28 Ağustos 2025 Perşembe

Moldova Sandık Başına Gidiyor

 

Giriş

Ukrayna’ya benzer şekilde, Batı (Avrupa Birliği ve ABD) ile Rusya arasında Amerikalı ünlü siyaset bilimci Samuel Huntington’ın “torn” (bölünük) ülke adını verdiği temelde iki ana sosyolojik-kültürel blokta yoğunlaşan nüfusunun yarattığı çelişkiler nedeniyle siyaseten de zorluklar yaşayan Moldova’da[1], geçtiğimiz yıl yapılan ve AB yanlısı güçlerin kıl payı farkla zaferle çıktığı Cumhurbaşkanlığı seçimi ve referandumun ardından, 28 Eylül’de ülkenin geleceği açısından kritik rol oynayabilecek parlamento seçimleri düzenlenecek. Seçimler, AB ile Rusya arasındaki bilek güreşinde Moldova’da hangi tarafın ağır bastığının anlaşılması açısından kritik bir test işlevi görecek. Bu yazıda, 2025 Moldova parlamento seçimleri analiz edilecektir.

Geçen Yılki Seçimler: Kıl Payı Batı Üstünlüğü

Hatırlanacak olursa, geçtiğimiz yıl 20 Ekim 2024 ve 3 Kasım 2024 tarihlerinde iki turlu olarak düzenlenen Moldova Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, Batı’nın desteklediği ve AB üyeliği yanlısı bağımsız aday Maia Sandu, ikinci turda Rusya yanlısı Gagavuz aday Alexandr Stoianoglo karşısında yüzde 45’e karşı yüzde 55 oyla kazanmış ve ikinci defa Cumhurbaşkanı seçilmişti.[2] Seçimlerin sonucunu, büyük ölçüde, toplam seçmenin yüzde 20’sini oluşturan ve Avrupa’da çeşitli ülkelerde çalışan Moldova diasporası belirlemiş ve bu kesimden çok yoğun olarak oy alan Sandu, Rusya’nın seçime müdahil olduğu yönünde endişe ve iddialara rağmen, rakibine anlamlı bir fark atarak seçimi kazanmıştı.[3]

Moldova Cumhurbaşkanı Maia Sandu

Seçimlerin kıl payı Batı üstünlüğü şeklinde adlandırılmasına neden olan asıl gelişme ise, seçimlerin ilk turu ile eşzamanlı olarak yapılan Moldova’nın AB üyeliğine yönelik referandumda, Moldova halkının yalnızca yüzde 50,4’lük bölümünün üyeliğe sıcak baktığını ortaya koyan sonuç olmuştu. Bu, nüfusunun yüzde 90’ı Ortodoks Hıristiyan olan ve yüzde 10 civarında Rus asıllı Moldova vatandaşına ev sahipliği yapan[4] Moldova’nın AB ile Rusya arasındaki bölünmüşlüğünü yansıtan bir gelişme olarak not edilmişti.[5] Bu şekilde, her ne kadar 2022 yılında AB tam üyelik aday statüsü tescil edilen Moldova’da Batı yanlıları seçim ve referandumdan zaferle çıksa da, Rusya’nın ülke üzerindeki etkisinin sürdüğü anlaşılmıştı.

Moldova’nın tarihsel-kültürel olarak Rusya etkisine açık olmasının yanı sıra, bu ülkenin Gagavuzya ve Transdinyester gibi Rusya yanlısı nüfusun yoğun olarak yaşadığı özerk bölgelerde yaşadığı idari ve siyasi sorunlar nedeniyle, Moldova’nın toprak bütünlüğüne yönelik gelecekte oluşabilecek -Ukrayna’nın Donbass’ı gibi- riskler de bu süreçte ortaya çıkmıştı.[6] Bu bağlamda, Moldova’nın, anayasasının 11. maddesi gereği, tarafsızlığı dış politikada ilkesel olarak belirlemiş az sayıdaki devletten birisi olduğunu[7] ve NATO ile bazı ortaklıkları bulunmasına karşın[8], üyelik yönünde bugüne kadar herhangi bir adım atmadığını da sözlerimize eklemek gerekir. Nitekim seçim sonuçlarını yorumlayan Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Rusya uzmanı Sadık Arpacı da, her ne kadar seçimden Batı yanlıları üstünlükle çıksa da, ülkedeki bölgeler arasında ve genç ve yaşlı nesiller arasında ortaya çıkan büyük tezatlar, seçim sonrasında Kremlin’den yapılan açıklamalar ve Moskova’nın Transdinyester ve Gagavuzya kozları nedeniyle, Moldova’nın AB-Rusya denkleminde jeopolitik risklerle yüzleşebileceğini vurgulamıştır.[9]

2025 Parlamento Seçimleri: İddialı Partiler

Moldova, kurulduktan sonra zaman içerisinde (2000 yılında) Fransa tipi bir yarı-Başkanlık sisteminden parlamenter sisteme (Westminster modeli) evrilse ve mevcut sistem genelde siyaset bilimi literatüründe parlamenter olarak adlandırılsa da[10], Moldova siyasal sisteminde Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin klasik bir parlamenter sistemden fazla olması dikkat çekmiştir. Moldova’da, Cumhurbaşkanı, dış politika ve güvenlikte etkili bir rol üstlenirken, 101 sandalyeli Moldova Parlamentosu’ndan güvenoyu alarak görevine başlayan Başbakan, asıl yürütme erkine sahip kişidir.[11]

Moldova’da siyasi partiler ise genelde iki ana eksende toplanmışlardır: AB yanlısı siyasi partiler ve Rusya yanlısı siyasi partiler. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Sandu’nun liberal çizgideki PAS’ı (Eylem ve Dayanışma Partisi), merkez sağ çizgideki PDM (Modern Demokratik Parti) ve yine merkez sağ eğilimli Liberal Parti (PL) Avrupa yanlısı etkili siyasi oluşumlar olarak dikkat çekerken, sosyalist çizgideki Moldova Cumhuriyeti Sosyalist Partisi (PSRM), komünist çizgideki Moldova Cumhuriyeti Komünistler Partisi (PCRM) ve sol popülist Bizim Parti (PN) Rusya yanlısı partiler olarak sınıflandırılmaktadır.[12]

2025 parlamento seçimleri de genel anlamda bu iki blok ve parti ekseninde şekillenecektir. Ağustos 2025 tarihli en güncel anketler, seçimlerden Cumhurbaşkanı Sandu’nun partisi Eylem ve Dayanışma’nın (PAS) yüzde 34 civarında oyla birinci çıkacağını göstermektedir.[13] Ancak bu oy oranının PAS’ın tek başına hükümet kurmak ve meclisten güvenoyu almak için yeterli olmayacağı öngörülmektedir. Seçimde iddialı olması beklenen diğer büyük parti/blok ise, Rusya yanlısı PSRM-PCRM ikilisinin diğer bazı küçük siyasi partilerle (PRIM ve PVM) birlikte kurduğu Vatansever Seçim Bloku (BEP) ittifakıdır. Anketler, BEP ittifakının yüzde 30 civarında oy alarak sandıktan ikinci çıkacağını göstermektedir.[14] 2024 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci turuna kalarak adından söz ettiren Alexandr Stoianoglo’nun kurduğu Alternatif partisi ve ittifakı ise seçimde yüzde 10 civarında bir oya ulaşabilir.[15] Son olarak, İsrail doğumlu oligark Ilan Shor’un kurduğu Zafer İttifakı da bu seçimde ciddi bir varlık gösterme potansiyeline sahip olup, bazı anketlerde yüzde 8-9 oy oranlarına ulaşmaktadır.

Moldova’yı ziyaret eden Avrupalı liderler: Donald Tusk, Emmanuel Macron ve Friedrich Merz

Bu tablo incelendiğinde, şu yorum yapılabilir; 2025 Moldova parlamento (genel) seçimlerinde, Batı yanlısı PAS, seçimde Rusya yanlısı farklı sağ ve sol ittifak ve aktörlerle yarış halinde olacak ve seçimi birinci sırada bitirmesi neredeyse kesin olmasına karşın, hükümeti kurabilmesi o kadar da kolay olmayacaktır. Avrupa Parlamentosu’na[16] ve Cumhurbaşkanı Sandu’ya[17] göre, bunun yanında Rusya’nın Moldova’daki seçimlere müdahale etmesi de ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Tam da bu nedenle, geçtiğimiz gün Fransa, Almanya ve Polonya liderleri Moldova’yı bağımsızlık gününde ziyaret etmiş ve Cumhurbaşkanı Sandu’ya destek olarak Moldova’nın AB üyeliği yolunda adımlar atmasını teşvik etmişlerdir.[18]

Sonuç

Sonuç olarak, 2025 Moldova genel seçimleri, Batı ile Rusya arasında hassas dengede kalan ülkelerin durumu açısından önemli bir test olacaktır. Rusya’nın zayıf düştüğü zamanlarda genelde Moskova’nın yörüngesindeki ülkeler demokrasi, özgürlük ve ekonomik kaygılarla Batı’ya yönelirlerken, Rusya’nın güçlendiği durumlarda ise bunun tersi yaşanmaktadır. Bu süreçlerin iyi yönetilememesi ise Ukrayna örneğindeki gibi jeopolitik krizlere neden olabilmektedir ki, Moldova ve AB’nin, bu ülkenin Birliğe katılımı yönünde bundan sonra çok planlı, dikkatli ve stratejik adımlar atmaları gerekecektir. Ancak Rusya’nın Güney Kafkasya’da ABD’nin Trump döneminde Ermenistan ve Azerbaycan arasında imzalanan ve Zengezur Koridoru’nu ABD kontrolünde açacak olan TRIPP anlaşmasıyla bölgeye girişine engel olamaması, Suriye’de bazı çabalara ve askeri üslerini korumasına karşın halen eski gücüne erişememesi ve Ukrayna konusunda da mutlak bir askeri zaferden henüz uzak oluşu, Moldova’nın da stratejik açıdan doğru adımlarla bu süreci başarıyla tamamlayabileceğini ve Rusya’nın askeri müdahale şansının yüksek olmadığını düşündürmektedir. Rusya’nın neden cazibe merkezi olamadığı ve müttefiklerini sürekli küstürdüğü ise kuşkusuz ayrı bir incelemenin konusu olmalıdır. Ancak elbette bunun temel nedeni, Rus yönetim modelinin özgürlükler ve farklı düşünceye tahammülsüzlüğüdür.

Kapak fotoğrafı: https://carnegieendowment.org/russia-eurasia/politika/2024/10/moldova-elections-russia-influence?lang=en

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] Bu konuda bir çalışma için bakınız; Aurelien Lavric (2013), “The Civilisation Dialogue in the Globalization Process: S.P. Huntington Theory After 20 Years”, Communication and Globalization, 3(2), Nisan / Haziran 2013, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://www.ijcr.eu/articole/136_14%20lavric.pdf, ss. 179-1985.

[2] Paul Kirby (2024), “Pro-EU leader wins Moldova election despite alleged Russian meddling”, BBC News, 4 Kasım 2024, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/articles/cz7w9dglzzlo.

[3] Pjotr Sauer (2024), “Maia Sandu wins second term in Moldovan election in rebuke to Kremlin”, The Guardian, 3 Kasım 2024, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/world/2024/nov/03/moldovans-vote-in-presidential-runoff-amid-claims-of-russian-interference.

[4] The World Fact Book, “Moldova”, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://www.cia.gov/the-world-factbook/countries/moldova/#people-and-society.

[5] Sarah Rainsford & Laura Gozzi (2024), “Moldova says 'Yes' to pro-EU constitutional changes by tiny margin”, BBC News, 21 Ekim 2024, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/articles/c1wnr5qdxe7o.

[6] Ozan Örmeci (2024), “2024 Moldova Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve AB Referandumu”, Uluslararası Politika Akademisi, 18 Ekim 2024, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://politikaakademisi.org/2024/10/18/2024-moldova-cumhurbaskanligi-secimi-ve-ab-referandumu/.

[7] Constitute, “Moldova (Republic of) 1994 (rev. 2016)”, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://www.constituteproject.org/constitution/Moldova_2016.

[8] NATO (2023), “Relations with the Republic of Moldova”, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_49727.htm.

[9] Sadık Arpacı (2024), “Yeni Bir Dönemin Eşiğinde Moldova: 2024 Seçimleri, AB Referandumu ve Rusya’nın Tepkisi”, Uluslararası Politika Akademisi, 11 Kasım 2024, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://politikaakademisi.org/2024/11/11/yeni-bir-donemin-esiginde-moldova-2024-secimleri-ab-referandumu-ve-rusyanin-tepkisi/.

[10] Steven D. Roper (2008), “From Semi-Presidentialism to Parliamentarism: Regime Change and Presidential Power in Moldova”, Europe-Asia Studies, 60(1), Ocak 2008, s. 114.

[11] Sadık Arpacı (2024), “Yeni Bir Dönemin Eşiğinde Moldova: 2024 Seçimleri, AB Referandumu ve Rusya’nın Tepkisi”, Uluslararası Politika Akademisi, 11 Kasım 2024, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://politikaakademisi.org/2024/11/11/yeni-bir-donemin-esiginde-moldova-2024-secimleri-ab-referandumu-ve-rusyanin-tepkisi/.

[12] A.g.e.

[13] Eugen Urușciuc (2025), “Primul sondaj din perioada electorală arată un viitor Parlament fără o majoritate clară”, Politica, 20 Ağustos 2025, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://moldova.europalibera.org/a/primul-sondaj-din-perioada-electorala-arata-un-viitor-parlament-fara-o-majoritate-clara/33508250.html.

[14] A.g.e.

[15] A.g.e.

[16] European Parliament (2024), “Parliament condemns Russia’s interference in Moldova”, 9 Ekim 2024, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://www.europarl.europa.eu/news/en/press-room/20241003IPR24421/parliament-condemns-russia-s-interference-in-moldova.

[17] Politico (2025), “Moldova’s president warns of ‘unprecedented’ Russian election meddling”, 30 Temmuz 2025, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://www.politico.eu/article/moldova-warns-russian-election-inteference-mai-sandu-cyberattack-disinformation/.

[18] AP (2025), “European leaders go to Moldova to mark its Independence Day ahead of a key election”, 28 Ağustos 2025, Erişim Tarihi: 28.08.2025, Erişim Adresi: https://apnews.com/article/moldova-russia-europe-macron-merz-tusk-elections-fed954bdefe261e40e0d892a8446781d.

27 Ağustos 2025 Çarşamba

Avustralya’da İlginç Gelişmeler: Filistin Devleti Tanınırken İran Büyükelçisi Sınır Dışı Ediliyor

 

3 Mayıs 2025 tarihinde düzenlenen genel seçimlerde Başbakan Anthony Albanese ve iktidardaki Avustralya İşçi Partisi’nin (Labour) büyük zaferine sahne olan Okyanusya kıtasının en önemli devleti Avustralya’da, son günlerde İran Büyükelçisi’nin sınır dışı edilmesi gibi oldukça ilginç diplomatik gelişmeler yaşanıyor. Bu yazıda, ülkemizde hakkında pek yazılmayan Avustralya’daki gelişmeler özetlenecektir.

Seçim sonrasında İsrail’in Gazze’de yaptığı büyük kırım nedeniyle Fransa, Birleşik Krallık (İngiltere) ve Kanada gibi Batılı ülkelere benzer şekilde Eylül ayındaki 80. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin Devleti’ni tanıma kararı alan Avustralya, bu kararının İsrail karşıtı bir tavır olmadığını göstermek istercesine, Avustralya’da yaşanan anti-Semitik bazı eylemlerden (geçen yıl Melbourne’de bir sinagoga yapılan saldırı ile Sidney’deki bir koşer markete yönelik kundaklama olayı) sorumlu tuttuğu İran İslam Cumhuriyeti’nin Canberra Büyükelçisi Ahmed Sadeghi’yi “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan ederek sınır dışı etme kararı aldı. Başbakan Albanese, yaptığı açıklamada, güvenilir kaynaklardan elde ettikleri bilgiler doğrultusunda, Avustralya’da gerçekleştirilen bazı anti-Semitik eylemler nedeniyle İranlı Büyükelçi ile birlikte üç İranlı yetkilinin daha sınır dışı edileceğini duyurdu. Bununla da yetinmeyen Albanese, 1968’den beri faal olan İran Büyükelçiliğini geçici olarak kapatma, İran’daki Büyükelçisini geri çekme ve İran’da görev yapan diplomatlarını güvenli bir üçüncü ülkeye göndereceklerini ilan etti. Başbakan Albanese’in açıkladığı tedbirler arasında İran Devrim Muhafızları’nın terör örgütü listesine sokulması da var. Avustralya’nın bu şekilde İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez bir Büyükelçisini geri çağırdığını kaydeden Dışişleri Bakanı Penny Wong ise, Avustralya vatandaşlarının İran’a gitmemeleri ve bu ülkeyi derhal terk etmeleri gerektiğini açıkladı.

Avustralya-İran hattında yaşanan bu beklenmedik gelişme, Donald Trump döneminde ABD dış politikasında yaşanan ve gelecekte yaşanması muhtemel gelişmeler bağlamında Canberra’nın algıladığı riskler bağlamında önemli mesajlar içermesi açısından manidar bir diplomatik gelişme olarak not edilmeli.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

23 Ağustos 2025 Cumartesi

Caz Müziği ve Siyaset

Caz, disiplin içinde özgürlük demektir. Genellikle Rusya ve Almanya gibi diktatörlükler, cazın çalınmasını engellerler; çünkü caz, özgürlük, demokrasi ve Amerika Birleşik Devletleri'ni temsil ediyor gibi görünür.” – Dave Brubeck[1]

Caz: Siyasi Arka Planı Olan Bir Müzik Türü

Caz, 20. yüzyılın başlarında Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) bir müzik türü olarak ortaya çıktı.[2] Caz müziği, genelde, o dönemlerde ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde henüz birinci sınıf vatandaş olarak kabul edilmeyen Afrikalı Amerikalılarla özdeşleştirilir. Caz, bir anlamda, 1865 yılında kölelik kaldırılmış olmasına rağmen beyazlarla eşit statüye ulaşmak için onlarca yıl direnmek ve mücadele etmek zorunda kalan Afrikalı Amerikalıların bastırılmış siyasi ve sosyoekonomik durumunu ve acılarını temsil eden bir müzik olarak sivrilmiştir.[3] Böylece caz müziği, doğuşundan itibaren politik bir müzik akımı olmuştur. Ancak bu yönüyle aslında ezilenlerin müziği olan caz, ilginç bir şekilde 1940'lardan itibaren Batı toplumlarındaki zenginler ve entelektüellerinin, yani elitlerin en sevdiği müzik türü haline gelmiştir. Oysa caz, özünde Afrikalı Amerikalıların acılarını ve acıklı hikâyelerini yansıtıyor. Neticede caz zamanla ABD’nin en önemli kültürel unsurlarından biri haline geldi. Tarihsel olarak ise, caz, Amerika’da ilk kez 1917'de Dixieland Jazz Band'in kayıtlarıyla popüler oldu.

Etimolojik Köken

Merriam-Webster Sözlüğü, cazı “müzisyenlerin çalarken sık sık uydurdukları canlı ritim ve melodilere sahip bir Amerikan müzik türü” olarak tanımlamaktadır.[4] Wikipedia'ya göre ise, caz kelimesinin kökeni konusunda önemli araştırmalar yapılmış ve tarihi iyi belgelenmiştir. Araştırmalar sonucunda, bu kelimenin, 1860'lara dayanan ve “canlılık, enerji” anlamına gelen argo bir terim olan “jasm” ile ilgili olduğu düşünülmektedir.[5] Kelimenin en eski yazılı kaydı, 1912 yılında Los Angeles Times'ta yayınlanan bir makalede yer almaktadır. Bu makalede, bir minor lig beyzbol atıcısı, “sallanıyor ve ona karşı hiçbir şey yapamıyorsun” diye tanımladığı bir atışı “jazz ball” olarak nitelemiştir.[6] Öte yandan, bu kelimenin müzikle ilgili olarak ilk kullanımı 1915 yılında Chicago Daily Tribune gazetesindeki bir makalede görülmüştür.[7] Caz kelimesinin New Orleans'ta müzik bağlamında ilk kez belgelenen kullanımı ise 14 Kasım 1916 tarihli Times-Picayune gazetesindeki “jas bands” (jas grupları) hakkındaki bir makalede görülmektedir.[8] Zamanla, caz, Amerika'da doğan bu yeni müzik türüne atıfta bulunmak için evrensel bir kelime (terim) olarak kabul edildi. Neredeyse tüm popüler dillerde “jazz” terimi aynı anlam için kullanılır; Türkçe'de de “caz” kelimesi caz müziğini ifade eder.

Caz: Kısa Tarihçesi ve Özellikleri

Caz müziği, tarihsel olarak iki ana kategoriye ayrılır: gospel caz ve blues.[9] Bunlardan ilki olan gospel caz, ABD'deki Afrikalı Amerikalı kiliselerinde, birçok yetenekli sanatçı ve şarkıcının caz söylemeden önce gospel şarkıları söyleyerek kilise korolarında yetişmelerinden kaynaklanmaktadır. Gospel caz, bu nedenle gospel müziği ve Hıristiyanlık (özellikle Protestanlık) itikadi kültüründen yoğun şekilde etkilenmiştir. İkincisi olan blues ise, New Orleans'ta doğmuş ve Afrikalı Amerikalı sanatçıların yeni müzik tarzından etkilenmiştir. Özellikle Scott Joplin tarafından ilk kez uygulanan “ragtime” tarzı, blues'un gelişimi üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Daha sonra, Avrupa armonilerinin etkisiyle, caz, 1930'lardaki “swing” döneminde, Benny Goodman, Louis Armstrong ve Fats Miller Swind gibi unutulmaz isimlerin ölümsüz eserleriyle adeta yeniden doğmuştur.[10]

Gospel caz, cazın temellerini oluşturan ve Hıristiyanlık esintili bir müzik türüdür

Ayrıca, caz, doğaçlama becerilerine dayandığı ve farklı armonik tarzlar için daha fazla özgürlük içerdiği için genellikle “özgür müzik” olarak tanımlanır.[11] Caz eleştirmeni Nat Hentoff'a göre, caz müziğinin en önemli özellikleri “nabız gibi atan ritimler, doğaçlama duygusu, seslendirilen enstrümanların özel tekniği ve poliritim”dir.[12] Kahyaoğlu ise, cazın doğası gereği deneylere ve doğaçlamaya açık olduğunu düşünmektedir.[13] Cazda doğaçlamanın merkezi konumu, aslında blues'tan gelmektedir.[14] Keseroğlu, caz tarihini 10 kategoriye ayırmaktadır:[15]

1890-1900: Ragtime tarzı,

1900-1910: New Orleans tarzı,

1910-1920: Dixieland tarzı,

1920-1930: Chicago tarzı,

1930-1940: Swing tarzı,

1940-1950: Bebop tarzı,

1950-1960: Cool jazz ve Hard Bop tarzı,

1960-1970: Free Jazz tarzı,

1970-1980: Electric Jazz tarzı,

1980-1990: Yeni tarzlar.

Caz türleri

Caz müziği çoğunlukla trompet, trombon, klarnet, saksafon, piyano, klavye, synthesizer, gitar, bas gitar, davul, perküsyon ve keman gibi enstrümanlarla yapılır. Louis Armstrong, Duke Ellington, Charlie Bannet, Benny Carter, Benny Goodman, Glenn Miller, Artie Shaw, Bill Evans, Dave Brubeck, Chick Korea, Bessie Smith, Miles Davis, Frank Sinatra, John McLaughlin ve Norah Jones dünyanın en popüler caz sanatçılarıdır. Türkiye'de de Okay Temiz, İlhan Erşahin, Birsen Tezer, Nükhet Ruacan, Kerem Görsev, Tuna Ötenel ve Jülide Özçelik gibi önemli caz müzisyenleri bulunmaktadır.

Dave Brubeck

ABD’de cazın ilk yaygın popülaritesi 1920'lerde, özellikle de içki yasağı (Prohibition) sonrasında ortaya çıktı. Volstead Yasası ve içki yasağı nedeniyle, o dönemde ABD'de yüksek düzeyde alkol oranı olan tüm içecekler resmen yasaklanmıştı. Bu nedenle, Amerikalılar, alkol almak için yasadışı mekanlarda buluşmak ve kaçak olarak getirilen yüksek düzeyde alkol oranı olan içeceklere erişmek zorundaydı. Bu barlar, aynı zamanda caz müziğinin merkezleriydiler; çünkü birçok genç ve yetenekli Afrikalı Amerikalı sanatçı bu kulüplerde sahne alıyordu. O yıllarda, caz, ahlaksız ve yozlaşmış olduğu için çok olumsuz bir üne sahipti; Amerikan toplumunun mevcut değerlerini tehdit ediyordu. Örneğin, Princeton Üniversitesi'nden Profesör Henry van Dyke şöyle yazmıştı: "...Bu müzik değil. Sadece işitme sinirlerini tahriş eden, fiziksel tutkunun tellerini şehvetle okşayan bir şey."[16] Bu yıllarda bu kulüpler ve alkol mafya ve suçla ilişkilendirildiğinden, caz beyaz Amerikalı muhafazakâr elitler arasında pek saygı görmüyordu.

Glenn Miller: Cazın yalnızca Afrikalı Amerikalılar için olmadığını gösteren güçlü bir örnektir

1930'larda, swing grupları sayesinde caz daha popüler bir müzik türü haline geldi ve beyaz Amerikalılar arasında da hayran kitlesi oluşmaya başladı. "Büyük” caz gruplarının gelişiminde kilit isimler arasında grup liderleri ve aranjörler Count Basie, Cab Calloway, Jimmy ve Tommy Dorsey, Duke Ellington, Benny Goodman, Fletcher Henderson, Earl Hines, Glenn Miller, Artie Shaw, Harry James ve Jimmie Lunceford yer alıyordu. Swing, aynı zamanda bir dans müziğiydi; bu nedenle, caz, 1930'larda ilk kez gizli barlardan dans kulüplerine, otellere ve konser salonlarına girdi. 1930'larda caz Avrupa'ya da yayıldı. Fransa ve Birleşik Krallık’ta Avrupalı ​​caz sanatçıları ortaya çıktı ve Amerikan cazının gelişimine büyük katkılarda bulundu. Hatta günümüzde caz standartları adı verilen klasiklerin çoğu 1930'larda ve 1940’larda bestelendi.[17]

1940'larda, Duke Ellington ve Dizzy Gillespie gibi muhteşem yetenekli bazı sanatçılar ve bebop tarzının ortaya çıkışı sayesinde caz müziği tarihinde yeni bir sayfa açıldı ve cazın gelişimi devam etti. Hatta Ellington, ABD’ye özgü müziğine caz yerine "Amerikan müziği" adını verdi. Aslında günümüz caz standartlarının çoğu 1940'larda üretildi. Dolayısıyla, 1940'lar, caz müziğinin yükseliş yıllarıydı. Bu yıllar, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesi ve Avrupa ve Amerikan halkının büyük savaşın korkunç ve yıkıcı yıllarının ardından ortaya çıkan iyimser ve olumlu ruh haliyle aynı zamana denk geliyordu. Bu anlamda, caz, Amerika’nın görkemli ve küresel liderlik yıllarının da sembolü haline geliyordu.

