Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 1923 yılında Kurtuluş
Savaşı’nın ardından modernleşmeci bir devrimle kurulmuş ve bugüne kadar birçok
defa kesintiye uğramasına karşın 1950’den bu yana demokrasi yolunda ilerlemiş,
bu özelliğiyle Müslüman toplumların kurduğu devletler arasında öncü ve model
konumu bulunan bir ülkedir. Türkiye’nin son yıllarda da birçok konuda halk
görüşünü ön plana çıkaran referandum benzeri doğrudan demokrasi uygulamalarına
yöneldiği ve popüler siyaset dilinde “seçkinci-elit” olarak nitelendirilen ve
ülkenin tarihsel birikimini yansıtan devlet kurumlarının (Türk Silahlı
Kuvvetleri, Dış İşleri Bakanlığı vs.) atanmışlardan oluşmaları nedeniyle
seçilmişler karşısındaki konumlarını yavaş yavaş kaybettiği görülmektedir. Bu
durum demokratik teori açısından faydalı olarak görülmekle birlikte, olaya
psikolojik perspektiften bakıldığında çeşitli sorunlar görmek mümkündür. Bu
yazıda biraz bu konu üzerinde durmak istiyorum.
Sigmund Freud başta olmak üzere birçok psikiyatri ve
psikoloji uzmanının da dikkat çektiği gibi insan bilincinin üç ana katmana
ayrıldığı iddia edilir; ego, süperego ve id. Freud’a göre id insanın içindeki
hayvan, yani insandaki saldırganlık, şehvet, kin, açlık ve benzeri güdülerin
yer aldığı tehlikeli bir bölüm ve ilkel benliktir. Id’i kontrol edemeyen
bireyler, aynı saldırganlıklarını kontrol etmeyen grup ve toplumlar gibi çok
olumsuz durumlarla karşılaşabilirler. Id’i dizginleyen ise kişilik savunma
mekanizması olarak değerlendirilen ve kişinin gerçek benliğini ortaya koyan “ego”dur.
Üst benlik adı da verilen süper ego ise “başkaları ne der” sorusuna yanıt veren
ve insanların “politically correct” değerleri okul, toplum, medya, arkadaş
çevresi ve aile yoluyla öğrenerek içselleştirdiği bölümdür. Bu bölüm elbette id’e
karşılık olarak insanı ters yönden baskılayan ve hareketlerini kısıtlayan bir
bilinç katmanıdır.
Bu bilgilerden yola çıkarak Türkiye’nin son dönemde
yaşadığı dönüşümler incelendiğinde Türk devletinde dengelerin bozulduğunu şu
şekilde açıklayabiliriz; Türkiye’de demokrasi, serbest piyasa ekonomisi ve
popülizmin ilerlemesine paralel olarak süperego çok ağır basmaya başlamış, bu
nedenle tüm kararlar ve politikalar “halk ne der”, “yabancı devletler bunu
nasıl algılar” gibi güdülerle yapılmaya başlanmıştır. Bu durum başta faydalı
olarak görülebilir, ancak süperegonun yani insanın ya da bizim örneğimizde
devletin, yalnızca başkalarının (başka devletlerin) ya da toplumun ne diyeceği
kaygısıyla yönetilmesi, elbette egonun yönlendireceği devletin uzun dönemli
çıkarları ve özsel isteklerinin gerçekleştirilmesinde ciddi bir engel haline
gelebilir. Egosu kısıtlanmış ve id’i silinmiş, tamamen süperegoya göre
yönlendirilen bir devletin uzun vadede yıkıma uğraması kaçınılmazdır. Sağlıklı
bir insan ruhunun dengesine benzer şekilde, güçlü ve demokratik bir devletin de
dış politika, ekonomi yönetimi gibi alanlarda teknokrasi adını verdiğimiz uzmanlığa
ve uzman görüşlerine ihtiyacı vardır. Oysa süperegonun bizim örneğimizde
muadili olan popülizm, kolaylıkla bu alanlarda da halk baskısıyla devleti
yanlış tercihlere sürükleyebilir. Bu nedenle böyle rejimlere artık demokrasi
değil, popülizm adını vermek doğru olacaktır. Elbette bu durumun tersi şekilde
bir devlet sadece haz ve duygulara yönelik şekilde id tarafından da
yönetilmemelidir. Bunun da muhakkak ki aksi yönde zararlı sonuçları olacaktır.
Ancak Türkiye’de son dönem bozulan dengeye bakıldığında id’in tamamen geriye
çekilerek salt süper ego tarafından yönlendirilen bir siyasi düzenin
yaratıldığını, bunun da güvenlik ve uzun vadeli çıkarlar başta olmak üzere
birçok konuda zaafiyete neden olduğunu söyleyebilirim.
Türkiye’nin
de son dönemde kurduğu yönetim, toplum ve ülkenin uzun vadeli çıkarlarına
değil, başkaları ne der kaygısına göre yönlendirilen ve uzun vadede başarısız
sonuçlar oluşturabilecek bir yönetimdir. Örneğin, toplumun yüzlerce yıllık
sentez sonucunda oluşturduğu kimliğinin son dönemde gündeme getirilen ve halka
benimsetilen yapay yasalarla yeniden düzenlenmeye çalışılması uzun vadede milli
çıkarlara aykırı olabilecek en önemli konudur. Kimin haklı olduğunu elbette
zaman gösterecektir…
Dr.
Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder