endişe ediyordu.[34] De Gaulle, 1963’te ilk vetosunu kullandığında, İngilizleri kızdırma amacından ziyade, onların neden AET’ye üye olmak istediklerini anlamadığını belirtmiş ve demokratik siyasi kurumları olan, küresel ticari bağlantılara sahip ve Commonwealth ülkelerinden ucuz gıda getirebilen küresel bir güç olan Birleşik Krallık’ın AET’ye girmek istemesini bir anlamda inandırıcı bulmamıştır.[35] Ancak bu dönemde Londra’da Avrupacı eğilimler gerçekten de yükseliştedir. Bunun nedenleri ise; Londra’nın ABD’den beklediği ekonomik desteği görememesi, 1956-1957 Süveyş Krizi sırasında Washington’ın Londra’nın taleplerine duyarsız kalması ve Avrupa bütünleşmesinin bu süreçte oldukça başarılı bir şekilde devam etmesidir.[36] Ayrıca Alan Sked, Londra’nın giderek derinleşen Alman-Fransız müttefikliğinden de rahatsız olmaya ve Harold Macmillan hükümetinin buna set çekmeye çalıştığını iddia etmektedir.[37] Buna karşın, bu dönemde Avrupa bütünleşmesi konusunda hem sağ, hem de sol siyasette olumsuz yaklaşımlar da hayli yaygındır. Örneğin, 1962’de İşçi Partisi lideri Hugh Gaitskell, İşçi Partisi’nin yıllık toplantısında Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyeliğe karşı çıkarak şunları söylemiştir: “AET’ye girmek demek, yetkilerin ulusal hükümetlerden alınıp federal hükümetlere ve parlamentolara verilmesi demektir.[38] Gaitskell’e göre, İngiltere’nin AET’ye girmesi, Commonwealth’in de sonu olacaktı. Benzer yaklaşımlar, o dönemde Muhafazakâr Parti içerisinde de hayli yaygındı, ama Edward Heath Başbakan olunca azalacaktı.

Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, 1961 Kasım ayında Başbakan Harold Macmillan’ı Sussex’deki evinde ziyaret ediyor[39]

1969 yılında Birleşik Krallık’ın Avrupa bütünleşmesine yönelik politikasını değerlendiren Edward Heath, ki kendisi 1970-1974 ülkesinde Başbakanlık görevini üstlenecek önemli bir siyasetçi ve 1965-1975 döneminde Muhafazakâr Parti lideridir, eski Başbakan Winston Churchill’in Avrupa politikasının Avrupa bütünleşmesinden yana olduğunu ve Churchill’in ancak bu sayede Avrupa ülkelerinin ekonomik ve endüstriyel gelişimlerini sağlayarak Sovyetler Birliği ve ABD gibi dev ülkelerle rekabet edebilecek güce ulaşabileceğini düşündüğünü yazmıştır.[40] Birçoklarının kabul ettiği üzere, 1967’de Harvard Üniversitesi’nde verdiği derslerden başlayarak, Edward Heath için dış politikada öncelik daima Avrupa (Commonwealth ya da Transatlantik bağlar yerine) olmuştur.[41] Ancak Thomas Robb’un belirttiği üzere, Heath’in Birleşik Krallık’ın AET’ye üyeliğini engelleyen Fransızları ikna etmek için bu dönemde bu kadar Avrupa yanlısı bir politika ve retorik geliştirdiğini söyleyenler de vardır.[42] Bu yıllarda Fransa’da Charles De Gaulle yerine Georges Pompidou’nun Cumhurbaşkanı olması da, Heath’in Britanya adına yaptığı üçüncü başvurunun olumlu sonuçlanmasında kuşkusuz etkili olmuştur.[43] Britanyalı tarihçi J.M. Roberts ise, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ekonomik büyüme, sosyal güvenlik hizmetlerinin yaygınlaşması ve yüksek istihdam düzeyi parametrelerini birlikte düzeltmekte başarısız olan Britanya hükümetlerinin sömürgeciliğin tasfiyesi konusunda başarılı olduğunu yazmış ve Kuzey İrlanda ve enflasyon gibi sorunların 1970’lerde devam etmesinin Avrupa bütünleşmesi konusundaki fikirleri değiştirdiğini tespit etmiştir.[44] Ayrıca bu dönemde İşçi Partisi’nin sol kanadının AT’ye yönelik muhalefeti de devam etmiştir. Bunun sebepleri ise; Ortak Pazar ile ekonomik koşulların daha kötüye gideceği endişesi ve piyasa ekonomisi doğrultusunda oluşturulan AT’nin partinin ekonomik yaklaşımına uymamasıdır.[45]

Harold Macmillan, Ortak Pazar için suyu kontrol ediyor (The Guardian, 1 Ağustos 1961)[46]

AB İçerisinde Birleşik Krallık
İlhan Aras ve Altuğ Günar, Birleşik Krallık’ın AB içerisindeki politikasını 3 farklı dönemde incelemektedirler. İlk aşama, 1950’lerde Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) ile başlayan Avrupa bütünleşmesine 1973’te Danimarka ve İrlanda ile birlikte AT’ye üye olarak dahil olan Londra’nın aradaki açığı kapama (catch up) dönemidir.[47] 1970’lerde başlayan bu dönem, 1990’da Margaret Thatcher’ın istifası ile sona ermiştir. 1990-2001 arasındaki ikinci dönem ise “dışında kalma” (opt-out) olarak adlandırılmıştır; zira bu dönemde, Londra, Maastricht, Amsterdam ve Nice antlaşmalarının çeşitli hükümlerinden (ortak para birimi avroya geçmemek ve Schengen bölgesine üyeliği reddetmek ilk akla gelen örneklerdir) istisnalara sahip olmaya çalışmış ve bunu büyük ölçüde başarmıştır. 2009 Lizbon Antlaşması’ndan Brexit sürecine kadar uzanan üçüncü dönem ise, yazarlarca “sorumluluktan kaçma” (cop-out) olarak değerlendirilmiştir; zira Londra, bu süreçte AB’nin derinleşme sürecinden kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirmek konusunda isteksiz davranmıştır. Elbette Brexit referandumu ardından başlayan AB’den ayrılma sürecini, dördüncü ve yeni bir tarihsel dönem olarak değerlendirmek doğru olacaktır.

1975 AT referandumu sonuçları[48]

1973 yılında Fransa engelini aşarak AT’ye üye olan Birleşik Krallık, Haziran 1975’te İşçi Partili Başbakan ve AB yanlısı Harold Wilson döneminde AT üyeliğini referanduma götürmüş ve bu süreçte halkının onayını almak istemiştir. 5 Haziran 1975 tarihinde yapılan referandum sonucunda, yüzde 67,2’lik büyük çoğunlukla AT’ye üyeliğin devamı yönünde bir halk iradesi ortaya konmuştur.[49] Harold Wilson, referandumu, “14 yıllık tartışmaya son veren tarihi bir gün” olarak yorumlamıştır.[50] Referandum sürecinde Britanyalı sermaye grupları da tartışmasız bir şekilde AT üyeliğinin devamı yönünde pozisyon almışlardır.[51] Hatta referandum kampanyası döneminde, işadamı Stuart Rose, “Britain Stronger in Europe” (Britanya Avrupa İçinde Daha Güçlü) kampanyasına başkanlık etmiştir.[52] Ayaz’a göre, bu dönemde Birleşik Krallık’ın Avrupa bütünleşmesine yönelik olumlu bakışı ve katkıları daha çok ekonomik temellere dayanıyordu ve birlik kurumlarına siyasi yetki ve egemenlik devri konusunda endişeler vardı.[53] Nitekim Wilson, bu dönemde AT ile yeniden müzakereler yaptı ve 9 Nisan 1975 tarihinde onaylanan değişikliklerle Londra’nın AT üyeliğinde yeni düzenlemeler yapıldı.[54] Buna karşın, 1970’lerde bile İşçi Partisi içerisindeki AT yanlıları-AT karşıtları rekabeti devam etmiştir.[55] Birleşik Krallık’ın AT üyeliğinin etkileri ise gayet olumlu olmuştur. Örneğin, 1973’te AT’ye üye olunca, Birleşik Krallık’ın ekonomik büyüme oranı yüzde 7,4’lük rekor seviyeye ulaşmıştır.[56] Harold Wilson’ın AT ile üyelik koşullarını yeniden müzakere etmesi ve daha iyi koşullar elde etmesi, Birleşik Krallık siyasal kültüründe Avrupa’ya imtiyazlı bir şekilde üye olma düşüncesini pekiştirmiş ve yıllar sonra Muhafazakâr Partili Margaret Thatcher ve David Cameron hükümetlerinin de benzer tepkiler vermesine ilham kaynağı olmuştur.[57] Ancak Wilson’ı yıllar önce zafere ulaştıran strateji, David Cameron döneminde Birleşik Krallık’ın Avrupa’dan kopmasına neden olacaktır. Farklı parti ve geleneklerden olmalarına karşın, Wilson-Cameron benzerliğine Robert Saunders da dikkat çekmiş ve her iki ismi de “gönülsüz Avrupalı” (reluctant European) olarak nitelendirmiştir.[58]

Margaret Thatcher, 1975 referandumunda Muhafazakâr Parti lideri olarak AT’de kalınması yönünde propaganda yapmıştır[59]

1979 yılında Avrupa Topluluğu üyesi olarak Birleşik Krallık’ın yaşadığı en ciddi kriz vuku bulmuş ve Başbakan Margaret Thatcher’ın 30 Kasım 1979 tarihinde düzenlenen Dublin Zirvesi’nde Birleşik Krallık’ın Avrupa bütçesine olan katkısının ciddi oranda azaltılması için yaptığı taleple ortaya çıkan kriz[60], Londra’nın isteklerinin 26 Haziran 1984’te Fontainebleau’da kabul edilmesi ve Birleşik Krallık’ın bütçeye katkısının yüzde 66 oranında azaltılmasıyla çözülmüştür.[61] Ancak bu kriz, 2010’larda yaşanacak Brexit krizinin de öncü sinyali olarak görülebilir. Zira bu krizle birlikte hem Birleşik Krallık’ta Avrupa şüpheciliği (Euroscepticism) ve hatta AB (o dönemde AT) karşıtlığı derinleşmiş ve kitleselleşmiştir, hem de birlik içerisinde Birleşik Krallık’a yönelik olumsuz yaklaşımlar artmıştır. Zaten taraflar arasında yaşanan krizler de son bulmamıştır; örneğin Fransız siyasetçi Jacques Delors’un 1985 yılında Avrupa Komisyonu Başkanı seçilir seçilmez Ortak Avrupa Pazarı’nın 1992’de hayata geçirileceğini açıklaması, İngiltere’deki AB karşıtlarını rahatsız etmiştir.[62] 1986’da Avrupa Tek Senedi’nin imzalanması sonrasında, ekonomi politikalarında katıksız bir liberal olan Thatcher, bu gelişmeyi ülkesinde serbest piyasa ekonomisinin zaferi olarak lanse etse de, Avrupa Parlamentosu’nun artan yetkileri ve değişen oylama sistemi, Avrupa bütünleşmesinin İngiliz muhafazakârlarının öngördüğünden çok daha hızlı ve kapsamlı gerçekleşeceğini gösteriyordu. Nitekim 1988’de Komisyon Başkanı Jacques Delors, “On yıldan kısa bir süre içerisinde kurulacak bir Avrupa hükümeti”nden söz ederken, Falkland Savaşı’ndan başarıyla çıkan Thatcher da, -milliyetçi güdülerle- Britanya’yı piyasa reformları ve muhafazakâr politikalarla yeniden canlandırdığını iddia ediyordu. 20 Eylül 1988’de Bruges’de College of Europe’da yaptığı konuşmada ise[63], Thatcher, Delors’un giderek artan federalizm yaklaşımlarına karşıt olarak, Avrupa’nın geleceğiyle Avrupa Topluluğu’nun geleceğinin karıştırılmaması gerektiğini belirtiyor ve Britanyalıların da diğer Avrupalı milletler kadar Avrupa kültürünün mirasçısı olduklarını hatırlatıyordu.[64] Anlaşılıyordu ki, Thatcher ve diğer Muhafazakâr Parti liderleri için, AB, egemen ulus-devletlerin birlikte yer alabileceği gevşek bir birlik olmalıydı. Bu duruş, Fransa-Almanya ikilisinin giderek daha hararetle savunduğu federal birlik yaklaşımının tam zıttı durumdaydı. Thatcher döneminde Birleşik Krallık’ın Ronald Reagan Başkanlığındaki ABD ile yakın ilişkiler geliştirmesi ve “özel ilişkiler”in canlanması da Birleşik Krallık’ta Avrupa şüpheciliğinin artmasında etkili olmuştur. Bu döneme dair ilginç bir saptama ise, 1960’larda AB şüpheciliği daha çok İşçi Partisi’nde yaygınken, Thatcher döneminden itibaren Muhafazakâr Parti’nin bu konuda daha öne geçen bir parti haline gelmesidir.[65]

Dublin Zirvesi öncesinde Margaret Thatcher ve İrlanda Taoiseach’i (Başbakanı) Jack Lynch[66]

1990’larda da özellikle Muhafazakâr Parti içerisinde AB şüpheciliği sürmüştür. Buna karşın, daha nazik ve pragmatik bir siyasetçi olan yeni Muhafazakâr Başbakan John Major (1990-1997), Thatcher’a kıyasla Helmut Kohl ve François Mitterrand gibi Avrupalı liderlerle daha sıcak bir diyalog kurabilmiş ve Britanya’nın Avrupa’nın kalbinde yer alacağını söyleyerek, AB ile ilişkilerde daha olumlu bir duruş göstermiştir.[67] 17 Eylül 1992’de ise, “para fırtınası” nedeniyle Birleşik Krallık ve İtalya, Avrupa para sistemine üyeliklerini askıya almışlardır.[68] Major’ın AB yanlısı duruşuna karşın, 1990’larda AB şüpheciliği ve hatta AB karşıtlığı bilhassa sağ siyasette ve Muhafazakâr Parti içerisinde giderek artmıştır. Bu dönemde Maastricht Antlaşması ile Avrupa bütünleşmesinde tarihi bir ilerleme sağlanırken, Avrupa entegrasyonu konusundaki geleneksel İngiliz şüpheciliği yine depreşmiş ve İşçi Partisi’nin ağır toplarından Tony Benn, bu anlaşmaya şu sözlerle karşı çıkmıştır: “Gelecekte sizin seçmediğiniz ve görevden de alamayacağınız kişiler tarafından yönetileceksiniz… Bir Callaghan’ı, bir Wilson’ı iç süreçlerimizle görevden alabilirsiniz. Ama önerilen yapı geçerlik kazandığında, bu, olmayacaktır. Avrupa’dakilerin izlediği politikalardan hoşlanabiliriz ama onları görevden alamayız.[69] Bu dönemde milyarder işadamı James Goldsmith AB karşıtı Referandum Partisi’ni (Referendum Party) kurarken, tarihçi Alan Sked de Federalizm Karşıtı Lig’ini (Anti-Federalist League) oluşturmuş ve AB karşıtı duyguların kabarmasına neden olmuşlardır.[70] Sked’in partisi, ilerleyen yıllarda UKIP-Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin temelini oluşturacaktır. Bu olumsuz gelişmelere karşın, 1994’te Manş Denizi üzerine inşa edilen Manş Tüneli’nin açılması, İngiliz-Fransız dostluğu ve ada ile kıtanın bağlantısı açısından çok önemli ve tarihi bir gelişmedir.[71]

Manş Tüneli (Channel Tunnel), İngiltere ile Fransa’yı bağlı hale getirmiştir

1997’de Tony Blair’in Başbakan seçilmesiyle ise, Birleşik Krallık’ta yeni bir dönem başlamıştır. Blair, Birleşik Krallık’ın Avrupa’da yalnızlığa sürüklenme döneminin artık sona erdiğini ve onun Başbakanlığında AB’ye yönelik olarak “yapıcı angajman” (constructive engagement) politikasının başladığını resmen duyurmuştur.[72] John Major’a benzer şekilde, Britanya’nın Avrupa’nın merkezinde (kalbinde) olması gerektiğini söyleyen Blair, AB’nin her politikasına destek vermese de, AB’yi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan bir değerler birliği ve dayanışma ağı olarak görmüş ve bu nedenle de Birliğe sadece ekonomik perspektiften yaklaşmamıştır. Buna karşın, parasal birliğe dahil olmayan bir ülkenin Avrupa Birliği’nin reforme edilmesi veya Avrupa savunma politikasında nasıl liderlik üstlenebileceği de o dönemde bazı tartışmalara neden olmuştur.[73] Yine de, Blair, St. Malo Zirvesi’nde Fransa ile uzlaşarak, Avrupa Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası konusunda olumlu bir gelişme sağlamayı başarmıştır. Blair, aslında ilk yıllarında parasal birliğe de (avro alanı) üye olabileceklerini söylüyordu; hatta 1999 yılında bu konuda bir referandum önermişti, ancak daha sonra bu fikrinden vazgeçti.[74] Ayrıca bu dönemde beklenmedik bir olay yaşanmış; 2001 yılındaki 11 Eylül (9/11) terör saldırıları ardından, Blair ve Birleşik Krallık, giderek Avrupa’dan uzaklaşarak, ABD çizgisine yakınlaşmaya başlamıştır.

Tony Blair, bazı çekincelerine karşın AB projesine inanıyor ve destek veriyordu

Blair’in ardından Başbakan olan Gordon Brown döneminde ise, Birleşik Krallık, AB ile ilişkilerde daha çok ekonomik meselelere odaklanmıştır. Irak Savaşı nedeniyle ülkesinin Avrupa ve dünyada bozulan imajını düzeltmeye gayret eden Brown, Dış İşleri Bakanı David Miliband’ın da etkisiyle, giderek daha çok taraflı ve AB’ye daha yakın bir dış politika anlayışı benimsemiştir.[75] Miliband, Blair’in sıklıkla vurguladığı ABD ile AB arasında “köprü” (bridge) görevi ifa eden bir Birleşik Krallık yerine, ABD, Çin ve Hindistan gibi küresel güçlerle birlikte AB içerisinde dünya sorunlarına çözüm getirmeye çalışan bir “küresel merkez” (global hub) ülkesi olmayı amaçlamıştır.[76]

Gordon Brown ve David Miliband

Yıllar süren İşçi Partisi hükümetlerine son veren David Cameron döneminde ise, iç politika kaygılarının da etkisiyle (sağ popülizmin artan etkisi ve 2008 ekonomik krizinden AB politikalarının sorumlu tutulması) AB şüpheciliği yeniden canlanmıştır. Cameron, kendisi destek vermese de, sonunda halka verdiği sözü tutmak zorunda kalmış ve Brexit referandumuna izin vererek, Brexit’in gerçekleşmesine önayak olmuştur. Cameron, aslında AB’den ayrılmayı değil, AB ile ilişkileri reforme etmeyi öneren bir siyasetçiydi. Bu anlamda, Cameron’ın Brüksel’den 5 temel talebi şöyleydi: (1) AB’nin rekabet gücünün arttırılması, (2) Birliğin daha esnek bir yapıya kavuşturulması, (3) yerinden yönetimlere daha fazla ağırlık verilmesi, (4) daha adil bir AB ve (5) daha hesap verebilir bir AB.[77] Bu taleplerin yanı sıra, Nigel Farage ve UKIP-Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin sağ siyasette hızlı bir şekilde yükselişe geçmesi de Cameron’ın Brexit konusunda daha katı bir pozisyon almasına neden olmuş ve neticede Brexit referandumu popülist bir vaat olmaktan çıkıp, siyasal gerçekliğe dönüşmüştür.

David Cameron Brexit sürecine engel olamadı

Brexit Süreci
23 Ocak 2013 tarihinde Muhafazakâr Partili Başbakan David Cameron’ın seçmenlerine popülist bir vaat olarak sözünü verdiği Birleşik Krallık’ın AB üyeliğinin referanduma götürülmesi konusu[78], zamanla bu ülkedeki en önemli siyasi gündem maddesi haline gelmiştir. Bu konuyu anlatmak için yaratılan “Brexit” terimi (Britain-Britanya ve Exit-Çıkış sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuş bir sözcüktür) Britanya halkları ve uluslararası medya kuruluşları ve kamuoyu tarafından çok sevilmiş ve ünlü Cambridge ve Oxford sözlüklerine bile girmiştir.[79] Birçokları, demokratik bir ülke olan Birleşik Krallık’ın köklü demokratik kurumları sayesinde bu süreçten başarıyla çıkacağını düşünmüş ve Başbakan Cameron da kendisi Brexit’e karşı olmasına rağmen sözünü tutarak referandum kararı almıştır. Her ne kadar ünlü Marksist İngiliz tarihçi Eric Hobsbawn 2007 yılında Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılmasının artık imkânsız olduğunu iddia etse de[80], 23 Haziran 2016 tarihinde yapılan referandumdan bunun aksi bir sonuç çıkmış ve Birleşik Krallık halkları az farkla da olsa (yüzde 51,9’a karşı yüzde 48,1) Avrupa Birliği’nden ayrılmayı yani Brexit’i tercih etmişlerdir. Bu karar üzerine, Başbakan Cameron görevinden istifa etmiştir.

Referandumda halka sunulan pusula[81]

Brexit kararında, AB’nin bazı politikalarının Birleşik Krallık’ta yarattığı tepkiler kadar, Nigel Farage ve Boris Johnson gibi AB karşıtı popülist politikacıların başarılı kampanya süreçleri de etkili olmuştur.[82] Bu bağlamda, özellikle bu iki siyasetçinin abarttığı göç-mülteciler ve AB bütçesine verilen destek konuları, Britanya halklarının AB’den ayrılmak istemesinde temel etken olmuştur. Şu da belirtilmelidir ki, Nigel Farage ve UKIP’in etkisiyle, zamanla İşçi Partisi’nden Muhafazakâr Parti’ye ve sol siyasetten sağ siyasete geçen AB şüpheciliği, bu dönemde artık yoğun bir AB karşıtlığına (Eurorejects) dönüşmüştür.[83] AB’de kalınmasını savunan İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’in yakın geçmişte AB’ye bazı konularda (örneğin serbest dolaşımın İngiliz işçi sınıfına etkileri konusunda)[84] muhalefet etmesi de AB yanlılarının kampanya sürecindeki inandırıcılığı ve etkisini azaltmıştır. Ayrıca referandumda yalnızca İngiltere (yüzde 53,4 Brexit yanlıları) ve Galler’de (yüzde 52,5 Brexit yanlıları) Brexit yanlıları çoğunlukta çıkarken, İskoçya (yüzde 62 AB yanlıları) ve Kuzey İrlanda’da (yüzde 55,8 AB yanlıları) Brexit karşıtları önde olmuştur.[85] Ek olarak, referandumda Birleşik Krallık’ta yaşayan göçmenlerden İngiliz Milletler Topluluğu üyesi ülkelerden gelen 894.000 ila 960.000 arasında kişinin de oy hakkı vardı; bu kişilerden özellikle Malta, Kıbrıs Cumhuriyeti (Güney Kıbrıs Rum Kesimi) ve İrlanda gibi ülkelerden gelenlerin Brexit karşıtı oy kullandıkları düşünülmektedir.[86] ABD Kongresi’ne bu konuda bir rapor hazırlayan Derek Mix, Britanya halklarının Brexit kararını vermesinde etkili olan unsurları ekonomik sorunlar, küreselleşme ve göç fenomenlerine yönelik tepkiler ve elit bir birlik olarak algılanan AB ve genel olarak düzen karşıtı duyguların kabarması olarak değerlendirmiştir.[87] Ayrıca referandum sürecinde çok kötü bir olay yaşanmış ve İşçi Partili milletvekili Jo Cox, uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür. Cinayet bir akıl hastası (Thomas Mair) tarafından işlenmiş olsa da, saldırganın “Önce Britanya” diye bağırması, referandum öncesinde Brexit yanlılarına yönelik tepkileri arttırmış[88] ve popülizmin tehlikeli boyutunu gözler önüne sermiştir.[89]

Nigel Farage ve Boris Johnson Brexit kararının çıkmasında çok etkili oldular

Brexit referandumundan AB’den ayrılma kararının çıkmasının ardından, birçok akademisyen, siyasi uzman ve gazeteci Birleşik Krallık’ın yeni dönemde AB ile ilişkilerini nasıl kurgulayabileceğini araştırmaya ve analiz etmeye başlamışlardır. Bu araştırmalar sonucunda, “yumuşak Brexit” (soft Brexit) ve “sert Brexit” (hard Brexit) gibi iki ana başlık altında birçok model ortaya konmuştur. İngiliz basın-yayın kuruluşu BBC’nin özetlediği bu 5 model şöyle özetlenebilir:[90]

Referandum sürecinde partilerin pozisyonları[91]
  • Norveç modeli: Norveç, AB üyesi olmayan, fakat Avrupa Ekonomik Bölgesi’nde yer alan ve bunun sorumluluklarını yerine getiren (AB bütçesine katkı yapmak) bir ülkedir. Norveç, ayrıca AB vatandaşlarının da serbestçe yaşayabildikleri ve çalışabildikleri bir ülkedir. Norveç hukuk sistemi de büyük ölçüde AB hukukundan beslenmektedir; ancak bazı konularda (tarım, balıkçılık, adalet ve iç işleri) bu ülkenin kendisine özgü yasaları vardır. Norveç modeli, Birleşik Krallık açısından muhtemelen geçilmesi en kolay sistem olsa da, Brexit kampanyası döneminde AB ülkelerindeki serbest dolaşım hakkı, AB bütçesine yapılan katkı ve göç karşıtlığı yönünde verilen güçlü mesajlar nedeniyle, bu model Muhafazakâr hükümet tarafından tercih edilmeyebilir.
  • İsviçre Modeli: İsviçre, Norveç gibi Avrupa Ekonomik Bölgesi’nde yer almayan, fakat ticari anlaşmalar sayesinde neredeyse tüm sektörlerde AB’nin Ortak Pazar uygulamalarına dâhil edilmiş bir ülkedir. AB bütçesine düşük bir katkı da yapan İsviçre, AB’nin serbest dolaşım (Schengen) bölgesine de dâhil olmuştur ve AB yasalarının büyük çoğunluğunu -böyle bir zorunluluğu olmamasına karşın- sınırları içerisinde uygulamaktadır. İsviçre modeli de Birleşik Krallık’ın kolaylıkla geçebileceği bir modeldir ve zaman içerisinde öncelikli tercihlerden biri haline gelebilir. Zira İsviçre’nin AB’nin dışında kalmasına rağmen demokratik, zengin ve tarafsız bir ülke olarak başarılı bir görüntü çizmesi, bu noktada bu modeli dünya genelinde küresel bir güç olarak uygulaması yönünde Birleşik Krallık’a ilham verebilir.
  • Türkiye Modeli: Türkiye, AB üyesi olmadan Gümrük Birliği’ne girmiş istisnai bir ülkedir. Türkiye modeli, kanımca Birleşik Krallık için asla tercih edilmeyecek bir modeldir; zira bu ülke, karar alma mekanizmasına dâhil olmadan, AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı ticari anlaşmaların hükümlerini uygulamak zorunda kalmaktadır. Bu durum, AB’ye egemenlik meselesi üzerinden karşı çıkan İngiliz muhafazakârları ve milliyetçilerinin kabul edebilecekleri bir konu değildir.
  • Kanada Modeli: Kanada, CETA anlaşması ile AB ile neredeyse tüm sektörlerde gümrüksüz serbest ticaret modelini hayata geçirmiş bir ülkedir. Bu modelin en büyük dezavantajı ise, bunun tercih edilmesi durumunda, İngiliz finansal sektörünün AB pazarına serbest giriş hakkının ortadan kalkacak olmasıdır.
  • Singapur ve Hong Kong Modeli: Singapur ve Hong Kong gibi bazı ülkeler, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kuralları çerçevesinde tüm ülkelere serbest ticaret hakkı tanımakta ve tam anlamıyla katıksız liberal bir model uygulamaktadırlar. Ancak bu durum, hem AB karşıtı sol çevrelerin tepkisini çekebilir, hem de bazı sektörlerde Birleşik Krallık üreticilerinin işine gelmeyebilir.
Dhingra ve Sampson’a göre, bu modeller arasında en uygun olan Norveç modelidir. Bunun nedeni ise ekonomiktir. Zira Brexit süreci kaçınılmaz olarak Birleşik Krallık ekonomisini olumsuz şekilde etkileyecektir; ancak Norveç modeli vasıtasıyla Avrupa Ekonomik Bölgesi’nin veya Avrupa Ortak Pazarı’nda yer alınması sayesinde ekonomik kayıplar asgari düzeyde olacaktır.[92] Zaten daha Brexit gerçekleşmeden bile, bu sürecin Birleşik Krallık ekonomisi üzerindeki etkileri olumsuz olmuştur. Dünyanın en büyük beşinci, Avrupa’nın en büyük ikinci (Almanya’dan sonra) ekonomisine sahip olan Birleşik Krallık, bu süreçte sterlinin dolar ve avro (euro) karşısında değer kaybı nedeniyle ekonomide daha zorlu bir döneme girmiştir.[93]

David Cameron’ın yerine 2016 yılı Temmuz ayında Başbakan olan Theresa May, 17 Ocak 2017 tarihinde Brexit stratejisini açıklayan 12 maddelik bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamada şu unsurlar üzerinde durulmuştur:[94]
  1. Açıklık,
  2. İngiltere yasaları üzerinde kontrol,
  3. Birleşik Krallık’ın birliğini güçlendirmek,
  4. İrlanda ile ortak seyahat alanını korumak,
  5. Göçü kontrol altına almak,
  6. İngiltere’deki AB vatandaşları ve AB’deki İngiltere vatandaşlarının haklarını korumak,
  7. Çalışanların haklarını korumak,
  8. Avrupa piyasalarıyla ortak ticaret,
  9. Diğer ülkelerle yeni ticaret anlaşmaları,
  10. Bilim ve icat için en iyi yer olma hedefi,
  11. Suça ve terörizme karşı ortak mücadele,
  12. Yumuşak ve düzenli bir Brexit.
Haziran 2018 tarihli Lordlar Kamarası Avrupa Birliği Komitesi Brexit raporunda, öncelikle Brexit müzakereleri sürecinin iki farklı boyutu (50. madde doğrultusunda AB’den ayrılmak ve bağımsız bir devlet olarak AB ile yeni bir ticaret anlaşması imzalamak) olduğu açıklanmış[95], daha sonra da konuya ilişkin ayrıntılı değerlendirmelere ve uyarılara yer verilmiştir. Temmuz 2018 tarihli Theresa May hükümeti resmi raporunda (white paper) ise, detaylı bir şekilde sürecin nasıl işleyeceği açıklanmış ve 29 Mart 2019 tarihinde Brexit’in gerçekleşmesi öngörülmüştür.[96] May’in stratejisi, birçoklarında sert Brexit yanlısı bir yaklaşım olarak değerlendirilmiştir. Bunun sebebi, bu stratejide Avrupa Ortak Pazarı ve Gümrük Birliği’nden ayrılmanın öngörülmesi ve yasa yapımı konusunda Britanya egemenliğinin tamamen restore edilmesidir.[97] Ancak Brexit sonrasında, AB ile bir serbest ticaret anlaşmasının imzalanması da planlanmış[98] ve bu şekilde Gümrük Birliği ve Ortak Pazar üyesi olunmadan ilişkilerin olumlu düzeyde devamı arzulanmıştır. Bu bağlamda, May hükümetinin tercih ettiği model, Kanada-AB ilişkilerine uygun bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. May, tercih ettiği sert Brexit’e daha yakın olarak değerlendirilen yaklaşımını “Brexit Brexit demektir” (Brexit means Brexit) sloganıyla halka duyurmuştur.[99]

May, bu strateji doğrultusunda Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası’ndan aldığı yetkilendirme neticesinde 28 Mart 2017’de Lizbon Antlaşması’nın 50. maddesinin işletilmesi ve üyelikten ayrılma işleminin başlatılması için AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’a mektubunu iletmiş; bu mektup sonucunda 19 Haziran 2017’de AB ile Birleşik Krallık arasında Brexit müzakereleri başlamıştır.[100] May, bu süreçte 8 Haziran 2017’de yapılan genel seçimden de -sandalye sayısı azalmasına karşın- iktidar olarak çıkmış (Kuzey İrlanda merkezli muhafazakâr ve Brexit yanlısı DUP-Demokratik Birlik Partisi desteğiyle bir azınlık hükümeti kurmuştur[101]) ve 15 Kasım 2018’de AB ile Brexit konusunda bir anlaşmaya varmayı başarmıştır. Anlaşma, Muhafazakâr Parti ve hükümet içerisinde de tepkilere neden olmuş ve hükümetten bazı Bakanlar kabineden istifa ederken, İşçi Partisi de anlaşmayı desteklememiştir.[102] Theresa May, bu anlaşmayı Avam Kamarası’ndan geçirmek için büyük çaba göstermiş; ancak 15 Ocak 2019’da yapılan ilk oylamada, anlaşma, 202’ye karşı 432 oyla reddedilmiştir. 12 Mart 2019 tarihli ikinci oylamada, May, 242’ye karşı 391 oyla yine parlamentodan istediğini alamamıştır. 29 Mart 2019 tarihli üçüncü oylamada da 286’ya karşı 344 oyla anlaşmayı onaylatamayan Başbakan May[103], daha sonra 24 Mayıs 2019 tarihinde istifa etmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle, normal takvimde 2019 Mart ayında tamamlanması planlanan Brexit süreci de gecikmiştir.
May ve Johnson Brexit sürecinde zorlanıyorlar

Theresa May sonrasında Muhafazakâr Parti içerisindeki oylama sonucunda, Brexit referandumu sürecinde “sert Brexit” yanlısı tutumuyla dikkat çeken eski Londra Belediye Başkanı ve popülist siyasetçi Başbakan Boris Johnson 23 Temmuz 2019’da Başbakan olmuştur. AB ise, Brexit sürecinin tamamlanması için daha önce 29 Mart 2019 olarak ilan edilen tarihi 31 Ekim 2019 olarak revize etmiştir.[104] Ancak yeni Başbakan Boris Johnson, “anlaşmasız Brexit” (no-deal Brexit) formülünü savunmakta ve ülkesinin Brexit anlaşması Avam Kamarası’nda onaylanmadan da AB’den ayrılabileceğini ve bunun ülke ekonomisi ve siyasetine ciddi zararları olmayacağını iddia etmektedir. Johnson, 31 Ekim’de bu sürecin tamamlanması gerektiğini ve daha fazla gecikme istemediklerini de belirtmektedir. Ancak Rand Corporation tarafından hazırlanan bir raporda, Johnson’ın savunduğu sert Brexit ve anlaşmasız Brexit formüllerinin Birleşik Krallık ekonomisine etkilerinin çok olumsuz olacağı iddia edilmektedir.[105]

Sonuç
Sonuç olarak, Birleşik Krallık-Avrupa ilişkilerini incelerken, tarihsel miras ve toplumsal stereotipilere dayalı yaklaşımların da etkili olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bunun sebebi, en iyi eğitimli toplumlarda bile halkların reelpolitik gelişmeleri bilmemeleri ve popülist siyasetin bunu başarıyla kullanması durumunda da kolaylıkla milliyetçi hezeyanlara kapılabilmeleridir. Ayrıca Birleşik Krallık’ın coğrafi konumu, Avrupa entegrasyonu konusundaki her daim özgün ve farklı pozisyonu, ABD ile özel ilişkileri ve Britanya halklarının ada devletinde yaşamalarının da etkisiyle içe dönük olmaları gibi faktörler de Brexit sürecinde etkili olmuş olabilir. Ancak şurası bir gerçektir ki, Birleşik Krallık’ın bu süreçte ekonomik kayıpları olacaktır.


Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


KAYNAKÇA
  • Alakbarov, Naib (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul.
  • Aqui, Lindsay (2016), “A majority attained by fraud? The government information unit and the 1975 referendum”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, ss. 18-19.
  • Aras, İlhan & Günar, Altuğ (2018), “Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılma Referandumu: Brexit Süreci ve Sonuçları”, Marmara Üniversitesi Siyasi Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 2, Eylül 2018, ss. 90-110.
  • Ayaz, Erhan (2017), “BREXIT Avrupa Birliği’nin Sonu mu? BREXIT’in Birleşik Krallık ile Avrupa Siyaseti Açısından Sonuçları”, Yakın Doğu Enstitüsü Raporları No: 05.
  • Aykın, Sibel Mehter (2017), “Brexit’te Kırılma Noktası: AB Bütçesi”, içinde Brexit – Elveda Avrupa: İngiltere’nin AB’den Ayrılmasından Sonra Avrupa Bütünleşmesi ve Türkiye-AB İlişkilerinde Fırsatlar ve Tehditler (editörler: Erol Esen & Duygu Şekeroğlu), Ankara: Siyasal Kitabevi, ss. 215-246.
  • BBC (2016), “Five models for post-Brexit UK trade”, 27 Haziran 2016, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/uk-politics-eu-referendum-36639261.
  • BBC Türkçe (2017), “İngiltere Başbakanı May, Brexit stratejisini açıkladı”, 17 Ocak 2017, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-38648985.
  • BBC Türkçe (2018), “İngiltere Başbakanı May: Brexit anlaşması doğru yol, buna tüm hücrelerimle inanıyorum”, 15 Kasım 2018, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46219028.
  • Blitz, James & Dombey, Daniel & Stephens, Philip (2007), “Miliband sees nation as ‘global hub’”, Financial Times, 9 Temmuz 2007, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.ft.com/content/f49555aa-2d88-11dc-939b-0000779fd2ac.
  • “Boris Johnson: We are leaving the European Union, not Europe”, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=1u_mhqXsndw.
  • Bratberg, Øivind (2005), Grand nations, grand ideas? Guiding principles in the foreign policy of Britain and France, 3 Mayıs 2005, Oslo Üniversitesi.
  • “Churchill - United States of Europe”, Erişim Tarihi: 09.10.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=Ln4SRnt4VE0.
  • Connelly, Tony (2017), “Tony Connelly: Britain's tortured relations with Europe, from Thatcher to Brexit”, RTE, 15 Mart 2017, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.rte.ie/news/2017/0311/858907-connelly-europe/.
  • Dhingra, Swati & Sampson, Thomas (2016), “UK-EU relations after Brexit: What is best for the UK economy?”, içinde Brexit Beckons: Thinking ahead by leading economists (editör: Richard Baldwin), 1 Ağustos 2016, ss. 59-63.
  • Ellison, James (2016), “Introduction”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 3.
  • Ellison, James (2016), “Why has Europe been such a difficult subject for Britain?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, ss. 4-6.
  • European Parliament, “Turnout by year”, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://election-results.eu/turnout/.
  • Fullfact.org, “Brits abroad: how many people from the UK live in other EU countries?”, 1 Şubat 2018, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://fullfact.org/europe/how-many-uk-citizens-live-other-eu-countries/.
  • Haeussler, Mathias (2016), “What are the lessons of the 1974-5 renegotiations?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, ss. 12-14.
  • Heath, Edward (1969), “Realism in British Foreign Policy”, Foreign Affairs, Cilt 48, No: 1, Ekim 1969, ss. 39-50.
  • HM Government (2018), “The Future Relationship between the United Kingdom and the European Union”, Temmuz 2018.
  • Hobsbawn, Eric (2007), Yeni Yüzyılın Eşiğinde, (ikinci baskı), Söyleşi: Antonio Polito, Çeviren: İ. Yıldız, İstanbul: Yordam Kitap.
  • House of Lords European Union Committee (2018), “UK-EU relations after Brexit”, 17th Report of Session 2017-19.
  • Hürriyet (2005), “AB'nin yaşadığı krizler”, 30.05.2005, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/abnin-yasadigi-krizler-323390.
  • Johnson, Ben, “Historic Allies and Enemies of Great Britain”, Historic UK, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://www.historic-uk.com/HistoryUK/HistoryofBritain/Friend-or-Foe-Allies-Enemies-of-Britain/.
  • Kalav, Ayşe (2017), “Demokrasi ve Popülizm Bağlamında Brexit Tartışmaları”, içinde Brexit – Elveda Avrupa: İngiltere’nin AB’den Ayrılmasından Sonra Avrupa Bütünleşmesi ve Türkiye-AB İlişkilerinde Fırsatlar ve Tehditler (editörler: Erol Esen & Duygu Şekeroğlu), Ankara: Siyasal Kitabevi, ss. 65-82.
  • Ludlow, Piers (2016), “Revisiting the first UK application to the EEC: Does Harold Macmillan’s predicament have any relevance to today’s debate?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, ss. 7-8.
  • “Margaret Thatcher - Speech to the College of Europe ("The Bruges Speech")”, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=D_XsSnivgNg.
  • Martin, Natalie (2017), “Türkiye, Avrupa Birliği ve Brexit”, içinde Brexit – Elveda Avrupa: İngiltere’nin AB’den Ayrılmasından Sonra Avrupa Bütünleşmesi ve Türkiye-AB İlişkilerinde Fırsatlar ve Tehditler (editörler: Erol Esen & Duygu Şekeroğlu), Ankara: Siyasal Kitabevi, ss. 39-64.
  • Mix, Derek E. (2018), “The United Kingdom: Background, Brexit, and Relations with the United States”, Congressional Research Service, 12 Mart 2018.
  • Nelsson, Richard (2015), “Archive: how the Guardian reported the 1975 EEC referendum”, The Guardian, 5 Haziran 2015, Erişim Tarihi: 09.10.2019, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/politics/from-the-archive-blog/2015/jun/05/referendum-eec-europe-1975.
  • “Nigel Farage - "Mr Samaras, you're not in charge of Greece" (15th Jan 2014)”, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=pVx7SeWSWss.
  • O’Hara, Glen (2016), “What is the role of business in Britain’s relations with the EU?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, ss. 20-21.
  • Perisic, Bojana (2010), “Britain and Europe: a History of Difficult Relations”, Institute for Cultural Diplomacy, Mart 2010, Berlin.
  • Rand Corporation (2017), After Brexit: Alternate forms of Brexit and their implications for the United Kingdom, the European Union, and the United States.
  • Reynolds, P. A. (1960), “Recent Trends in British Foreign Policy”, International Journal, Cilt 15, No: 3, Yaz 1960, ss. 200-209.
  • Robb, Thomas (2014), A strained partnership? US–UK relations in the era of détente, 1969–77, Manchester: Manchester University Press.
  • Roberts, J.M. (2015), Avrupa Tarihi, Çev: Fethi Aytuna, İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
  • Rollings, Neil (2016), “Lessons from the 1975 business campaign”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, ss. 22-23.
  • Saunders, Robert (2016), “What can we learn from the 1975 campaign?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, ss. 15-17.
  • Sefer, Özlem (2014), “Birleşik Krallık-Avrupa Birliği İlişkileri Üzerine Bir İnceleme”, Marmara Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 6, Aralık 2014, ss. 47-61.
  • Shakhnazarova, Nina (2019), “BREXTRA TIME When is Brexit? Key dates in 2019 as UK prepares exit from the EU”, The Sun, 18 Eylül 2019, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.thesun.co.uk/news/7684780/brexit-key-dates-2019-timeline/.
  • Shrapnel, Norman (2016), “Britain will ask to join EEC – archive”, The Guardian, 01.08.2016, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/world/2016/aug/01/eec-britain-membership-european-economic-community-1961-archive.
  • Sked, Alan (2016), “Why did Britain Join the EEC? A revisionist view”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, ss. 9-11.
  • The Guardian (2016), “A timeline of Britain's EU membership in Guardian reporting”, 25.06.2016, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/politics/2016/jun/25/a-timeline-of-britains-eu-membership-in-guardian-reporting.
  • The History Guy, “Anglo-French Wars”, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://www.historyguy.com/anglo_french.html#.XaQWxUYzbIU.
  • The Migration Observatory (2019), “EU Migration to and from the UK”, 30 Eylül 2019, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://migrationobservatory.ox.ac.uk/resources/briefings/eu-migration-to-and-from-the-uk/.
  • “Theresa May launches leadership bid: 'Brexit means Brexit'”, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=sUxjSTFYoZM.
  • Webster, Charles (1948), “Fundamentals of British Foreign Policy”, International Journal, Cilt 3, No: 4, Sonbahar 1948, ss. 320-326.
  • Wikipedia, “History of European Union–United Kingdom relations”, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/History_of_European_Union%E2%80%93United_Kingdom_relations.
  • Wikipedia, “Parliamentary votes on Brexit”, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/Parliamentary_votes_on_Brexit.
  • Younger, Kenneth (1964), “Public Opinion and British Foreign Policy”, International Affairs (Royal Institute of International Affairs 1944-), Cilt 40, No: 1, Ocak 1964, ss. 22-33.
[1] Kenneth Younger (1964), “Public Opinion and British Foreign Policy”, International Affairs (Royal Institute of International Affairs 1944-), Cilt 40, No: 1, Ocak 1964, s. 22.
[2] Kenneth Younger (1964), “Public Opinion and British Foreign Policy”, International Affairs (Royal Institute of International Affairs 1944-), Cilt 40, No: 1, Ocak 1964, s. 23.
[3] Kenneth Younger (1964), “Public Opinion and British Foreign Policy”, International Affairs (Royal Institute of International Affairs 1944-), Cilt 40, No: 1, Ocak 1964, s. 24.
[4] Erhan Ayaz (2017), “BREXIT Avrupa Birliği’nin Sonu mu? BREXIT’in Birleşik Krallık ile Avrupa Siyaseti Açısından Sonuçları”, Yakın Doğu Enstitüsü Raporları No: 05, s. 3.
[5] Øivind Bratberg (2005), Grand nations, grand ideas? Guiding principles in the foreign policy of Britain and France, 3 Mayıs 2005, Oslo Üniversitesi, s. 21.
[6] Øivind Bratberg (2005), Grand nations, grand ideas? Guiding principles in the foreign policy of Britain and France, 3 Mayıs 2005, Oslo Üniversitesi, ss. 21-22.
[7] European Parliament, “Turnout by year”, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://election-results.eu/turnout/.
[8] European Parliament, “Turnout by year”, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://election-results.eu/turnout/.
[9] Charles Webster (1948), “Fundamentals of British Foreign Policy”, International Journal, Cilt 3, No: 4, Sonbahar 1948, s. 320.
[10] “Nigel Farage - "Mr Samaras, you're not in charge of Greece" (15th Jan 2014)”, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=pVx7SeWSWss.
[11] Øivind Bratberg (2005), Grand nations, grand ideas? Guiding principles in the foreign policy of Britain and France, 3 Mayıs 2005, Oslo Üniversitesi, s. 21.
[12] Øivind Bratberg (2005), Grand nations, grand ideas? Guiding principles in the foreign policy of Britain and France, 3 Mayıs 2005, Oslo Üniversitesi, s. 22.
[13] Fullfact.org, “Brits abroad: how many people from the UK live in other EU countries?”, 1 Şubat 2018, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://fullfact.org/europe/how-many-uk-citizens-live-other-eu-countries/.
[14] Fullfact.org, “Brits abroad: how many people from the UK live in other EU countries?”, 1 Şubat 2018, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://fullfact.org/europe/how-many-uk-citizens-live-other-eu-countries/.
[15] The Migration Observatory (2019), “EU Migration to and from the UK”, 30 Eylül 2019, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://migrationobservatory.ox.ac.uk/resources/briefings/eu-migration-to-and-from-the-uk/.
[16] “Boris Johnson: We are leaving the European Union, not Europe”, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=1u_mhqXsndw.
[17] Tarihteki İngiliz-Fransız savaşlarının bir listesi için bakınız; The History Guy, “Anglo-French Wars”, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://www.historyguy.com/anglo_french.html#.XaQWxUYzbIU.
[18] Ben Johnson, “Historic Allies and Enemies of Great Britain”, Historic UK, Erişim Tarihi: 14.10.2019, Erişim Adresi: https://www.historic-uk.com/HistoryUK/HistoryofBritain/Friend-or-Foe-Allies-Enemies-of-Britain/.
[19] “Churchill - United States of Europe”, Erişim Tarihi: 09.10.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=Ln4SRnt4VE0. Konuşmanın dökümü için; https://winstonchurchill.org/resources/speeches/1946-1963-elder-statesman/united-states-of-europe/.
[20] İlhan Aras & Altuğ Günar (2018), “Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılma Referandumu: Brexit Süreci ve Sonuçları”, Marmara Üniversitesi Siyasi Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 2, Eylül 2018, s. 93.
[21] Øivind Bratberg (2005), Grand nations, grand ideas? Guiding principles in the foreign policy of Britain and France, 3 Mayıs 2005, Oslo Üniversitesi, s. 20.
[22] James Ellison (2016), “Why has Europe been such a difficult subject for Britain?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 4.
[23] Kalan kısımda da, Batı Avrupa’nın payı yüzde 27,2, Kuzey Amerika’nın payı da yüzde 24,6’dır.  Bakınız; James Ellison (2016), “Why has Europe been such a difficult subject for Britain?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 5.
[24] James Ellison (2016), “Why has Europe been such a difficult subject for Britain?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 6.
[25] Glen O’Hara (2016), “What is the role of business in Britain’s relations with the EU?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 20.
[26] Özlem Sefer (2014), “Birleşik Krallık-Avrupa Birliği İlişkileri Üzerine Bir İnceleme”, Marmara Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 6, Aralık 2014, s. 54. EFTA, günümüzde, Norveç, İsviçre, İzlanda ve Liechtenstein’ın üye oldukları küçük bir birlik olarak varlığını sürdürmektedir.
[27] P. A. Reynolds (1960), “Recent Trends in British Foreign Policy”, International Journal, Cilt 15, No: 3, Yaz 1960, s. 205.
[28] The Guardian (2016), “A timeline of Britain's EU membership in Guardian reporting”, 25.06.2016, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/politics/2016/jun/25/a-timeline-of-britains-eu-membership-in-guardian-reporting.
[29] Piers Ludlow (2016), “Revisiting the first UK application to the EEC: Does Harold Macmillan’s predicament have any relevance to today’s debate?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 7.
[30] Özlem Sefer (2014), “Birleşik Krallık-Avrupa Birliği İlişkileri Üzerine Bir İnceleme”, Marmara Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 6, Aralık 2014, s. 54.
[31] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 11.
[32] Edward Heath (1969), “Realism in British Foreign Policy”, Foreign Affairs, Cilt 48, No: 1, Ekim 1969, s. 41.
[33] Hürriyet (2005), “AB'nin yaşadığı krizler”, 30.05.2005, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/abnin-yasadigi-krizler-323390.
[34] Erhan Ayaz (2017), “BREXIT Avrupa Birliği’nin Sonu mu? BREXIT’in Birleşik Krallık ile Avrupa Siyaseti Açısından Sonuçları”, Yakın Doğu Enstitüsü Raporları No: 05, s. 2. İkinci başvuruyu İşçi Partili Harold Wilson hükümeti yapmıştır.
[35] Alan Sked (2016), “Why did Britain Join the EEC? A revisionist view”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 10.
[36] İlhan Aras & Altuğ Günar (2018), “Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılma Referandumu: Brexit Süreci ve Sonuçları”, Marmara Üniversitesi Siyasi Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 2, Eylül 2018, s. 93.
[37] Alan Sked (2016), “Why did Britain Join the EEC? A revisionist view”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 11.
[38] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 4.
[39] Norman Shrapnel (2016), “Britain will ask to join EEC – archive”, The Guardian, 01.08.2016, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/world/2016/aug/01/eec-britain-membership-european-economic-community-1961-archive.
[40] Edward Heath (1969), “Realism in British Foreign Policy”, Foreign Affairs, Cilt 48, No: 1, Ekim 1969, ss. 40-41.
[41] Thomas Robb (2014), A strained partnership? US–UK relations in the era of détente, 1969–77, s. 34.
[42] Thomas Robb (2014), A strained partnership? US–UK relations in the era of détente, 1969–77, ss. 34-35.
[43] Bojana Perisic (2010), “Britain and Europe: a History of Difficult Relations”, Institute for Cultural Diplomacy, Mart 2010, Berlin, s. 5.
[44] J.M. Roberts (2015), Avrupa Tarihi, Çev: Fethi Aytuna, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, ss. 733-734.
[45] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 11.
[46] Norman Shrapnel (2016), “Britain will ask to join EEC – archive”, The Guardian, 01.08.2016, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/world/2016/aug/01/eec-britain-membership-european-economic-community-1961-archive.
[47] İlhan Aras & Altuğ Günar (2018), “Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılma Referandumu: Brexit Süreci ve Sonuçları”, Marmara Üniversitesi Siyasi Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 2, Eylül 2018, s. 93.
[48] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 13.
[49] Richard Nelsson (2015), “Archive: how the Guardian reported the 1975 EEC referendum”, The Guardian, 5 Haziran 2015, Erişim Tarihi: 09.10.2019, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/politics/from-the-archive-blog/2015/jun/05/referendum-eec-europe-1975.
[50] Lindsay Aqui (2016), “A majority attained by fraud? The government information unit and the 1975 referendum”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 18.
[51] Neil Rollings (2016), “Lessons from the 1975 business campaign”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 22.
[52] Neil Rollings (2016), “Lessons from the 1975 business campaign”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 23.
[53] Erhan Ayaz (2017), “BREXIT Avrupa Birliği’nin Sonu mu? BREXIT’in Birleşik Krallık ile Avrupa Siyaseti Açısından Sonuçları”, Yakın Doğu Enstitüsü Raporları No: 05, s. 2.
[54] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 11.
[55] James Ellison (2016), “Introduction”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 3.
[56] Alan Sked (2016), “Why did Britain Join the EEC? A revisionist view”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 10.
[57] Mathias Haeussler (2016), “What are the lessons of the 1974-5 renegotiations?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, ss. 12-14.
[58] Robert Saunders (2016), “What can we learn from the 1975 campaign?”, içinde Britain and the European Union: Lessons from History, Mile End Institute, Mart 2016, s. 15.
[59] Richard Nelsson (2015), “Archive: how the Guardian reported the 1975 EEC referendum”, The Guardian, 5 Haziran 2015, Erişim Tarihi: 09.10.2019, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/politics/from-the-archive-blog/2015/jun/05/referendum-eec-europe-1975.
[60] Thatcher, bu Zirve’de şunları söylemiştir; “Paramı geri istiyorum… Bu konuda kesinlikle net olmalıyım. İngiltere, bütçesinin içinde bulunduğu şu anki durumu kabul edemez. Bu, bariz biçimde adaletsizdir, ayrıca, siyasi olarak savunulamaz: Birliğe karşı hayırsever kadın rolünü oynayamam.” Bakınız; Sibel Mehter Aykın (2017), “Brexit’te Kırılma Noktası: AB Bütçesi”, içinde Brexit – Elveda Avrupa: İngiltere’nin AB’den Ayrılmasından Sonra Avrupa Bütünleşmesi ve Türkiye-AB İlişkilerinde Fırsatlar ve Tehditler (editörler: Erol Esen & Duygu Şekeroğlu), Ankara: Siyasal Kitabevi, s. 215.
[61] Tony Connelly (2017), “Tony Connelly: Britain's tortured relations with Europe, from Thatcher to Brexit”, RTE, 15 Mart 2017, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.rte.ie/news/2017/0311/858907-connelly-europe/.
[62] Tony Connelly (2017), “Tony Connelly: Britain's tortured relations with Europe, from Thatcher to Brexit”, RTE, 15 Mart 2017, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.rte.ie/news/2017/0311/858907-connelly-europe/.
[63] “Margaret Thatcher - Speech to the College of Europe ("The Bruges Speech")”, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=D_XsSnivgNg.
[64] Tony Connelly (2017), “Tony Connelly: Britain's tortured relations with Europe, from Thatcher to Brexit”, RTE, 15 Mart 2017, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.rte.ie/news/2017/0311/858907-connelly-europe/.
[65] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 9.
[66] Tony Connelly (2017), “Tony Connelly: Britain's tortured relations with Europe, from Thatcher to Brexit”, RTE, 15 Mart 2017, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.rte.ie/news/2017/0311/858907-connelly-europe/.
[67] Tony Connelly (2017), “Tony Connelly: Britain's tortured relations with Europe, from Thatcher to Brexit”, RTE, 15 Mart 2017, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.rte.ie/news/2017/0311/858907-connelly-europe/.
[68] Hürriyet (2005), “AB'nin yaşadığı krizler”, 30.05.2005, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/abnin-yasadigi-krizler-323390.
[69] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 5.
[70] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 13.
[71] Özlem Sefer (2014), “Birleşik Krallık-Avrupa Birliği İlişkileri Üzerine Bir İnceleme”, Marmara Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 6, Aralık 2014, s. 54.
[72] Tony Connelly (2017), “Tony Connelly: Britain's tortured relations with Europe, from Thatcher to Brexit”, RTE, 15 Mart 2017, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.rte.ie/news/2017/0311/858907-connelly-europe/.
[73] Erhan Ayaz (2017), “BREXIT Avrupa Birliği’nin Sonu mu? BREXIT’in Birleşik Krallık ile Avrupa Siyaseti Açısından Sonuçları”, Yakın Doğu Enstitüsü Raporları No: 05, s. 6.
[74] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 14.
[75] Erhan Ayaz (2017), “BREXIT Avrupa Birliği’nin Sonu mu? BREXIT’in Birleşik Krallık ile Avrupa Siyaseti Açısından Sonuçları”, Yakın Doğu Enstitüsü Raporları No: 05, s. 9.
[76] James Blitz & Daniel Dombey & Philip Stephens (2007), “Miliband sees nation as ‘global hub’”, Financial Times, 9 Temmuz 2007, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.ft.com/content/f49555aa-2d88-11dc-939b-0000779fd2ac.
[77] İlhan Aras & Altuğ Günar (2018), “Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılma Referandumu: Brexit Süreci ve Sonuçları”, Marmara Üniversitesi Siyasi Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 2, Eylül 2018, s. 94.
[78] The Guardian (2016), “A timeline of Britain's EU membership in Guardian reporting”, 25.06.2016, Erişim Tarihi: 08.10.2019, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/politics/2016/jun/25/a-timeline-of-britains-eu-membership-in-guardian-reporting.
[79] İlhan Aras & Altuğ Günar (2018), “Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılma Referandumu: Brexit Süreci ve Sonuçları”, Marmara Üniversitesi Siyasi Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 2, Eylül 2018, s. 92.
[80] Eric Hobsbawn (2007), Yeni Yüzyılın Eşiğinde, (ikinci baskı), Söyleşi: Antonio Polito, Çeviren: İ. Yıldız, İstanbul: Yordam Kitap, s. 107. Aktaran: İlhan Aras & Altuğ Günar (2018), “Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılma Referandumu: Brexit Süreci ve Sonuçları”, Marmara Üniversitesi Siyasi Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 2, Eylül 2018, s. 91.
[81] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 19.
[82] Erhan Ayaz (2017), “BREXIT Avrupa Birliği’nin Sonu mu? BREXIT’in Birleşik Krallık ile Avrupa Siyaseti Açısından Sonuçları”, Yakın Doğu Enstitüsü Raporları No: 05, ss. 14-16.
[83] Ayşe Kalav (2017), “Demokrasi ve Popülizm Bağlamında Brexit Tartışmaları”, içinde Brexit – Elveda Avrupa: İngiltere’nin AB’den Ayrılmasından Sonra Avrupa Bütünleşmesi ve Türkiye-AB İlişkilerinde Fırsatlar ve Tehditler (editörler: Erol Esen & Duygu Şekeroğlu), Ankara: Siyasal Kitabevi, s. 74.
[84] Natalie Martin (2017), “Türkiye, Avrupa Birliği ve Brexit”, içinde Brexit – Elveda Avrupa: İngiltere’nin AB’den Ayrılmasından Sonra Avrupa Bütünleşmesi ve Türkiye-AB İlişkilerinde Fırsatlar ve Tehditler (editörler: Erol Esen & Duygu Şekeroğlu), Ankara: Siyasal Kitabevi, ss. 44-45.
[85] İlhan Aras & Altuğ Günar (2018), “Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılma Referandumu: Brexit Süreci ve Sonuçları”, Marmara Üniversitesi Siyasi Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 2, Eylül 2018, s. 96.
[86] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 20.
[87] Derek E. Mix (2018), “The United Kingdom: Background, Brexit, and Relations with the United States”, Congressional Research Service, 12 Mart 2018, s. 3.
[88] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 22.
[89] Ayşe Kalav (2017), “Demokrasi ve Popülizm Bağlamında Brexit Tartışmaları”, içinde Brexit – Elveda Avrupa: İngiltere’nin AB’den Ayrılmasından Sonra Avrupa Bütünleşmesi ve Türkiye-AB İlişkilerinde Fırsatlar ve Tehditler (editörler: Erol Esen & Duygu Şekeroğlu), Ankara: Siyasal Kitabevi, ss. 78-79.
[90] BBC (2016), “Five models for post-Brexit UK trade”, 27 Haziran 2016, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/uk-politics-eu-referendum-36639261.
[91] Naib Alakbarov (2018), Brexit’in Politik Ekonomisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayın No: 299, Eylül 2018, İstanbul, s. 24.
[92] Swati Dhingra & Thomas Sampson (2016), “UK-EU relations after Brexit: What is best for the UK economy?”, içinde Brexit Beckons: Thinking ahead by leading economists (editör: Richard Baldwin), 1 Ağustos 2016, s. 60.
[93] İlhan Aras & Altuğ Günar (2018), “Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılma Referandumu: Brexit Süreci ve Sonuçları”, Marmara Üniversitesi Siyasi Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 2, Eylül 2018, s. 98.
[94] BBC Türkçe (2017), “İngiltere Başbakanı May, Brexit stratejisini açıkladı”, 17 Ocak 2017, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-38648985.
[95] House of Lords European Union Committee (2018), “UK-EU relations after Brexit”, 17th Report of Session 2017-19, s. 5.
[96] HM Government (2018), “The Future Relationship between the United Kingdom and the European Union”, Temmuz 2018.
[97] Derek E. Mix (2018), “The United Kingdom: Background, Brexit, and Relations with the United States”, Congressional Research Service, 12 Mart 2018, s. 4.
[98] Rand Corporation (2017), After Brexit: Alternate forms of Brexit and their implications for the United Kingdom, the European Union, and the United States, s. 8.
[99] “Theresa May launches leadership bid: 'Brexit means Brexit'”, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=sUxjSTFYoZM.
[100] Erhan Ayaz (2017), “BREXIT Avrupa Birliği’nin Sonu mu? BREXIT’in Birleşik Krallık ile Avrupa Siyaseti Açısından Sonuçları”, Yakın Doğu Enstitüsü Raporları No: 05, s. 20.
[101] Derek E. Mix (2018), “The United Kingdom: Background, Brexit, and Relations with the United States”, Congressional Research Service, 12 Mart 2018, s. 2.
[102] BBC Türkçe (2018), “İngiltere Başbakanı May: Brexit anlaşması doğru yol, buna tüm hücrelerimle inanıyorum”, 15 Kasım 2018, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46219028.
[103] Wikipedia, “Parliamentary votes on Brexit”, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/Parliamentary_votes_on_Brexit.
[104] Nika Shakhnazarova (2019), “BREXTRA TIME When is Brexit? Key dates in 2019 as UK prepares exit from the EU”, The Sun, 18 Eylül 2019, Erişim Tarihi: 13.10.2019, Erişim Adresi: https://www.thesun.co.uk/news/7684780/brexit-key-dates-2019-timeline/.
[105] Rand Corporation (2017), After Brexit: Alternate forms of Brexit and their implications for the United Kingdom, the European Union, and the United States, s. 8.