1950'ler boyunca, caz, özellikle Batı blokunda olmak üzere tüm dünyaya yayılmaya ve popülerleşmeye devam etti. 1950'lerde birçok önemli besteci ve şarkıcı ortaya çıktı ve popüler oldu. Cazın altın yılları, NATO'nun kurulması ve Amerikan ekonomik ve kültürel programlarının başlamasıyla dünya çapında Amerikan yumuşak gücü ve kültürünün yayılmasına denk geldi. Caz klasiklerinin bir çoğu da 1950'lerde yaratıldı. Aslına bakılırsa, dünyada demokrasilerin yayılması cazın yayılmasını da güçlendirdi; çünkü alakasız gözüken bu kavramların her ikisi de özünde özgürlük fikrine ve anlayışına (müzikte doğaçlama ve politikada özgürlükler) dayanıyordu. Dolayısıyla, 1950'ler caz müziğin altın yılları ve belki de ABD'de en popüler müzik türü haline geldiği tek on yıl oldu. 1950'lerde, caz, artan Sovyet yayılmacılığı ve devletçi-baskıcı komünizm tehlikesi nedeniyle Soğuk Savaş koşullarında ABD'nin müttefiki olan birçok ülkeye de (örneğin Türkiye) girdi.

1960'lar ve 1970'lerde, caz müziği, Afro-Küba cazı, Latin cazı, Brezilya cazı vb. gibi dünyanın geri kalanında ortaya çıkan yeni stiller sayesinde daha da zenginleşti. 1960'ların sonu ve 1970'lerin başında, Miles Davis gibi bazı müzisyenlerin öncü çabaları sayesinde caz-rock füzyonunun melez biçimi de geliştirildi. Ancak zaman caz, rock & roll gibi ortaya çıkan yeni ve fenomen müzik türlerinin gölgesinde kalmaya başladı; buna rağmen gelişmeye ve dönüşmeye devam etti. 1987'de ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu, Demokrat Temsilci John Conyers Jr. tarafından cazı benzersiz bir Amerikan müziği biçimi olarak tanımlayan bir yasa tasarısını kabul etti ve şöyle dedi: "...Caz, korunması, anlaşılması ve yayılması için dikkatimizi, desteğimizi ve kaynaklarımızı adamamız gereken nadir ve değerli bir ulusal Amerikan hazinesi olarak belirlenmiştir."[18]

1980'lerde disko ve pop müziğin yükselişiyle caz unutulmaya başlandı; ancak eşzamanlı olarak cazın ana vatanı olan ABD'de geleneksel bu müzik türünün yeniden canlandırılması için bazı girişim ve çabalar da başladı. 1980'lerden itibaren, caz, birçok toplumda aydınlanmış (yüksek eğitim almış) elit azınlıkların favori müziği haline geldi. Müzik festivalleri ve caz organizasyonları sayesinde gelişmeye devam etti; ancak henüz 1940'lar ve 1950'lerdeki kadar popüler bir müzik türü haline gelemedi.

Caz ve Kadınlar

Caz, doğası gereği politik (siyasi) bir müziktir ve ezilen grupların tepkisini temsil eder; ancak kadınlarla ilişkisi de son derece politik ve önemlidir. Billie Holiday, Ella Fitzgerald, Dinah Washington, Ethel Waters, Betty Carter, Adelaide Hall, Abbey Lincoln, Sarah Vaughan ve Anita O’Day gibi kadın caz sanatçıları ve bestecileri, caz tarihi boyunca bu müzik türünün gelişimine ve popülerliğine büyük katkılarda bulunmuşlardır. Ne yazık ki, caz şarkıcılığıyla nam salan yetenekli bu kadınlar ve diğer onlarcası, besteci, orkestra şefi ve enstrüman icracısı olarak katkılarından dolayı çok daha az takdir görmüşlerdir. İlginçtir ki, kadınlar, diğer hiçbir müzik türünde cazda olduğu kadar önemli bir rol oynamamıştır.

Billie Holiday

Margaret Howze, caz müziğinde kadınların benzersiz ve öncü rolüne de dikkat çekmiştir. Howze'a göre, tanınmış icracıların (şarkıcılar) yanı sıra, caz tarihinde birçok bilinmeyen kadın caz kahramanı (enstrümantalistler ve besteciler) bulunmaktadır. Dahası, caz, kadın hakları açısından özgürleştirici bir müziktir. Örneğin, müzikolog Ingrid Monson, kadınların cazda çaldığı en eski enstrümanlardan biri olan piyanonun, kadın sanatçılara bir dereceye kadar sosyal kabul sağladığını belirtmiştir.[19] Trompetçi Dolly Jones, daha sonra Dolly Hutchinson olarak bilinecek, kayıt yapan ilk kadın caz müzisyenlerinden biriydi. Bir zamanlar "Trompet Kraliçesi" olarak bilinen Valaida Snow, trompetin bir diğer kadın öncüsüydü ve üslubu sıklıkla büyük Louis Armstrong'un üslubuyla kıyaslanırdı. 1920'ler ve 1930'larda, aralarında Sweet Emma Barrett, Billie Pierce, Jeanette Kimball ve Lovie Austin'in de bulunduğu giderek artan sayıda kadın caz piyanisti vardır. O dönemden çıkan en ünlü isim efsanevi Mary Lou Williams'dır.[20]

Ella Fitzgerald

Ne kadar acıdır ki, Howze, cazın doğuşundan ve kadın hakları hareketinin yükselişinden neredeyse bir asır sonra bile, kadın caz sanatçılarının saksafon, trompet veya davul gibi enstrümanlar çalmaları durumunda hâlâ şüpheci bazı bakışlarla karşı karşıya kalacaklarını düşünüyor.[21] Ancak, "Berklee Müzik Koleji ve Manhattan'daki New School gibi resmi caz okullarının sayısının artmasıyla, kadın caz sanatçıları için fırsatlar da artıyor” diye de ekliyor.[22] Okullar, caz çalışmalarına kadın kayıtlarında artış olduğunu gösteriyor ve bu da cazın artık "erkek kulübü" olmadığını bir kez daha kanıtlıyor. Nitekim cazın Afrikalı Amerikalı kadınların sosyoekonomik statüsünün iyileştirilmesindeki katkısı da göz önüne alındığında, diğer birçok ezilen grup gibi kadınların müziği olduğu da rahatlıkla söylenebilir.

Theodor Adorno ve Caz Eleştirisi

Theodor Ludwig Wiesengrund Adorno (1903-1969), ünlü bir Alman sosyolog, filozof, müzikolog ve bestecidir. Max Horkheimer, Walter Benjamin, Herbert Marcuse, Jürgen Habermas ve diğer birçok isimle birlikte Frankfurt Okulu'nun bir üyesiydi. Theodor Adorno, şüphesiz 20. yüzyılın en önemli filozoflarından biriydi. Walter Benjamin'in Karl Marx'ın düşüncesini uygulamasından etkilenen Adorno, kapitalizmin insanları pasif bir şekilde tatmin etmek ve politik olarak ilgisiz kılmak için bir “kültür endüstrisi”nin (gerçek sanatın tam tersi) ürünleriyle beslediğini savundu. Adorno, ünlü Alman filozof Karl Marx'ın öngördüğü gibi kapitalist sistemin çöküşe yakın olmadığını da düşünüyordu. Aksine, kapitalizmin görünüşte daha güçlü ve yaygın hale geldiğini gördü. Bu sistemden çıkma şansımız konusunda ise oldukça karamsardı. Adorno, çoğunlukla kapitalizmin kültürel yönleriyle (üstyapı faktörleri) ilgilendi. Adorno, modern kapitalist toplumların belirli bir mantığa sahip bir kültürel ekonomisi olduğunu düşünüyordu. Kültürel ihtiyaçların eğitim ve toplumsal kökenin ürünü olduğuna inanıyordu. Dolayısıyla, tüketiciler arasındaki toplumsal hiyerarşi, toplumsal olarak tanınan sanat hiyerarşisine yansır. Yani, sanat, bir anlamda "sınıf belirleyicisi" işlevi görür. Eğitim ve toplumsal sınıf, kişinin zevklerini belirler ve farklı sanat türlerine olan yatkınlığını geliştirir. Bu nedenle, bir sanat eseri, yalnızca kültürel yeterliliğe, yani kodlandığı koda sahip olan kişi için anlam ve ilgi taşır. Adorno, popüler kültürü, insanların edilgen tatmininin ve kapitalist sistemi devirme konusundaki isteksizliğinin nedeni olarak tanımladı. Kapitalist sistemin, özgürlük, insan potansiyelinin ve yaratıcılığının tam ifadesi, gerçek yaratıcı mutluluk gibi bireysel "gerçek" ihtiyaçları ortadan kaldırıp bunların yerine meta fetişizmi, popüler kültür ve standardizasyon gibi sahte ihtiyaçları koymak gibi sorunlar getirdiğini iddia etti. Adorno ayrıca "kullanım değeri" ve "değişim değeri"ni de ele aldı. Kullanım değeri, bir şeyin insanlara faydalı olan rastlantısal niteliklerini ifade eder. Öte yandan, değişim değeri, bir şeyin popülerliğini, kıtlığını ve fiyatını ifade eder. Örneğin, suyun kullanım değeri hayati bir içecek olduğu için çok yüksektir, ancak kıt olmadığı için değişim değeri çok düşüktür. Buna karşılık, bir elmasın kullanım değeri çok düşüktür, ancak çok kıt olduğu için değişim değeri çok yüksektir.[23]

Theodor Adorno

Bu mantığı izleyen Adorno, burjuvazinin yükselişiyle eşzamanlı olarak ortaya çıkan popüler müzik türü olan klasik müziğin gerçek sanatı temsil ettiğini ileri sürer. Klasik müzik, Mozart, Beethoven, Vivaldi, Chopin vb. gibi ölümsüz Avrupalı ​​bestecilerin büyük sanatsal yetenekleri üzerine kuruludur ve planlanmıştır. 18. ve 19. yüzyıl Avrupa'sında gelişmiş bir müzik endüstrisi olmadığından, klasik müzikte kullanım değeri (bu durumda müziğin kalitesi) her şeyden önce geliyordu. Klasik müzik, burjuva evlerinde ve konser salonlarında gelişmiş ve varlığını sürdürmüştür. Bu, Adorno için yüksek kaliteli müzik anlamına geliyordu.[24] Adorno, klasik müziğin aksine, caz müziğinin ve diğer Amerikan popüler müzik türlerinin, değişim değerinin kullanım değerine egemen olduğu endüstrileşmiş bir sanat biçimini temsil ettiğine inanıyordu. Bu, egemen sınıfların tercihlerine göre endüstri tarafından insanlara belirli zevklerin dayatılması anlamına geliyordu. Bu nedenle, caz, Adorno için endüstriyel bir müzikti ve düşük kaliteyi temsil ediyordu. Adorno, caz müziğini sevmezdi ve onu hiçbir zaman Afrikalı Amerikalıların köleliğe isyanlarının gerçek sembolü olarak görmezdi. Aksine, ona göre caz, Afrikalı Amerikalıların beyaz egemenliğine karşı yarı hüzünlü bir şikâyetinden ibaretti.[25] Adorno'nun caz üzerine yazıları en iyi ihtimalle bir bilmece olarak kalır; bazı caz tarihçilerine göre bunlar yalnızca "caz hakkında yazılmış en aptalca sayfalardan bazılarını" içerir ve genellikle daha fazla yorum yapılmadan reddedilir.[26]

Soğuk Savaş Döneminde Caz

Caz, Soğuk Savaş döneminde ABD tarafından farklı ülkelere ulaşmak ve Amerikan kültürel etkisini diğer toplumlar üzerinde genişletmek amacıyla araçsallaştırılmış ve kullanılmıştır. Örneğin, caz tarihinin en büyük isimlerinden ve Amerikan liberalizminin önde gelen savunucularından Dave Brubeck, eşi Iola Brubeck ile birlikte 1950'lerin sonu ve 1960'ların başında "The Real Ambassadors" projesini başlatmıştır.[27] The Real Ambassadors, Brubeckler ve “Satchmo” lakaplı ünlü caz sanatçısı Louis Armstrong'un herkes için eşitliğe olan ortak inançlarından ve kendi yaşamlarında ırk ayrımcılığına müsamaha göstermeyi tamamen reddetmelerinden doğmuştur. 1956'da tasarlanan "The Real Ambassadors", ilk adımlarını, 1961'de Dave, Louis ve gruplarının tüm zamanların en iyi caz vokal grubu Lambert, Hendricks ve Ross ile bir araya gelerek bir şarkı kaydetmesiyle atmıştır. Dave, Louis ve albüm kadrosu tarafından yalnızca bir kez 1962 Monterey Caz Festivali'nde seslendirilmiş ve büyük bir hit olmuştur.[28] Proje, Amerikan Sivil Haklar hareketini, müzik sektörünü, Soğuk Savaş sırasında Amerika'nın dünyadaki yerini, Tanrı'nın doğasını ve bir dizi başka temayı ele almıştır. Şarkı, Talgalla adlı kurgusal bir Afrika ülkesinde geçiyordu ve ana karakteri Armstrong ve caz elçisi olarak geçirdiği zamana dayanıyordu.[29] Bu eseri yazarken, Brubeckler, kendilerinin ve arkadaşlarının ve meslektaşlarının ABD Dışişleri Bakanlığı adına dünyanın çeşitli yerlerini turlarken edindikleri deneyimlerden yararlandılar. Brubeckler ve Armstrong (Dizzy Gillespie, Benny Goodman ve Duke Ellington gibi diğer birçok müzisyenin yanı sıra), Soğuk Savaş sırasında Dışişleri Bakanlığı'nın Amerikan kültürünü ve müziğini dünya çapında, özellikle de bağlılıkları iyi tanımlanmamış veya Sovyetler Birliği ile ittifak kurma riski altında olduğu algılanan ülkelere yayma kampanyasının bir parçasıydı. "Gerçek Elçiler", müzisyenlerin ülkeleri için gayriresmi elçiler olarak oynadıkları önemli rol hakkındaydı. Dahası, demokrasiyi renk körü bir şekilde teşvik etmek amacıyla tasarlanmış olsa da, bu benzersiz Soğuk Savaş stratejisi, istemeden de olsa Afrikalı Amerikalıların ABD ulusal kültüründeki temel rolünü gözler önüne serdi.[30]

Dave Brubeck ve Louis Armstrong’lu The Real Ambassadors (Gerçek Elçiler)

Akademisyen Tony Shaw, Hollywood’s Cold War (Hollywood'un Soğuk Savaşı) (2007)[31] adlı kitabında, Soğuk Savaş (1945-1990) sırasında ABD hükümetleri tarafından SSCB ve komünizme karşı Hollywood'un nasıl kullanıldığını analiz eder. Shaw, ardışık Amerikan hükümetlerinin, Sovyet Rusya'nın komünist ideallerine karşı ABD'ye daha fazla destek sağlamak için dünya çapında insanların kalplerini ve zihinlerini kazanmayı düşündüklerini iddia eder.[32] Bu, Amerikalı Siyaset Bilimci Joseph Nye’ın sonradan “yumuşak güç” (soft power) adını verdiği olguya denk düşer. Tesadüfi değildir ki, neşeli, kıvrak zekâlı, ince sesli ve çevik Fred Astaire, bireysel özgürlüklere ve serbest piyasa ekonomisine dayanan Amerikan liberalizminin mükemmel bir temsilcisi olduğu düşünülen caz müziğiyle birlikte dönemin önde gelen yıldızı haline gelmiştir.[33]

Fred Astaire

Bu nedenle, caz, Amerikan yumuşak gücünün ve kültürünün yayılması için de kullanılır, ancak sanata siyasetten daha fazla değer veren toplumlar tarafından memnuniyetle karşılanır; çünkü sanat insanları birleştirirken, siyaset onları birbirine düşman eder. Caz, ABD için mükemmel bir seçimdi; Çünkü Sovyet Rusya'nın planlı Marksist temelli komuta ekonomisinden farklı olarak, ekonomide serbest girişim ve serbest piyasaya benzetilebilecek doğaçlamaya (emprovizasyon) dayanıyordu.[34]

Gerçek Elçiler projesi büyük bir başarıydı

Sonuç

Sonuç olarak, caz müziği, ilk günden itibaren politik bir nitelik taşıyan, Amerika'da doğmuş ve özü itibariyle bu ülkeye özgü, ama birçok farklı ülkede de zamanla gelişmiş çok önemli bir müzik türüdür. Caz, dezavantajlı grupların, özellikle de Afrikalı Amerikanların acılarını, Fransızca bir terimle "keder”i (chagrin) temsil eder. Ayrıca, caz, Afrikalı Amerikalı kadınların ve genel olarak kadınların daha iyi bir sosyoekonomik statüye ve saygınlığa sahip olmalarına da yardımcı olmuştur. Caz müziğinin büyük başarısı, ardışık Amerikan hükümetlerini cazdan yararlanmaya ve onu Amerikan liberalizmini ifade etmenin bir yolu olarak tanıtmaya yöneltmiştir. Bu da, ABD’nin savaşlar ve silahlardan ibaret olmayan ve genelde dünyada daha çok takdir ve sempati uyandıran yumuşak yüzünü temsil eder.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

KAYNAKÇA

DİPNOTLAR

[1] Burada, Nazi Almanyası (Hitler'in Üçüncü Reich'ı) ve Sovyet Rusya'ya (Stalin'in totaliter Rusya'sı) atıfta bulunulmaktadır, bugünün Almanya'sı veya Rusya Federasyonu'na değil.

[2] Caz hakkında en iyi 20 kitap için, bkz. http://www.udiscovermusic.com/20-great-books-about-jazz.

[3] Çiğdem Eda Angı (2013), “Müzik Kavramı ve Türkiye’de Dinlenen Bazı Müzik Türleri”, İdil Dergisi, 2 (10), s. 65.

[4] “Jazz”, Merriam-Webster Dictionary, Erişim Tarihi: 05.08.2016, Erişim Adresi: http://www.merriam-webster.com/dictionary/jazz.

[5] “Jazz”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 05.08.2016, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/Jazz.

[6] “The baseball origin of ‘jazz””, Oxford Dictionaries, Erişim Tarihi: 06.08.2016, Erişim Adresi: http://blog.oxforddictionaries.com/2015/04/jazz-baseball/.

[7] “Jazz”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 05.08.2016, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/Jazz.

[8] Ben Zimmer (2009), “‘Jazz’: A Tale of Three Cities”, Visual Thesaurus, Erişim Tarihi: 05.08.2016, Erişim Adresi: http://www.visualthesaurus.com/cm/wordroutes/jazz-a-tale-of-three-cities/.

[9] Çiğdem Eda Angı (2013), “Müzik Kavramı ve Türkiye’de Dinlenen Bazı Müzik Türleri”, İdil Dergisi, 2 (10), s. 65.

[10] A.g.e.

[11] M. Devrim Babacan (2013), “Caz Teorisi Kitaplarının Karşılaştırmalı İncelenmesi”, Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, 2 (3), Ağustos 2013, s. 234.

[12] Çiğdem Eda Angı (2013), “Müzik Kavramı ve Türkiye’de Dinlenen Bazı Müzik Türleri”, İdil Dergisi, 2 (10), s. 66.

[13] A.g.e.

[14] Leonard Bernstein tried to explain jazz during the Cold War. See; Bernstein, Leonard (1956), “What is Jazz?”, LP Spoken Word Educational, Erişim Tarihi: 18.06.2016, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=V3DnZ6rG3vI.

[15] Çiğdem Eda Angı (2013), “Müzik Kavramı ve Türkiye’de Dinlenen Bazı Müzik Türleri”, İdil Dergisi, 2 (10), s. 67.

[16] “Jazz”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 05.08.2016, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/Jazz.

[17] Caz standartlarının listesi için, bakınız; http://www.jazzstandards.com/compositions/.

[18] “Jazz”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 05.08.2016, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/Jazz.

[19] Margaret Howze (2016), “Jazz Profiles from NPR Women In Jazz, Part 1”, NPR, Erişim Tarihi: 06.08.2016, Erişim Adresi: http://www.npr.org/programs/jazzprofiles/archive/women_1.html.

[20] A.g.e.

[21] Margaret Howze (2016), “Jazz Profiles from NPR Women In Jazz, Part 1”, NPR, Erişim Tarihi: 06.08.2016, Erişim Adresi: http://www.npr.org/programs/jazzprofiles/archive/women_1.html.

[22] A.g.e.

[23] Alıntı kaynağı: Ozan Örmeci (2010), “Kültür Endüstrisi ve Theodor Adorno’nun Popüler Kültür Eleştirisi”, Ozan Örmeci Makaleler, Erişim Tarihi: 06.08.2016, Erişim Adresi: http://ydemokrat.blogspot.com.tr/2010/10/culture-industry-and-critic-of-popular.html.

[24] Ozan Örmeci (2010), “Theodor Adorno”, Ozan Örmeci Makaleler, Erişim Tarihi: 06.08.2016, Erişim Adresi: http://ydemokrat.blogspot.com.tr/2010/08/theodor-adorno.html.

[25] Haluk Güriz (2014), “Adorno ve Frankfurt Okulu”, Haluk Güriz’in Yazıhanesi, Erişim Tarihi: 18.06.2016, Erişim Adresi: https://halukguriz.wordpress.com/2014/01/08/adorno-ve-frankfurt-okulu/.

[26] J. Bradford Robinson (1994), “The Jazz Essays of Theodor Adorno: Some Thoughts on Jazz Reception in Weimar Germany”, Popular Music, 13 (1) (Ocak 1994), ss. 1-25.

[27] Bu projeye ilişkin web sitesi için; http://www.therealambassadors.com/.

[28] “The Beginning – Monterey Jazz Festival 1962”, Erişim Tarihi: 06.08.2016, Erişim Tarihi: http://www.therealambassadors.com/2.htm.

[29] “The Real Ambassadors”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 06.08.2016, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/The_Real_Ambassadors.

[30] Proje hakkında bir kitap için bakınız; Penny M. Von Eschen (2006), Satchmo Blows Up the World: Jazz Ambassadors Play the Cold War, Harvard University Press.

[31] Tony Shaw (2007), Hollywood’s Cold War, Edinburgh: Edinburgh University Press, Erişim Tarihi: 18.06.2016, Erişim Adresi: https://www.academia.edu/6975392/Hollywoods_Cold_War_PDF.

[32] A.g.e., s. 3.

[33] A.g.e., s. 29.

[34] A.g.e., s. 33.

21 Ağustos 2025 Perşembe

Prof. Dr. Ozan Örmeci Tercüman için yazdı: "Bir Fotoğrafın Anlattıkları: ABD'nin Batı hakimiyeti sürüyor"

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, popüler internet sitesi Tercüman.com için Beyaz Saray'daki Ukrayna diplomasisini yazdı. Aşağıdaki linkten bu yazıya ulaşabilirsiniz.

"Bir Fotoğrafın Anlattıkları: ABD'nin Batı hakimiyeti sürüyor"

Yazının tam versiyonu da buradan okunabilir:

Geçtiğimiz gün Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın Beyaz Saray’daki Oval Ofis’te Rusya-Ukrayna Savaşı’nda izlenecek politikaları görüşmek üzere Avrupalı liderleri[1] ve önemli Batı kuruluşları şef bürokratlarını[2] ağırlaması uluslararası medyada yankı buldu. Ziyaretin içeriği ve Ukrayna’ya Rusya karşısında verilecek desteğin boyutu stratejik açıdan asıl önemli mesele olmakla birlikte, ziyaretin halk ve medya nezdinde daha büyük ilgi gören boyutu ise, Avrupalı lider ve bürokratların Oval Ofis’te Trump’ın karşısında adeta sıraya giren ilkokul çocukları gibi dizilmeleri oldu. Avrupalı bazı basın-yayın organlarında bu konu bir “utanç vesilesi” olarak değerlendirilirken, akademisyenlerin gözünde ise ABD’nin Trump döneminde “güç yoluyla barış” (peace through strength) çizgisinin netleştirilmesi ve Avrupalı devletlerle yeni bir tür hizalanma (bandwagoning) sağlanmasının ilk işaretleri olarak değerlendirildi.

Peki, günümüzde ABD’nin Batı dünyasındaki öncü konumu ne ölçüde devam ediyor ve bu fotoğraf karesi bize neyi anlatıyor? Bu yazıda isterseniz biraz istatistikler üzerinden Trump’ın karelere yansıttığı ABD’nin halen özellikle Batılı devletler üzerinde yoğun şekilde hissedilen baskın gücünü somutlaştırmaya çalışalım.

Soldan sağa: Ursula von der Leyen, Keir Starmer, Alexander Stubb, Volodimit Zelenski, Donald Trump, Emmanuel Macron, Giorgia Meloni, Friedrich Merz ve Mark Rutte.

Öncelikle ABD’nin 1 trilyon dolara yakın askeri harcamaları ile[3] bu konuda yalnızca Batı dünyasında değil, tüm dünyada uzak ara en savurgan veya farklı bir bakış açısında göre bonkör ülke olduğunu ve Washington’ın gücünü günümüzün otoriterleşen dünya düzeninde demokrasi ve insan hakları gibi ilerici değerlerden değil, daha çok silahlarından ve sert gücünden aldığı belirtilmeli. Öyle ki, Dünya Bankası (WB) verilerine göre, Ukrayna ile halen savaştaki Rusya’nın askeri harcamaları ABD’nin yaklaşık 9’da biri[4], ABD için en büyük stratejik hasım olarak görülen Çin’in askeri harcamaları ise ABD’nin 3’te biri düzeyinde[5]. ABD, 2023 yılı rakamları itibariyle, tüm dünyadaki askeri harcamaların 2,5’ta birini yapacak (yaklaşık 2,4 trilyon dolar[6]) kadar gözünü karartmış ve uluslararası sistemde askeri liderliği kimseye bırakmama konusunda ısrarcı bir devlet. “Küresel jandarma” olarak da adlandırılan ABD’nin askeri harcamaları Avrupalı devletlerle kıyaslandığında ise aradaki farklar daha da açılıyor. Hatta öyle ki, Avrupa Birliği (AB) üyesi tüm devletlerin askeri harcamaları bile ABD’nin askeri harcamalarının yanına yaklaşamıyor. Bu nedenle, güvenliğini İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar büyük ölçüde NATO’ya ve ABD’ye ihale etmiş olan Avrupalı liderlerin Putin’in yarattığı güvenlik riskleri karşısında Trump’ın önünde sıraya giren çocuklar gibi dizilmeleri hiç de tesadüfi değil. Hatta tam da bu nedenledir ki, ABD ile Rusya, Soğuk Savaş’tan kalma bir düzenle, aslında birbirlerinin kendi bloklarındaki öncü ve lider konumlarını güçlendiren ve kâğıt üzerinde hasım olmalarına rağmen birbirlerine işlevsel olarak destek olan küresel aktörler.

Global Fire Power (GFP) web sitesinin analizlerine göre, mevcut askeri güç anlamında da, ABD, halen dünyanın en güçlü devleti durumunda.[7] ABD’ye askerî açıdan meydan okuyabilecek güçler arasında ise Rusya ve Çin dışında kayda değer bir güçten söz etmek imkânsız. Zira Avrupalı devletler bu konuda ABD’nin ve aynı zamanda Rusya ile Çin’in çok gerisinde yer alıyorlar.

ABD, askeri gücünün devamlılığını sağlayan ekonomik güç konusunda ise Çin karşısında giderek zorlanıyor. Dünya Bankası’nın 2024 verilerine göre[8] nominal yıllık gayrisafi milli hasıla (GDP) yani ekonomik büyüklük konusunda ABD’nin Çin karşısında üstün konumu sürse de, aktüel satın alım gücünü daha iyi ölçen satın alma gücü paritesi (PPP) konusunda Çin ABD’yi 10 seneyi aşkın bir süredir geçmiş[9] ve aradaki farkı giderek açmaktadır. Bunun farkında olan ve küresel liderliğini Pekin karşısında giderek kaybettiğini anlayan Washington, bunun için Başkan Donald Trump (2017-2021, 2025-) dönemlerinde küresel ekonomiyi yavaşlatacak ve Çin’in agresif büyümesini dizginleyecek korumacı politikaları benimsemekte ve diğer ülkelere de kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bunun doğru bir strateji olup olmadığını ise elbette zaman gösterecektir. AB ise, 27 üyesinin tamamı ile ABD karşısında kayda değer bir ekonomik güç olarak varlık gösterebilse de, hem ülkeler arasındaki mevcut anlaşmazlıklar ve AB’nin geleceğiyle ilgili belirsizlikler, hem yüksek teknoloji (yapay zekâ, savunma sanayii vs.) gerektiren alanlarda Avrupa’nın geri kalmışlığı, hem de ABD’nin küresel bilgi akışını uluslararası medya ve internet platformları üzerinden kontrol edebilmesi nedeniyle Brüksel’in Washington’a rakip olabilmesi oldukça zordur.

Tam da bu nedenlerle, Avrupalı liderler, Başkan Trump’ın karşısında dizilmiş ve Ukrayna konusunda Trump’ın Rusya’yı kayıracak bir barış planına onay vermemesi için onu ikna etmeye çalışmışlardır. Bu durum aslında yeni olmamakla birlikte, AB’nin bütünleşme, derinleşme ve genişleme bağlamında atılım yapmadığı sürece ABD ve Çin gibi küresel güçlere ve askeri olarak da Rusya’ya rakip olamayacağının anlaşılması açısından manidardır. Bu bağlamda, ABD’nin Ukrayna ve İsrail-Filistin gibi konulardaki tavırları, hizalanma teorisi doğrultusunda, Avrupalı devletlerin bu politikalara er veya geç belli ölçülerde eklemlenmesini gerektirecektir. Ancak sonsöz şu da söylenmelidir ki, ABD’nin demokratik sisteminin iki kutuplu yapısı nedeniyle, sonraki seçimlerde olası bir Demokrat Başkan’ın Trump’ın yaptıklarını tersyüz etmesi gayet olası ve akla yatkın bir ihtimaldir. Bu nedenle, Avrupalı devletler birkaç yıl dişlerini sıkarak Trump sonrası döneme de hazırlanma formülünü tercih edebilirler.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

DİPNOTLAR

[1] Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Finlandiya Cumhurbaşkanı Alexander Stubb, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski.

[2] Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile NATO Genel Sekreteri Mark Rutte.

[3] https://data.worldbank.org/indicator/MS.MIL.XPND.CD?locations=US.

[4] https://data.worldbank.org/indicator/MS.MIL.XPND.CD?locations=RU.

[5] https://data.worldbank.org/indicator/MS.MIL.XPND.CD?locations=CN.

[6] https://data.worldbank.org/indicator/MS.MIL.XPND.CD.

[7] https://www.globalfirepower.com/countries-listing.php.

[8] https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.CD?most_recent_value_desc=true&year_high_desc=true.

[9] https://www.imf.org/external/datamapper/PPPSH@WEO/CHN/USA/JPN.

20 Ağustos 2025 Çarşamba

Prof. Dr. Ozan Örmeci Tvnet Yayınında Ukrayna Barış Diplomasisi Sürecini Yorumladı

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, 20 Ağustos 2025 tarihinde Tvnet kanalında yayınlanan "Haber Merkezi" programında ABD Başkanı Donald Trump'ın hız verdiği Rusya-Ukrayna Savaşı'na dair barış diplomasisi sürecini değerlendirdi. 

Ukraine Crisis: Chance for Peace must not be Wasted

 

Introduction

After the Alaska Summit between U.S. (United States) President Donald Trump and Russian President Vladimir Putin on August 15, 2025[1], efforts to end mass killings in the Russia-Ukraine War have intensified with subsequent diplomatic efforts led by President Trump. Accordingly, after a telephone diplomacy with European leaders and Ukrainian President Volodymyr Zelenskyy, President Trump hosted President Zelenskyy[2], and later European leaders[3] at the Oval Office in the White House. In this piece, I will evaluate President Trump’s recent intensive efforts to end the Russia-Ukraine War and discuss potential future scenarios. Let me first put forward some basic points to enrich the discussion.

Key Points ahead of the Peace Talks

First of all, everyone should understand President Trump’s position. President Trump is not appeasing President Putin or Russia, and he does not repeat the mistakes of British Prime Minister Neville Chamberlain, who tried to live with Adolf Hitler and the Third Reich in the late 1930s. Trump never said he supports Russia attacking Ukraine and taking some portions of land from this Western-leaning country trying to accede to NATO and the European Union since 2014. Rather, by his “Principled Realism” understanding, which most of the American scholars find very domestic-oriented and slogan-like[4], President Trump attempts to set borders and establish a new type of political relationship between Moscow and Kyiv that will last decades without necessarily creating new wars and security risks for both sides. To do this, Trump makes a realistic calculation of the existing hard and soft power capabilities of Russia and Ukraine. Remember his first and eventful meeting with Zelenskyy in late February 2025[5], where he mentioned the risk of World War III. Trump’s mind is clear; Russia is militarily stronger compared to Ukraine, and as a former superpower, it has -like many other states- some regional geopolitical ambitions. For Moscow, keeping Kyiv, one of the few remaining Russian allies in Moscow’s “near abroad”, on their side and preventing its slip into NATO is vital. For practical security reasons also, without a buffer zone or state, Russia neighboring NATO is not a good idea, despite the fact that Russia is already neighboring NATO through Latvia, Estonia, and most recently Finland. In short, President Trump is not an appeaser or a KGB (FSB) agent; he tries to stop this war and bring Russia closer to the collective West again for two basic reasons. First, to stop the mass killings of Ukrainians, who of course heroically defend their land because of a geopolitical miscalculation made by their state elite, and second, to focus on China rather than Russia for the future of U.S. global leadership.

Secondly, although French President Emmanuel Macron’s accusation of Russia as the “aggressor state[6] who did not comply with the United Nations (UN) Charter and the 1994 Budapest Memorandum is correct, one should not forget that clear verbal security guarantees (“not one inch eastward” speech by James Baker) given to Moscow[7] following the dissolution of the USSR were also not kept by NATO members. So, there is a concrete reason why the Russian state elite, surrounded by “siloviki”, does not trust Western countries and NATO as they lived the 1990s and early 2000s witnessing NATO expanding constantly towards the east at the expense of Russian security. In that sense, not only Russia, but both sides are not fully sincere about their geopolitical aims and friendly approach to the other side. The exaggerated negative portrayal of President Putin and Russia in the Western press and academia is also wrong; Putin is not Hitler, he is a nationalist, realistic, and authoritarian statesman trying to maximize the national interests of his country as a man completely raised by the Russian security bureaucracy from his very youth. Putin thinks geopolitically in a manner contrary to European leaders, who constantly emphasize the importance of international law. So, neither side could speak the same language and recognize the red lines of the other side, as they did not understand each other very well.

Thirdly, since the COVID-19 pandemic, which deeply affected the logistical lines, and the increasing U.S. isolationism symbolized with Trumpism and MAGA movement, we have entered into a more multipolar-leaning world. Just look at these numbers; according to the IMF, as of April 2025[8], China tops the list of purchasing power parity (PPP) per year, with almost 41 trillion U.S. dollars whereas the U.S. is around 30,5 trillion U.S. dollars. China, thanks to its massive size and production (export)-oriented ecosystem, completely changed the global economy in the last two decades. Beijing is further pushing to dominate global trade with the BRI (Belt and Road Initiative) project. So, in short, the U.S. is not the economic leader of the world anymore, and that is how Putin could easily risk being isolated by Western-led economic institutions with hidden Chinese support behind it during his attack towards Ukraine. In this sense, China, BRICS+, and the Global South countries create a favorable ground for Putin to survive despite the heavy sanctions imposed by the U.S. and the EU. It is true that if sanctions become more severe and begin to target Western countries still doing business with Moscow (e.g. Hungary, Slovakia, and most importantly Türkiye), Russia will be hurt more. However, again, it does not guarantee the collapse of the Putin regime or a significant policy change in the Kremlin concerning the war in Ukraine. With China, North Korea, and Iran’s full support, coupled with other BRICS+ members’ partial help, Moscow can stand for long years against the collective West. Remember the fact that President Trump praised Putin for his battle against the hawks in Moscow in the last Alaska meeting, a sign that post-Putin period might be even more hawkish.

Fourthly, the West does not have many options unless they decide to confront Russia as a whole, which could certainly trigger World War III. The Biden administration was transparent and decisive about not directly being involved in the war against Russia, and they decided to support Ukraine with maximum capacity so that they could defend their country on their own. However, in case President Trump’s peace initiative fails, again, there would be only two options: (a) supporting Ukraine from behind or (b) engaging in a war against Russia. Since the second option is not welcomed by many leaders in the West due to the security risks posed by heavily nuclear-armed Russia and economic stability, only the first option still seems viable as a coherent policy option.

Lastly, Russia should also be aware of the fact that blatantly ignoring international law and forcefully changing the maps of sovereign countries without their consent would turn the international system into full chaos. This might be encouraging for other countries as well, and the future of the international system could be at stake if Russia does not find a political solution to this crisis. In that sense, as stated by James Ker-Lindsay[9], this might motivate all countries to strive to become nuclear powers to safeguard their territorial integrity against possible attacks from militarily powerful countries. In that sense, criticizing Russia for this crisis is not an anti-Russian attitude, but rather a responsible behavior aimed at saving the international system. I should also add that the recent Azerbaijan-Armenia deal (Trump Peace Corridor or the TRIPP agreement[10]) in Washington, DC, about the Zangezur Corridor  under the auspices of President Trump, shows how Moscow alienates its own allies due to its aggressive behaviors.

Terms of the Peace Deal: Giving Russia a Chance to Return

So, after making these key points, what can we discuss in terms of a possible peace deal which would create a permanent truce or preferably peace in the region. Let us focus on some critical issues one by one to draw the blueprint of the peace plan.

1-) AAn ideal peace deal is the one that does not make everyone fully satisfied, but rather the one that saves the faces of everyone. Therefore, a peace deal should not undermine the success of leaders (Putin, Trump, and Zelenskyy) and give each of them something to defend domestically against their own people. For Trump, ending the war in Ukraine and bringing Russia back into the international system would be a great gift that he could sell to his fellow Americans ahead of the congressional elections as the ultimate “dealmaker”. For Putin, making Crimea and some lands in the Donbas region, where most of the population are already pro-Russian and Russian originated, new lands of Russia could be a big success despite heavy losses suffered by the Russian military in the last three years. For Zelenskyy, saving 85-90 % of Ukrainian territories and not being defeated by mighty Russia would be a considerable success, especially if he could obtain concrete security guarantees for a lasting peace.

2-) To solve the crisis, a political agreement is necessary. Without a political agreement and a finalized historical deal, for sure, the international system’s survival would continue to be at stake, especially in case Russia forcefully gets new territories from Ukraine. However, if a comprehensive peace deal including land swaps, security guarantees, and economic incentives is negotiated and settled, this would resemble a complete peace agreement and would not create serious disturbances to the international system. Never forget the very choice of Alaska for the last Putin-Trump meeting. Alaska reminds us that land can be exchanged or sold and bought if two countries reach an agreement. In that sense, Ukraine saving 85-90 % of its territories, obtaining concrete security guarantees from the U.S. and NATO, and receiving economic incentives from international organizations to recover from the war might be the best possible solution. Remember that peacemaking in these conditions is not about getting the ideal, but rather what is possible.

3-) Europe should be on the table as a constructive party during the negotiations. President Macron is right about what he is saying, but it is not his nation, but rather the Ukrainian nation that today risks being annihilated by Russian bombs. Moreover, if Brussels and Washington had been more cautious about Russian red lines, this war might not have even erupted in the first instance. Europe could still aim and wait for the right time to make Kyiv a member of their club, but it seems like it is not the best time for the moment when Russia slowly advances on the field. Therefore, an agreement that would keep Ukraine’s EU membership option open for the future, despite some territorial concessions, should be supported by European powers. Moreover, while Europeans are right to be concerned about their security against Russia, the acceptance of security guarantees for Ukraine, the continuation of NATO with increasing military spending of member states, and the progress for a European Army should not make European capitals fully alert against Russia. The Ukrainian military’s success on the field has shown that Russia cannot compete with a joint European Army or NATO forces on its own. Instead, their advantage comes from their sophisticated nuclear capacity. Therefore, Europeans could work on increasing their nuclear capacity and establish a new European Army unit to address future threats.

4-) While Ukraine’s EU membership should be an open option for the future, for NATO membership, we need a more balanced approach and an Austrian-type of agreement to keep Ukraine a neutral state between Brussels and Moscow. This is not the worst option for Kyiv as long as it enjoys security guarantees from the U.S. and NATO. Moreover, Ukraine’s geographical positioning forces it to be an “intermediate region”, a concept proposed by geopolitical expert Dimitri Kitsikis. Therefore, it is not a choice, but a geopolitical necessity and responsibility for Kyiv to become a neutral state thereby maintaining the balance of the world order.

Conclusion

Finally, in my humble opinion, President Trump is not an appeaser or a stupid politician, and he perfectly knows who he is dancing with. So, if he decides to appear weak, it is not because he is a weak leader, but instead because he tries to save the Ukrainian people and the whole world from a potential disaster. That is why we should support President Trump and hope that he can convince Putin to give up from his maximalist claims and respect Ukrainian sovereignty and independence with certain constitutional and international guarantees given by Kyiv about Ukraine's neutrality. This is the only viable option for peace; otherwise, the mass killings will continue, and the Ukrainian people will have more challenging times.

Cover Photo: CFR

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

FOOTNOTES

[1] https://www.bbc.com/news/articles/c4gj9er0x0zo.

[2] https://www.youtube.com/watch?v=ajxSWocbye8.

[3] https://abcnews.go.com/US/video/trump-hosts-european-leaders-white-house-after-putin-124756286.

[4] https://www.tandfonline.com/doi/epdf/10.1080/09557571.2019.1659229?needAccess=true.

[5] https://www.bbc.com/turkce/articles/cly22vpw64lo.

[6] https://www.youtube.com/watch?v=qObsa0TJAkk.

[7] https://nsarchive.gwu.edu/briefing-book/russia-programs/2017-12-12/nato-expansion-what-gorbachev-heard-western-leaders-early.

[8] https://www.imf.org/en/Publications/WEO/weo-database/2025/April/weo-report?c=512,914,612,171,614,311,213,911,314,193,122,912,313,419,513,316,913,124,339,638,514,218,963,616,223,516,918,748,618,624,522,622,156,626,628,228,924,233,632,636,634,238,662,960,423,935,128,611,321,243,248,469,253,642,643,939,734,644,819,172,132,646,648,915,134,652,174,328,258,656,654,336,263,268,532,944,176,534,536,429,433,178,436,136,343,158,439,916,664,826,542,967,443,917,544,941,446,666,668,672,946,137,546,674,676,548,556,678,181,867,682,684,273,868,921,948,943,686,688,518,728,836,558,138,196,278,692,694,962,142,449,564,565,283,853,288,293,566,964,182,359,453,968,922,714,862,135,716,456,722,942,718,724,576,936,961,813,726,199,733,184,524,361,362,364,732,366,144,146,463,528,923,738,578,537,742,866,369,744,186,925,869,746,926,466,112,111,298,927,846,299,582,487,474,754,698,&s=PPPGDP,&sy=2024&ey=2025&ssm=0&scsm=1&scc=0&ssd=1&ssc=0&sic=0&sort=country&ds=.&br=1.

[9] https://www.youtube.com/watch?v=llQeG6xdZp4.

[10] https://www.bbc.com/news/articles/c39dzl1lzrgo.