14 Ekim 2010 Perşembe

Türkiye'yi Demokratikleştirmek


Birçok siyasal gözlemciye göre Türkiye son yıllarda demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmakta, hatta başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Adalet ve Kalkınma Partisi üst düzey yöneticilerine göre ülkemiz adeta sessiz bir devrim sürecinden geçmektedir. Birçok diğer siyasal gözlemci ise Türkiye’de demokratikleşme değil, otoriterleşme ve tek parti sistemine dönüş olduğu yönünde eleştiri ve endişelerini dile getirmektedirler. Elbette Türkiye son dönemde Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde çağdaş Batılı demokrasilere benzeyen bazı önemli yasal değişiklikler yapmış ve bu anlamda demokratik açıdan ilerleme sağlanmıştır. Ancak demokratikleştiği iddia edilen bir ülkede milyonlarca insanın (ki genelde bu insanlar daha iyi eğitimli ve merkez sol eğilimli seçmenlerden oluşmaktadır) bu görüşün aksini savunması da durumun iktidar çevreleri tarafından iddia edildiği gibi tozpembe bir şekilde gerçekleşmediğini düşündürmektedir. Kanımca Türkiye’nin son dönemde yaşadığı değişimlerin olumsuz algılanmasında iktidarın ve demokratikleşmeye yön veren liberal entelijensiyanın yaptığı önemli stratejik hataların da etkisi bulunmaktadır. Bu yazıda biraz bu hatalar üzerinde durmaya çalışacağım.


İktidar merkezli hataların temelinde kanımca üslup yer almaktadır. İktidar partisi üst düzey yöneticilerinin yetiştikleri siyasal kültürün de etkisiyle siyasal muhaliflerine yönelik aşağılayıcı, hor gören, dışlayıcı ve ayrımcı bir dil kullanmaları Türkiye’de olumsuz ve karamsar bir demokratikleşme algısının oluşmasında temel faktörlerdendir. “Gâvur İzmir”, “ayaklar baş oldu”, “cibilliyetsiz bunlar”, “bunların kökü bereketsiz” gibi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkmış sözlere ek olarak, Bülent Arınç gibi üst düzey hükümet temsilcilerinin muhalefete ve kimi zaman halka yönelik aşağılayıcı yaklaşımları Türkiye’deki kutuplaşmayı arttırmakta ve Türkiye’nin sorunlarını demokratik sistem içerisinde çözmemizi daha zor hale getirmektedir. Bu tarz kaba yaklaşım ve dışlayıcı tavırların demokrasi açısından en tehlikeli özelliği kitleleri birbirine ön yargılı ve düşman hale getirmesi ve ileride boy vermesi muhtemel nefret tohumları ekmesidir. Bu nedenle hem iktidar, hem de muhalefetin dil ve üslup konusunda topluma örnek olacak bir çizgiyi Türkiye’nin önümüzdeki aylarda yaşayacağı büyük sıkıntılar öncesinde tutturması önemli bir zorunluluk olarak gözükmektedir.


Demokratikleşmenin olumsuz algılanmasında bir diğer önemli stratejik hata, liberal-ikinci cumhuriyetçi çevrelerin yapıcı değil, yıkıcı bir üslupla milyonlarca insan için son derece önemli olan Cumhuriyet devrimlerine ve büyük Atatürk’e yönelik haksız saldırılarda bulunmalarıdır. Tek-parti dönemi ve Kemalizm’i bugünün şartları ve mantığıyla demokratik açıdan eleştirmek aslına bakılırsa anakronizm hatasına düşmek ve insanları demokrasiden uzaklaştırmak anlamına gelmektedir. İyisi-kötüsü, eksiği-fazlasıyla tek parti dönemi ve Kemalizm, Anadolu’da çok partili demokratik bir sistemin ve modern bir devlet mekanizmasının kurulmasını başarmış ve bugün İslam coğrafyasında tek laik ve demokratik ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nin komşuları gibi yer altı kaynakları olmamasına rağmen siyasal, ekonomik ve sosyokültürel açıdan en ileri Müslüman ülke olmasını sağlamıştır. Bu nedenle Cumhuriyet kazanımlarına yapılan haksız saldırılar Türkiye’deki demokratikleşme atılımlarına fayda değil, zarar getirmektedir. Demokratikleşme Cumhuriyet devrimlerine karşıt değil, ancak bunların devamı ve tamamlayıcısı olarak halka sunulursa toplumda demokratikleşme yolunda birlik ve bütünlük sağlanabilir. Bu nedenle hükümeti yönlendiren liberal ve eski Marksist entelektüellerin devletin geçmişte kendilerine yaptığı haksızlara bağlı olarak geliştirdikleri yıkıcı dil ve eğilimler, demokratikleşme açısından bugün Türkiye’nin karşısındaki en büyük engeldir. Bir diğer deyişle Türkiye Cumhuriyeti ileri demokrasiye Atatürk düşmanlığı üzerinden ulaşamaz, Atatürk devrimleri sayesinde ulaşabilir.


Demokratikleşme yolunda Türkiye’nin karşı karşıya olduğu üçüncü önemli sorun Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik acımasız saldırılardır. Elbette Türk Silahlı Kuvvetleri Soğuk Savaş koşullarının da etkisiyle demokrasi sicili pek başarılı bir kurum değildir. Ancak ülkemizdeki terör ve siyasal sorunların tek kaynağı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gösterilmesi, kurum içerisinde demokrasi dışı eğilimleri bulunan kişileri bireysel olarak suçlamaktan ziyade kurumun kendisine yıpratmak amacıyla saldırılması Türkiye’de demokratikleşmeyi daha da zor hale getirmektedir. Özellikle son yıllarda demokratikleşme adımlarına uyum göstermeye gayret eden ve kendisine karşı yöneltilen acımasız eleştiriler karşısında oldukça zor durumlara düşürülen Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bu tarz yaklaşımlar; asıl amacın Türkiye’yi demokratikleştirmek değil, ülkede büyük bir ikilik ve siyasal karışıklık yaratmak ve Türkiye’nin güvenlik açısından zayıf düşmesini sağlamak olduğunu düşündürmektedir. Demokratikleşmek elbette silahlı kuvvetler üzerinde sivil denetimin sağlanmasını da içermektedir. Ancak ordu üzerindeki demokratik ve sivil denetimi sağlamak, Türkiye’yi güvenlik bakımından zayıflatmak, orduyu savaşamaz ve itibarsız hale getirmek demek değildir. Bu noktada yine liberal entelijensiya kendi travmalarından kaynaklanarak hükümeti çok yanlış bir çizgiye sürüklemekte ve demokratikleşmenin kötü algılanmasında etkili olmaktadır.


Dördüncü olarak üzerinde durmak istediğim konu, felsefi alanda gelişen post-modernizmin de etkisiyle dünyada ve özellikle Türkiye’de toplumu bir arada tutan ortak değer ve normların hızla erimesi ve bunlara saldırmanın demokratikleşme getireceği gibi yanlış bir algının ortaya konmasıdır. Ortak değerleri kalmayan grupların bir arada yaşaması imkânsız hale gelecek ve muhtemelen yaşanacak büyük kavga ve çatışmalar sonrası bu gruplar yollarını ayıracaklardır. Bu nedenle Türkiye halkının bir arada yaşamasını sağlayan ortak değer ve kuralların (Müslüman kimliği, Atatürk milliyetçiliği ve Türk milleti anlayışı, Atatürk sevgisi, milli ve dini değerler vs.) hükümet tarafından özenle korunması ve demokrasi ve özgürlük adına toplumu bir arada tutan her türlü değere farklı kesimlerden saldırılar yapılmasının önlenmesi gerekmektedir. Normalleri olmayan, normlarını kaybetmiş dağınık ve bölük-pörçük bir toplumdan demokratik bir rejim çıkabileceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır.


Bu yazıda ele almak istediğim ve demokratikleşmenin olumsuz algılanmasında etkili olan beşinci ve son unsur; siyasette son yıllarda ılımlı ve uzlaştırıcı aktörlere siyasal partiler tarafından neredeyse hiç yer verilmemesi ve her görüş ve kesimin kendi şahinlerini sahaya sürerek uzlaşmayı imkânsız kılmasıdır. Geçmişte toplumun farklı kesimlerini bir araya getirmeyi ve dengeli bir üslup kullanmayı başarabilen rahmetli İsmail Cem, Bülent Ecevit gibi siyasal aktörlerin siyaset sahnesinden ayrılması son yıllarda ülkemizin yaşadığı derin kutuplaşmanın önemli nedenlerinden birisidir. İktidar partisi ve muhalefet partilerinin bu nedenle siyasal kadrolarını oluştururken Türkiye’nin giderek daha tehlikeli bir hal almaya başlayan parçalı yapısını birleştirecek uzlaştırıcı ve ılımlı isimlere kapılarını açmaları yerinde bir karar olacaktır.


Ozan Örmeci


Hiç yorum yok: