1957 doğumlu Avustralya eski
Başbakanı Kevin Rudd[1],
2007-2010 ve 2013 yılı içerisinde iki dönem Avustralya Başbakanı olarak görev
yapmış tanınmış bir siyasetçidir. Rudd, ülkesinde uzun süre Avustralya İşçi
Partisi’nin Genel Başkanlığı görevini yürütmüş ve özgürlükçü fikirleri ve
entelektüel kişiliğiyle ülkesinde ve dünyada önemli ve olumlu izler
bırakmıştır. Rudd’ın bilgi sahibi olduğu bir konu da Çin Halk Cumhuriyeti’dir.
Rudd, bu ülkenin son yıllardaki ihtişamlı yükselişi ve ABD ile rekabeti
hakkında 2015 yılında TED Talks kapsamında son derece ilginç bir konuşma
yapmıştır. Bu yazıda, bu önemli konuşma özetlenecektir. Bu noktada şunu da
vurgulamak gerekir; Martin Jacques’ın da daha önce dikkat çeken bir
konuşmasında belirttiği üzere[2],
dünyada ekonomik ve siyasi anlamda Çin Halk Cumhuriyeti’nin yörüngesine giren
ilk Batılı ülke Avustralya’dır. Dolayısıyla, Avustralya’nın deneyimlerinden
istifade etmek, Çin’in süper güce dönüştüğü bir dünyanın nasıl olabileceği
konusunda bizlere fikir verebilir. Bu nedenle, Avustralya’nın en önemli siyaset
adamlarından biri olan Rudd’ın bu konuşmasını dikkatle dinlemek gerekir.
Yazıya kaynaklık eden konuşma
Konuşmasına ABD ile Çin Halk
Cumhuriyeti arasındaki rekabetin yalnızca bu iki ülkeyi değil, tüm dünyayı
etkileyeceğini vurgulayarak başlayan Rudd, daha sonra Napolyon Bonapart’ın ünlü
“Çin uyuyan bir aslandır, uyanırsa tüm dünya sarsılır” sözünü hatırlatmakta ve
bu ülkenin dünya siyasetinde giderek artan önemine dikkat çekmektedir. Bu sözün
doğru olduğunu belirten Rudd, Çin’in son yıllarda yalnızca uyanmadığını ve
adeta şaha kalktığını iddia etmekte ve bu bağlamda dünya siyasetindeki temel
meselenin artık ABD’nin bu sürece nasıl karşılık vereceği olduğunu
söylemektedir. Çin’in önümüzdeki on yılda her türlü ekonomik veride dünyanın
bir numarası olacağını söyleyen ve Pekin’in daha şimdiden birçok konuda bir
numara olduğunu vurgulayan Kevin Rudd, bu durumun tarihi bir kırılma olduğunu
zira İngiliz Kralı III. George ya da George William Frederick’ten beri ilk kez
ana dili İngilizce olmayan, Batılı olmayan ve liberal demokratik değerleri
benimsemeyen bir ülkenin dünyanın en büyük ekonomik gücü olacağını
belirtmektedir. Bunun 21. yüzyılın ilk yarısında büyük bir değişime yol
açacağını ve hepimizin alışkanlıklarını ve hayatlarını etkileyeceğini iddia eden
Rudd, ancak bu mega dönüşümün mega bir meydan okumayı da beraberinde
getireceğini ve ABD ile Çin’in bu süreci nasıl yöneteceklerinin tüm dünya için çok
kritik bir konu olduğunu vurgulamaktadır.
Konuşmasının ilerleyen bölümünde,
1971 yılında Çin’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne Tayvan’ın yerine
üye yapılmasının ardından küçük yaşta annesinin tavsiyesiyle Çince öğrenmeye
başladığını anlatan Rudd, annesinin tavsiyesinin haklı çıktığını ve geçen
yıllar içerisinde Çin ve Çince’nin çok daha önemli hale geldiğini
vurgulamaktadır. Daha sonra "Thucydides Tuzağı" kavramını açıklayan ve Sun Tzu’dan bir alıntı yapan Rudd, Amerikalı akademisyen Graham Allison’ın yükselen güçler ve yerleşik güçler üzerindeki ilişki
biçimlerini incelediği çalışmasını[3]
hatırlatmakta ve Pekin ile Washington’ı önümüzdeki yıllarda dünya siyasetinin
geleceği belirlemek konusunda zorlu pazarlıkların beklediğini anlatmaktadır.
Günümüzde ekonomik küreselleşmenin yaygınlaşmasının bizi fazla umutlandırmaması
gerektiğini de belirten konuşmacı, Birinci Dünya Savaşı öncesinde de dünya
ekonomilerinin birbirlerine fazlasıyla entegre olduğunu ama bu durumun büyük
savaşın çıkmasını engelleyemediğini anımsatmaktadır.
Bu bölümün ardından Çin’in ABD’yi
ve genel olarak Batı dünyasını nasıl algıladığını açıklamaya başlayan Kevin
Rudd, Çinlilerin 1839-1860 Afyon Savaşları’nın ardından yüz yıl boyunca
Batılılar tarafından aşağılandıklarını düşündüklerini belirtmekte ve bu duruma
dair bazı somut örnekler de sunmaktadır. Bunun dışında, Çinlilerin Batılı
ülkelerden çok farklı olan siyasal sistemlerinin Batı’da kabul görmediğini
düşündüklerini de belirten Rudd, Çin Halk Cumhuriyeti siyasal seçkinlerinin son
dönemde ABD ve müttefikleri tarafından jeopolitik olarak kuşatıldıkları
düşüncesine kapılmaya başladıklarının da altını çizmektedir. Batılı entelektüellerin
kendilerinden farklı olan devletleri eleştirmekte çok kolaycı ve ukala
davranabildiklerini kabul eden Rudd, bu anlamda Çin’i eleştirmeden önce kendi
toplumlarını ve sistemlerini de eleştirel bir gözle inceleyebilmeleri
gerektiğini belirtmektedir.
Daha sonra ABD’nin Çin’in hızlı
yükselişi karşısındaki tavrını yorumlamaya başlayan Avustralya eski Başbakanı,
Washington’ın Çin’le ilişkiler konusunda sadece olumlu adımlarını (Çin’in Dünya
Ticaret Örgütü’ne kabul edilmesi) öne çıkardığını ve Çin’e yakın bölgelerdeki
artan askeri varlığını çevreleme politikası (containment policy) olarak değerlendirmediğini vurgulamaktadır.
Benzer şekilde, ABD’de Çin’le ilgili olarak neredeyse tamamen siber saldırılar,
telif hakları ihlalleri ve Çin siyasal sisteminin demokrasi, insan hakları ve
hukuk devletinden uzak olması gibi konuların konuşulduğunu belirten Rudd, bu
tip yaklaşımlarla devam edilmesi durumunda ABD ile Çin’in barışçıl bir gelecek
ve dünya yaratmalarının zor olabileceğine dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, “constructive realism” (yapıcı
gerçekçilik) adını verdiği yeni bir tür yaklaşımla, Washington ile Pekin’in
sorunlu oldukları alanlarda gerçekçi bir algı temelinde savaşı engelleyen ve
diplomasiyi önceleyen bir yaklaşım geliştirmelerini tavsiye eden Rudd, ayrıca
bölgesel politikalara dair kurumsal yapılar oluşturulmasını ve yapıcı
yaklaşımlarla dünya siyasetine bu iki güçlü ülke tarafından pozitif anlamda yön
verilmesini savunmaktadır. İklim değişikliği gibi konularda bu iki ülkenin
birlikte dünyaya büyük katkılar sunabileceğini düşünen Rudd, bunun içinse her
iki tarafta da siyasi iradenin olması gerektiğine dikkat çekmektedir.
Konuşmasının son bölümünde,
bunların daha çok aklıyla ulaştığı düşünceler olduğunu, ancak siyasette
kalpleri kazanmanın da çok önemli olduğunu belirten Rudd, Başbakanlığı
döneminde Avustralya Parlamentosu’nda Aborijinlerden geçmişte yaşananlar
nedeniyle özür dilendiğini hatırlatmakta ve bu sayede tüm sorunlarını
çözemeseler bile beyazlar ile Aborijinler arasında sağlıklı bir diyalog zemini
başlatabildiklerini vurgulamaktadır. Bunun ABD-Çin ilişkilerine de örnek teşkil
edebileceğini söyleyen Rudd, Amerikan Rüyası veya Çin Rüyası yerine İnsanlık
Rüyası şeklinde hayaller kurmanın dünyayı daha iyi bir yer yapabileceğini
belirtmektedir. Rudd, konuşmasını bu sözlerle ve alkışlarla sonlandırmaktadır.
Konuşmanın bir değerlendirmesini
yapmak gerekirse, Rudd’ın gerçekten etkileyici ve önemli bir konuşma yaptığı ve
olaya soğukkanlı bir analistten ziyade, barışsever bir siyasetçi gibi
yaklaştığı görülmektedir. Bu yaklaşım, büyük bir savaş tehlikesi karşısında
hakikaten de ihtiyacımız olan doğru vizyon olabilir…
Yrd. Doç. Dr. Ozan
ÖRMECİ
[1] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Kevin_Rudd.
[3] Ana fikri buradan
okunabilir; http://politikaakademisi.org/2017/08/16/graham-allisona-gore-abd-cin-rekabeti/.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder