Türkiye’de yapılan 2007 genel, 2004-2009 yerel seçimleri ve son yaşanan referandum süreci sonucunda karşımıza çıkan 3 parçalı seçim haritaları; ülkemizde yaşanan derin kutuplaşmanın siyasete yansıması olarak basında ciddi bir şekilde yer etti. Bu haritalardaki ortak özellik; Marmara bölgesinden Akdeniz bölgesinin sonuna kadar sahilde yer alan iller ve bu illere yakın vilayetlerde artan bir düzeyde Cumhuriyet Halk Partisi’nin oy oranında ağır bastığının ortaya çıkması, buna karşılık iç bölgelerden başlayarak -Barış ve Demokrasi Partisi’nin çok üstün olduğu Güneydoğu Anadolu bölgesi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin kalesi olarak nitelendirilen birkaç il haricinde- Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tüm diğer bölgelerde siyasal rakiplerine büyük üstünlük sağlamasıydı. Değerli sanatçı ve yazar Zülfü Livaneli’nin 2000’li yılların başlarından beri işlediği, artık kemikleşmeye başlayan bu üç kutuplu Türkiye tablosu elbette Türkiye’deki demokratik siyaset açısından olumlu bir durum anlamına gelmiyor. Neden mi?..
Muhakkak ki, farklı toplumsal sınıf, kesim, grup ve güç odaklarının özgür ve adil bir ortamda yarışabildiği demokratik rejimlerde; siyasetin önemli bir ayağı da toplumdaki farklı kültürel grupların üstünlük mücadelesidir. Bu anlamda toplumdaki farklı etnik, dinsel, mezhepsel grupların, farklı grup aidiyetlerinin (cemaat, tarikat, alt kültür grupları vs.) seçimlerde bir nebze olsun etkili olması son derece doğaldır. Ancak esas anlamıyla toplumdaki farklı sosyal sınıfların güç mücadelesi ve yurttaşlara en iyi hizmet ve projeleri sunma yarışı olan demokratik seçimlerin salt doğuştan edinilen primordiyal (ilksel) kimliklere ya da yaşam tarzlarına göre yapılması bir ülkede demokrasi adına en büyük tehlikelerden biridir. Bunun nedeni öncelikle bu şekilde yapılan kutuplaşmacı siyasetin büyük bir durağanlığa neden olması ve kaliteli aday ya da partilerin seçilmesini önlemesidir. Etnik, mezhepsel ya da dini kimlikleri ve aidiyetleri nedeniyle sürekli aynı partilere oy veren insanlar şüphesiz ki bu davranışlarını değiştirmeyecek ve siyasette kaliteli, daha dürüst, daha iyi projeleri olanın kazanması daha zor hale gelecek ve toplumsal dinamizm ortadan kalkacaktır. Siyaset adeta toplumdaki farklı kimliklerin hangisinin daha büyük bir demografik güce ulaşacağı noktasında kilitlenecektir. Dahası artan kutuplaşma ortamında bağımsız sesler daha cılız duyulacak ya da hiç duyulmayacak, insanlar mensup olduğu gruplar dışında oy kullanmaya, fikirler ileri sürmeye cesaret edemeyecek, bu anlamda modern demokrasilerin temeli olan özgür birey ortadan kalkacaktır.
Bu nedenlerle ülkemizdeki siyasetçilerin sürekli olarak dozunu arttıklarını kutuplaştırma, ötekileştirme ve korku siyaseti hangi parti seçimlerden kazançlı çıkarsa çıksın ülke adına zararlıdır. Dahası bu kutuplaşma ortamında yetişen milyonlarca gencin ilerleyen yıllarda aynı ülkede birlikte yaşamaları daha da zor hale gelecektir. Bu yüzden başta iktidar partisi olmak üzere, ülkemizde daha kaliteli siyaset isteyen ve toplumu ayrıştırmak değil, bütünleştirmek amacında olan tüm siyasal kurum ve aktörlerin önümüzdeki dönemde izleyecekleri siyaset Türkiye’nin geleceği açısından çok önemlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder