Önceki gün yapılan tutuklamalarla Türkiye’deki siyasetin kokuşmuş yapısı
bir kez daha gözler önüne serildi. İktidar cephesinde oluşan çatlak sonrası
yaşanan kamplaşma, biz hiçbir şeyden haberi olmayan sıradan vatandaşlar için
adeta bir nimet işlevi gördü ve birçoklarına göre, kendilerinin maddi ve
insangücü kaynağı olan dershanelerin hedef alınmasından sonra iktidar
koalisyonundan iyice koptuğu anlaşılan Gülen cemaatinin düğmeye basmasıyla birçok
ünlü işadamı ve önemli üç bakanın çocukları yolsuzluk ve rüşvet nedeniyle
gözaltına alındı.
Öncelikle bu operasyonu yürütenlere Türkiye halkı olarak bir teşekkür
borçluyuz. Zira bu operasyon sayesinde, vatandaşlarımızın verdiği doğrudan ve
dolaylı vergilerle ayakta olan devletin “forslu” koltuklarına oturan kişiler ve
akrabalarının nasıl bir “saadet zinciri” gibi çalıştıkları ve “al gülüm-ver
gülüm” yöntemiyle yakınlarını ve ahbaplarını zengin ettikleri yavaş yavaş
ortaya serilmeye başlandı. Durumun bu olduğunu aslında sokaktaki adam da,
gazeteciler de, muhalefetteki siyasetçiler de, uluslararası gözlemciler de yani
herkes biliyordu. Ancak bu durumun ortaya çıkması ancak iktidar cephesindeki
bir yarılma ile mümkün olabildi. Bu da aslında operasyona verdiğim desteğe karşın, bu
mücadelenin pek de temiz olmadığını gösteriyor. Gönül isterdi ki, bu yaşananlar
iktidar cephesinde bir çatlak yaşanmadan, sırf tüyü bitmemiş yetimin hakkını
korumak için yapılmış olsaydı. Ama nerde o günler...
Bugün de ilk gelen haberlere göre hükümetten bir karşı-hamle geldi ve
operasyonun düzenlenmesinde emeği olan bazı polis müdürleri görevden alındı.
Başbakan Erdoğan dün yaptığı açıklamalarla yolsuzlukla ilgili yürütülen bu
soruşturma ile ilgili olarak sanki bir askeri darbe yapılıyormuş gibi sandığı
gösteren garip açıklamalar yaptı. Burada sayın Başbakan’ın sandıktan çıkarak
iktidara gelmiş olmanın yolsuzluk yapma hakkı olmadığı konusunda bilgi
eksikliği olduğunu gözlemledim. Umuyorum Sayın Yalçın Akdoğan ve diğer
danışmanları Sayın Başbakan’a ilerleyen günlerde bu konuda gerekli bilgi
yüklemesini yaparlar. Seçim kazanmış olmak dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde
iktidarlara yolsuzluk yapma, asıp-kesme hakkı vermez. Demokrasilerde aslolan
hukuk devleti ve yasalardır. Umuyorum bu bilince tipik bir üçüncü dünya ülkesi
görüntüsü çizen ülkemizin devlet adamları da bir gün ulaşır.
Konunun bir diğer boyutu ise, polis ve adliyede cemaat kadrolaşmasıyla
ilgili. Elbette devlet hiyerarşisi dışında bir örgütlenmenin olması
birçoklarını rahatsız ediyor. Ancak bu noktada kendimize şu soruyu sormalıyız;
demokrasi kültürü olmayan Türkiye gibi ülkelerde bu gibi özerk yapılar da
olmasa, yani tüm güçler yönetici elitin (Başbakan ve yakın çevresi) elinde
toplansa kim bilir ülkemizde daha ne soygunlar yaşanacaktı? Bu nedenle bu gibi
özerk yapıların şu aşamada ülkeye faydalı bir işlev gördüğünü ve demokrasi için
son derece gerekli olan denge mekanizmasını oluşturduğunu söylemeliyiz. Ancak
uzun vadede demokrasi ancak güçlü, etkili ve hızlı bir hukuk sistemi ile
varolabilecektir. Bu konuda da daha çok çalışmalıyız. 21. yüzyıl Türkiye’sinde
temiz toplum ve hukuk devleti istemek hepimizin görevidir. Kıbrıs’tan
sevgilerle...
Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder